TÂLİBÎ
ve
DİVANÇESİ
MİR HAMZA NİGÂRÎ’NİN SON TAKİPÇİSİ
TÂLİBÎ HAYATI VE ESERİ
Dr. Metin HAKVERDİOĞLU
2017
Yayın Koordinatörü: Yaşar HIZ
Genel Yayın Yönetmeni: Aydın ŞİMŞEK
Editör: Prof.Dr. Hasan BABACAN
Kapak Tasarım: Nurgül HIZ
İç Tasarım: Ahmet HAYTA
Sosyal Medya: Mertcan KOÇALİ
Birinci Basım© Şubat 2017/ANKARA
ISBN 987-605-180-606-8
©Copyright
Bu kitabın yayın hakkı Gece Kitaplığı’na aittir.
Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz, izin alınmadan hiçbir yolla çoğaltılamaz.
Gece Kitaplığı
Adres: Korkut Reis Mahallesi, Yeşilırmak Cad. 10/B Demirtepe
Çankaya/ANKARA
TEL: 0312 384 80 40
web: www.gecekitapligi.com
e-posta: gecekitapligi@gmail.com
Baskı & Cilt
Son Çağ
İstanbul Caddesi İstanbul Çarşısı 48/48
İskitler /Ankara
Sertifika No: 25931
Tel: 0312 341 36 67
Sâkiniñ mînâsın alsam elinden
Nûş eylesem mey-i sahbâ dilinden
Cüdâ düşdüm yârânlarıñ ilinden
Gel beri yanıma gör hâlim nedir
Tâlibî
Yrd. Doç. Dr. Metin HAKVERDİOĞLU
1969 yılında Amasya’da doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Amasya’da tamamladı. 1986′da başladığı Marmara Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümündeki lisans eğitimini 1990 yılında tamamladı.
1995 yılında Ahmet Yesevi Kazak-Türk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Yüksek Lisans programını kazandı. “Mihrî Hâtun Divanı (İnceleme- Metin)” adlı teziyle 1998’de mezun oldu.
Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Sosyal Bilimler Enstitüsünde, “Lâle Devri ve Damat İbrahim Paşa’ya Sunulan Kasideler (İnceleme-Metin)” konulu tezini tamamlayarak 2007 tarihinde doktor unvanını aldı.
Halen Amasya Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesinde, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi olarak görev yapmaktadır.
Yazarın divan edebiyatı, Lale Devri ve Osmanlı kültürü üzerine muhtelif dergilerde yayımlanmış bilimsel makaleleri ve yine bu alan ile ilgili basılmış kitapları bulunmaktadır.
SUNUŞ
Mir Hamza Nigârî, bugün Amasyalılar tarafından Şirvanlı Camii olarak bilinen ibadethanenin hemen bitişiğindeki türbesinde ve Amasyalıların gönlünde yatmakta olan âlim, mutasavvıf, seyyid ve şair bir şahsiyettir. Onun yaşadığı dönemde ve sonrasında birçok takipçisi olmuştur.
İşte elinizde bulunan Tâlibî Divançesi de onun son takipçilerinden, hatta divan şiirinin son temsilcilerinden Molla Ali Tâlibî’ye aittir. Mir Hamza Nigârî gibi şahsiyetleri anlamak ve hakkını teslim etmek için onun etkilediği sahayı ve önemli şahsiyetleri, eserleri ile tanımak şarttır.
Molla Ali Tâlibî, Azerbaycan’dan Amasya’ya göçmüş, bir müddet Amasya’da kalıp Zile’ye yerleşmiş bir ailedendir. Onun şiirleri Nigârî’yi anlamak ve divan şiirinin son temsilcilerinden birini tanımak bakımından önemlidir.
Dr. Metin HAKVERDİOĞLU
İÇİNDEKİLER
A- GİRİŞ 1
B- TÂLİBÎ HAYATI VE ESERİ 4
Yaşadığı Yer: Zile 12
C- TÂLİBÎ’NİN HAYATINDA ÜÇ AZERBAYCANLI: 19
1- İsmail Şirvânî’nin Hayatı ve Mücadelesi 19
2- Mir Hamza Nigârî’nin Hayatı ve Mücadelesi 26
3- Hacı Mahmut Efendi ile Molla Ali Tâlibî 39
D- TÂLİBÎ’NİN EDEBÎ KİŞİLİĞİ 44
Tâlibî’nin Ehl-i Beyt Sevgisi 57
E- METİN 65
F- KAYNAKÇA 187
G- ORİJİNAL METİNLER 189
H- EKLER 258
TÂLİBÎ VE DİVANÇESİ
A- GİRİŞ
Amasya ve çevresi, binlerce yıllık tarihinde göç alan ve bu göçlerle canlı bir kültür merkezi olmayı başaran yerlerdendir. Pek çok milletten insanın âdeta akın ettiği bu sakin ve küçük şehir, küçüklüğüne nispetle çok büyük bir misyon yüklenmiştir. Adeta “Mekke’sini kaybedenlerin Medine’si” olan bu şehir yüzlerce âlime göçler sayesinde ev sahipliği yapmıştır. İşte bu âlimlerden biri de Azerbaycan’dan Amasya’ya ilk gönül köprüsünü kuran İsmail Sirâceddîn Şirvânî ve Mir Hamza Nigârî’nin takipçisi olan Molla Ali Tâlibî’dir.
Azerbaycan’dan Amasya ve çevresine, genel olarak da Anadolu’ya, üç ana göç akımı olmuştur. Bunlar,
İsmail Şirvânî ile başlayan göçler (1828-1848),
Mir Hamza Nigârî ile başlayan göçler(1840-1885),
Hacı Mahmut Efendi ile başlayan göçlerdir (1874-1891).
1820’lerde İsmail Şirvânî ile başlayan, 1850’lerde Mir Hamza ile hızlanan ve 1870’lerde Hacı Mahmut Efendi ile son akını gerçekleşen bu göç macerası, temelde Rus işgalinin neticesidir. Bu işgal, 1813’te gerçekleşen Türkmençay anlaşması ile kesinleşmiştir. Bu anlaşma gereği Azerbaycan’ın kuzeyi Ruslara, güneyi İran’a paylaştırılmıştır. Anlaşmaya itiraz eden her hareket ve kişi düşman ilan edilmiş ve Azerbaycan’da yaşaması imkânsız kılınmıştır. Bu durum 1920’lere kadar Azerbaycan’dan Anadolu’ya göçlere neden olmuştur.
İşte İsmail Şirvânî, Mir Hamza Nigârî ve Hacı Mahmud Efendi bu anlaşmaya karşı çıktıkları için; görüşlerinden ve eylemlerinden dolayı yurtlarından sürgün edilmiş ve Amasya’ya göç etmek zorunda bırakılmışlardır. Bu göçlerin son halkasında gelenlerden birisi de Divançesini hazırladığımız Molla Ali Tâlibî ve âilesidir.
Azerbaycan’dan Anadolu’ya göçen bir ailenin çocuğu olan Molla Ali Tâlibî, 1888’de Azerbaycan’da doğmuş ve bir süre sonra tüm ailesi ile önce Adana’ya, oradan da Amasya’ya yakın olan, Tokat’ın Zile kazasına yerleşmiştir. Azerbaycan Türklerinin üç önemli göç akınından sonuncusu olan Hacı Hasan Efendi dönemi göçlerine katılan bu ailenin göç nedeni Rus işgalindeki Azerbaycan’ın gençlerinin Osmanlıya karşı savaşa zorlanması idi. Bilhassa Tâlibî’nin babası Molla Sefer bu konuda çok hassas davranmış ve altı oğlunu Osmanlıyla savaşmak için bu dünyaya getirmediğini belirtip Anadolu’ya geçmiştir. Yolculukları, yokluk ve sıkıntılarla dolu yılların sonunda Amasya’ya ve oradan da Zile’ye yerleşmeyle sona ermiştir. Bu yerleşme kararında Amasya’da medfun Mir Hamza Nigârî ve İsmail Şivanî’ye olan sevginin büyük payı vardır. Bir anlamda şeyhleri olan bu zatların yakınında olmak onlar için bir teselli kaynağı olmuştur.
Pek çok âlime, şâire yurt olan Zile, Tâlibî ve âilesine de kucak açmıştır. Yıllarca eziyet çeken bu Karabağ göçgünleri Fatih, Süleymaniye, Hatip Pınarı, Çiçek Pınarı, Osman Pınarı ve Reşadiye olmak üzere altı dağ köyüne yerleşmişlerdir.
Bu şartlar altında yetişen Tâlibî, Tokat, İstanbul gibi şehirlerde medrese eğitimi almış, divan şiirinin 20. yy’la uzanan son temsilcilerinden birisidir. O, Mir Hamza Nigârî mukallidi olarak yazdığı yetmişi aşkın şiirinde ruh dünyasındaki acıları ve sevinçleri anlatmıştır. Aruz ve hece ile şiirleri olan bu şairin divançesinin günümüz insanına kapalı kalmasına neden olan alfabe penceresi bu çalışmamızla açılmış olacaktır. Tâlibî’nin kısa hayat hikâyesi, önem verdiği şahsiyetler ve divançesindeki orijinal ifadelerinin ortaya konmasıyla eser ve şair daha iyi anlaşılmış olacaktır.
Tâlibî divançesi, öldü sanılan divan şiirinin 1900’lü yıllarda da Anadolu’nun Zile gibi küçük kasabalarında temsilci bulabildiğini göstermesi bakımından ilginçtir. Ayrıca Mir Hamza Nigârî’nin etkisinin uzun yıllar sürdüğünü göstermesi bakımından da önemlidir.
Eserin basımı ile samimi ve inançlı bir kalbin sırları edebiyat âlemi ile paylaşılmış olacaktır.
Eserin elimize geçmesini sağlayan Molla Ali Tâlibî’nin torunu Mazlum Bayramoğlu’na teşekkür ederim.
B- TÂLİBÎ HAYATI VE ESERİ
1888-1943
Asıl adı Ali olan şâir, 1888 (1304)’de Azerbaycan’ın Karabağ kazası, Cebra’il uzeydi (nahiyesi), Serik karyesinde dünyaya geldi. (Bu tarih aynı zamanda Mir Hamza Nigârî’nin ölümünden bir yıl sonrasına denk gelir.) Babası Zaman Hanoğlu, Gaceroğlu, Yusufoğlu, Bayram Alioğlu Molla Sefer’dir. Annesi Telli adında bir Azerbaycan Türk’üdür.
