HÜSEYİN HÜSAMEDDİN YASAR’IN AMASYA TARİHİ’NDE ELVAN ÇELEBİ VE SOYU

259
ULUSLARARASI HORASAN’DAN ANADOLU’YA İRFAN GELENEĞİ: ELVAN ÇELEBİ SEMPOZYUMU / 02-04 EKİM 2020

http://www.elvancelebi2020.hitit.edu.tr/NewsDetail/10/12/2020/bildiri-ozet-kitabi-ve-bildiri-tam-metin-kitabi-yayimlanmistir

HÜSEYİN HÜSAMEDDİN YASAR’IN AMASYA TARİHİ’NDE
ELVAN ÇELEBİ VE SOYU

Doç. Dr. Metin HAKVERDİOĞLU
Amasya Üniversitesi
Fen – Edebiyat Fakültesi

ÖZET
Türk edebiyatı hem tarih hem de tasavvufla iç içe bir edebiyat hüviyeti gösterir. Özellikle eski Türk
edebiyatı üzerine çalışmak için iyi bir tarihçi olmak da şarttır. Şairlerin hayat hikâyesi kadar tarihî olayların şair
üzerindeki etkisi de bilinmelidir. Bu bağlamda ister şairin hayatı ile ilgili tarihî bilgileri tespit amacıyla olsun ister
devrin olaylarının şair üzerindeki etkisi için olsun, tarihî gelişmeleri bilmek gerekir. İşte Elvan Çelebi hakkında da
bu yol izlenmeli ve devrinde gerçekleşen olaylar tarihin tozlu sayfalarından ortaya çıkarılmalıdır. Bu çalışmada,
Elvan Çelebi ve onun soyu ile ilgili yazılanlara bir de Hüseyin Hüsameddin Yasar’ın Amasya Tarihi’nden bakıldı.
Amasya Tarihi’nde Elvan Çelebi ve soyu hakkında oldukça çok malzeme vardır. Bu malzeme zaman zaman
kullanılarak özellikle büyük dedesi Baba İlyas hakkında yazılar yazılmıştır. Ancak, bu çalışma ile Elvan Çelebi’nin
atası Baba İlyas’tan başlanılarak pek çok akrabasının biyografileri peş peşe sunuldu. Bu sayede, sadece bir noktaya
bakmak yerine, süreç içerisinde Elvan Çelebi soyunun hangi görüşlere evrildiği görülmeye çalışıldı. Çalışmayla
görüldü ki Baba İlyas da dâhil pek çok şahsiyet hakkında taban tabana zıt fikirler yayılmış ve bu fikirler özellikle
sosyal medyada önemli bir yer işgal etmiştir. Yine görülmüştür ki herkes kendi meşrebine göre bu şahsiyetleri
şekillendirmektedir. Biz, Hüsameddin Hüseyin’in aynı hataya düşüp düşmediğinden çok, biyografisini verdiği
soyun nasıl yaşadığını objektif olarak göstermeye gayret ettik. Elvan Çelebi’nin Menâkıbü’l-Kudsiyesi’nde, Âşık
Paşa’nın Garipnâme’sinde verilen bilgiler yanında, Hüseyin Hüsameddin’in Amasya Tarihi’nde verdiği bilgileri
harmanlayıp bazı görüşlerin en azından abartılı olduğunu ispatlamış olduk. Amasya Tarihi’ndeki orijinal metinleri
kullandık ve bu biyografilerin bir miktar sadeleştirmesini gerçekleştirdik. Böylece bol şair ve devlet adamı
yetiştiren ve çok farklı yönlere çekilen bir soyun biyografisini Amasya Tarihi’nden ortaya koymaya çalıştık.
Anahtar Kelimeler: Elvan Çelebi, Menâkıbü’l-Kudsiye, Hüseyin Hüsameddin Yasar, Amasya Tarihi, Baba
İlyas, Baba İshak.
IN HÜSEYİN HÜSAMEDDİN YASAR “HISTORY OF AMASYA”
ELVAN ÇELEBİ AND THEIR RELATIONS
Assoc. Prof. Metin HAKVERDİOĞLU
Amasya University
Faculty of Arts and Sciences
ABSTRACT
Turkish literature shows a literary identity intertwined with both history and Sufism. It is essential to know
a good history especially for studying Turkish literature. The impact of historical events on the poet should be
known as well as the life story of the poets. In this context, it is necessary to know the historical developments,
whether for the purpose of determining the historical information about the life of the poet or for the effect of the
260

events of the period on the poet. This should be followed about Elvan Çelebi and the events that took place during
this period should be revealed from the dusty pages of history. It is necessary to look at the writings about Elvan
Çelebi and her ancestry from Hüseyin Hüsameddin Yasar’s “History of Amasya”. In “History of Amasya” there is
a lot of material about Elvan Çelebi and his descendants. From time to time, this material was written about Baba
İlyas. However, with this study, we have presented the biographies of many relatives one after the other, starting
from Elvan Çelebi›s ancestor Baba İlyas. In this way, instead of just looking at one point, we tried to see which
views of the relatives of Elvan Çelebi evolved in the process. In our study we found that there were diametrically
opposed ideas about many personalities, including Baba İlyas, and these ideas occupied an important place,
especially in social media. Again, it is seen that everyone shapes these personalities according to their own view
of life. Rather than whether Hüsameddin Hüseyin made the same mistake, we tried to show how the lineage he
described in his biography behaved. Elvan Çelebi’nin “Menakıbü’l-Kudsiye” s, Asik Pasha’s “Garip-name” in
addition to the information given, Hüseyin Hüsameddin’in “History of Amasya” by blending the information, we
have proved that some of the views, at least exaggerated. We used some of the texts in the “History of Amasya”
cut from the original text and performed some simplification of these biographies. We tried to make a biography
of an ancestry who raised plenty of poets and statesmen.
Key Words: Elvan Çelebi, Menâkıbü’l-Kudsiye, Hüseyin Hüsameddin Yasar, History of Amasya, Baba İlyas,
Baba İshak.
A. GİRİŞ
Elvan Çelebi, Amasya ile Çorum arasında Mecitözü karayolunu kullananların sürekli önünden geçtiği
küçük bir köyün adıdır. Pek çok insan bu köyün adının burada yatmakta olan büyük bir âlim ve şairden geldiğini
bilmez. Oysa Elvan Çelebi’nin (öl. 1358) bu bölgede ne kadar etkili olduğu, bölgede kullanılan erkek isimlerinde
dahi görülebilir. İnsanlar belki neden olduğunu unutmuş olsalar da daha hâlâ bu yörede erkek çocuklarına sık sık
“Elvan” veya “Çelebi” isimlerini koymaktadırlar.
Aynı şekilde Elvan Çelebi’nin Amasya’da İlyas Köyü’nde yatmakta olan büyük dedesi de bu çevrede
aynı etkiyi yapmaktadır. Bu yörenin insanlarının “Sarılık Evliyası” adıyla meşhur ettiği, ancak hayat hikâyesini
unuttuğu Baba İlyas, gizli bir sevgi yumağının içinde, bilinmeden sevilmektedir. Alevî vatandaşların Alevî diye,
Sünnî vatandaşların Sünnî diye sevdiği bu şahsiyetler acaba gerçekte kimlerdir? Hayat hikâyeleri nedir? Dünya
görüşleri ve devirlerinde toplum üzerindeki etkileri nasıldı? Neden etkileri gizli gizli sürdüğü halde gerçek
hikâyeleri unutuldu? Onlar ve soyları hakkında kim haklı, kim haksız, kim doğru söylüyor, kim yanlış? Tarikatları
Vefaî mi, Cüneydî mi, Babaî mi, Bektaşî mi, Halvetî mi? Amaçları saltanata karşı çıkıp komünizm-vari bir sistem
getirmek miydi, bir Kızılbaş-Türk ayaklanması mı arzuladılar, Ortodoks İslam’a karşı Hetorodoks bir anlayış
mı yerleştirmek istediler? Babaî ayaklanmasının baş aktörü mü yoksa mağduru mu oldular? Baba İlyas ile Baba
İshak aynı şahsiyet midir? Bir fitne ateşiyle Baba İlyas’ı zindana atanlar acaba bilmeden büyük bir fitneci olan
İshak-ı Şâmî’ye, memleketi yakıp yıkma ve Trabzon Rumlarına zemin hazırlama fırsatı mı verdiler?
İşte tüm bu soruların cevabını Hüseyin Hüsameddin’in Amasya Tarihi’nden, soyun biyografilerini peş peşe
okuyarak cevaplamaya çalıştık. Genel ve büyük resme baktığımızda gerçeğin daha iyi görüleceğini düşünüyoruz.
Amasya Tarihi ‘ayın harfinin başlarında bittiği için Elvan Çelebi biyografisi eksiktir1 ancak soyu hakkında verilen
bilgiler onun hayat hikâyesini de belirginleştirmektedir.
1 M. Fatih KÖKSAL, “Hüseyin Hüsameddin’in Amasya Tarihi’nin Kayıp Ciltleri”, Amasya Âlimleri Sempozyumu, 2017, Amasya, C. 2, s. 176-185. Bu
bildiride Prof. Dr. M. Fatih Köksal, Amasya Tarihi’nin ayın harfine kadar yazılmadığını, devamının olduğunu ve bu eserin muhtemelen yazarın hayatı vefa
etmediği için yarım kaldığını belirtmektedir. Köksal’ın bulduğu ve eserin ye harfine kadar olan karalama defterlerinde de Elvan Çelebi maddesi yoktur.
261

Elvan Çelebi hem mutasavvıf hem de şair olarak meşhur olmuştur.
Adı hakkında,
“Şairin asıl adı da Elvân’dır. Eski eserlerin çoğunda Ulvân olarak geçmekle birlikte Çorum’da
yerleştiği köye bizzat yaptırdığı türbenin Arapça kitabesinden kendisinin de Elvân adını kullandığı
anlaşılmaktadır. Nitekim hem Menâkıbu’l-Kudsiyye’de hem Câmi’u’n-Nezâ’ir’deki şiirlerde de
mahlası Elvân şeklindedir. Babası, Âşık Paşa adıyla meşhur Garîb-nâme müellifi Âşık Alî Paşa,
annesi Hâcı Hatun’dur. Dedesi Karamanoğulları Beyliği’nin kurucularından Muhlis Paşa, büyük
dedesi, tarihe Babaî İsyanı olarak geçen 1240’taki sosyal hareketin öncüsü Baba İlyâs-ı Horasânî’dir.
Babası Âşık Paşa’nın Kırşehir’de büyüdüğü düşünülerek Elvân Çelebi’nin muhtemelen Kırşehir’de
doğduğu belirtilmiştir.”2
Eseri hakkında,
“Elvân Çelebi’nin günümüze ulaşan tek eseri mesnevî tarzında aruz vezninin fe’ilâtün mefâ’ilün
fe’ilün kalıbıyla kaleme aldığı 2081 beyitlik Menâkıbu’l-Kudsiyye’sidir. Dede Garkın ve Baba
İlyâs’ın menkıbelerinin, bunların halifeleri vasıtasıyla Anadolu’nun irşadının anlatıldığı bu tasavvufî
nitelikli metin, Babaîlik ile 13. yüzyıl Anadolu Türk tarihi için önemli ve çok değerli bir kaynaktır.
Necati Elgin tarafından 1957 yılında Karaman’da bulunan yegâne nüshası Konya Mevlânâ Müzesi
Kütüphanesi 4937 numarada kayıtlıdır. Menâkıbu’l-Kudsiyye, doktora tezi olarak hazırlanmıştır.
Erünsal ve Ocak’ın eser üzerindeki çalışması yayımlanmıştır.” 3
Bir şiiri,
“ Gazel
Bu cümle nesneye ışkdur bahâne
Bahâne ışk u hem ışkdur bahâ ne
Bu ışk içinde birdür câm u sâkî
Bu ışk içinde birdür dâm u dâne
Bu ışkdur kâyil-i lafz-ı ene’l-Hak
Bu ışkdur kâyil-i Mansûr yana
Bu ışkdur kâşif-i esrâr-ı gönül
Bu ışkdur açılur ma’nâ bu câna
Bu ışk âyinleri bu ışk içinde
Görinür zât-ı ma’şûka ayâne
Bu ışkdur âşık u ma’şûka olan
Salâdur âşık u ma’şûk olana
Bu ışkdur ol ecel gencin kılan fâş
Bu ışk oldı nişân ol bî-nişâna
Nice kılsun bu bir söz ışkı ma‘lûm
Ki şerhi sıgmadı bin dâsitâna
Gönülden ferd ü candan müfred olgıl
Yakîne kalma dolanma gümâna
2 M. Fatih Köksal. Elvan Çelebi. 12 2019. http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay=828 (erişildi: 12 2019).
3 Köksal, a.g.e
262