Babası, Rus işgali altında ezilmiş ve Osmanlı’ya karşı mücadele etmeye zorlanmış; Azerbaycan’da artık duramamış ve “Ben bu altı oğlumu Rus ordusuna katıp Osmanlıyla harp etsin diye büyütmedim.” diyerek 93 Harbi öncesinde Anadolu’ya geçmiştir. Karabağ’da Rus zulmünden dolayı artık hayat çekilmez hale geldiği için aynı yolu tercih eden pek çok kişi gibi o da Amasya ve çevresine, Mir Hamza Nigarî’nin yanına göçmüştür.
Mir Hamza’nın Karabağ’da iken verdiği şu fetva üzerine Tâlibî’nin babası Molla Sefer bu kararı almaya kendisini mecbur hissetmiştir: “Cuma namazının şartlarından biri de hür olmaktır. Bu memleket hür olmadığından Cuma namazı kıldırmıyorum. Ya silaha sarılıp hürriyetimizi ele alalım ya da her ne yapmamız lazımsa onu yapalım.”
Bu günlerde Molla Sefer’in Abdülhamid’den yardım istediği ve cevap olarak şu mesajı aldığı rivayet edilir: “Molla Sefer, bey eliyle elden geleni yaptık bir netice çıkmadı; şimdi dağ yoluyla ne kadar gelirseniz gelin.”
Bu ve benzeri söylencelerden de anlaşılmaktadır ki başka bir yol bulamayan Molla Sefer, ailesi ve binlerce Karabağ ahalisi ile Mir Hamza Nigarî’ye tâbi olarak 16-17 yıl içinde, peyderpey Anadolu’ya geçtiler.
Molla Sefer, 1896 yılında Karabağ’dan Amasya’ya ilk gelenlerdendir. Karadan Batum’a oradan da deniz yolu ile Hopa’ya ve Trabzon’a geçmişlerdir. Kara yolu ile Erzurum, Erzincan ve oradan da Adana’ya gitmişlerdir. Adana’nın çok sıcak olması hasebiyle grubun büyük bir kısmı tekrar yola koyulup Amasya’ya gelmişlerdir. Bir kısmı Amasya’da kalmış, diğer kısmı Tokat’ın Zile kasabasına gitmişlerdir.
Zile’ye gelenler arasında Molla Sefer de vardır. Zile’de “Papaklı” denilen bu Karabağ göçgünleri Fatih, Süleymaniye, Hatip Pınarı, Çiçek Pınarı, Osman Pınarı ve Reşadiye olmak üzere altı dağ köyüne yerleşmişlerdir.
Molla Sefer’in torunlarından olan ve bize kaynaklık eden Mazlum Bayramoğlu bu köylerdeki durumlarını şöyle anlatmaktadır:
“Bizim köye Karabağ’ın üç ayrı köyünden göçen aileler yerleşir ve aileler Karabağ’daki köylerinin adıyla anılır. Karabağ’da Nüsüs köyünden geldiklerinden bizim aileye Nüsüsdüler (Nüsüslüler) denmektedir.
Altı oğlundan başka üç de kızı olan Molla Sefer ailemiz oldukça kültürlüdür. Türkiye’ye geldiğinde henüz 8-10 yaşlarında olan Tâlibî dedemin ilk eğitimini babası Molla Sefer’den aldığını tahmin ediyorum.
Tâlibî dedemin, bilâhare Tokat’ta ve İstanbul’da medrese eğitimi gördüğü biliniyor.
1913 yılında Karabağ’dan göçerek Türkiye’ye gelen İsmail’den olma Ezed’den doğma ‘Balahanım’ ile evlenir.
Diğerlerine nispetle daha iyi eğitim görmüş olan Ali Tâlibî dedem, köyün imamlığını da yapmaktadır. Artık ona “Molla Ali” denmektedir.”
Molla Sefer’in Anadolu ve Osmanlı sevgisini de torunu Mazlum Bayramoğlu şu anekdotla ispatlamaktadır: “Bir zaman sonra kısmî seferberlik ilân edilir ve belirli bir yaş aralığındaki gençlerin silah altına alınması kararı alınır. Buna göre Molla Sefer’in üç oğlunun birden silah altına alınması söz konusudur; ancak kanun, bir evden üç kişinin birden silah altına alınmasına müsaade etmemektedir.
Askerlik dairesinden bu durumu izah eden ve konuyu görüşerek, askere alınmayacak olanı seçmesi için Molla Sefer’e bir yazı gelir. Oysa Molla Sefer’de geride silah altına alınabilecek üç oğul daha vardır. Askerlik dairesine giden Molla Sefer: ‘Men bu altı oğulu Osmanlı ordusuna gatmah üçün getirdim.” diyerek, ısrarla o üç oğlundan başka geride kalan diğer üç oğlunun da askere alınmasını ister. Molla Sefer’in bütün ısrarları neticesiz kalır ve tabiî ki devletin dediği olur; ancak daha sonra genel seferberlikte Molla Ali Tâlibî dedem hariç tamamı savaşa gider.
Köyünde uzun yıllar çiftçilik yapan Molla Ali Tâlibî, bir süre sonra toprak kayması nedeniyle burayı terk edip ovalık bir bölgeye iner, yerleşir. Böylece burada yerleşen Karabağlı göçmenler Yukarı köy ve Aşağı köy diye ikiye ayrılırlar. Molla Ali çevrenin ender okuryazarlarından olduğu için her daim saygı ve sevgi görmüş ve ilim irfan öğretmekle zamanını geçirmiştir.
Aşar (Öşür) vergisi toplama işi de Molla Ali’ye verilmiştir. Hem halka hem de devlete sadık işler yaptığı ve adaletten ayrılmadığı için çevrede büyük sevgi ve saygı görmüştür.
Molla Ali’nin çocukları hakkında Mazlum Bayramoğlu şunları anlatmıştır: “Molla Ali dedemin sırasıyla; Mikdat, Nasip, Veli, Hikmet ve Abdullâh olmak üzere beş oğlu, Tuğba adında da bir kızı vardı. 1939 yılında askere alınan Mikdat, kış mevsiminde hayvan vagonunda trenle günler süren bir yolculuk sonunda İstanbul’daki birliğine vasıl olur. Ancak, yolculuk esnasında esaslı üşütmesi sonucu şiddetli bir zatürreye yakalanır ve hastanede uzun süre kendini bilmeden yatar.
O zaman yakalandığı bu hastalığın sıkıntısını ömrü boyu çekti ve vefatı da kalp-akciğer yetmezliğinden oldu.
Asker Ocağı’nda bir sebeple bu büyük oğlı Mikdat’ın hapse düşmesi, Molla Ali’yi de yatağa düşürür. O zaman Zile’de hastane olmadığından kağnı ile Turhal Şeker Fabrikasının Hastanesine götürülür, fakat şifa bulunmaz ve Rumî tarihle 24 Teşrin-i Sani 1359, yani 24 Ekim 1943 tarihinde Hakk’ın rahmetine kavuşur.”
Şair Ali Tâlibî, torunu Bayramoğlu’nun da belirttiği gibi 24 Ekim 1943’te elli beş yaşında vefat etmiştir. Şairin en temel özelliği, dar bir coğrafyada, kendi halinde bir hayat sürerken şiire meyletmiş olması ve bununla ruhunu ferahlatmış olmasıdır.
O, Mir Hamza Nigarî’yi göremediği halde görmüş gibi seven, onun şiirine ve ilmine hayran bir şairdir. Şiirlerinde Mir Hamza’nın etkisi açıkça görülür. Nazire olan şiirlerinde Mir Hamza’ya yaklaşmanın haklı gururu hissedilmektedir.
Tâlibî, aruzu neredeyse hatasız kullanması ile şiire vukufiyetini ispatlamaktadır. Yaklaşık 80 sayfalık küçük bir divançe meydana getirmiş olması onun ruhunun bu dar coğrafyaya sığmadığının bir delili gibidir. O, Mir Hamza gibi, Fuzulî’nin göklerinde uçmayı şiirleri sayesinde başarmış ve adını şairler kafilesine yazdırmayı başarmıştır.
Divançenin tek nüshası mevcuttur. Bu nüsha şairin kendi el yazısı ile yazdığı bir defterden ibarettir. Bu defter yıllarca aile efradı arasında gizli bir hazine gibi saklanmış ve Tâlibî’nin torunlarından Mazlum Bayramoğlu tarafında bize ulaştırılmıştır.
Eser, özentisiz bir rik’a ile kaleme alınmış ve maalesef son birkaç sayfası kaybolmuştur.
40 sayfa olması muhtemel eserin 37 sayfası elimize geçmiştir.
Divançede 36 adet aruz ölçüsü ile, 37 adet de hece ölçüsü ile yazılmış toplam 73 şiir mevcuttur.
Bunların nazım şekillerine göre dağılımı şöyledir: (Şiirin divançedeki sıra numarası ile)
Gazeller: 2, 9, 13, 17, 19, 21, 24, 25, 27, 31, 32, 34, 43, 45, 52, 53, 54, 57, 58, 63, 67, 70, 73’üncü şiiler (Toplam 23)
Rubaîler: 1a, 1b, 16, 65a, 65b şiirler (Toplam 5)
Kasideler: 3. şiir (Kısa bir naattır) (Toplam 1)
Musammatlar: 10, 35, 38, 48, 51, 68’inci şiirler (Toplam 6)
Mesneviler: 11. şiir (Toplam 1)
Hece ölçülü şiirler: 4, 5, 6, 7, 8, 14, 15,18, 20, 22, 23, 26, 28, 29, 30, 33, 36, 37, 39, 40, 41, 42, 44, 46, 47, 49, 50, 55, 56, 59, 60, 61, 62, 64, 66, 69, 71, 72’nci şiirler (Toplam 37)
Genel toplamda 74 adet şiir vardır.
Divançenin tamamlanmamış olduğu, harf sırasına dizilmemesinden anlaşılmaktadır. Şair, içinden geldiği gibi bir sıra takip etmiştir.
Divançenin orijinal metni çalışmamızın sonuna eklenmiştir. Bundan maksadımız yazımdaki farklı uygulamaları okuyucunun bizzat görmesidir. Örneğin, yuvarlaklaştırma eğilimindeki nazal “ñ”nin önündeki ünlüleri şair birçok yerde “ye” kullanarak, günümüzdeki kullanıma uygun söylemeyi tercih etmiştir. Şarabuñ/ şarabıñ gibi. Nazal “ñ”den önce “ye” harfini kullandıysa mecburen yazıya uyup “şarabıñ” yazmak zorunda kaldık. Bu ve benzeri farklı yazılışları görebilmek için orijinal metnin verilmesinin uygun olacağına karar verdik.