Hele Elvân fidâ kıl dîn ü deyni
Bu ışk içinde kalma hânümâna
Dilersen kim sana senden tecellî
Zuhûra gele kala câvidâna
Bu ışkun bin sıfâtından birisi
Beyâna gelmedi sıgmaz lisâna”4 (Köksal 2005)
Diğer Şiiri
“Gör ne fazl etti yine ol Kârısaz
Kim cihandan gitti kış ü geldi yaz
Türlü türlü renkler ile yer yüzün
Hub müzeyyen kıldı hoş ol bî-niyaz
Ey zemane arifi açgil gözün
Anla bu hikmetleri gönlüne yaz
Talib isen matlubunu kıl talep
Âşık isen maşuk ile eyle baz
Yine bülbül şadıgâm ü kâmuran
Yâni kim gül yine geldi serfiraz
Bülbüle çün arz kıldı gül yüzün
Suz ü ah ü naliş ile süzdü saz
N’eylesin biçare bülbül çün ki gül
Dilrüba amma değildir dil-nüvaz
Dost donun donandı dünya düpdüzün
Çi tih ü kühsar ü çi şiyb ü firaz
Üş bu kudret üş bu ibret üş bu hal
Yer yüzüne bu kerem bu izz ü naz
Kamusu ol bî-niyazın fazlıdır
Ne kıla her zerre bin türlü niyaz
Her yaratılmış kılar cinsin telep
Nitekim şahini şahin kazı kaz
Dost eteğin pek tut Elvan sen dahi
Var bu aşk mahmurlugun dost ile yaz
Ger dilersen akıbet mahmud ola
Şunu kıl kim Mahmuda kıldı Ayaz”5 (Kocatürk 1968)
4 M. Fatih Köksal. «Elvan Çelebi’nin Şiirleri ve Şairliği.» Klasik Türk Şiiri Araştırmaları, 2005: 489.
5 Vasfi Mahir Kocatürk. Türk Edebiyatında Dini ve Tasavvufi Şiirler. Ankara: Edebiyat yayınevi, 1968.
263

Kocatürk ve Köksal’ın naklettiği bu şiirler Elvan Çelebi’nin gazeller de bulunan bir divana da sahip
olabileceğini göstermektedir. Ancak böyle bir eser henüz bulunamamıştır.
Elvan Çelebi, hem soyu hem de şairliği yönünden daha derin araştırmalara konu olabilecek bir şahsiyettir.
Daha derin araştırmalar ile hakkında yeni ve şaşırtıcı bilgilere ulaşılacağı muhakkaktır.
Amasya Tarihi’nde onun soyu hakkındaki bilgileri sıralayınca görülmektedir ki etkisi yüz yıllar sürmüş
bir mutasavvıf, şair, aksiyon insanı ile karşı karşıyayız.
Aşağıda, bu amaca matuf olarak Amasya Tarihi’nin orijinal metninden konuyla alakalı kısa kısa kesitler
aldık ve ilgili şahsiyetle alakalı tüm metni sadeleştirerek verdik.
B. AMASYA TARİHİ’NDE ELVAN ÇELEBİ’NİN SOYU
Amasya Tarihi 7. Cilt, s. 415-419
BABA İLYAS HORASANÎ (EŞ-ŞEYH ŞÜCAEDDİN) (Hüsameddin 1335)
Horasan eyâletinin merkezi olan Merv şehri havâlisinde bulunan Mâhân köyü ahâlisinden Ali bin Ahmed’in
oğludur. İlk olarak Harezm ilinde Şeyh Ebû Ali Bağdâdî halifelerinden ve Burhan Kâsânî öğrencilerinden Tâceddin
Ebu’l-Vefa Mahmûd Harezmî hizmetinde tasavvuf ve şeriat ilminde ilerleyip onun yardımcısı ve gözde öğrencisi oldu.
Cengiz Han’ın Horasan’a doğru ordusuyla yürüdüğünü gördüğü zaman şeyhin maiyetinde Bağdat’a gelip
oraya bir müddet yerleşti. Daha sonra şeyhiyle birlikte kalkıp Anadolu’ya geldi. Şeyhi, Amasya ilini vatan tutarak
Mesûdiye Tekkesi şeyhi oldu.
625’te (1227) Tâceddin Ebu’l-Vefâ, Sivaslıların daveti üzerine Sivas’a gitti; onun yerine Mesûdiye
Hankâhı şeyhi oldu. Gerek ilim ve fazileti gerek zühd ve takvası ulemânın ve halkın sevgisini ve hüsn-i kabulünü
kendisinde topladığından fevkalâde meşhur oldu.
Mesûdiye Tekkesi fevkalâde imar edilerek vakfiyeleri yazıldı ve cami yenilendi. Aşevi herkese açık ve
zengin olduğundan gerek garipler gerek fakirler bu imârethâneden nevâle sahibi olup ulemâ ve halk Baba İlyas’ın
mürîdi oldu. Nüfûzu çok fazla arttı.
264

Baba İlyas’ın bu kadar nüfûz sahibi olduğunu gören Baba İshak Kefersûdî, bundan fevkalâde istifade
temin edeceğini kestirip Mesudiye Tekkesine yerleşti. Baba İlyas’ın has müridi olup yedi yıl kadar hizmetinde can
baş ile çalıştı.
Öteden beri ileri gelen şeyhler, âl-i abâ sevgisini anlatmış olduğu için Baba İshak, işte bu Alevîlik
muhabbetinden istifade ederek Baba İlyas’ın en ileri derecede itimadını kazanmıştı. Zaten köylülere kendisini
evliya tanıtmış olması hasebiyle Baba İlyas’ın bu itimadından istifade etti.
Baba İlyas mezhep olarak Hanefî, itikat olarak Maturûdî, meşreben ve tarikaten Cüneydî’ydi. Baba
İshak’ın görünüşte tuttuğu yol bu olmakla beraber içinden hulûl-i ittihada dâhil ve ona itibar eden bir dinsizdi.
Her halinde takiyye yaparak mezhebini yaymaktaydı.
Nihayet 626’da (1228) eşkıyalık yoluna saptı ve isyankâr olarak âlemi ıslah etmeye memur olduğunu
ortaya koyup 637’de (1239) Amasya’yı istila etti ve Allah’ın Resulü olduğunu ilan ettiğinde Baba İlyas, Amasya
civarında Çat mevkiinde bulunan çiftliğine çekildi.
İki yıl içinde Baba İshak’ın etrafındaki adamları perişan olup kendisi de köpekler gibi asıldıktan sonra
Mesudiye Tekkesi tahrip edilmişti. 644’te (1246) Tatar beylerinin yardımı ile tekke imar edilip ikinci defa şeyh
olarak geldi. Çünkü oğlu Şemseddin Mahmud Çelebi, Tatar beylerini elde etmişti.
On üç yıl kadar da bu defa şeyhlik yaptıktan sonra 657’de (1259) vefat etti. Mezarı Amasya civarında
bugün İlyas Köyü demekle meşhur çiftliğindedir. “Sarılık Evliyası” demekle meşhur olan kişidir. Her yıl burası
Hızır-İlyas (Hıdırellez) günü halk tarafından ziyaret edilir.
Çocukları Şemseddin Mahmud, Fahreddin Ali, Ziyaeddin Mesud, Muslihiddin Musa Çelebilerdir. Bunlar
İlhanlı saltanatı sayesinde, vezir ve âmirlerden olmuşlardı. Halifeleri de şunlardır: Behlil Baba, İbik Baba, Lokman
Baba, Tursun Baba, Dündar Baba, Osman Baba.
Babaî tarikatının reisi Baba İlyas’tır; onu yayanlar da halifeleridir. Lokman Baba’nın halifesi Hacı Bektaş
Baba’dır. Hacı Bektaş-ı Velî demekle meşhur olmuştur. Osman Baba’nın halifesi Süleyman Baba’dır. Seçkin
evladı şubelere ayrılmıştır. Her biri bu tarihte yazılmıştır.
Bu biyografide ilginç olan kısım, tarihi bilgilere göre Baba İlyas, isyan sırasında Amasya Kalesinde
asılmıştır; ancak Hüseyin Hüsameddin, onun bu isyanda Çat (İlyas) Köy’deki çiftliğine çekildiğini ve daha
sonra on üç yıl daha şeyhlik yaptığını yazar. Bu durumda en küçük oğlunun Mısır’a kaçması/ kaçırılması
açıklanamamaktadır.
Amasya Tarihi 7. Cilt, s. 54-61
265

İSHAK BABA (KEFERSÛDÎ) (Hüsameddin 1335)
Amasya civarında yaşayan Rumlardan birinin oğludur. Adı İsak olup Müslüman olduktan sonra
İshak denmiştir. En geçerli rivayete göre Bizans imparatorluğuna kadar yükselmiş olan Amasyalı Kommenos
hânedanından birinin İsak adlı oğludur.
İbn-i Şiar el-Musallî Tabakatında İshak bin Abdullah er-Rumî diye takdim edilen İshak Baba, Rum
muhtedilerinden bir adam olup önceki halinde Rum çetelerinden birinin reisiydi. Türklerin aleyhinde hayli zulümler
yapmış, bu yüzden Türklerin düşmanlığına maruz kalmıştır. Çünkü 600 (1203) yılında Selçuk şehzadelerinin ve
dolayısıyla Türk beylerinin kavgalarından istifade isteği ile Trabzon kralı Aleksi Komnenos ve biraderi David,
Amasya vilayetini işgale çalışarak vilayet dâhilindeki Rumları ayaklandırmışlar, kendisi Samsun ve biraderi de
Sinop taraflarından Amasya üzerine yürümüşlerdi.
Bu esnada Amasya valisi Sencer Şah’tı. Sencer Şah, içten Rum çeteleri ile ve dıştan Kommenoslarla
muharebe ederek 605’te (1204) şehit olup vefat etti. Yerine oğlu Süleyman Şah geçirildiyse de çok genç olduğundan
kumandayı beylerbeyi Emir Bedreddin Ebubekir Bey eline alarak bunlarla harbe devam etti.
Konya hükümdarı Sultan İzzeddin Keykavus Selçukî, büyük bir kuvvetle imdada gelip Ebubekir Bey’in
kuvvetleri ile birleşti. Birlikte hareket ederek Rum çetelerini ve Trabzon Kommenoslarını perişan edip Samsun ve
Sinop’u tamamen fethetti. Buraların idaresini de Simre-i Amasya valisi, adı geçen emire verdi.
610’da (1209) ortaya konan bu muvaffakiyet üzerine Rum çeteleri dağılıp birer tarafa savuştukları esnada
hayat hikayesini yazdığımız İsak da kaçıp Urfa tarafında Kefersûd nahiyesine ilticâ etti. Orada kendisini Müslüman
gösterip adını İshak yaptı. Bu suretle yakasını ölümün pençesinden kurtardı. Kendisine İshak-ı Kefersûdî dendi.
Buradan Şiraz’a gidip Şiâ âlimlerinden Muhyiddin Muhammed bin Ali et-Temimî’den Arapçayı, Şiâ
usûlünü ve bazı ileri gelenlerden sihir ve tılsımları öğrendi. Seyahat yolu ile İran’ı gezip Bâtinîlerden de Bâtınî
fırkasının usûlünü aldı. Dönüp Sivas’a geldi. Üstadını orada kadı olarak buldu.
Buradan da Amasya köylerine gelip on yıl kadar halka ücretsiz çobanlık ederek riyakarca hareket ve
ibadeti ile halka fevkalâde tesir etti. Kendisini evliya gibi tanıttı. “İshak Baba” demekle meşhur olup şöhreti
Amasya havalisini tuttu.
İshak Kefersûdî Hıristiyanlıkla muvaffak olamadığı maksadına, Amasya’da bir Rum krallığı teşkiline
İslam fikri kisvesi ile muvaffak olmaya çalışıyordu. Bu uğurda her türlü yalan ve riyayı, sahtekârlığı yapıyor,
bunlarla başarılı olacağını sanıyordu.
Bu esnada Amasya’da Baba İlyas Horasanî demekle meşhur ve Cüneydî tarikat şeyhi vardı. Amasya
âlimlerinin itimadını ve halkın itikadını kazanmıştı. İshak Baba, gayet zeki ve hilebaz bir adamdı. Halkın ve
emirler ile âlimlerin Baba İlyas’a hürmetlerini gördükçe bundan istifade etmek için Amasya’ya geldi. Baba İlyas’a
bağlanıp has müritlerinden oldu.
Şiraz’da öğrendiği sihir ve tılsımları sayesinde gösterdiği bazı haller ve olağanüstü fiiller kerametinden
sayılıp Baba İlyas’ı bile etkiledi. Birtakım zühd ve riyası; halkı, sıradan insanları aldattı. Nüfuz ve şöhreti çok
fazla arttı. Emirleri ve âlimleri telaşa düşürdü.
Bu esnada Amasya valisi Emir Hüsameddin Berke Han, kadıların başı Bedreddin Ebu’l-Mekârim
İbrahim el-Kemârî, Kadı naibi Reşidüddin Ebu’l-Fezâil Mehmed bin Ahmed bin Ebi er-Reşîd el-Hemedânî, fetva
makamında Fahreddin Ebu’l-Mehmed bin Mahmud er-Râzî Hüsâmeddin Yusuf bin Abdurrahman et-Tebrizî,
Takiyyüddin Osman bin Ali el-Amasî idi.
266