Ayrıca, şair eksik veya fazla hece kullanmıştır. Bunun sebebinin dalgınlık olması ihtimali oldukça yüksektir; çünkü şairin ne demek istediği, konunun gelişinden bellidir. Bir hecenin atılması veya bir hecenin eklenmesi gereği açıkça belli olduğu halde yanlış yazım yüzünden vezin ve metin bozulmaktadır. Bunların tamirinde metinde bulunup da vezin gereği olmaması gereken yerleri () ile, eksik olan ve bizim ekleme yaptığımız yerleri [] ile gösterdik.
Birkaç şiirin hiçbir ölçüye uymaması, bu şiirlerin yazımında büyük bir hata olduğunu göstermiştir. Bunların ölçüsü hakkında değerlendirme yapılmamıştır.
Hece ölçüsü ile yazılan şiirlerin altına ölçüleri, örneğin (8’li Hece Ölçüsü), şeklinde yazılmıştır. Aruz ile yazılanların ise baş kısmına kalıbı yazılmıştır.
Şair, gazel nazım şeklini sıklıkla kullanmış ancak bunlara gazel adını vermemiştir. Birkaç musammata özel başlık verilmiştir: “Evlâd-ı Resûlden Hâcı Seyyid Hüseyîn-zâde Seyyid Ahmed Efendiniñ temennîsine mebnî ve bu fakîriñ de havl-i Kerbelâ ve dil-teşne sîne-i sûzânesiyle îrâd idilmişdir.”gibi.
Hece ile yazdığı şiirlerinde daha rahat görünen şair, bu şiirlerinde eleştiri oklarını daha sık kullanmış ve devir insanını eleştirmiştir.
Hece ölçüsü ile olan bu şiirlerinde Mir Hamza etkisi açık ve net görülür. Mir Hamza Nigârî de divanının büyük bir bölümünü heceyle yazdığı şiirlere ayırmıştır.
Şairin bu eseri tamamlamaya ömrünün vefa etmediği anlaşılmaktadır. Aksi takdirde hem aruzda hem de hecede yetkin olduğunu gösteren güzel söyleyişler yakalaması açıklanamaz. Tam bir divan oluşturmak için gerekli bilgi ve yeteneğin şairde mevcut olduğu eldeki şiirlerden anlaşılmaktadır.
Şair, Azerbaycan Türkçesinden kelimeleri de bazen kullanmıştır; ancak bunların sayısı oldukça azdır:
Ahrârlara mey sun ses vir [de] kulagım tuysun
Çâl lâylayı tıfl uyusun düşdi anası yâde (Divançe 71. Şiir)
Lâyla, ninni demektir.
Divançesine bir rubai ile başlaması Mir Hamza’nın takipçisi olduğunun en önemli belirtisidir. Mir Hamza da divanında her bölüm değişiminde bir veya iki rubai yazmıştır.
Tâlibî
Gel amândır elim al eyle meded ey sâkî
Ola her dâ’im içün kâse şarâbıñ bâkî
Güft-gûyem hemi-dem mahzi-i mahz it tâbım
Sûz ile yandı bütün cân-ı kebed ey sâkî (Divançe 1a Şiiri)
Nigarî
İçelim bâdeyi bâ-nâm-ı Hudâ ey sâkî
İdelim mest be-ân nâm nidâ ey sâkî
Allâh Allâh diyelim mest be-âvâz-ı bülend
İdelim rûhı be-ân nâm fedâ ey sâkî (Bilgin 2003:18)
Şair Tâlibî divançesinin başında da Mir Hamza’ya olan bağını açıkça ifade etmiştir:
“Emîr Nigârî Karabagî dergâhında ser-beste olan mübtelâ‘ınıñ bilâ-lâyık muhrîk ü ‘âcizâne manzûmesidir”
Şair Mahlas olarak Tâlibî’yi kullansa da bazen ‘Alî ismini de tercih etmiştir.
Keşf kıl Allah içün kemter ‘Alinüñ sînesin
Rahmet-i ‘ummâne geldüm yâ Muhammed Mustafâ
Yaşadığı Yer: Zile
“Osmanlı İmparatorluğu’nun eyalet yönetiminde “Eyaleti Suğra ” ya bağlı olan Zile, Sivas vilayetinin Tokat Sancağı’na bağlı bir kaza merkezidir. Geçmişi hakkındaki mevcut birçok kayıtların yanında, yapılan arkeolojik araştırmalar gösteriyor ki ilçe Tunç ve Demir Çağları’ndan beri iskana açıktır. Amasyalı ünlü coğrafyacı-tarihçi Strabon’a göre Zile, Ninova (Asur Krallığı’nın başkenti) melikesi Semiramis tarafından kurulmuştur. Semiramis, güzel bir cariye iken Belh şehrinin kuşatılması sırasında gösterdiği dirayet ve yiğitliği sonucunda, Asur Hükümdarı Ninus’un takdirini kazanmış ve onunla evlenmiştir.
M.Ö. 1600’lü yıllarda kocası Ninus’u zehirleyerek Asurların yönetimini ele geçirmiştir. Bu hesaba göre Zile 3600 yıllık bir tarihi geçmişe sahiptir. Zile kalesinin (Anadolu’da bilinen tek dolma kaledir) Roma kumandanı Sulla tarafından yaptırılmış olması veya burada Amanos Mabedi’nin bulunması ve muhterem anlamına gelen Silla denmesinden dolayı, Zile’nin ismi zamanla Zela – Zile şeklini almış olabilir. Tarihçi Charles Texier’e göre, Strabon eserinde Zela’dan bahseder. Hüseyin Hüsamettin Efendi’nin Amasya Tarihi’nde bu yerleşim yerinin Togait Hükümdarı Harkan Han tarafından önemli bir yer haline getirildiği, muhterem anlamına gelen Sılay adının verildiği zamanla Zela-Zile şekline dönüştüğü yazılıdır. Ali Danişment Tarihi’nde, Mirkatel Cihad’da Zile’den “Kırkıriye” diye bahsediyor.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi’ne göre “1643” burada halı ve kilim dokumacılığının ileri gitmesinden dolayı şehrin bu adı aldığı belirtilmektedir. Kısaca; Zile isminin nereden geldiği hakkında kesin bir hüküm vermek mümkün değildir. Ancak, Amasyalı Strabon’un tarihçi ve coğrafyacı olması ve Zelitis-Zela ismini eserinde kullanması, bu kelimenin çok eskiden beri kullanıldığı izlenimini vermektedir. Ayrıca, Zile’nin 29 km güney doğusundaki Maşat Höyük’de bulunan belgelerin incelenmesi sonucunda, Ord. Prof. Şevket Aziz KANSU ve aynı buluntulara dayanarak Şemsettin Günaltay, Anadolu isimli eserinde Eti Medeniyeti’nin bugünkü Zile’ye kadar yayıldığından bahsetmektedirler. Bu durumda Zile, Maşat Höyük kazılarında bulunan tabletlerden elde edilen bilgilere göre; Orta Anadolu’da başlayıp kuzey doğuda Yeşilırmak havzası boyunca sıralanmış Hitit yerleşim merkezlerinden biri olan “Anzilia” olmalıdır.
Zile hakkında Ninova ve Asurlular döneminin sonu ile ilgili bilgiye sahip değiliz. Yalnız M.Ö. 548 tarihinde Anadolu, dolayısıyla Zile Pers hakimiyeti altına girmiştir. Persler Yeşilırmak havzasına çok önem verip, tarihi Kral Yolu’nu buradan geçirmişlerdir. I. Darius zamanında Anadolu’nun en büyük eyaleti olan Kapadokya ikiye bölünmüş ve Zile kuzeyindeki Pontus Kapadokyası içinde yer almıştır. Persler Zile’de kendi Tanrıları Olan Anaitis “Anahita” Anos ve Anadate’e ait bir ateş tapınağı inşa etmişlerdir.
Bu mabet çevresinde her yıl son baharda yapılan geleneksel “Sakaia” şenlikleri düzenlemeye başlanmıştır. Büyük İskender’in Pers Hükümdarı Darius’u Granikos (Biga) Çayı kenarında M.Ö. 334 tarihinde yenmesi ile Anadolu Makedonya İmparatorluğu’nun eline, dolayısıyla ilçe de İskender’in eline geçmiştir. Büyük İskender’in M.Ö. 323’de Babil’de ölmesi üzerine kumandanları arasında çıkan harplerde General Ornets, Kapadokya’yı haliyle de Zile’yi idaresi altına almıştır. Çıkan bir takım karışıklıklardan sonra Kapadokya bir müddet bağımsız kalmış, kısa bir süre sonra zamanın Pontus Kralı Mihridate VII. Kapadokya Kralı Arbaran VIII.’i mağlup ederek Kapadokya’yı eline geçirmiştir. (Mihridat büyük lakabı ile anılır. Çok bilgilidir. Tarihçiler bunun 22 lisan bildiğinden bahsederler.)
Bu olay üzerine Kapadokyalılar Roma’dan yardım istemişlerdir. Roma’dan gelen Sulla komutasındaki kuvvetli bir ordu Mihridat’ı mağlup ederek Kapadokya’yı ele geçirmiştir. Mihridat eniştesi Diyarbakır Kralı Tifran’dan yardım istemiştir. Sulla’nın Roma’ya dönmesi, M.Ö. 78’de ölmesi üzerine Mihridat yeniden Romalılar’a savaş açmıştır. M.Ö. 67 yılında Amiral Triarius ile Mihridates Zile’ye 5 km uzaklıktaki Skotios “bugün Altıağaç denilen mevkii” civarında karşı karşıya gelirler. Ancak savaşın galibi uzun bir süre belli olmaz. Triarius’un mağlup olması ile Mihridates’in Anadolu’da başlayan ikinci hakimiyeti de uzun sürmez. Roma Kumandanı Pompeyus “Pompeys” güçlü Mihridates’i M.Ö. 67 tarihinde ağır bir şekilde yenerek, ordusunu tamamen yok edip, Pontus ülkesini işgal etmiştir. Mihridates bunun üzerine M.Ö. 63 yılında intihar eder (İçtiği zehir etkisiz kaldığı için, kendisini bir askere öldürtür). Roma ile Pontus arasında yapılan ve yıllarca süren savaşlar sırasında asker ve sivil olmak üzere her iki taraftan on binlerce insanın ölmesi bölgenin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
Mihridates’in ölümü üzerine yerine geçen oğlu II. Pharnake “Farnas” Ro hakimiyetini kabul eder. Bir müddet sonra Kayser’le Pompeis arasında çıkan ihtilaftan istifade ederek Roma’ya karşı ayaklanır. Bunun üzerine Roma diktatörlerinden Yul Çesar “Jül Sezar” orduları ile Suriye üzerinden Anadolu’ya oradan da Zile’ye gelir. Pharnake daha önce babasının Amiral Triarius’u yendiği yer olan bugünkü Altıağaç denilen yerde Jül Sezar ve ordusu ile karşılaşır. (Zile’ye 5 km mesafedeki Yünlü Köyü’nün karşı yamaçları veya yayla yolu ile Yünlü Köyü arasındaki bir yer olmalıdır).
Çok çetin ve kanlı bir savaş olur. Sezar’ın ordusu büyük zayiat verirse de sonuçta II. Pharnake ağır bir yenilgiye uğrar. Zafer Sezar’ındır. Sezar uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra, 5 saat gibi kısa bir süre içerisinde elde ettiği zaferin sevincini Zile’den Roma’ya bildirir. Zile’de ilâhi törene nail olan Sezar’ın, kısa ama anlamı büyük olan bu mektubundaki Veni – Vidi – Vici” “Geldim – Gördüm – Yendim” sözlerini silindirik mermer bir taşa yazdırır. Yakın zamana kadar Zile Kalesi’nde olduğu bilinen bu taşın, çalınması neticesinde nereye götürüldüğübilinmemektedir.
M.Ö. 44 yılında Sezar’ın ölümünden sonra Pontus Kralı Sena kısa bir müddet için Zile’ye hâkim olmuşsa da Zile ve çevresi yeniden Romalılar’ın eline geçmiş ve uzun yıllar Roma’nın eyalet merkezi olmuştur. M.S. 241 yılında Sasani Hükümdarı Arda Şırınoğlu Şapur Romalılar’a harp açmış, Urfa civarında Valeryus’u yenerek Kilikya “Adana” Kapadokya ve Arap Yarımadası’nın büyük bir kısmına sahip olmuştur.
Bizans ile İran “Sasaniler” arasında zaman zaman el değiştiren yöre sonuçta 1071 yılına kadar Bizanslılar’ın elinde kalmıştır. İstanbul’u almak maksadıyla Hicri 34 yılında “Hicri 47 yılında, H. 52, H. 97, H. 121, H. 159, H. 171 ” yıllarında yola çıkan İslam Orduları Anadolu’dan geçerken, genelde Zile, Amasya ve Çorum yolunu izlemişler, geçici de olsa birçok yeri ele geçirmişlerdir. Bu arada birkaç defa müslümanların hâkimiyetine geçen Zile, bu orduların çekilmesi ile yeniden Bizansların eline geçmiştir.
İlçede ve çevresinde bilinen birçok yatırların bu orduların ve Danişmentlilerin mücahit ve kumandanlarına ait oldukları sanılmaktadır. İlçe 1071 yılında Melik Ahmet Danişment Gazi tarafından Bizanslılar’dan alınmış, bu tarihten günümüze kadar da Türk yurdu sınırları içinde kalmıştır. İlim ve medeniyete çok büyük hizmetleri olan Danişmentliler’in izleri halen devam etmektedir. Danişment eserlerinin çoğunluğu kaybolmuş olmakla birlikte ilim irfan sahibi olan, yıllarca zaviye ve medreselerde hizmet veren Danişment Hükümdarı Melik Ahmet Gazi’nin şeyhülislâmı olan, bugün halk arasında Davunlu Dede olarak bilinen zatın mezarı Alaca Mescit Bala Mahallesi Sakarya Caddesi üzerinde bulunmaktadır. Ayrıca halk arasında Minareyi Kebir Mahallesi’ndeki Dürmelik Sokağı’nın adının Danişment Gazi ile ilgili olduğusöylenmektedir.
1174 yılında Anadolu Selçukluları’ndan İzzettin II. Kılıçaslan Sivas ve çevresini zaptederek Türk-Danişment Devleti’ne son vermiştir. Bu tarihten itibaren Zile Selçuklular’ın eline geçmiştir. II. Kılıçaslan, sağlığında memleketi oğulları arasında pay etmiş, fakat Tokat hükümdarı olan Süleyman kardeşlerini mağlup ederek Anadolu birliğini sağlamıştır. Şairleri, edipleri ve bilim adamlarını koruyan bu zat zamanında, Zile’de bir çok ilmi eser meydana getirilmiş, mevcut medreselere ilâveler yapılmıştır.
Zile, Orta Karadeniz Bölgesi’nde Tokat il merkezine 67 km uzaklıkta olup, Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerinden biridir. M.Ö. 50’li yıllarda yaşayan ve coğrafyanın pîri sayılan Amasyalı Strabon; bu şehrin Ninova Melikesi Semiramis tarafından M.Ö. 1600 yıllarında kurulduğunu kaydeder. Bu tarihî kayda göre Zile’nin 3600 yıllık bir geçmişi bulunmaktadır.
1872 yılında kaza merkezi, 1923 mülkî ve idarî taksimatında Tokat iline bağlı ilçe statüsüne kavuşan Zile, 1855 ve 1922 yıllarında iki büyük yangın geçirmiştir. Düz bir ova üzerinde kurulmuş olan Zile’nin hemen önünde Yeşilırmak’ın bir kolu olan Hoton Deresi geçmektedir.
Zile’nin jeostratejik konumu sebebiyle, Zile’de kültürel ve siyasî bakımdan Lâtin, Rum, Pontus, Arap, Türk ve yerli halkları arasında hızlı ve canlı bir tarih yaşanmıştır. XI. y.y.’da Danişment daha sonra Selçuklu Türkleri’nin, bilâhare İlhanlılar’ın, Ertana Oğulları’nın ve nihayet 1355’te Kadı Burhaneddin’in eline geçen Zile, 1397’de Yıldırım Beyazıt tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır.
Evliya Çelebi bu yöreyi gezip gördükten sonra meşhur Seyahatnamesine şunları kaydeder:
“Bu havası hoş şehrin dört tarafında bahçe ve bostanlar içinde sular akar. Bu bahçelerde bülbüllerin ötüşü, insan ruhuna sefa verir. Meyveleri lezzetli olup, her tarafa hediye olarak gönderilir. Her bağında, birer köşk, havuz, fiskiyeler ve çeşitli meyveler bulunur. Halkı zevk ehlidir. Gariplere dostturlar, kin tutmaz, hile bilmez, deryadil, haluk, selim ve halim insanlardır. Herkese iyi zanda bulunurlar. İyi geçinirler. Hayırlı yapılar yaptırmaya hevesleri çoktur. Cami, saray, köşk ve imaretleri o kadar metin ve güzel olur ki, buralara girenler hayran olurlar. Şehir genişlik ve ucuzluk bir yer olup dünya yüzünde eşi yok gibidir. Yılın her zamanında halkının nimetleri boldur. Hacı Bektaş Veli’nin hayırlı ve bereketli dualarıyla bu eski tarihî şehir, âlimler konağı,fâzıllar yurdu ve şâirler yatağıdır.” (http://www.yildiztepe.com/boztepe/zile/) Alıntı Tarihi 2016.
İşte âlimler, fâzıllar ve şâirler yurdu Zile’nin bir diğer değerli şair ve mutasavvıfı da Molla Ali Tâlibî’dir. O, hayatının hemen hemen tamamını bu merkezde geçirmiş ve Amasya’daki şeyhleri İsmail Şirvanî ve Mir Hamza Nigârî’ye yakın olmanın huzurunu burada yaşamıştır.
C- TÂLİBÎ’NİN HAYATINDA ÜÇ AZERBAYCANLI:
İSMAİL ŞİRVANÎ, MİR HAMZA NİGÂRÎ, HACI MAHMUD EFENDİ
1- İsmail Şirvânî’nin Hayatı ve Mücadelesi
Tam adı Mevlânâ İsmail Sirâceddîn el-Kürdemirî eş-Şirvânî olan İsmail Şirvânî, 1197 (1782-1783)’de (Halili, Rıhtım 2003: 55) Azerbaycan’ın Şirvan bölgesinin Kürdemir şehrinde dünyaya gelmiştir.
İsmail Şirvânî, ilk tahsilini Azerbaycan’ın Şamahı şehrinde Mehmed Nuri Efendi’den almış; 1800 yılında henüz on sekiz yaşında iken Erzincan’a giderek devrin meşhur âlimlerinden Evliyâ-zâde Abdurrahim Efendi’den dersler almış ve bilgilerini sağlamlaştırıp ondan icâzet almıştır. Bir müddet de Tokat’da eğtimini sürdüren Şirvânî, Bağdat’a giderek orada Şeyh Yahya Merzevî el-İmâmeddîn’den hadis ilmini, Molla Mehmed’den ise hikemiye ilmini tahsil etmiştir. 1805’te, yirmi üç yaşında, Burdur’a gidip ve fıkıh ilmini tekmil etmiştir.
Bu tarihten sonra memleketine dönen İsmail Şirvânî, ilmini yaymak ve öğrenci yetiştimekle meşgul olmuştur.
1813’te, otuz iki yaşında hacca giden Şirvânî, Mekke ve Medine’yi ziyaretten sonra İstanbul’a geçmiştir.
İlim ve irfan yolunda kat ettiği bu kadar yoldan sonra artık manevi ilimlerde ilerlemek isteyen Şirvânî, bir süre kendisine mürşid-i kamil aramaya koyuldu. Zamanın meşhur velilerinden Abdullah Dehlevî’nin talebesi olmak için, Hindistan’ın Delhi şehrine gitmek üzere yola çıkan İsmail Şirvânî, bu seyahatin başında Dehlevî’nin manevi bir ikazı ile Hâlid-i Bağdadî’ye intisap etmek için Bağdat’a yönelmiştir. “İsmail Şirvânî’nin şeyhi Mevlânâ Hâlid’in tam adı Hâlid ibn-i Hüseyin el-Bağdâdî en- Nakşibendîdir.” (Halili, Rıhtım 2003: 57).
Ziyâeddîn adı ile meşhur olan Mevlânâ Hâlid, İran’ın Süleymâniye şehrinin Karadağ adlı kasabasında doğmuştur. Abdullah Dehlevî’nin halifesi olmuş ve onun görevlendirmesi ile Bağdat’ta bir tekke kurmuştur. Uzun yıllar Bağdat’ta yaşayan Mevlânâ Hâlid, Mehdilik suçlamaları yüzünden Şam’a gitmek zorunda kalmış ve 1826’da orada vefat etmiştir. Eserleri arasında bir de divan bulunan Mevlanâ Hâlid, kendinden sonra gelen takpçilerinin de şiir yazmasına veya şiire meyyal olmasına ön ayak olmuştur. Nakşibendiyenin Hâlidî kolu denilen bir yol açmış ve bu yolu takip eden milyonlarca insana tasavvuf bilgileri aktarmaya vesile olmuştur.