İshak Baba, bunlardan pek ziyade ürküyor, bunları kendi maksadına engel görüyordu. Çünkü Emir
Hüsameddin Berke Han, Amasya ve çevresinde yerleşmiş olan Kayı Hanlı kabilesinin ve Harezmîlerin reisi idi.
Bunlar hem çok hem de yavuz adamlardı.
634 (1237) senesi şevval ayında Sultan Alaaddin Keykubat Selçukî vefat edip Gıyaseddin Keyhüsrev
Konya sultanı ve lalası olan Emir Saadeddin Köpek de vezir-i azam olmuştu. Bunu fırsat bilen İshak Baba,
kendisinin taraftarı olan halkı, vali Berke Han ile Kayılu Türklerinden ağır şikayetlere teşvik etti.
Gıyaseddin Keyhüsrev, halkın acı şikâyetleri üzerine Emir Berke Han’ı görevden aldı ve bütün Kayıhanlı
ve Harizmli Türkleri Amasya vilayetinden çıkarma emri verdi. 636’da (1239) Amasya valiliğine Zâhireddin
Hurşid Bey, bir grup kuvvet ile tayin edildi.
İshak Baba, tam hareket edecek zamanı bulmuştu. Bir taraftan Trabzon kralı Yani Kommenos ile
haberleşerek ondan gerektiğinde kuvvet almayı garantilemiş, diğer taraftan Rumlar güya Müslümanlığa geçerek
kendisine tâbi olmuş, ehl-i İslam’ın sıradan insanları ise kendisini evliya zannedip adeta tapar hale gelmişti.
637 (1240) senesi ilk günlerinde Kayı Türkleri ile Amasya valisi Hurşid Bey’in kuvvetleri arasında çıkan
muharebe sırasında İshak Baba kendisine bağlanan Babaîlerin, Rumların başına geçip tarihimizin ikinci cildinde
ayrıntılı anlattığımız üzere isyan ederek Sadreddin İshak lakabını aldı.
Bu suretle hem Kayı Türklerinin Amasya’dan ihracını sağladı hem de Amasya’da kendisine muhalefet
eden âlimler ve emirleri perişan ederek kendisine müminlerin emiri dedirdi. Bu esnada kadıların başı İbrahim
el-Kemârî ile birkaç bey şehit oldu. Âlimlerden Hüsameddin Yusuf et-Tebrizî Konya’ya ve Takiyyüddin Osman
el-Amasî Şam’a kaçtı.
İshak Baba, Bâtınîye fırkasının itikadından olan ruhun bir başkasına geçmesi inancına göre Muhammed
ve Ali’nin ruhlarının kendisinde birleştiğini iddia ederek peygamberliğini ilan edip sıradan halkı kandırdı. Bütün
Rumları kendine uydurdu. Trabzon kralı Yani Komnenos’tan büyük kuvvetler alacağını umuyordu.
Ancak yalancı peygamberlik ilanı, kendisine aldanan Türklerden pek çoklarını kendisinden ayırdı. Çünkü
Baba İlyas Horasanî, İshak Baba’yı dinsiz ilan edip lanetleyerek Amasya’dan Çatbükü (Hacı İlyas) demekle
meşhur çiftliğine çekilip gizlenmişti.
Bu hengâmeyi haber alan Gıyaseddin Keyhüsrev, derhal Hacı Mübareziddin Armağan Şah Bey’i Amasya
valisi olarak ilan ederek bir bölük kuvvetle Amasya’ya gönderdi. Amasya emirleri ve âlimleri de birleşip yalancı
peygamberin aleyhinde hareket etti. Samsun ve Karadeniz sahili kumandanı Alaaddin Ali Şir Bey de Yani
Komnenos’un yardım kuvvetlerine meydan vermedi.
İshak Baba, her taraftan kendisini sıkıştıran kuvvetlere karşı koyacak bir halde olmadığını anladı. Bununla
beraber son âna kadar çalıştı. 638 (1241) senesi ortalarında Hacı Armağan Şah, galip olarak Amasya’ya girip
kendisini tutarak astı. Babaîleri perişan edip Amasya’yı Rumların şerrinden kurtardı.
Şayan-ı dikkattir ki Babaîler, parça parça edilen İshak Baba’nın cesedini toplayıp kendisine yer altında bir
türbe yapmışlar ve kemiklerini de bu türbede bir tahta üzerine sermişler. Kendisini asıp parçalayan Hacı Armağan
Şah’ı da evini basıp şehit etmişler. Bugün Amasya’da “Ambarlı Evliya” denilen türbe bunun olmalıdır.
Bu biyografide tarihi araştırmalara ters bazı iddialarda bulunulmaktadır: Baba İlyas’ın Babaî tarikatını
ele geçirmiş bir kişinin Rumlar adına bir ayaklanma gerçekleştirdiği söylenmektedir. Bu konuda ortak bir ifade
dikkat çekicidir. Elvan Çelebi’nin eseri de dâhil tüm kaynaklarda Baba İlyas’ın Baba İshak’a “Amasya’ya gelme!”
267

dediği fakat İshak’ın bunu dinlemediği söylenmektedir. Her ne kadar Hüseyin Hüsameddin’in tarihi gerçeklik ve
kanıt sunma konusunda eksikleri olsa da bu biyografi dikkatle incelenmelidir. Baba İlyas’ın soyunun aşağıda
görüldüğü gibi yine sevilmesi ve devlette yer bulması, onu bu ayaklanmanın mağduru gösterebilmektedir.
Amasya Tarihi 1. Cilt, s. 181-183
BABA İSHAK’IN TÜRBESİ (ANBARLI EVLİYA) (Hüsameddin 1335)
Amasya’da Şeyh Kırık Mahallesi’nde yerleşmiş olan bir evin dâhilindedir. Türbe denilen yer; kapıdan
girildiğinde üzeri düz olup ambar şeklinde bir çukur içindedir. Bu türbe tamamen yerin altında kaybolmuş gibi bir
halde olup çukurun içine inmedikçe orada türbe olduğu asla bilinemez. Çukura, ufak bir ağaç merdivenle inilir.
Türbenin kapısı ufak olup eğilmedikçe girilemez, girildiği zaman kapısı Bektaşi tâkisi şeklinde olup dört köşeli
ufak ve taştan yapılmış bir oda görülür.
Odanın ortasında üzeri eski bir örtü ile örtülmüş gayet eski bir tahta uzatılmış olup bu tahtanın üzerinde
parça parça insan kemikleri serilmiş olduğu görülür. Bu kemiklerin içinde parçalanmış bir kemiğe rastlanmaz. Kol,
bacak ve bilek kemikleri keskin bir âletle kesilmiş gibi bir durum göstermektedir. Evin sahibi bile bu kemiklerin
kim olduğunu yani türbede yatanın kim olduğunu asla bilemiyor.
Türbenin şu gizli kalmış hâli ve kemiklerin şu kırılmış hâli 637’de (1240) Amasya’da peygamberlik davası
güden meşhur yalancı peygamber Baba İshak Kefersûdî Türbesi olduğunu ilham etmekte, düşündürmektedir.
Önceki bölümde açıklandığı gibi Baba İshak Kefersûdî peygamberlik davasına girişerek Amasya, Tokat
ve Sivas sancaklarını istila ettiği zaman Mübariziddin Armağan Şah gelmiş ve Amasya’yı kuşatmıştı. Adı geçen
emir, İshak’ı yakalayıp bağlatıp asarak idam edip leşini çürüyünceye kadar darağacında güneşin karşısında
268

durdurmuş ve daha sonra indirip parçalatmış ve babanın adamları da kemikleri gece toplayıp saklamış oldukları
tarihlerde yazılıdır.
Hâdise ile türbenin o hâli ve durumu, orada yatan insanın kemikleri düşünülürse, bu türbe, babanın adamları
tarafından kasten yer altına bina ve babanın kemiklerini ziyaret için buraya defin ve halktan gizlemek fikrine sahip
olduklarını düşünmemek elde değildir. Önceden yeryüzüne yapılıp sonradan Amasya’nın yüzeyi dolduğu için yer
altında kaldığı iddia edilemez. Çünkü o civarda bulunup 622’de (1225) bina edilen Halfet Gazi Türbesi ve 677’de
(1280) bina edilen Torumtay Türbesi gayet yüksek olarak duruyor. Bunların üst tarafında 540 (1145) dolaylarında bina
edildiği zannedilen Hakkâh-ı Mesûdî harap olduğu halde temel duvarı hâlâ yer üzerindedir.
Şimdiye kadar şehrin ileri gelenleri ve halkının o türbeyi ziyaret etmesi ve üzerinde kubbe bulunması;
içinde bulunan kimsenin veli, salih biri olduğuna delalet ettiği ve meşhur yalancı peygamber olmadığı da iddia
edilemez. Çünkü türbenin yer altında gayet gizli bir surette yapılmasında bir mecburiyet olmadığı gibi her kubbe
sahibi de velî olamaz. Zengin olanlar da namını dünyada kalıcı kılmak için bu şeklide mezar yaptırmıştır. Daha
sonra bu şekilde olan kişilerin asıl amacı unutulduğundan türbe gibi ziyaretgâh haline gelebilmektedir.
Baba İshak hakkındaki bu bilgi, türbesinin yeri hakkındaki görüş, iyi araştırılmalıdır. Yaptığımız
araştırmalarda böyle bir türbeye rastlayamadık. Ancak yazarın, Kefersûdî’nin Amasya’da asıldığını desteklemek
için bu bilgiyi vermiş olması muhtemeldir.
Amasya Tarihi 7. Cilt, s.379-382
İBİK BABA (EŞ-ŞEYH İZZEDDİN EBU’L-ME‘ÂLÎ) (Hüsameddin 1335)
Amasyalıdır. Baba İlyas Horasanî hizmetinde tahsil ve irfan sahibi olarak ilerleyip şeyhinin halifelerinden
oldu. 657 (1258) yılında şeyhinin vefatı üzerine yeğeni Behlül Baba, Mesûdiye Hankâhı şeyhi olmuştu. Sonrasında
Tatar beylerinin gözüne girip Behlül Baba’yı Suşehri’ne göndertip Mesûdiye Tekkesi şeyhi oldu.
Gayet açıkgöz ve şöhret hırsı olduğundan beldenin Selçuklu soyundan hakimi olan Muiniddin Süleyman
Pervâne Bey’e karşı gelen bir yol tuttu. Tatar beylerini elde ederek halk üzerinde nüfuz sahibi olmaya başladı.
Pervâne Bey buna karşı Mevlânâ Celâleddin Rûmî halifelerinden Şeyh Veliyüddin Ahmed Dede’yi Amasya’da
yaptığı mevlevîhâne şeyhi olarak çıkardı.
İbik Baba, İshak Baba’nın tavırlarını andırır bir tavır ve yol tutup zâhiren itikatlı ve inanmış göründüğü
halde dost sohbetleri esnasında yaptığı bazı yanlışları ortaya çıktığından âlimlerin teşebbüsü ile Amasya baş
kadısı Sadreddin Mehmed bin Hızır et-Tiflisî tahkikata başladı.
269

670’te (1271) bunu haber alan İbik Baba, Mısır’a gitti. Görünüşte firar etti. Gerçekte ise Pervâne
Bey’le Mısır hükümeti arasında cereyan eden gizli haberleşmeyi tahkik etmeye memur olarak gitti. Çünkü bu gizli
haberleşme Moğol hükümetini kuşkulandırıyordu.
673’te (1274) Mısır’da bazı sözleri ve akaidi ortaya çıktığından Mısır hükümdarı Melik Zâhir Baybars
el-Bundukdarî tarafından hapsedilerek âlimlerin önünde sorguya çekildi. Verdiği cevaplardan yanlış akidesi
anlaşılarak dövülüp hapsedildi.
Daha sonra Moğol hükümdarı Abaka Han’ın şefaati ve iltimasıyla serbest bırakılınca Mısır’dan kalkıp
Tebriz’e gitti. Yediği dayağın acısını çıkarmak ve Pervâne Bey’den intikamını almak için Abaka Han’ı Mısır
fethine teşvik ve Pervâne Bey’in aleyhine tahrik etmeye başladı.
675’te (1276) Abaka Han ile Mısır hükümdarı Baybars Bey arasında çıkan muharebede Abaka Han’ın
askeri mağlup ve Moğol beyleri katledildiğinde Pervâne Bey’in hıyanetinden bahsederek bîçareyi 676’da (1277)
idam ettirip Amasya’ya döndü. Müteakiben ikinci defa Mesûdiye Tekkesi şeyhi oldu.
On iki yıl kadar devam eden bu şeyhlik zamanında hayli Moğol beylerini ve Tatarları Müslüman ederek
kendisine mürit etti. Bu yüzden müritleri ve nüfuzu fevkalâde artıp Babaîye tarikatı revaç buldu. 688 (1289)
senesi ortalarında vefat edip tekkenin bahçesinde defnedildi.
İbik Baba, âlim, Arapça ve Farsça lisanlarında konuşan, hitabı gayet kuvvetli, son derece içe işleyen
sözlere sahip, edip, vakur, sözlü tartışmalara kadir; uzun boylu, biraz etine dolgun, uzun sakallı, gayet yakışıklı,
sevecen, sözü geçen, hayır ve şerre yarar bir kimse idi.
Moğol ve Tatarların İslâm’ı kabulünde himmetleri görüldü. Abaka Han kendisine Amasya civarında
büyük bir çiftlik verdi. Bu çiftlik bugün “İbik Köyü” demekle meşhur olup evladının elinde bir asırdan fazla kaldı.
İbik Baba, Hacı Bektaş-ı Veli akranında bir zat olup halifelerinden Ahmed Baba, Ali Baba, Burak Baba,
Saltuk Baba pek meşhur idiler. Bunun hakkında âlimler ve asrın şeyhleri ikiye ayrılmıştı. Bir kısmı doğru yoldan
sapmış, diğer kısmı yüce makamlara ermiş demektedir.
Baba İlyas’tan sonra onun postuna oturan halifelerinden birisi olan İbik Baba, tarikatın ayaklanma
sonunda da devam eden etkisini göstermesi bakımından ilginç bir simadır.
Amasya Tarihi 11. Cilt, s.247-248
270

SALTIK BABA (ŞEYH BEDREDDİN) (Hüsameddin 1335)
Amasya civarında İlyas Köyü’nde metfun olan Babaîye tarikatı pîri Baba İlyas Horasanî halifelerinden
olup Amasya’da Kübceğiz Mahallesi’nde Mesûdiye Hankâhı’nda yerleşmişti. Şeyhin oğlu Şemseddin Mahmud
Tuğrayî, Sultan İzzeddin Keykavus Selçukî veziri olunca bu da şeyhi olmuştu.
Peşinden Sultan İzzeddin Keykavus ile Tatarlar arasında çıkan muharebede şehzadesi katledilip Keykavus
da mağlup olduğu zaman Keykavusla beraber İstanbul ve Kırım’a gitti. Daha sonra Keykavus’un Kırım’da vefatı
üzerine Dobruca’da birleştirilen emri altındaki Türklerle beraber Dobruca’da kaldı. 673 (1274) yılından sonra
vefat etti. Hüsn-i hal erbabındandı.
Tarihi kaynaklara göre 1297’de Dobruca’da ölen Sarı Saltık namlı kişinin böyle bir biyografisinin
yazılması Hüseyin Hüsameddin’in ilginç yönlerinden biridir. Alevî- Bektaşî şeyhi olarak bilinen Saltuk Baba’yı
Babaî tarikatı lideri Baba İlyas’ın halifesi olarak kaydetmektedir.
Amasya Tarihi 11. Cilt, s.389-390
ÂŞIK ALİ PAŞA (MEVLÂNÂ ALAEDDİN) (Hüsameddin 1335)
Amasya civârında İlyas Köyü’nde mezarı bulunan Baba İlyas Horasanî-zâde Muhlisiddin Musa Paşa’nın
oğludur. 670’te (1271) Amasya’da doğdu. Asrındaki âlimlerden ve özellikle Babaîye tarikatının pîri olan
Şemseddin Ahmed Baba’dan edep, tarikat ve şeriat ilmini öğrenerek 708’de (1307) şeyhinin vefatı ile Amasya
Mesûdiye zâviyesi şeyhi oldu.
711’de (1310) tamamladığı Maarifet-nâmesinin sonunda Ali Âşık Baba imzası görüldü. Amasya’da on
beş yıl kadar zikir ve ibadet, eser yazmak ve hizmet ile meşgul olarak tanınır oldu.
723’te (1322) Sivas valisi olan Emir Çoban-zâde Timurtaş Bey’in daveti üzerine gidip bahsi geçen valinin
danışmanı oldu. 727’de (1326) Sultan Ebu Said Bahadır Han’ın korkusundan dolayı Timurtaş Beyle beraber
Mısır’a gitti.
Orada Timurtaş’ın katli üzerine bu da diğer arkadaşları ile beraber İskenderiye Kalesinde hapsedildi.
732’de (1331) Melik Nâsır Muhammed’in affına mazhar olduğundan arkadaşları ile birlikte geri döndü. Fakat
271

yolda hasta olup Kırşehir’e ulaştığında tedavi edilmek üzere orada kaldığı esnada 733 (1332) recep ayında vefat
etti.
Fâzıl, gayet edip, hitabeti güçlü, şeriate vakıf olduğuna Maarifet-nâmesi şâhittir. Şâir olup şiirlerden oluşan
divanı vardır. Sonradan Kırşehir’de üzerine muazzam bir türbe yapılmıştır. Nazım halinde hükümdarların hallerini
anlatan Etvâr-ı Mülûk’ı da tercüme etmiştir. Ermiş kabul edilenlerin en büyüklerinden bir pîr-i muhteremdir.
Oğlu Elvan Çelebi de şeyhlerin büyüklerinden olup tercemesi aşağıdadır. Babası Muhlis Paşa 703’te
(1302) Mısır’a gidip Kus şehrinde ikâmet ve 709’da (1308) ölmüştür. Bunun da tercemesi aşağıda yazılıdır.
Evladından Âşık Paşa-zâde, meşhur tarihçi Şeyh Ahmed Çelebi İstanbul’da vefat edip yaşadığı semte Âşık Paşa
Mahallesi dendi.
Diğer evladı Süleyman Çelebi’dir. Sultan Orhan devlet adamlarından Mevlid sahibi Süleyman Çelebi her
halde bunun oğludur. Mevlidin dili tamamıyla ve üslubu Âşık Paşa’nın dil ve üslubuna pek benzer. İvaz Paşazâde,
Süleyman Çelebi’den evvel bu mevlid vardı.
Baba İlyas’ın edebiyat ile ilgisi en üst seviyede olan torunu Âşık Paşa’dır. Hüseyin Hüsameddin de bunun
altını çizmiştir. İlginç olan Mevlid şairi Süleyman Çelebi’yi onun soyundan göstermesidir. Bu soyun şiir ve nesirle
kendini göstermesi ve menkıbevi bir hayat içinde anılmaları bu şahsiyetle zirveye çıkmıştır.
Amasya Tarihi 6. Cilt, s.85-86
İBRAHİM ÇELEBİ (NEFİS-ZÂDE) (Hüsameddin 1335)
Amasyalıdır. Âşık Paşa neslinden olup Amasya’da Mahmud Çelebi Zâviyesi Şeyhi olan Tâceddin Mehmed
Çelebi bin Nefiseddin İbrahim Çelebi bin Kemaleddin Ahmed Çelebi bin Mesud Çelebi bin Abdurrahman Çelebi
bin Elvan Çelebi bin Âşık Paşa bin Muhlis Paşa bin Baba İlyas Horasanî çocuğudur.
Amasya valisi Şehzade Sultan Mustafa’nın divan kâtibi olan Hamdullah Hamdi Çelebi kardeşi olup
Amasya’da ilim tahsil ederek müderris, kadı, vilayet defterdarı oldu. Daha sonra İstanbul’a gidip Anadolu
defterdarı olarak devlet adamları sırasına girdi. Azledildikten sonra 959 (1551) senesi ramazanında Bostancıbaşı
Mahallesinde bina ettiği mektebin masraflarına emlakını vakfedip sonra vefat etti. Diğer biraderleri Muhibbî
Mehmed, Hacı Nefis Çelebi’lerdir.
Bu şahsiyetlerin devlet makamlarında yüksek yerler işgal etmesi, Baba İlyas’ın soyuna karşı devlet
tarafından bir çekince konulmadığını göstermektedir.
272

Amasya Tarihi 6. Cilt, s. 95-98
İBRAHİM PAŞA (HATTAT) (Hüsameddin 1335)
Amasyalıdır. Fâzıllardan Amasyalı Hacı Nefis-zâde Mustafa Efendi’nin biraderi Mehmed Efendi’nin
oğlu olup Ebe Damadı demekle meşhurdur. Atası Hacı Nefis Çelebi, Âşık Paşa-zâde Elvan Çelebi torunlarından
olduğu yukarıda yazıldı.
Amcası sayesinde İstanbul’a gelip ilim ve marifet tahsil etti. Çeşitli hat yazısı yazmayı Timurcu Kulu
Yusuf Efendi’den meşk ederek mâliye kalemine girdi. Sultan İbrahim’in ebesine damat olup yükselerek Bayram
Paşa’nın sadrazamlığında mukataat emini, daha sonra baş muhasip olup Hacı Efendi-zâde İbrahim Paşa’nın
defterdarlığında orta defterdar ve 1054 (1644) muharreminde Kara Hasan Paşa üzerine baş defterdar oldu.
1054 (1644) Cemaziyelevvelinde yerini yeniçeri ağası Bosnalı Salih Ağa’ya kaptırdığından azledildi.
1055 (1645) şevvalinin yirmi sekizinde Salih Paşa’nın sadrazam ve Kara Hasan Paşa da defterdar olduğu zaman
Hasan Paşa’nın yerine Trablus-şam beylerbeyi ve 1057’de (1646) Anadolu valisi ve 1058’de (1647) vezir olup
kubbe altı veziri oldu.
1058 (1647) recebinde Sultan İbrahim’in halli ve dördüncü Sultan Mehmed Han’ın cülusu vakasında
emekliye sevk edilerek Ayasofya ve Şahzâde vakıfları zaviyelerine vazife tayin edilip 1060 (1649) senesi saferinin
on sekizinci günü vefat eylediği Ayasofya mahzenlerinde ele geçen “Defter-i Zevaid-i Hâvrân-ı Selâtîn” unvanlı
defterde görüldü.
Adı geçen vezir gerek defterdarlığı gerek vezirliği, Defâtir-i Maliyede bulunabildi. Naima Tarihi’nde
“Ebe Damadı İbrahim Efendi” unvanı ile defterdar olduğu yazılıdır. Defâtir-i Maliyede Nefis-zâde diye kayıtlı ve
Defter-i Zevaid-i Hâvrân-ı Selâtîn’de “Vezir Hattat İbrahim Paşa” diye yazılıdır. Bunların üçü de bir kişi olduğu
Maliye Defterlerinden anlaşıldı.
Adı geçen vezir, âlim, hesap bilen, meşhur bir hattat olup Gülzâr-ı Savâb adlı hat ve hattatlara ait bir eseri
vardır. Yazdığı kitaplara İbrahim bin Mehmed en-Nefîsî diye imza atardı. Şöhreti Nefes-zâdedir.
Müstakim-zâde Süleyman Saadeddin Efendi Tuhfetü’l-Hattatîn adlı eserinde diyor ki: “Seyyid İbrahim
Bin Mustafa bin Nefes. Nefes-zâde adıyla şöhret sahibidir…”
Pederi dediği Mustafa Efendi hakkında da diyor ki: “Mustafa bin Nefes. Amasya’da pederi el-Hac Nefes
nâm zât-ı enfestir. Bu cihetten kendileri Nefes-zâde demekle şöhr-dâdedir. Atâyî kavlince Süleymâniye müderrisi
iken Hâkâniye Medresesine naklolunup ol esnâda (Bahçe 1011) târîhinde bağ-ı cinâne vuslatla âzâde oldu. Hüsn-i
273

hatt-ı şâhâneyi Şükrüllah Halîfe’den temeşşuk edip hutût-ı vaktinde izn ü nefes almıştı. Ferzend-i ercümend-i
seyyid İbrâhîm Efendi dahi mezkûrdur.”
Şeyhü’l-Hattâtîn olan Amasyalı Hamdullah Efendi’nin damadı ve öğrencisi idi. Amasyalı Şükrullah
Halife 950 (1543) tarihinden daha evvel vefât ettiği münâsebetle Mustafa Efendi’nin bundan temeşşuk etmesinde
bir yanlışlık olduğu gibi, Nefes-zâde Hattât İbrâhîm Efendi’nin de Mustafa Efendi’nin oğlu olmasında bir yanlışlık
vardır.
Çünkü Amasyalı Nefes-zâde Mustafa Efendi, Amasya’da ilim ve hat tahsîl ettikten sonra İstanbul’a gittiği
Atâyî Efendi’nin naklettiği tercüme-i hâlinden anlaşılır. Mustafa Efendi, hattı Amasya’da kendi amcası Hamdullah
Hamdi Efendi’den meşk etmiştir. Pederinin adı kayıtlarda yazıldığı üzre el-Hâc Nefîs Çelebi’dir. Halk arasında
Hacı Nefes demekle meşhûr idi. Hattât İbrâhîm Paşa, amcası Mustafa Efendi’nin nezdinde büyüdüğü münâsebetle
oğlu zannedilmiş olmalıdır.
Amasyalı meşhur Hattat Hamdullah’tan hat dersi alıp onunla akraba olduğu söylenen ünlü bir hattat
(İbrahim Paşa) yine, Baba İlyas ve Elvan Çelebi soyundan gelmektedir. Yani Baba İlyas soyu devlette ve her türlü
sanatta keskin zekâsı ve üstün kabiliyeti ile yer edinmeye devam etmiştir.
Amasya Tarihi 7. Cilt, s.589-590
PÎR AHMED ÇELEBİ (ÂŞIK PAŞA-ZÂDE) (Hüsameddin 1335)
Amasya civarında Elvan Çelebi Tekkesi şeyhi Yahya Çelebi bin Süleyman Çelebi bin Abdurrahman
Çelebi bin Elvan Çelebi bin Alaeddin Ali Paşa bin Muhlis Paşa bin Baba İlyas Horasanî oğludur. “Âşıkî” diye
mahlas kabul etmiştir.
Elvan Çelebi nahiyesinde doğdu. Amasya’da Gümüşlü-zâde Pîr Abdurrahman Çelebi’nin terbiyesinde
büyüdü. Âlimler ve şeyhlerden ilim ve marifet tahsil edip sonra Serraçlar şeyhi Pîr Sunullah Halvetî’ye hizmet
ederek halifesi oldu.
Adı geçen pirin ölümünden sonra Hicaz’a gidip hacı oldu. On yıl Mekke-i Mükerreme’de ve on yıl da Medine-i
Münevvere’de bulundu ve Hicaz şeyhlerinin mübarek nefeslerinden istifade ederek 867’de (1462) İstanbul’a geldi.
Sûfilik yolunda kemali ortaya çıkıp Haydar civarında bazı dostları kendine bir ev ve zaviye yaptırdı.
274