Hâlid-i Bağdâdî’nin en meşhur halifelerinden birisi Şamahı-Kürdemirli İsmail Şirvânî olmuştur. Şirvânî’yi Azerbaycan ve Kafkasları irşat ile görevlendirerek Şirvan’a gönderdiği icazet namesi ile kesindir.
“Bu icaze 1817’de şifahî olarak verilmiştir, 1821’de ise yazılı olarak gönderilmiştir.” (Halili, Rıhtım 2003: 63). İcâzet-nâme halen Amasya’da, Şirvanî’nin türbesindedir ve şu ifadeleri içermektedir: (Arapça aslından tercümedir.)
“Hamd sadece Allah’a mahsusdur. Salavat ve selam, vahyine seçtiği Hz. Muhammed’e (s.a.v), ailesine ve sahabesine olsun. Bundan sonra Allah’ın halifesi olarak şefkatli, sadık dost, âlim, ariflerin ve faziletlilerin menbaı, sadat-ı tarik-ı Nakşibendiyyenin emri ile kuvvetlendirilmiş kardeşim, sevdiğimiz, kerem sahibi Hacı İsmail Efendi’ye icaze verdim. Allah-u Teala bereketini, derecelerini ve hallerini artırsın. Talebelerine feyzlerini yağdırsın. Ona Nakşibendiye tarikatında irşad, zikir ve tevhid telkini ile taliplere nazarının tesirini, nurları muayyen etmekteki ve perdeleri kaldırmaktaki iktidarını tecrübe ettikten sonra icaze verdim. Bu icazeyi, silsile-i âliyenin büyüklerinden aldığım müsaade ve Peygamberin sünneti üzerine istihareden sonra verdim.
Evliyanın yoluna teşebbüs eden herkes onun sohbetini ganimet bilsin.
Ona kitap ve sünnete sarılmayı tavsiye ederim. Keşf ve vicdan ehli imamlara uygun olarak fırka-i naciye olan ehli sünnenin görüşlerinin gereği olan akideyi tashihe emredip çalışmayı vasiyet ederim.
Ve ona Kur’an muallimlerine, fıkıh âlimlerine, sufilere hürmet etmeyi; kalp selameti, nefis semaheti, cömertlik, güler yüzlülük, eziyetten çekinmek, kardeşlerin kusurlarını affetmek, büyüklere ve küçüklere nasihat, düşmanlıkları terk etmek, tamahı terk etmek, ihtiyacının karşılanacağı hususunda Allah’a itimat etmek (Allah kendisine güvenenleri darda koymaz), kurtuluşun ancak doğrulukta olduğundan (doğruluktan) asla ayrılmama ve Allah’a vasıl olmak- ki bu ancak Hz. Muhammed’e tabi olmaktır- hususunu tavsiye ederim. Kendisini hiç kimseden üstün görmeyip nefsini herkesten aşağı görsün, aleyhinde hareket edenleri ve hased edeni Allah’a havale etsin. Başına gelen şerleri, gayreti ile def etmeye çalışmasın. Bu tarikat-ı âliyenin şeyhleri bazı himmetleri ile sana yetişecekler. Eğer isterse Allah-u Tealanın kudreti ile fesadı o anda maddi olarak bağlarlar. Bendelerinin sayısınca, razı olduğu nefisler adedince, dünyanın ziyneti ve kalemlerinin mürekkebleri sayısınca (miktarınca) Allah’ın salavat ve selamı yine Nebiy-i ümmisi Muhammed’in aile ve sahabesinin üzerine olsun. Mevlanâ Hâlid-i Bağdadî”
İcazet-nâme ile, İsmail Şirvânî’nin şüpheye mahal vermeyecek şekilde Nakşibendiyenin bir mensubu olduğu ve bu yolda her türlü dersi vermeye yetkili olduğu anlaşılmaktadır.
Şeyh İsmail Şirvânî bu icazet-nâmedeki tüm tavsilere harfiyen uymuş ve etrafındaki insanlara daima yardımda bulunmuş ve doğrulukdan ayrılmamıştır. Darda kalanlara yardım etmiştir. Ondan hoşlanmayan sadece Rus hakimiyetini Azerbaycan’a yerleştirmek istiyenler olmuştur. Etrafındaki müridlerinin Şamahı-Kürdemir civarında çoğalması, Kafkasyanın koşa koşa ona gelmesi Rusları endişelendirmiştir. Oysa, o, asayişi bozacak herhangi bir faaliyette olmamış, uzunca bir süre sabretmiştir.
“Rusların baskılarına sabretmek için asıl neden onun Şirvan beyleri ve Fatma hanımın hamiliğinde olması ve bunlara bir zarar gelmesine vesile olmamak istemesidir.” (Halili, Rıhtım 2003: 66).
Azebaycan’ın bu güçlü mutasavvıfına, Mevlanâ Hâlid, beş tarikat kolunda irşat yetkisi vermiştir: Nakişbendiyye, Kâdiriyye, Kübreviyye, Sühreverdiyye, Çistiyye.
Tekrar etmek gerekirse, İsmail Şirvânî, Hâlid-i Bağdâdî’nin yanından memleketi Şamahı-Kürdemire döndüğünde 1817-1820 yılları arasında henüz bu bölge Şirvan Hanlığına bağlı idi. Şirvan Hanı Mustafa Han, Ruslarla Çertme Anlaşmasını imzalayarak bir süre daha ayakta kalmayı başarmıştır. Fakat Rus görevliler onun nüfuzunu zayıflatmak için sürekli çalışmışlar ve başarılı da olmuşlardır.
O dönem Kafkasya birliği ve Müslüman birliği düşmanı olan Rusların bölge temsilcisi Kafkas cânisi A.R. Yermolov (1816-1827) Mustafa Han’dan şöyle şikâyet etmiştir: “Onun yanında bizim hükümetimizin görevlendirdiği yetkili vardı, ancak han onu öyle tecrit etti ki o, hanın işleri ile ilgili hiçbir malumat sahibi olamıyor. Yalnızca bize bağlı Ermenilerden bilgi alabiliyoruz.”(Halili, Rıhtım 2003: 67).
Bir süre sonra Ruslar tarafından bir bahane ile “hain” ilan edilen Mustafa Han, 1820’de Kür çayını geçip iki yüz adamı ile birlikte İran’a kaçmak zorunda kaldı. Böylece Şirvan da Rus idaresine girmiş oldu.
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki 1817’de Kürdemir’e dönen İsmail Şirvânî, üç yıl sonra Rus zulmü ile yüz yüze gelmiş ve Müslümanların dini inançlarını yaşayamadığı bir durumla karşılaşmıştır. Tabiidir ki Müslümanlara edilen zulümlere bîgane kalamamıştır.
İsmail Şirvânî’yi bu durumda Rusların düşman görmesi ve sürgün etmesi kaçınılmazdı; ancak Mustafa Han ile beraber gitmeyen eşi Fatma Hanım, bazı bölgeleri ve onu himaye etmeye çalıştı. Fatma Begim Hanım, kısa bir süre iktidarında İsmail Şirvânî’yi himaye etmiştir, ancak Şirvânî bu dönemde dahi han ailesine yakın davranmamıştır. Fakat Fatma Hanım daima onun bir müridi gibi davranmıştır.
Şirvan müridlerinin “Güllü Mevlana” adını verdikleri İsmail Şirvânî, Fatma Hanım’ın ölümünden sonra Osmanlıya geçmekten başka çare bulamamıştır. Sayısız Rus tehditleri ve komploları ile ya sürgün ya da ölüm seçeneğine mahkûm edilen mutasavvıf-âlim, hicreti tercih etmiştir. Yerine halifesi Hacı Mahmud Baba’yı bırakmış ve oradan ayrılmıştır.
Şirvânî’nin kendisinden sonra Ruslarla mücadele eden birçok halifesi de Kafkasyanın değişik yerlerine dağılmıştır. Bunlardan Has Mehemmed, Molla Mehemmed Yarağlı ve Seyyid Cemaleddin Kumukî en başta gelenlerdir. Bu kişiler, bunları yetiştirdiği İmam Şamil gibi mücahitler, daima İsmail Şirvânî’nin icazeti ile hareket etmişlerdir. Şirvânî, Ruslara karşı mücadele etmenin farz olduğuna şu sözleri ile karar vermiştir: “Müslüman bir milletin Hıristiyanların yönetimi altında kalması Müslümanlara zül sayılır.”
1825’de Rus yetkili Yermolov, dini faaliyet yapan kişilerin tutuklanıp Tiflis’e getirilmesini emretti. Bu emirle Molla Mehemmed Yarağlı hapsedildi. Daha sonra bu hapislikten kurtulup Tabasaran’a gidip gizlendi. Cemaleddin Kumukî ise Sudahar’da yerleşti. Kumukî, İmam Şamil’in de şeyhi oldu.
Bütün bu hadiseler sıranın İsmail Şirvânî’ye geldiğini göstermiş ve ülkeyi terk etmesi için saatlerinin kaldığı görülmüştür.
Şirvânî, işte bu şartlarda Osmanlı hâkimiyetinde olan Ahıska bölgesine hicret etti. Ahıska’da da büyük bir irşat çemberi kuran İsmail Şirvânî, orada da Hacı Ahmed Kıyasî gibi meşhur halifeler yetiştirdi.
1828’de Osmanlının Ahıska’daki hâkimiyeti kaybolmaya başladı. Bu durumda İsmail Şirvânî yine Rus memurların baskısına maruz kalınca Amasya’ya göçtü.
“Bu göç sırasında Şirvan müridleri ve Tiflis bölgesi müslümanlarından olan çok sayıda müridleri de onunla birlikte Amasya’ya göçtü. Onların çoğu Amasya’da yerleşti ve İsmail Şirvânî’nin irşat faaliyetlerinde yardımcı oldular.” (Halili, Rıhtım 2003: 74). Dokuz yıl kadar Sivas’ta zorunlu ikameti haricinde Şirvânî Amasya’da yaşamış ve binlerce insan yetiştirerek hem Osmanlı’ya hem de Azerbaycan’a hizmette bulunmuştur. Osmanlı’ya Amasya’dan bir sadrazam evlat yetiştirmiştir: Şirvânî-zâde Mehmed Rüştü Paşa.
Şirvânî, Amasya ve çevresinde o kadar sevilmiş ve lider olarak görülmüştür ki buraya göçen tüm Azerbaycan göçmenlerine “Şirvanlı” denilmiştir. Başka bölgelerden gelen, örneğin Karabağ’dan gelen Mir Hamza Nigârî de, Şirvanlı tabirini kabul etmiştir.