870 (1466) tarihinden itibaren hânesinde ikamet ve zaviyesinde Hakk’ı anlatmak ve zikirle uğraştı. Daha
sonra hayır sahiplerinin yardımı ile güzel ve taştan bir cami yaptırdı. Zaviyesinde yıllarca inzivaya çekilip Sultan
II. Bâyezid asrında fevkalâde meşhur oldu. Zaviyesi devlet erkânının ziyaret-gâhı olup 908’de (1502) vefat etti.
Âlim, zâhid, iyi huylu, ibadeti seven, halvetî-meşreb, kâmil bir insan idi. Oğlu, Derviş Mehmed Çelebi
kendisinden evvel vefat etti. İki kızı olup birinci damadı Şeyh Abdullatif Çelebi sağlığında zaviye şeyhi oldu.
Vefatında ikinci damadı Seyyid Şeyh Velâyet Çelebi yerine şeyh oldu.
Pîr Ahmed Çelebi şair, tarihçi bir zat olduğundan şiirleri ve ilâhiyatı
bir de Birinci Sultan Osman’dan itibaren Fatih Sultan Mehmed
Han’ın vefatına kadar Vak‘a-yı Tarihiye’yi Türk dili ile yazmış
olduğu tarihi vardır.
Vefatında doksan yaşına varmış bir pîr idi. İkametgâhı atası
Âşık Paşa adıyla bugün meşhurdur. (Eski adı Haydar olan mahalle
bugün Mimar Sinan Mahallesi olarak bilinir ve adı Âşık Paşa-zâde
olması gerek cami de Âşık Paşa Camii olarak meşhurdur.)
Zaviye bitişiğindeki türbede metfundur. Damadı Şeyh Abdullatif
Çelebi biraderi Mehmed Çelebi’nin oğludur.
Âşık Paşa-zâde, Halveti tarikatına meyletmesi ile bir kırılmayı göstermektedir. Babaî tarikatının, Bektaşî
yolunda devam ettiği düşünülmesine rağmen Âşık Paşa-zâde ve daha sonra gelen pek çok Baba İlyas, Elvan
Çelebi soyu Halvetiliği seçmiş ve bu yolda da tekke sahibi olabilmişlerdir.
Amasya Tarihi 8. Cilt, s. 20-21
TÂCEDDİN MAHMUD ÇELEBİ (ÂŞIK PAŞA-ZÂDE) (Hüsameddin 1335)
Amasyalıdır. Âşık Paşa’nın evladından Nefiseddin İbrahim Çelebi bin Kemâleddin Ahmed Çelebi bin
Mesûd bin Abdurrahman Çelebi bin Şeyh Elvân Çelebi bin Şeyh Alaeddin Ali Âşık Paşa bin Muhlis Paşa bin Baba
İlyas Horasanî oğludur. Amasya’da “Nefisoğlu” demekle meşhurdur.
Âlimlerden ilim tahsil edip Şeyh Habib Karamanî hazretlerinin yüce sohbetlerinde feyz alarak ondan
halife oldu. Daha sonra Yakup Paşa Tekkesi şeyhi olup Gümüşlü-zâde Şeyh Muhyiddin Efendi’nin ortadan
kaybolması ile fevkalâde meşhur oldu.
275

923’te (1517) bazı siyasi hususlarda görüşü alınmak için İstanbul’a gidip Sultan I. Selim Han’ın vefatında
tekrar geri döndü ve 932 (1525) yılından sonra vefat etti. Meşhur şeyhlerden, halim, salih, âşık meşrep bir zat
idi. Tasavvuf konusunda “Risâle-i Tâciye” adlı bir eseri vardır. Çocukları Mehmed, Muhibbî, Fethullah Ârif,
Hamdullah Hamdi Çelebiler ve biraderi Mahremî Mehmed Çelebi şairdirler.
Baba İlyas soyunun Halveti şeyhlerinden en büyüğüne intisap etmiş ve ondan halifelik alarak en zirvelere
yerleşmiş olan bir ismi de Taceddin Mehmet Çelebi’dir. Sultan Selim’e hizmet etmiş olması ve şair evlatlar
yetiştirmesi ilginçtir
Amasya Tarihi 10. Cilt, s. 18-19
RÂGIP MEHMED EFENDİ (MÜTEVELLÎ-ZÂDE) (Hüsameddin 1335)
Amasya civarında Mecitözü kasabası nahiyelerinden Elvan Çelebi nahiyesinden “Elvan Çelebi vakfı
mütevellîsi Mustafa bin Mahmud Ağa’nın oğludur. Eski sadrazamlardan Yusuf Ziya Paşa’nın divan kâtibi olan
Halil Recâi Efendi’nin sevk ve tarifi sâyesinde adı geçen paşanın dairesine girip efendisinin 1213’te (1798)
sadrazam olunca maliye kalemine yerleşti.
Devamında yükselerek mâlikane baş-halifesi olup 1233 (1808) senesi kadir gecesinde sadrazam Alemdar
Mustafa Paşa’nın şehit olup vefatında firar eden ve saklanan defterdar-ı şıkk-evvel Mehmed Tahsin Efendi tekraren
isyankar yeniçerilerin elinde katledildiğinden azledilip bir müddet sonra sadrazam Yusuf Ziya Paşa yardımıyla
eski mevkiine geldi.
1225 (1810) senesi rebiülâhirinde adı geçen sadrazamın azledilmesi üzerine o da azledilip Amasya’ya ve
buradan da vatanı olan Elvan Çelebi nahiyesine zorunlu ikamete gönderildi. Daha sonra orada Elvan Çelebi vakfı
mütevellîsi olup 1248’de (1832) vefat etti. Elvan Çelebi Camii haziresinde metfundur. Oğlu Mustafa Efendi de
mütevellî olup 1275’te (1858) vefat etti.
Elvan Çelebi türbesinin mütevellisidir. 1800’lü yıllarda Elvan Çelebi vakfının aktif olduğunu göstermesi
bakımından önemlidir.
276

Amasya Tarihi 7. Cilt, s. 343
EN‘ÂM BEY- NEFÎSOĞLU ES-SEYYİD (Hüsameddin 1335)
Amasyalıdır. Amasya valisi Şehzâde Sultan Mustafa nişancısı olan Ahmed Emîn Hamdullah Hamdi
Çelebi bin Tâceddin bin Nefis bin Kemal bin Mesûd Çelebi’nin oğludur. Elvan Çelebi bin Âşık Paşa evladındadır.
Meşhur zeamet sahiplerinden olup Şirvan muharebelerinde yararlığı görüldüğü için emirlerden biri oldu.
1012’de (1603) vefat etti. Oğulları Ali Paşa ile Mirlivâ Seyyid Ahmed Bey’dir. Seyyid Ahmed Bey, 1038’de
(1628) Kayseri Sancağı beyi iken şehit oldu.
Amasya Tarihi 10. Cilt, s. 486-487
SEYYİD AHMED BEY (EN’ÂM BEY-ZÂDE) (Hüsameddin 1335)
Amasyalıdır. Elvan Çelebi torunlarından olup Amasya Kalesi dizdarlığından mir-livâ (tuğgeneral) olan
Seyyid Enâm Bey bin Hamdullah Hamdi Çelebi’nin oğludur. Babası ve atalarının tercemesi yukarıda geçti.
Babasının vefatında büyük tımar sahiplerinden olup Abaza Mehmed Paşa vakasında yararlığı görüldü.
Bundan dolayı Sivas valisi Tayyar Mehmed Paşa’nın bildirmesi ile alaybeyi ve 1034’te (1624) Çorum
sancağı beyi oldu. 1036’da (1626) azledilip 1037’de (1627) Kayseri’ye mir-livâ oldu. Türedi-i Meşhur Hacı
277
Ahmedoğlu Ömer Bey’in hücûmuyla 1038 (1628) senesi rebiülâhirinde şehit edildi. Oğlu Seyyid Enâm Bey’dir.
Daha sonra Küçük Ahmed Paşa da Ömer Bey’i tutup idam etti.
Amasya Tarihi 7. Cilt, s. 344
EN‘ÂM BEY-NEFÎS OĞLU ES-SEYYİD (Hüsameddin 1335)
1038’de (1628) Kayseri sancağı beyi iken şehit olan Seyyid Ahmed Bey bin Seyyid Enâm Bey’in oğludur.
Zeâmetle Kale-i Bâlâ kethudâsı, bir aralık dizdarı olup Küprülü-zâde Fâzıl Ahmed Paşa’nın himmetiyle mir-livâ oldu.
1087 (1676) yılından sonra vefat etti. Oğulları Seyyid Mehmed, Ali Ağalardır. Bunlara “En’âmoğulları” denilirdi.
Amasya Tarihi 11. Cilt, s. 454
ABDURRAHMAN ÇELEBİ (ELVAN ÇELEBİ-ZÂDE) (Hüsameddin 1335)
Amasya civarında Elvan Çelebi nahiyesinde cami yanında metfun olan Âşık Paşa-zâde Elvan Çelebi’nin
oğludur. Babasından ilim ve irfan tahsil ederek yetişip babasının vefatında zâviye şeyhi, vakfı mütevellîsi, cami
imamı ve hatibi oldu. Babasının imaretini vakfın malları ile güzel idare etti. İmâret ve tekkesi civarındaki köylerin
müracaat yeri olup fakirlerin, dervişlerin sığınağı olduğu halde 788’de (1386) vefat etti. Babasının türbesinde
metfundur. Âlim, cömert, gayet itikat sahibi ve şeriata düşkündü. Oğulları Süleyman, Mesûd Çelebiler meşhurdur.
278

Elvan Çelebi zaviyesinin işlevi hakkında bilgiler yönünden önemlidir. Halka yapılan bu yardımlar
yukarıda dediğimiz gibi karşılıksız kalmamış ve Elvan ile Çelebi isimleri bu yörede en sevilen ve çocuklara verilen
isimler olmuştur.
Amasya Tarihi 12. Cilt, s. 74-75
ABDULLATİF ÇELEBİ (ÂŞIK PAŞA-ZÂDE) (Hüsameddin 1335)
Amasya civarında şeyhlerden Süleyman Çelebi bin Abdurrahman Çelebi bin Elvan Çelebi bin Ali Âşık
Paşa oğlu ve tarihçi Ahmed Çelebi’nin amcasıdır. Amasya âlimlerinden ilim tahsil edip Hicaz’a gitti. Mekke-i
Mükerreme’de yerleşmiş olan Şeyh Zeyneddin Mehmed bin Ebubekir el-Havâfî’ye mürid oldu.
Abdullatif Çelebi, aldığı hilafet-nâme ile Amasya’ya geldi. Bir müddet Amasya’da kaldı. 857’de (1453)
İstanbul’un fethinde bulunarak orada vefat etti. Sultan Fâtih’in baş mimarı, 869’da (1464) buna bir zâviye bina
edip zâviye şeyhi olduğu halde 876’da (1471) vefat etti. Yerine yeğeni Şeyh Ahmed Çelebi şeyh oldu. Âlim,
ibadetine düşkün, şeriata bağlı zahid bir zat idi.
Amasya Tarihi 7. Cilt, s. 355-356
OĞUZ HAN BEY (EMİR ZÂHİREDDİN) (Hüsameddin 1335)
Amasyalıdır. Bir müddet Kayseri ve Konya’da emirlik yapıp 703’te (1303) Mısır’a firar ve 709’da (1309)
Kus şehrinde vefat eden Emir Muhliseddin Musa Paşa bin Baba İlyas Horasanî oğludur ve Alaeddin Ali Âşık
Paşa’nın biraderidir.
279

Babasının emir olduğu zamanlarda emirlerden olup 703’te (1303) beraber Mısır’a gitti. Orada Kus şehrine
gönderilip ikamet etti. 709’da (1309) babasının vefatı üzerine Anadolu’ya dönerek Amasya’da Sultan Altunbaş’ın
hükümeti zamanında nüfuz ve şöhret kazandı.
719’da (1319) Emir Çobanoğlu Timurtaş Bey’e intisap ederek emirlik tahsili aldı. 727’de (1326) Oğuz
Han Bey, Mısır’da gizlenen ve sonradan Mecitözü emiri olan Alaeddin Saltuk Bey’in yanında kaldı. Mecitözü’nün
batı tarafında edindiği büyük çiftliğinde oturdu.
738’de (1337) Timurtaşoğlu Emir Şeyh Hasan Bey’e taraftar olarak meydana çıkıp iade-i nüfuz ve ikbal
sahibi oldu. Amasya emir-i kebiri Torumtayoğlu Yakup Şah’ın rakibi olarak tanınmış olduğundan 744’te (1343)
Yakup Şah’ın katline sebep oldu diye Torumtayoğulları tarafından yok edildi. Bunun evladına “Oğuz Hanlılar”
dendi. Oğlu Dündar Bey’dir.
Amasya Tarihi 7. Cilt, s. 29
İDRİS BABA (OĞUL ŞEYH) (Hüsameddin 1335)
Amasya’da Mesudiye Hankâhı şeyhi Baba İlyas Horasanî’nin kardeşi Hüseyin Ali Horasanî’nin oğludur.
Kardeşi Behlül Baba’dır. Amcasının yanında oğul terbiyesi görüp maarifet tahsil etti.
280

Baba İlyas’ın vefatında bir müddet inzivada yaşadı. Biraderi Behlül, amcazâdesi Muhlis Baba, Amasya’dan
çıktıkları esnada gizlendi. Baba İlyas’ın halifesi olan İbik Baba’nın Mısır’a gidişinden sonra meydana çıktı. Moğol
beyleri kendisine tâbi oldular ve inandılar. Böylece hankaha şeyh oldu. 690’da (1291) vefat etti.
Amasya Tarihi 7. Cilt, s. 29-30
İDRİS BEY (BABA-ZÂDE) (Hüsameddin 1335)
Amasyalıdır. Emirlerden Hacı Şehâbeddin Nevruz Bey bin vezir Şemseddin Mahmud Tuğrâyî bin Baba
İlyas Horasanî oğludur. Lakabı Cemaleddin’dir. Sivas emiri Çoban-zâde Timurtaş Bey’in mahiyetinde emirlerden
olup 727’de (1326) onun Mısır’a kaçmasıyla Tanun-özü (Mecitözü) etrafında kaldı.
737’de (1336) isyan eden Emir Timurtaşoğlu, Emir Şeyh Hasan-ı Sagîr’e destek çıkan Amasya valisi
Torumtay-zâde Emir Şerefüddin Yakup Şah ile birleşti. 744’te (1343) Sivas emiri Eretna Bey’e karşı Hasan-ı
Sagîr’in açtığı muharebede katledildi. Meşhur emirlerden idi. Oğulları Hamza, Hızır Beylerdir.
Amasya Tarihi 1. Cilt, s. 394-395
281

ELVAN ÇELEBİ VE KARYESİ (Hüsameddin 1335)
Elvan Çelebi nâhiyesidir ki kazanın kuzeyi taraflarını kaplayan bölge olup merkezi Elvan Çelebi, nam-ı
diğer Elvan Çelebi köyüdür. Elvan Çelebi hazretlerinin burada ikametinden evvel bu nahiye “Tanun-özü” demekle
meşhur bir kaza olup Zünûn-âbâd nahiyesi de bu kaza dâhilinde idi. Bu kazanın en eski durumuna dikkat edilirse
Tanun-özü, Mecid-özü namıyla iki kazadan ibaret olup Mecid-özü’nün kaza merkezi Aştağul köyü, Tanunözü’nün
kaza merkezi de Tanun köyü olduğu anlaşılır. Bu kazaya 727(1326) tarihinde Tanuk kazası ve merkezine
Tanuk kasabası denmekte iken sonradan galat olarak Tanun denmiştir.
727’de (1326) Baba İlyas evladından Muhlis Paşa-zâde Âşık Paşa Mısır’dan döndüğünde oğlu Elvan
Çelebi bu Tanun-özü’ne gelip ikamet ve babasının Kırşehir’de vefatı üzerine burayı vatan tutmuş ve 753’te (1352)
gayet latif, mermerden sanat eseri bir cami ve önünde kendisine bir türbe ve batısına büyük bir zaviye ve bunun
kuzeyine imaret-hâne ve bir hamam inşa ederek Tanun-özü’nü ihyâ ettiğinden bu kasaba, bu hayratın binasından
sonra Elvan Çelebi kasabası olarak yad edilir olmuştur.
Sivas hükümdarı “Köse Peygamber” demekle meşhur Sultan Eretna Bey’in veziri olan Alaeddin Ali Şah
Rûmî bu Elvan Çelebi’nin amca-zâdesi olduğundan adı geçen hayratını idare edecek büyük vakfın oluşturulmasında
Elvan Çelebi’ye yardım ve Tanun-özü’nü Muhlis Paşa evladına vermişti. Bu sebepten adı geçen paşanın evlatları
bu kazada her zaman söz sahibi olmuştur.
Zünnun-âbâd yani Tanun-özü, Mecid-özü voyvodası (yerli yöneticisi-ağası), Elvan Çelebi evladından
Enam Bey-zâde Seyyid Ali Ağa, kadısı İbrahim Efendi, Müftüsü ve Elvan Çelebi Tekkesi şeyhi ve mütevellisi
Nefisoğlu Şeyh Elvan Efendi bin Abdurrahman Efendi idi.
Bu zatın nüfuz ve şöhreti bütün kazayı tutmuştu. Çünkü Elvan Çelebi vakfı Amasya valisi Şehzade Sultan
Mustafa, nişancısı Hamdullah Hamdi Çelebi tarafından yeni vakıflar katılarak büyütülmüştü. Hamdullah Çelebi,
bu Elvan Efendi’nin amcası, Enam Bey-zâde Seyyid Ali Ağa da bu Hamdullah Çelebi’nin torunu idi.
Fatih Köksal, bu köyün doğuşu hakkında şöyle bir izah getirmektedir: “Dedesi Muhlis Paşa’nın o havaliden
gelmesinin ve orada bir zaviyesinin bulunmasının bu göçüşte tesiri olmalıdır. Ayrıca o devir Kırşehir’inde Ahi
Evran ile Hâcı Bektaş tekkelerinin kazandığı üstünlüğün de bu nakilde rol oynamış olabileceği ifade edilmiştir.6
(Köksal, Elvan Çelebi 2019).”
Elvan Çelebi köyünün doğuş hikâyesi olan bu bilgiler, Hacı Bektaş-ı Veli’den uzakta bir merkez oluşturma
isteğinden doğmuş görülmektedir. Bir anlamda iki zirve şahsiyet- Elvan Çelebi ve Hacı Bektaş-ı Veli- kendi etki
alanlarını belirlemişlerdir.
Amasya Tarihi 1. Cilt, s. 320-321
6 M. Fatih Köksal, Elvan Çelebi’nin Şiirleri ve Şairliği. Klasik Türk Şiiri Araştırmaları, 2005: 489.
282

BABA İLYAS SÜLALESİ (Hüsameddin 1335)
650 (1252) tarihine kadar Şelçuklu devrinde pek ziyade meşhur olan Baba İlyas Horasanî evladına denir.
Bunlardan üç büyük kol ortaya çıkarak her biri şubelere ayrılmıştır. Âşık Paşa kolu, Kutlu Bey kolu, Firuz Bey
kolu en çok tanınanları olup birinci kol adını 1000 (1591) yılına kadar muhafaza ettiği halde daha sonra Enam
Bey-zâde, Mütevellî-zâde unvanlarına dönüşerek tanındılar. İkinci koldan başlıca Uğurlu, Ulubeyli ve daha sonra
Cebecili, Fağfurlu kolları devam ederek Sefer Ağa-zâde, Hıfzı-zâde ve daha sonra Ganî-zâde adları söylendi.
Üçüncü koldan Fîruz Paşa-zâde kolu ortaya çıkmıştır. Bu kol araştırılırsa Amasya’nın hemen onda birini
teşkil edecek bir noktayı bulduğu anlaşılır.
Efte, Moramul, İnepazarı, Oluz, köylerinde yaşayan Türklerin çoğu bu sülaleden olduğu gibi, Mecitözü
kasabasında Elvan Çelebi, Kayı, Karayakup, Kışlacık köyleri de bu sülaledendir. Bunlardan sayması mümkün
olmayacak kadar çok devlet adamı çıkmıştır. Hacı Bey-zâdeler dahi bunlardandır.
Baba İlyas soyunun Amasya’da halen yaşadığı bu bilgilerle teyit edilmektedir.
C. ELVAN ÇELEBİ, MENÂKIBU’L-KUDSİYYE’SİNDE BABAÎLER, AMASYA TARİHİ VE
DİĞER KAYNAKLARLA KARŞILAŞTIRMALAR
Elvan Çelebi ve soyu hakkında birçok ayrıntıyı Hüseyin Hüsameddin Yasar’ın Amasya Tarihi’nden verdik.
Ancak Elvan Çelebi’nin Menâkıbü’l-Kudsiyye’sinde anlattıkları ile bu eserde verilenler arasında farklılıklar göze
çarpmaktadır. Hatta Menâkıbü’l-Kudsiyye’deki bilgilerin yorumlarında da kaynaklar arasında farklılıklar ortaya
çıkmaktadır.
Hüseyin Hüsameddin’in verdiği bilgiler daha ziyade Baba İlyas’ın isyana karşı çıktığını ve Baba İshak’ın
bir hain ve dinsiz olduğunu iddia ederken; Menâkıbü’l-Kudsiyye üzerine çalışma yapan Ahmet Yaşar Ocak bu
görüşe katılmaz. Âşık Paşa’nın Garib-nâme adlı eserini yayımlayan Kemal Yavuz ise Hüseyin Hüsameddin ile
aynı görüştedir.
Çalışmamızın bu bilgi kargaşasına bir son vermesi mümkün değildir; ancak yukarıya aldığımız biyografiler
peş peşe okununca çıkan resmin daha berrak olacağı kanısındayız.
Üzerinde çok az çalışma yapılan ve Alevî-Bektaşî-Sünnî gibi yakıcı bir ayrımın ortasına düşen bu
şahsiyetler, ele alanın görüşüne göre şekillenebilmektedir.
İlginç olanı, sosyal medya dahi bu şahsiyetleri istediği gibi ele alıp komünistlikten, reenkarnasyona inanan
şahsiyetlere kadar değişik kalıplara sokmaktadır.7
Garib-nâme üzerine çalışan Kemal Yavuz olayı şöyle özetlemektedir:
“Şemseddin Sami Bey, Hüseyin Hüsameddin ve Elvan Çelebi’nin verdiği bilgiye göre; bu
isyan, etrafına Hristiyan güçleri de alan ve Baba İlyas’ın müridi gibi görünen Baba İshak tarafından
başlatıldı. Aslen Karamanlı veya Kefersûdlu bir mülhid, dinsiz olan fakat Müslümanmış gibi
görünerek Müslümanları ifsat ile Rumların hesabına çalışan, hatta Amasya’da bir Rum krallığı
kurma gayretinde olan Baba İshak, emellerine engel olmaya çalışan devlet adamlarını da gafil
hükümdar Gıyaseddin Keyhüsrev vasıtasıyla ortadan kaldırmıştı. İşte, Baba İlyas-ı Horasanî
de bu tuzakların kurbanı olmuş ve öğrencisi gibi görünen Baba İshak’a sözünü geçirememişti.
Elvan Çelebi aşağıdaki özet ve metinde açıkça görüleceği gibi büyük dedesi olan Baba İlyas’ın
isyan karşısındaki tutumunu ve bu fitneye karşı olduğunu, Baba İshak’a karışmaması için haber
göndermesine rağmen, sözünü dinletemediğini yazmaktadır.”
7 Ayşe Hür, Baba-ilyasla-baba-ishak-neden-isyan-etti-. Aralık 2019.
283

“Elvan Çelebi bu hadiseyi; Şeyh; kaleden ben bu işe bulaşmadım, bu Tanrıdan bize erişen
bir hükümdür, çabuk geçer ve adımız iyiye çıkar. İşine git, buna sen de bulaşma, bu işi Hak’tan
bil ve darılma. Fakat İshak bu sözleri hiç işitmedi ve halka cihanı dar eden fitnesine devam etti.
Şeyh “Niçin sözümü dinlemezsin, neden iyilik yolunu tutmazsın, hak sözü doğru bil ve kabul et
de gönül al; böylece sana dua edeyim. Eğer öyle olmazsa sana lanet ederim” haberini gönderdi.
İshak bu sözü de dinlemedi. Şeyh öfke ile “Ey İshak kurtuluşa erme, kolundaki kuvvet düşsün!”
diye beddua etti. Şeyh onu ne kadar seçtiklerinden eylese de o bunu anlamadı ve şeytana uyup
yaptıklarını yele verdi. Zaten onun etrafındakilerin çoğu Kürt ve Gürcü olup bellerine zünnar
kuşanmışlardı, şeklinde aşağıdaki beyitlerde haber vermektedir:”8
“Kal‘adan bu haber gelür şeyhden
Ben giriftâr olmadum bil sen
Tanrının hükmidür irişdi velîk
Tîz geçer az kaldı olmaga nîk
Var işine bu işe karılma
Hak’dan anla bu işi tarılma
Hiç işitmedi cenk ider İshak
Halka meydânı tenk ider İshak