Amasya’da Yukarı Türbe adı ile anılan türbesinde medfun olan İsmail Şirvânî 1848’de altmış üç yaşında vefat etti. Oğlu Sadrazam Mehmed Rüştü Paşa’nın yaptırdığı türbesinde medfundur. Beş çocuğu olmuştur: Şirvânî-zâde Mehmed Rüştü Paşa (Sadrazamlığa kadar yükselen oğludur), Abdulhamid Efendi (Bu çocuğu genç yaşta suda boğularak ölmüştür), Şirvânî-zâde Ahmed Hulusî Efendi (İstanbul kadılarında bulunmuş bir devlet adamıdır), Mustafa Nuri Bey (İstanbul’da vefat etmiş oraya gömülmüştür), Hacı Şerife Fatma Hanım (İsa Ruhi Efendi’nin hanımıdır, oğlu Safranbolu naibi olunca onunla oraya gitmiş ve orada vefat etmiştir.)
İsmail Şirvânî’nin Anadolu’da en değerli halifesi kuşkusuz Mir Hamza Nigârî’dir. Mir Hamza’nın Karabağ’dan göçmesi ile Amasya’ya ikinci göç hareketi yaşanmıştır. Bu sefer Mir Hamza’nın sevenleri ile Amasya ve çevresine yerleşen Azerbaycan Türkleri dönemi başlamıştır.
2- Mir Hamza Nigârî’nin Hayatı ve Mücadelesi
İsmail Şirvânî’den sonra posta oturan ve hayatı mücadele ile geçen Mir Hamza Nigârî de Amasya’ya yeni bir göç dalgasının olmasına ön ayak olmuştur. Bu göçlerin temel nedeni daima Rus ve Ermeni baskısıdır. Özgür ve dinini rahatça yaşayan insanlar olmak isteyen Azerbaycan âlimleri tüm ihtimalleri kullandıktan sonra Osmanlı’ya göçmeyi ver mücadeleyi buradan devam ettirmeyi uygun bulmuştur. Mir Hamza da hayatı boyunca ilim ve tasavvuf yolunda yolculuklar yapmış, özgürlük ve dinini yaşama adına yurdunu terk etmiştir.
Adeta “Mekke’sini kaybedenlerin Medinesi” hükmünde olan Amasya, İsmail Şirvânî’nin sevenleri gibi onun da muhiblerine kapısını açmıştır.
“Mir Hamza Nigârî, Azerbaycan’ın Karabağ vilayetinin Berküşad bölgesinin Cicimli köyünde, 1805 yılında doğmuştur.”(Özkılınç 2013: 19). Seyyid olduğuna dair silsile-nâmesinde şu sıra mevcuttur: “Rükneddin Paşa bin Muhammed Rızâ Haydar bin Rukneddin bin Muhibbeddin bin Bahaeddin bin Nureddin bin Nizameddin bin Şemseddin Muhammed Ağa Bâlî bin eş-Şeyh Ahmed Cundî bin Rukneddin bin Nureddin bin Haydar bin Hasan bin Ebî Bekir eş-Şeyh Mehdî İsa bin Davud bin Süleyman bin Musa bin Muhammed bin el-Kâsım bin el-Hasan ibn Zeyd bin el-Hasan bin Emirü’l-Mü’minîn Ali bin Ebî Tâlib bin Abdulmuttalib el-Hâşimî el-Kureyşî.” (Abdi-zade Yazma Eser: 271).
Amasya Tarihinde Hüsameddin Hüseyin yukarıdaki silsileyi verdikten sonra bu silsile hakkında uzun uzun mütalaada bulunur.
İlk tahsili ile ilgili şu bilgiyi verir:
“Karakaş Köyü’nde sâkin Dehneli Abdullah Şikestî Efendi’den tahsîl-i ‘ulûm itdiği esnâda ba’zı hubâne dildâne olub tanzîm-i eş’âra başladı. Sonra Şirvânî Hâcı İsmail Efendi’nin dersine mülâzemât itdi. 1243 (1827)’de müşârün-ileyhle birlikde Şirvân’dan kalkub Amasya’ya geldi. İki yıl kadar Amasya’da Fâtıma Hatun Medrese’sinde ikâmet ve müşârün-ileyhden tahsîl-i ‘ulûma bezl-i makderet itdi. 1245’de ‘âzim-i Hicâz olub avdet ve 1247’de üstâdıyla berâber Sivas’a rıhlet itdi. Orada bir tarafdan ikmâl-i tahsîl ve diğer tarafdan tekmîl-i sülûk iderek 1256’da üstâdıyla berâber yine Amasya’ya avdet ve usûlen ahz-ı icâzet ve hilâfet iderek 1257’de Berküşâd’a gitdi.” (Abdi-zade Yazma Eser: 278)
Hüsameddin Hüseyin, Mir Hamza’nın Anadolu’ya ilk gelişi ve Şeyh İsmail Siraceddin Şirvânî ile ilk buluşmasını diğer kaynaklardan farklı anlatmaktadır. Diğer tarihi kayıtlarda Mir Hamza’nın Sivas’a gelerek şeyhi İsmail Şirvânî’ye intisap ettiği ve bir süre sonra birlikte Amasya’ya geçtikleri belirtilmektedir.
Buna rağmen Hüsameddin Hüseyin, eserinde hiç kimseye vermediği kadar yeri Mir Hazma Nigârî’ye ayırmış ve pek çok ayrıntıyı kaydetmiştir. Eğitiminden sonraki faaliyetlerini de şöyle kaydeder:
“1257’de Berküşâd’a gitdi. Orada neşr-i ‘ulûm ve irşâd-ı halk ile iştigâl iderek Dağıstan halkı kendisine biât ve tarîkine intisâb ve her emrine icâbet iderek büyük bir şöhret kazandı. Şeyh Şâmil Efendi’nin meslek-i mücâhidânesini ihyâya azm itdiği Rus İmparatorluğu tarafından zann idildi. Bundan dolayı Rusların tazyîkâtı artub kendisini bîzâr itdiğinden 1271’de sânîyen Şirvân’dan çıkub İran’a girdi. Buradan Van tarîkiyle Erzincan’a geldi. Burada Dördüncü Ordu Müşîri Çırpanlı Abdulkerîm Nâdir Paşa kendisine fevka’lâde hürmet idüb beş yüz guruş maâş tahsîsine delâlet itdi. 1272’de Erzurum’a gidüb üç yıl kadar orada ikâmet ve 1275’de İstanbul’a gidüb bir kaç mâh sonra ikinci defa Amasya’ya hicret ve Serrâc-hâne Câmi’i kurbunda kâ’in medresede ikâmet itdi. 1276’da Sivas’a ve kırksekiz gün sonra da Erzurum’a gitdi. Burada cüz’î müddet ikâmeti esnâsında gayret-i mürîdânının uyandırdığı bir arbedeye hiddet iderek Bayburd’a gidüb iki yıl burada oturdu. 1258’de tekrâr Erzurum’a avdet idüb terâküm iden maâşını aldıkdan sonra 1280’de Karabağ’a gitdi. Orada bırakdığı evlâd ü iyâlini alub Şirvân’dan katî bir sûretde alâkasını keserek çıkdı. 1281 senesi evâ’ilinde üçüncü defa Amasya’ya hicret ve Yakutiye Mahallesi’nde bir müddet ikâmet itdi. Bu müddet zarfında Amasya’nın ‘ulemâ ve erkân-ı sohbet-i şerîfesinden istifâde itmek üzere kendisini ziyâret ve talebe-i ‘ulûmda halka-ı tedrîsine müsâberet iderek ‘umûmun hürmet-i mahsûsasını kazandı. Çünki meşâhîr-i fuzalâdan ve sâdât-ı ‘ulemâdan olduğu anlaşıldı. Maâşını da Amasya’ya nakl itdirdi. 1288 senesi şa’bânında Amasya’ya gönderilen üstâdı ve şeyhî Şirvânî Hâcı İsmail Efendi-zâde Mehmed Rüşdü Paşa kendisine Pirinçci Mahallesi’nde Dâru’l-Hadîs-Osman Çelebî civârında mu’azzam bir konak yapdırub oraya nakl itdi.” (Abdi-zade Yazma Eser: 280)
Bu cihat ve ilimle dolu yılların ardından sıkıntılı dönemler başlamıştır. İleri yaşına rağmen sürgünlere tabii olduğu bu dönemin adı Muaviye Vakası veya Deli İslam’dır. Hüsameddin Hüseyin bu dönemi şöyle kaydeder:
“Bu esnâda Ali-Muâviye meselesi meydâna çıkdı. 1289 senesi âhiresinde Mehmed Rüşdü Paşa İstanbul’a gidüb 1190 saferinde sadr-ı a’zam olunca şu fâidesiz mesele teşeddüd iderek ‘ulemâ ve erkân kendisinden soğudu. Bunlar kendisine ve etbâ’ ü mürîdânına Şîâ-ı Aleviyye nazarıyla bakdı. Halk arasında büyük bir tefrîka hâsıl oldu. Çünki Muâviye ve tarafdârı olan Cemel ve Sıffîn ricâli alenen tekfîr ve telîn idiliyordu. ‘Ulemâ, tabîi buna mukâbele iderek Ehl-i Sünnet mezhebini müdâfaa itmekde idi. Her iki tarafda pek müfritâne hareket iderek halkın galeyân-ı efkârı artıyordu. 1291’de ikâmetgâhı konakda ba’zı hâlât-ı fevkalade zuhûr iderek kendisini bî-huzûr itmek idi. Bu mu’azzam konak gecelerde ricâl-i gaybiyye tarafından taşlanub, gündüzler de hâne eşyâsı sandıklar derûnunda mahfûz olan emtia ve libâsı yanmakda idi. Bunları yapanlar bir türlü anlaşılamıyordu. Binâenaleyh mezkûr konakdan çıkub Gümüşlü-zâde Mahallesi’nde bir kirâ-hâneye taşındı. “Burada da ayn-ı hâle marûz kaldığından 1292’de Merzifon’a gitdi.” (Rıhtım 2015: 219). Orada altı ay oturdu. 1294 senesi evâ’ilinde Amasya’ya gelüb Eski Kethüdâ Mahallesi’nde Şirvânî-zâde Kazasker Ahmed Hulûsî Efendi’nin konağında ikâmet itdi. 1297’de mahkeme-i şeriyye kâtibi ve şeyhinin dâmâdı olan Hâcı İsa Efendi hânesinin vekîl-i harcı olan Şirvânî Hâfız Zekeriyya Efendi’nin öldürülmesi ve mürîdânından kâtil Rüstem’in kendi konağında hazır idilen ata binüb firâr ideceği esnâda yaklanması yüzünden yine Merzifon’a gitdi. Orada bir yıl kadar kalub 1298’de Amasya’ya avdet ve bir kaç mâh Deve-hâne Mahallesi’nde Payaslı-zâde el-Hâcc Hakkı Efendi’nin hânesinde ikâmet idüb sonra Çeri-başı Mahallesi’nde Sultân Bayezîd İmâmı Mecdî-zâde Hâfız Mehmed Şerîf Efendi’nin hânesine taşındı. Bize komşu geldi. Çeri-başı Câmi-i şerîfi’nde zikrine devâm itdi. 1301(1882) senesi evâ’ilinde şerîki olan Hâcı İsa Efendi, kayın pederi olan Şirvânî Hâcı İsmail Efendi’nin Türbesi câmi’inde yatsu nâmâzını bade’l-edâ halîlesiyle (eşi ile) berâber türbeden çıkub civârındaki köşke giderken bir şahs-ı mechûl tarafından katl kasdıyla atılan kurşun halîlesinin memesine isâbet ve cerîhadâr itmiş idi. Gerek Hâcı İsa Efendi ve gerek halilesinin birâderi es-Seyyid Ahmed Hulûsî Efendi bu sû-i kasdi sâhib-i tercemeden bilüb kurşunu atan da mürîdânından olduğunu sezmişlerdi. Bunun üzerine tahkîkât-ı serîa ve şedîde başladı. Telgraflar her tarafa işledi. Nihâyet sâhib-i tercemenin Rusya’dan eslihâ-i memnûa idhâl itdirdiği, kurâda meskûn alevîleri dâ’ire-i ittihâdına da’vet için tezkereler yazdırub gönderdiği, bu tezkerelerden haylisi kendi mührüyle mahtûm olarak tutulduğu ceddi Mîr Haydar Şirvânî da’vâsıyla kıyâm ideceği davâları birer netîce hâlinde Sultân Abdulhamid Hân’a bâ-telgraf arz idildi. Bu isnâdât üzerine Amasya’dan kalkıb Merzifon’a gitdi. 1301 (1882) senesi cümâd el-ûlâsının evsatında kendisine hürmetkâr olan Mutasarrıf Mehmed Reşad Beg’in azliyle Çeri-başı Hamdi Necib Paşa Amasya mutasarrıfı olub derhâl geldi. Cümâd el-âhiresinde şifreli gelen emr-i telgrafi üzerine Merzifon’dan kaldırılub Samsun’a ve buradan İstanbul’a i’zâm idildi.” (Abdi-zade Yazma Eser: 283-285).