Eydür İshak bulmagıl nusret
Sâkıt olsun kolundagı kuvvet

Gürci vü kürd leşker-i cerrâr
Ekserinün bilinde var zünnâr”9
Elvan Çelebi’nin Menakıbü’l-Kudsiyesini yayımlayan İsmail Erünsal ve Ahmet Yaşar Ocak ise olayı şu
şekilde özetlemektedir:
“Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev, etrafındakilerin tesiriyle Baba İlyas müritlerinin gittikçe
çoğalmasından endişelenmekteydi. Şeyhin, sultanı tahtından edeceğini düşüyorlardı. Bunu
çok iyi bilen ve Baba İlyas’ı kıskanan Çat köyü kadısı Köre Kadı, hükümdarı şeyhe karşı
tahrik etmek üzere bir plan hazırlamıştır. Baba İlyas’ın eşi bulunmaz güzel bir beyaz atı
vardır. Köre Kadı sultana bu atı şeyhten istemesini öğütler. Sultan adam yollayıp hatta parayla
satın almak istese de, Baba İlyas reddeder. İstediği fırsatın çıktığını gören Köre Kadı, şeyhin
sultana karşı gelmek niyetinde olduğunu telkin eder; hatta onun kendisini peygamber ilan edip
sultanın tacına tahtına göz dikeceğini, bu maksatla halk içinde gizli hazırlık yaptığını bildirir.
Bu haberleri alan Gıyaseddin, derhal vezirini, komutanlarını toplayarak harekete geçer. Baba
İlyas ve müritlerinin bulunduğu Çat köyüne taaruzu emreder. Durumu öğrenen Baba İlyas
seksen kadar adamı ile Amasya Harşena kalesine sığınır ve müritlerine fitne çıkarmamalarını
tembih eder. İşte tam bu esnada şeyhin Şam diyarındaki temsilcisi olan İshak-ı Şâmî, hükümet
adamlarından biri ile vergi yüzünden çıkan anlaşmazlığı bahane ederek ayaklanır ve topladığı
adamlarla birlikte Baba İlyas adına harekete geçer. Şeyhini muhasaradan kurtarmak için
Amasya’ya doğru yola çıkar. Böylece fiilen isyan başlar.”10
8 Kemal Yavuz. Âşık Paşa Garip-Name. Cilt 1. İstanbul: TDK Yayınları, s. 14, 2001.
9 İsmail Erünsal ve Ahmet Yaşar Ocak. Elvan Çelebi, Menâkıbü’l-Kusiyye Fi Menâsıbü’l-Ünsiyye, Baba İshak-ı Horasanî ve Sülalesinin Menkıbevî
Tarihi. Ankara: Tarih Kurumu Yayınları, s. 47, 2014.
10 Erünsal, a.g.e. s.47.
284

Onun isyanını duyan Baba İlyas, derhal kendisine haber göndererek Amasya tarafına gelmeyip Canik’e
gitmesini ister. Zira aksi takdirde fitne büyüyecektir. İshak-ı Şâmî onu dinlemez. Maiyetindekilerle birlikte Çat
köyüne gelir. Bu arada Amasya kalesinde hükümet kuvvetleri tarafından kuşatılan Baba İlyas göğe çekilmek
suretiyle bir daha görünmez olur. Bunun üzerine İshak-ı Şâmî, Konya’ya saldırmak amacıyla o yöne ilerler.
Ziyaret denilen mevkide Selçuklu askerini yenen İshak, Kırşehir yakınlarında Malya ovasındaki savaşı kaybeder.
Savaşta İshak-ı Şâmî üstün bir kahramanlık göstermesine rağmen yenilir ve o da şeyhi gibi ortadan kaybolur.

(Elvan Çelebi) Baba İlyas’ın bu fitnede hiçbir rolü bulunmadığını savunmakta ve suçu İshak-ı Şâmî’ye
yıkarak şimdiye kadar bilinenlerden değişik bir bakış açısı getirmektedir. Elvan Çelebi’nin bu düşüncesini Hüseyin
Hüsameddin, bir adım öteye götürüp İshak bir Rum prensi idi, demektedir.
İlginç olan taraf şudur: XIII. yy. Süryani tarihçi Barhebraeus’un “baba resul” kavramını kimin kullandığına
dair tespitleri ile ortalık karışmıştır. Bu noktadan sonra isyanı çıkaran kişi ve peygamberlik ilan eden kişi hakkında
yorumlar birbirine karışmakta ve herkes kendi dünya görüşüne göre bir “isyancı” portresi ortaya çıkarmaktadır.
Yukarıda bahsettiğimiz gibi saltanata karşı bir özgürlük savaşçısı veya ezilen halkların haklarını savunan
bir isyancı olarak Baba İlyas ve Baba İshak renk değiştirmektedir.
Burada, Amasya Tarihi’nin Baba İlyas soyu ile ilgili bilgileri sıraladığımızda, hiç de devletle ve saltanatla
çekişen bir nesil göremiyoruz. Baba İlyas, Sultan Alaeddin Keykubat ile çok yakın bir dosttur. Bu talihsiz isyan
olayından -ki kendisi kesinlikle bu duruma karşıdır ve bu isyanın asıl mağdurudur- sonra onun soyu yine devlet
adamları yetiştirmiş ve sultanların yanında yer almıştır.
Çalışmamızda, Amasya Tarihi’nden peş peşe sıraladığımız biyografilerin bu fikrimizi destekleyeceğini
düşünüyoruz.
Ahmet Yaşar Ocak bu duruma itiraz ederek şöyle demektedir:
“Hüseyin Hüsameddin, kaynak zikretmeden olay hakkında geniş bilgi vermiş ve kendine
göre bazı yorumlarda bulunmuştur. İsyanın suçunu ve peygamberlik iddiasını Baba İshak’a
yüklerken, onun aslında İsaac adında bir Rum dönmesi olup Trabzon imparatoru hesabına
çalıştığını iddia etmiş ve Baba İlyas’ı hep savunmuştur. Hemen her seferinde Baba İlyas’ın
Ehl-i sünnet inancına çok bağlı âlim bir zat olduğunu, isyanla katiyyen ilgisi olmadığını, Baba
İshak’ın kendisini kandırarak halifesi makamına geçtiğini ısrarla belirtir. Ayrıca Baba İlyas’ın
isyan sonrasında yaşadığını ispatlayan bir vakfiye okuduğunu ve 657 (1258)’de öldüğünü
kaydeder.” 11
Tüm bu kafa karışıklıklarının sebebi aslında tarafsızlıkları tartışmalı olan yabancı orijinli tarihçilerdir.
İsyanın başlangıcı her ne kadar Baba İlyas olsa da, bunun bir fitne yüzünden olduğunu ve sabır ile bu düğümün
çözüleceğini savunan da Baba İlyas’tır. Asıl devleti yıkmaya ahdeden ve bu durumu fırsat bilen İshak-ı Şâmî’dir.
Bu olay, tüm yönleri ile bir fırsatçı casusun ilmek ilmek dokuduğu ihanetin son darbesidir. Bunların hepsini hem
Elvan Çelebi hem Hüseyin Hüsameddin ve hem de Kemal Yavuz açıkça ifade etmektedir. Ancak yine de bazı
mihraklar bundan marksist, heteredoks İslam taraftarı, Alevî Türkmen haklarının savunucusu, Mehdîci bir tarikat
ayaklanması çıkarmak hatta bu ayaklanmayı otoriteye, Sünnîliğe ilk başkaldırı olarak sunmak istemektedirler.
11 Erünsal, a.g.e, s.47.
285

“İsyanı ‘köylü ayaklanması’ olarak niteleyen Marksist tarihçilere de, isyanı hetedoroks
İslam’ın ortodoks İslam’a tepkisi olarak niteleyenlere de katılmayan Ahmet Yaşar Ocak’a
göre Müslim, gayrimüslim köylülerin de katılmasına rağmen, isyan esas olarak zalim,
müstebit ve yabancılarla (İranlılar) takviye edilmiş Selçuklu yönetimine çeşitli nedenlerle
tepki duyan konar-göçer yahut yarı-göçebe Türkmenlerin başlattığı ‘mesiyanik’ (Mehdici)
bir ihtilaldi” 12
“Esasen gayri Sünnî bir niteliğe sahip olan Vefâîliğin başında bulunan Baba İlyâs-ı
Horasânî’nin soyundan gelen bu şeyh ailesinin birdenbire Sünnîleştiğini düşünmek çok
güçtür. Âşık Paşa’dan itibaren, dedesinin ve babasının adı etrafında meydana gelmiş olayları
unutturabilmek ve sülâleyi daha önceki hadiselerin şaibesinden kurtarabilmek maksadıyla,
bizzat Elvan Çelebi’nin yaptığı gibi zamanın yönetim çevreleriyle yakın ilişkilere girilmesi
etkili olmuş, böylece Sünnîleşme süreci tamamlanmıştır. Elvan Çelebi’nin önemli bir
özelliği de bu gayri Sünnî Türkmen şeyh ailesinin Sünnîleşme sürecini tamamlamak üzere
olduğu bir dönemi temsil etmiş olmasıdır”.13
Yukardaki ifadeleri destekleyen pek çok kitap ve yazı, kafaları karıştırmaya devam etmektedir.
Vefaî ve Cüneydî tarikatinin bir temsilcisi olduğu açık olan Baba İlyas’ı anlamak için bu tarikatların
düşünce sistemine ve yayılma alanlarına da bakmak gerekir.
“Bâyezîd-i Bistâmî’ye nisbet edilen Tayfûriyye tarikatının vecd ve cezbeyi esas almasına
karşılık Cüneydiyye sahv görüşünü benimsemiştir. Esasen VI. (XII.) yüzyıldan önce henüz
tarikatlar kurulmamış olduğundan Cüneydiyye ve Tayfûriyye bugün anladığımız mânada birer
tarikat olmayıp daha çok bir meşreptir. Bununla beraber XII. yüzyıldan itibaren kurulmaya başlayan
Kübreviyye, Kâdiriyye, Hâcegân, Gazzâliyye, Harîsiyye, Arîfiyye gibi bazı tarikatlar ve
bunların kolları kendilerini Cüneydiyye’den saymışlardır. Tarikatlar öncesi dönemde sekr halini
en üstün hal sayanlara Tayfûriyye, sahv (kendine hâkim olma) halini sekr haline tercih edenlere
Cüneydiyye deniliyordu. Bu tür değişik tasavvufî meşreplerden bahseden Hücvîrî kendi şeyhlerinin
hep Cüneydî olduklarını söyler. Harîrîzâde Cüneydiyye’nin esasları olarak şu sekiz prensibi
kaydeder: Az yeme, az uyuma, az konuşma, inzivâ, sürekli abdestli bulunma, kalbi mâsivâ ile
meşgul etmeme, sürekli zikir ve kalbi şeyhe rabt etme.”14
Vefaîye tarikati de bu bağlamda incelenmelidir:
“Vefâiyye’nin Anadolu’nun bilhassa kırsal kesimlerinde yayılmasında büyük katkısı
bulunan Dede Garkın, göçebe Türkmen dervişlerine karşı yakınlığıyla bilinen Sultan
Alâeddin Keykubad’ın takdirini kazandı, sultan onu bizzat ziyaret etti ve kendisine on yedi
köy vakfetti.
Dede Garkın’ın halifesi Baba İlyas’ın hem yaşadığı dönemde hem de halifeleri
vasıtasıyla Osmanlı döneminde Vefâiyye’nin yayılmasında büyük payı vardır. Dolayısıyla
onu Dede Garkın’dan sonra Anadolu’da en çok iz bırakan Vefâî şeyhi olarak kabul etmek
mümkündür.
Dede Garkın 400 halifesi arasından Hacı Mihman, Bağdın Hacı, Şeyh Osman ve
Aynüddevle’yi genç halifesi ve aynı zamanda torunu olan Baba İlyas’ın emrine vermiş,
onları Anadolu’yu irşat etmekle görevlendirmiştir (Menâkıbü’l-kudsiyye, s. 17-19). Şeyhin
emrini alan Baba İlyas, Amasya yakınlarındaki Çat köyüne gelerek burada bir zâviye kurdu
(Şahin 2019)”.
12 Ayşe Hür. baba-ilyasla-baba-ishak-neden-isyan-etti-. Aralık 2019. http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse-hur/baba-ilyasla-baba-ishak-neden-isyanetti-
1123589/.
13 Ahmet Yaşar Ocak. «Elvan Çelebi.» İslam Ansiklopedisi. 12 2019. https://islamansiklopedisi.org.tr/elvan-celebi.
14 Süleyman Uludağ. Cüneydiye Maddesi. Aralık 2019. https://islamansiklopedisi.org.tr/cuneydiyye,.
286
INTERNATIONAL ‘‘IRFAN