Hamza Nigârî İstanbul’da kendisini şöyle savunur:
“Ceddimin aleyhine kıyâm iden adamlara buğz ü la’net itmek bana âid bir vazîfe-i nübüvvetdir. Bu husûsda halkın bana mutâba’at itmesi (uyması) doğru değildir.”
Şiî-Sünnî meselesini belki de kökünden çözecek formülü de bu dönemde, şu şiiri ile ortaya koymuştur:
Allah’ı Muhammed’i âlî seven dostânız
Ne Sünniyiz ne Şiî bir hâlis Müslümânız (Bilgin 2003:431)
Bu cevaplar üzerine 1302 (1883) yılında Harput’a sürgün edildi ve orada 1304(1885) senesi muharreminde vefat etti. Erzurum, Kars, Harput, Erzincan ve Azerbaycan’da binlerce seveni olmuştur. Naaşı Amasya’ya getirilmiş ve oğlu Siraceddin’in yanına, bugünkü Şirvanlı Camii haziresi olan mezarlığa gömülmüştür. Sonradan üzerine yeni bir türbe ve yanına bugünkü cami yapılmıştır.
Mir Hamza her Azerbaycan Türk’ü gibi yurduna özlem içinde yaşamış ve ölmüştür. Şiirlerinde bu özlem buram buran tütmektedir:
“Ne ‘aceb devlet imiş seyr-i şikâr-ı Karabağ
Ne güzel ni‘met imiş sohbet-i yâr-i Karabağ
Reşk-i müşg ‘anber imiş bûy-ı gubâr-ı Karabağ
Âb-ı hayvân imiş enhâr u punar-ı Karabağ
Kevser ü tûbâ imiş çây u çenâr-ı Karabağ
‘Âlem-i cennet imiş dâr-ı diyâr-ı Karabağ
İmdi bildim ne imiş vasf-ı hezâr-ı Karabağ
Yeridir kim çekerem âh u zâr-ı Karabağ
Dağlayupdur beni bir lâle-‘izâr-ı Karabağ
Yandurupdur beni bir nâr-ı nigâr-ı Karabağ” (Bilgin 2003: 524)
Ailesi hakkında şu bilgi mevcuttur:
“İbtidâ Ali Paşa-zâde kerîmesi Şâhlık Hanım ile evlendi. Bunun vefâtında hemşiresi Zeyneb Hânım ve bir sene sonra Emine Hânım ve Erzurum’da Zeliha Hânım ve Amasya’da kemer-başı Mustafa Efendi’nin kerîmesi Lütfiye Hânım ile evlendi. Son üçü vefâtına kadar taht-ı nikâhında ber-hayât idiler. Emine Hânım’dan Siraceddin İsmail Efendi ile Hüsna Hânım nâmında bir oğlu ve bir de kızı doğdu. Zeliha Hânım’dan Şemseddin Mehmed Efendi nâmında bir daha oğlu ve Lütfiye Hânım’dan Hayrünnisa, Beşeri adlı iki kızı oldu. Fakat cümlesi de kendisinden evvel vefât itdi. Bilâ-veled (evlatsız) dünyâdan gitdi.” (Abdi-zade Yazma Eser: 286).
Hüsameddin Hüseyin onun hakkında şu değerlendirmeyi yapmaktadır:
“Mîr-i müşârün-ileyh gâyet fâzıl ‘ulûm-ı akliyye ve dîniyyede muhakkik, kâmil elsine-i selâsede şâir, ‘ilm-i tasavvufda mütebahhir gâyet müşekkil(yakışıklı), uzunca boylu, kalın vucûdlu, esmer benizli, saç ve sakalı kumral, endâmı gâyet mütenâsib, muhibb, nazarı cazibedâr, vakûr, sükûtu gâlib, ezâ-yı ihvâna nâ-mütehammil, hicvi şedîd, hanefîü’l-mezheb, hâlidîü’t-tarika, musallî, âşık-meşreb, vecd-i seri, bir zât idi.” (Abdi-zade Yazma Eser: 285).
Görüldüğü gibi Mir Hamza Nigârî uzun hayatı boyunca Amasya merkezli bir mücadelenin içinde olmuş ve bir taraftan Rus işgalindeki Azerbaycan için çabalamış; bir taraftan ilim ve tasavvufla insanları irşat etmiş; diğer bir taraftan da kendisini yanlış anlayanların sürgünlerinin çilesini çekmiştir.
Türkçe divanı (Bilgin 2003) ve Farsça divanı, Fuzulî etkisinde (Hakverdioğlu 2013: 186) ve gayet aşıkâne şiirlerle doludur. İstanbul’da ikisi de ömr-i hayatında bastırılmıştır. Nigarnâme’si (Memmedli 2012) de hem Azerbaycan’da hem de Türkiye’de basılmıştır. Bu eserlerdeki şiirler Ahmet Yesevî’nin şiirleri gibi adeta kutsal metinler olarak kabul edilmiş ve zikirlerde huşu içinde okunmuştur.
“Hülâsa Hazreti Mîr Hamza Nigârî şâyân-ı hürmet bir simâ-yı mübârekdir. Kendisine hâss bir meslek-i tasavvuf sâhibi olan fuzalâ-yı meşâyîhdendir. Bu meslek erbâbına Hamzavî dendi. Saltanatı uğrunda her türlü fenâlığa irtikâb idecek bir yaradılışda olan Muâviye ve Mervân’a fedâ idilecek kimselerden değildir. Ve’s-selâm” (Abdi-zade, Yazma Eser: 297).
Mir Hamza Nigârî, bu çalkantılı hayatında asla bezginliğe kapılmamış ve daima, halka ve Hakk’a hizmet etmiş, bol bol insan yetiştirmiştir. Onun etkisi kendisinden sonra da devam etmiş ve onun ve İsmail Şirvânî’nin himmeti ile Azerbaycan’dan Anadolu’ya geçen hemen herkes önce Amasya’ya uğramış oradan farklı yerlere geçmişlerdir.
Mir Hamza Nigârî, şeyhi İsmail Şirvanî’yi bir akrostişinde şöyle övmüştür:
Vasf eyle dilâ heves sanadır
Yârân içre nefes sanadır
Elfinde hezâr istikâmet
Sîninde mukîm bin selâmet
Mîminde medâr-ı mihr-i zâtî
Elfinde ifâza-i sıfâtî
‘Aynında ‘uyûn-ı ‘ayn-i ‘ârif
Yânında yenâbi‘-i ma‘ârif
Lâmında şarâb-ı la‘l-i şâhid
Perverde-i zât-ı pâk-i Hâlid
Dîvâne-i ülfet-i Hudâdır
Sergeşte-i mihr-i Mustafâdır
Pervâne-i pertev-i Muhammed
Sûzâne-i şem‘-i Âl-i Ahmed
Sâkî-i müdâm-ı ân-ı Leylâ
Sermest-i şarâb-ı mihr-i Mevlâ
Ser-halka-i fırka-i Bahâdır
Meyhâne-i feyz-i âşinâdır
Güftârı ma‘ârif-i İlâhî
Reftârı fenâ tarîk gâhî
Her fikri enîs-i bin ‘ibâret
Her harf-i kelâmı bin hidâyet
Her bir nefesi Mesîh-âsâ
Her bir nazarı nazîr-i kîmyâ
Enfâs-ı nefîsi rûh-ı nefahât
Eltâf-ı kelâmı reşk-i reşahât
Ser-tâ-be-kadem kamu letâif
Mahsûs-ı mesâhif-i ma‘ârif
Ebrâc-ı merâtib-i sa‘âdet
Mi‘râcı ‘urûcı bî-nihâyet
Ezkâr-ı cemîli cân-fezâdır
Evsâf-ı şirîni dil-güşâdır
Bir ‘âlî-cenâb-ı zü’l-cenâheyn
Bir cevher-i mültekã-yı bahreyn
Bir cevher lîk dürr-i ‘irfân
Bir gevher lîk cevher-i cân
Cevlân-geh-i lutf u mazhar-ı Hak
Bî-kayd-ı ‘alâyık-ı ene’l-Hak
Ger görse ruhın kılurdı âmân
Destinde ‘asâ kaçardı şeytân
Serkeşler o serverin esîri
Üftâdelerin o dest-gîri
Ashâb-ı hulûsı Hızr-âsâ
Âbâb-ı dili ferişte-sîmâ
Erbâb-ı sülûki san melekdir
Perverdesi hûrşîd-i felekdir
Bir server-i nâdir-i zamâne
Bî-tâ-yı zamân bir yegâne
Bir rütbededir ki şân-ı ‘âlî
Fehminde ‘uk‚l ü zihn-ihâlî
Evsâfı dilâ zebâna sığmaz
Elburz-i berîn dehâna sığmaz
Evsâfına ‘akl-ı evvel irmez
Ecrâm-ı felek kemende girmez
Ve’l-hâsılı bende-i Hudâdır
Âlüfte-i Âl-i Mustafâdır
Ey hâme yeter tekellüm itme
Evsâfı ile terennün itme
Hayretle ki sîne-çâk olursun
Bağrın yarılur helâk olursun
Ey dil kerem-i Hudânı fikr it
Şükrün demidir nisâr-ı şükr it (Bilgin 2003:128)
Mir Hamza’nın 1885(1304)’te ölümünden(Tarıyel 2001:184) sonra da onun takipçileri Anadolu’ya geçmişlerdir.