“Günümüzde bu geleneğe mensup Alevî ocaklarının mevcudiyeti tarikatın kırsal
kesimde gayri Sünnî bir nitelik taşıdığının bir delilidir.
Vefâiyye kırsal kesimde böyle bir yapı arzederken Elvan Çelebi Zâviyesi’nde yetişen
Âşıkpaşazâde ve Seyyid Velâyet, Osmanlı coğrafyasında Vefâiyye’yi iktidarın da desteğini
almış Sünnî bir tarikat olan Zeyniyye içerisinde temsil etmişlerdir. Dolayısıyla tarikatın
kırsal kesimde gayri Sünnî, şehirlerde Sünnî bir karakter arzettiği, Sünnîleşmenin Osmanlı
topraklarında Âşıkpaşa-zâde tarafından gerçekleştirildiği söylenebilir. Bu süreci, Baba İlyas
müritleri gibi vaktiyle devlete karşı gelmiş bir sûfî çevresinin Anadolu’da artık Osmanlı
hâkimiyetinin yerleştiği XV. yüzyılda bu şaibeli geçmişinin hâtırasını silmeye yönelik
gayretiyle ilişkilendirmek de mümkündür”. 15
Bütün bu karışık bilgiler iki hususta kafaları karıştırmaktadır. Bir grup araştırmacı Baba İlyas soyunu
Alevî bir kol olan Garkın aşiretine bağlayıp tamamen Alevî bir hareket olarak göstermektedir. Bir diğer
araştırmacı grubu ise soyun Vefaî tarikatına bağlı bir kol olduğunu ve zamanla bir kısmının -özellikle kırsaldaki-
Alevîleştiğini, bir kolun ise Sünnileştiğini -özellikle şehirdeki kısmı ki bu kol Elvan Çelebi ile Âşık Paşa-zâde
ile belirginleşmiştir- söylemektedir. Hüseyin Hüsameddin Yasar ise Alevîlik kısmını kesinlikle reddetmektedir.
Soyun Alevî Türkmenler ve Tatarlar üzerinde etkisinin olduğunu ancak Alevî olmadığını iddia etmektedir. Âşık
Paşazâde Tarihi’nde de yazar kendi soyunu ve meşrebini şöyle belirtmektedir:
“Ben ki fakir Derviş Ahmed Âşıkî’yim. Şeyh Süleyman’ın oğlu olan Şeyh Yahya’nın oğluyum. Şeyh
Süleyman da bâli yüce sultan Âşık Paşa’nın oğludur. O da ufukları irşat edicisi Muhlis Paşa’nın oğludur. Muhlis
Paşa ise âriflerin tâcı Seyyid Ebu’l-Vefâ’nın halifesi olan zamanın kutbu Baba İlyas’ın oğludur.”16 Bu bilgiye göre
Baba İlyas’ın ünlü tarihçi torunu, dedesini Vefaî olarak göstermektedir.
D. SONUÇ
Hüseyin Hüsameddin Yasar’ın Amasya Tarihi’nden Elvan Çelebi ve soyu hakkındaki bilgileri okuduktan
sonra, Yasar’ın bize başlarken sorduğumuz sorular hakkında verdiği cevaplar şöyle sıralanabilir:
1. Elvan Çelebi, yaşayıp öldüğü bölgede çok sevilmiş bir şahsiyettir.
2. Elvan Çelebi bu yeri tesadüfen seçmemiştir, babasının da burada bir dönem bulunduğu ve akrabası
olan devrin devlet adamları tarafından da burasının kendisine tahsis edildiği anlaşılmaktadır.
3. Elvan Çelebi’nin Dede Garkın’a kadar giden soyu şöyledir: Çelebi bin Elvan Çelebi bin Âşık
Paşa bin Muhlis Paşa bin Baba İlyas Horasanî. Baba İlyas ise Dede Garkın’ın torunudur. Bu şahıs Anadolu’ya
gelmiş çok etkili bir Vefaî şeyhidir.
4. Baba İlyas, Babaî ayaklanmasında bir fâil değil mağdurdur.
5. Baba İshak, ayaklanmayı başlatan ve bundan dünyevî hırsları için yarar uman bir isyankârdır.
Ancak bu isyan “ezilenlerin hakkını aramak” görüntüsüyle çıkıp başka amaçlara hizmet etmiştir.
6, Elvan Çelebi’nin soyu Baba İlyas’tan itibaren Sünnî bir çizgi izlemiştir ve bu çizgi hiç
değişmemiştir. Bu görüşü desteklemek adına Yasar, Elvan Çelebi’nin soyundan gelenlerin Halvetiliği tercih
ettiğini yazmaktadır. Hiçbir akrabası veya torunu Bektaşî veya Alevî olarak vasıflandırılmamaktadır.
15 Haşim Şahin. Vefaîye Maddesi. Aralık 2019. https://islamansiklopedisi.org.tr/vefaiyye–ebul-vefa-bagdadi
16 Ayşenur Kala. Tevârih-i Âl-i Osman Âşık Paşa-zâde Tarihi. İstanbul: Kamer Yayınları, s. 29, 2018.
287
ULUSLARARASI HORASAN’DAN ANADOLU’YA İRFAN GELENEĞİ: ELVAN ÇELEBİ SEMPOZYUMU / 02-04 EKİM 2020
7. Elvan Çelebi’nin hayat hikâyesi Yasar’ın eserinde yoktur. Çünkü eser, bu maddeye kadar
gelmemiştir. Ancak diğer akrabalarını ve evladını anlatırken onun hayat hikâyesi de şekillenmektedir. (Yasar’ın
sonradan bulunan notlar hâlindeki defterlerinde de Elvan Çelebi maddesi eksiktir.)
8. Elvan Çelebi ve soyunun etkisi çeşitli yollarla Balkanlara kadar ulaşmıştır. (Saltık Baba- Şeyh
Bedreddin)
9. Baba İlyas’ın soyu aslında devlete isyan eden değil, tam tersine devlete en büyük hizmeti veren
ilim adamı ve şairler olarak göz önünde olmuşlardır; ancak gizemli bir Baba İlyas ve Babaî efsanesi sürüp gitmiştir.
Mesela Âşık Paşa-zâde İstanbul’da bir Halvetî şeyhi olarak yaşamış ve büyük bir tarihçi olarak anılmıştır.
10. Babaîlik adlı tarikatı Baba İlyas’ın kurmadığı ve bu şahsın Vefaî-Cüneydî olduğu görülmektedir.
Daha sonradan Babaî tarikatı şekillenmiştir. Devrin insanları Babaî tarikatının katı kuralları yerine Halvetiliğe
meyletmiştir. Baba İlyas’ın soyu da bu meyli göstermiştir.
11. Kızılbaş Türkler bu aileyi çok sevmiş ve kendilerinin yanında yer almışlardır. Ancak ayaklanmada
onların da Baba İlyas gibi aldatıldığı âşikârdır.
Baba İlyas’ı; Hamza Aksüt, Alevi Türkmenlerin Garkın Aşireti (Boyu) dedesi olarak tanıtmaktadır. Ona
göre asıl kavga, Alevi-Sünni çekişmesidir ve Batı Anadolu coğrafyasında Alevî Türkmen nüfusunu istemeyen
Sünnî Selçuklu Türklerinin kavgasıdır. Baba İshak, Baba İlyas adına savaşmış bir kahramandır17. Garip olan
şudur: Alevî-Türkmen babaları, birer komünist-sosyalist devrimci gibi sunularak adeta zalim Sünni liderlere
başkaldırmaktadırlar. Acaba gerçekten Baba İlyas böyle mi düşünüyordu diye sorguladığımızda öyle bir durum
tespit edemiyoruz. Baba İlyas’ın başına gelen iftira sonrası, sabrederek ve tevekkül ederek bu meselenin Allah’ın
izni ile hallolacağına inancı, hemen her kaynakta yazılmaktadır. Burada daha önceki Selçuklu sultanı ile sorun
yaşamayan ve soyundan gelenlerin de devlette üst düzey görev almış bir din ulusundan bahsettiğimiz açıktır. Baba
İshak’ın (kastî olarak) yaptığı hamleler ortalığı karıştırmış ve devletle Babaîler karşı karşıya gelmiştir.
Amasya’da aynı durum Mir Hamza Nigarî adlı Nakşî şeyhinde de görülmüş, kendisi sürgün edilmiştir.
Ancak çok fazla seveni olduğu halde bir kalkışma olmamıştır. Nigarî’nin şu beyti orta yolu bulmaya yetmiştir:
“Allahı Muhammedi âlî seven dostânız
Ne Sünnîyiz ne Şiî bir hâlis Müslümânız”
Baba İlyas’ın soyunun Bektaşîlik gibi Alevî görüşlere yakın bir tarikat yerine Halvetîlik gibi yolları tercih
etmesi yukarıda bahsettiğimiz hususlarda bizleri farklı düşünmeye itmektedir.
12. Baba İlyas ile Baba İshak kesinlikle aynı şahsiyet değildir. Yasar’a göre İshak-ı Şâmî diye
adlandırdığı Baba İshak isyanda öldürülmüştür. Mezarı da Ambarlı Evliyası adı verilen Amasya’daki gizemli
türbede paramparça bir cesetin bulunduğu yerdir. Baba İlyas ise ayaklanma sırasında son görev olarak İshak’ı
dinsiz ilan edip Çat (İlyas) Köyü’nde gizlenmiştir. Baba İlyas bu ayaklanmadan sonra da birkaç yıl yaşamıştır.
13. Baba İlyas ve Elvan Çelebi soyu şair olarak da büyük şahsiyetler yetiştirmiştir. İlk olarak Dede
Garkın’ın bir Yunus Emre gibi şiirleri olduğunu ima eden Ahmet Yaşar Ocak’tır. Yazar, Elvan Çelebi’nin manzum
menakıp-namesinden bunun emarelerini sunmaktadır. Baba İlyas ve Muhlis Paşa için şiir yazdığına dair bir bilgi
bulunmamaktadır; ancak onlardan sonra Türk şiirinin ve Türkçenin en büyük üstatlarından birisi, Garip-nâme
şairi Âşık Paşa gelmektedir. Âşık Paşa’dan sonra neredeyse her evladından şiirle ilgilenenler olmuştur.
17 Hamza Aksüt, «Baba İlyas ve Babailer Anması.» https://www.youtube.com/watch?v=QcNzLjHPVeI. 2019.
288

14. Şairlikle ilgili Yasar’ın Aşık Paşa-zâde hakkında şu iddiası ilginçtir: «Diğer evladı Süleyman
Çelebi’dir. Sultan Orhan devlet adamlarından Mevlid sahibi Süleyman Çelebi her halde bunun oğludur. Mevlidin
dili tamamıyla ve üslubu Âşık Paşa’nın dil ve üslubuna pek benzer. İvaz Paşa-zâde, Süleyman Çelebi’den evvel
bu mevlid vardı.”
15. Âşık Paşa kadar onun oğlu Âşık Paşa-zâde de şiire aşırı düşkündür. Yazdığı Osmanlı tarihinde
her anlattığı konudan sonra manzum tekrarlar yazmıştır. Gayet başarılı manzumeler olan bu şiirler onun şairlik
yönünün gücünü ortaya koymaktadır.
16. Elvan Çelebi’nin Menakıbü’l-Kudsiye haricinde şiirleri de vardır ve araştırmalar devam ettikçe
daha fazla şiirinin de bulunacağı âşikârdır:
“Elvân Çelebi’nin, mecmualarda dokuz şiiri tespit edilmiştir. İkisi kaside, yedisi gazel,
dokuz manzumesinden yedisi Eğridirli Hâcı Kemâl’in Câmi’u’n-Nezâ’ir’inde, diğerleri bir
başka şiir mecmuasında yer almaktadır. Bunların dördü Ergun, Câmi’u’n-Nezâ’ir’deki diğer
beş şiir ise Köksal tarafından yayımlanmıştır. Ayrıca Şakâyıku’n-Nu’mâniyye, Künhü’l-
Ahbâr ve Osmânlı Müellifleri’nde Etvâr-ı Sülûk adlı bir manzumesinden bahsedilmektedir.”18
Kısacası Elvan Çelebi, bugün her ne kadar kendi adıyla anılan küçük köyündeki türbesinde sessizce yatsa
da, etkileri bugünlere gelen büyük bir soyun temsilcisi olduğunu araştıran herkese ispatlamaktadır. Çorum ve Amasya
illeri Baba İlyas ve Elvan Çelebi gibi değerleri daha fazla ön plana çıkartmayı ve inanç turizmine katmayı temel hedef
edinmelidir. Bu sayede daha fazla insanımız bu büyük mutasavvıfı tanıyıp onun öğretisinden ilham almalıdır.
E. KAYNAKÇA
Aksüt, Hamza. «Baba İlyas ve Babailer Anması.» https://www.youtube.com/
watch?v=QcNzLjHPVeI. 2019.
Erünsal, E. İsmial, ve Ahmet Yaşar Ocak. Elvan Çelebi, Menâkıbü’l-Kusiyye Fi Menâsıbü’l-Ünsiyye,
Baba İshak-ı Horasanî ve Sülalesinin Menkıbevî Tarihi. Ankara: Tarih Kurumu Yayınları, 2014.
Hür , Ayşe. baba-ilyasla-baba-ishak-neden-isyan-etti-. Aralık 2019. http://www.radikal.com.tr/
yazarlar/ayse-hur/baba-ilyasla-baba-ishak-neden-isyan-etti-1123589/.
Hüsameddin, Hüseyin. Amasya Tarihi. Amasya: Yazma Eser, 1335.
Kala , Ayşenur. Tevârih-i Âl-i Osman Âşık Paşa-zâde Tarihi. İstanbul: Kamer Yayınları, 2018.
Kocatürk, Vasfi Mahir. Türk Edebiyatında Dini ve Tasavvufi Şiirler. Ankara: Edebiyat yayınevi, 1968.
Köksal, M. Fatih. Elvan Çelebi. 12 2019. http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.
php?sayfa=detay&detay=828 (12 2019 tarihinde erişilmiştir).
Köksal, M. Fatih. «Elvan Çelebi’nin Şiirleri ve Şairliği.» Klasik Türk Şiiri Araştırmaları, 2005: 489.
Ocak, Ahmet Yaşar. «Elvan Çelebi.» İslam Ansiklopedisi. 12 2019. https://islamansiklopedisi.org.
tr/elvan-celebi.
Şahin , Haşim. Vefaîye Maddesi. Aralık 2019. https://islamansiklopedisi.org.tr/vefaiyye–ebulvefa-
bagdadi.
Uludağ, Süleyman. Cüneydiye Maddesi. Aralık 2019. https://islamansiklopedisi.org.tr/cuneydiyye,.
Yavuz, Kemal. Âşık Paşa Garip-Name. Cilt 1. İstanbul: TDK Yayınları, 2001.
18 M. Fatih Köksal, Elvan Çelebi a.g.m.

Bu yazı Makalelerim kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.