1878 Osmanlı Rus harbi sıralarında pek çok Azerbaycan Türk’ü Anadolu’ya gelmiştir. Onların göçlerinin sebebini, Mir Hamza’nın müridi ve Azerbaycan’dan bu yıllarda göçen bir göçmenden, Tâlibî adlı şairin babasından öğreniyoruz: “Yedi tane evladım var. Ben bu evladımı Rus ordusunda Osmanlı’ya kurşun sıksın diye yetiştirmedim. Anadolu’ya göçüyorum. Mir Hamza’mın yanına gidiyorum.”
İşte bu şahıs Mir Hamza’nın son takipçisi, âlim, şair Molla Ali Tâlibî’nin babası Molla Sefer’dir. Hacı Mahmut Efendi ile başlayan göçlerin en iyi örneği de Molla Ali Tâlibî’dir.
3- Hacı Mahmut Efendi ile Molla Ali Tâlibî
“Hacı Mahmut Efendi 1835’te Kazak bölgesinin Aslanbeyli kentinde dünyaya gelmiştir.” (Halili, Rıhtım 2003: 109). Şeki şehrinde ilk tahsilini alan Mahmut Efendi, burada yetişmiştir. 1874’te Kazak bölgesindekilerin tamamen Osmanlı’ya göç etmeleri gündeme gelmiştir. Kazak bölgesinden büyük bir grupla birlikte Amasya’ya gelen Mahmut Efendi, Mir Hamza’nın müridi olmuş, daha sonra Mir Hamza’nın görevlendirdiği bir mürşid olarak tekrar Aslanbeyli’ye dönmüştür. Bölgede kalan ve dinini yaşamaya çalışan insanlara destek olmuş ve bir dönem Mir Hamza’nın türbesi ve camii için oradan para toplayıp Amasya’ya göndermiştir. Anadolu’ya göçlere de Azerbaycan’dan nasıl ayrılabileceklerini öğreten yöneticisi durumunda olan Hacı Mahmut Efendi, Aslanbeyli’de ölmüştür(1891), türbesi buradadır.
Hacı Mahmut Efendi’nin yönlendirmesi ile pek çok insan Amasya’ya gelmiş ve Mir Hamza dergahında irşad olmuştur.
Yine bu vesileyle görüyoruz ki, Azerbaycan göçleri tek taraflı olmamış, birçok kişi de Anadolu’da yetişip tekrar anayurtlarına dönmüş ve mücadele etmişlerdir. İşte bu üçüncü göç devrinde Adana, Adapazarı, Bursa, Amasya ve Zile’de yerleşen insanların örnek bir hikâyesini, Molla Ali Tâlibî adlı Mir Hamza takipçisi âlim ve şairde bulmaktayız:
Azerbaycan’dan Anadolu’ya göçen pek çok kişi gibi o da bu coğrafyaya hizmet etmiş ve şiirleri ile gönüller fethetmiştir. Türklerin yakın coğrafyalardan göçenlerinin ne kadar kolay intibak ettiğinin ve gittiği yere nasıl hizmet ettiğinin iyi bir örneği Molla Ali Tâlibî’dir.
Divanında hem İsmail Şirvanî hem de Mir Hamza Nigârî için methiyeler mevcuttur.
İsmail Şirvanî’ye gazeli:
1 Kerem kıl yevm-i mahşerde şehâ ihsânıña geldüm
Degil bir ben hezârân söyleşürler şâh-ı Şirvânî
2 Kime virdiñse dâmen hem umar yevm-i cezâsından
Meded ister ki Mevlânâ dirigim şâh-ı Şirvânî
3 Esîr-i zülfüñim kim matlabım kayd-ı kitâbıñdır
Gulâm-ı kemterem ben pâdişâhım şâh-ı Şirvânî
4 Gedâ eltâf-ı sultanî umar kim ‘ayb kılmazlar
Efendim Tâlibim rahm it gulâmı şâh-ı Şirvânî
5 Şamahı Kürdemir ider hüküm[üyle] firâvânı
Sabâ hüdhüd Süleymânî gulâmı şâh-ı Şirvânî (Divançe, 17. Şiir)
Mir Hamza Nigârî’ye 8’li hece ölçüsü ile övgüsü de gerçekten samimi bir sevginin ifadesidir:
1 Gözüm açdum gördüm seni
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
Görmek idi derdüm seni
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
2 Visâliñe mest olmuşam
Dest-i pây-i best olmuşam
Fedâ-yı hest nest olmuşam
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
3 Sen Karabaglı şâhısan
Her iki dünya mâhısan
Yol bilmezüñ hem-râhısan
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
4 Sen hazret Pîr Nigârîsin
Hâs bagçenin gülzârısın
Cümle ‘âşıkıñ yârısın
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
5 Fedâ olsun saña cânum
Kes başum helâldir kanum
Ateşsen nâra at yanam
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
6 Dîvânıñ gezsün ellerde
Şi‘iriñ okunsun dillerde
Vasfıñ söylensün (d)illerde
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
7 Hâsid almak ister cânım
Yere dökmek diler kanım
Şeytânlar[ise] imânım
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
8 Sen Hakka ‘âşık ezelsin
Mehbûblara hûb güzelsin
Yahşi beyt-i hûb gazelsin
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
9 Nigârî Karabaglısın
Sînesi Çarpaz Daglısın
Mîr Paşanıñ şâh oglusun
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
10 Karabagdur asıl yurduñ
Peykânı[nı] söze urduñ
Merbûtiyyet tarîk kurduñ
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
11 Cümle meyhâne miftâhı
Sendedir gül-güşâd ile
Miskinleriñ büyük şâhı
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
12 Meyhânede bâdesin sen
Bahr-i tarîkde âtsın sen
Kem rehlere çâresin sen
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
13 Sâkî tolansun arada
Mey toldursun bâde bâde
Şâh İsmâ‘il gelsün yâde
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
14 Mestâne bakar gözleriñ
‘Âlemi yakar sözleriñ
Mâh cemâliñ gül yüzleriñ
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
15 Cân virüp bâde almışam
Adıñı yâda salmışam
Tâlibim dâda gelmişem
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr (Divançe, 14. Şiir)
D- TÂLİBÎ’NİN EDEBÎ KİŞİLİĞİ
Tâlibî yirminci yüzyılda yetişmiş ender divan şairlerinden birisidir. Onun şairliği Mir Hamza Nigarî gibi dev bir şair yanında sönük kalmaktadır; ancak şair yaşadığı dar coğrafyada ruhunu ferahlatacağı geniş bir hayal âlemi aramış ve bunu şiirde bulmuş gibidir. Şairin zaman zaman dinî şiirler yazan bir tekke şairi gibi hece ile şiirler terennüm etmesi aruza olan yeteneğinin kısıtlı olmasındandır. Aruz ölçüsünü hatasız kullanmasına rağmen o vadinin genişliği karşısında aciz kaldığı ve yeni şeyler söylemekte zorlandığı aşikârdır. Adeta, aruzda yorulduğunu hisseden şair kendisini hecenin rahatlatıcı kollarına bırakmaktadır. Aruz kusurlarını aza indirmek için bu ölçüyle yazdığı şiirlerini kısa tutan Tâlibî, hecede Mir Hamza Nigârî’nin coşkusunu yakalamıştır. Tam bir Mir Hamza Nigârî takipçisi olan ve adeta ondan feyz, ilham, cesaret ve örnek alarak yazan şair, bunu divanının başında da zikreder.
Tâlibî’nin şiirlerinde görülen en temel özelliklerden birisi de ölçüye riayet ettiği halde kafiyeyi bazen feda edebilemesidir. Pek çok şiirinde birkaç beyit sonra kafiye olarak kullanılan “revî”nin değiştiği görülür. Aşağıdaki örnekte bu durum bariz şekilde görülmektedir:
1 Senden ayrı ey sanem hâlim perîşân oldı gel
Bagçe-i gülzârlarda gonce verdim soldı gel
2 Çend vakt evvel sadâkatle sıgındum ben saña
Bes niçün ‘ahdüñde turmaz bî-vefâlık oldı gel
3 Gice gündüz âh vâhla geçdi rûz u ahşamum
Yandı cânum ey cinân hâtır-neşâdım öldi gel
4 ‘Âkıbet bir rence düşdüm hiç bulunmaz çâresi
Ey perî peyker mürüvvet eyle ‘ömrüm toldı gel
5 Nice yıllardur saña gelmek murâdum var iken
Râhımı devr-i felek kesdi ‘adûlar güldi gel
6 Gel bizim bî-çâre mahzûn hâneye bir teşrîf it
Ketm idüp sır sakladıgum âşıkâre oldı gel
7 Sen teki bir dilbere didüm hafî esrârımı
Söylüyor eller kamu Tâlib perîşân oldı gel
8 Saklasun Mevlâ seni her âfet-i devrâniden
Her zamân bir sen teki fitne-i devrân oldı gel
9 Ger sorarsañ hâlimi disün sabâhın yelleri
Söylemez âşüfte sözler çün visâlim oldı gel
10 Tâlibî söyler safâdan her cefâ ahkâmını
Yâr ile hem-dem günüm şimdi zevâli buldı gel (Divançe, 9. Şiir)
Bu durum onun sanatını coşkunluk üzerine inşa ettiğini ve bu sırada kafiyeyi feda edebildiğini göstermektedir.
Şair, dinî yönünü ön plana çıkarırken tasavvufî ifadeleri de rahatlıkla kullanmaktadır. Yani, bir yandan molla kimliği ile dinî hassasiyetleri terennüm etmektedir, bir yandan da Mir Hamza Nigârî’nin coşkun ruh iklimine tasavvufla girip çıkmaktadır. Divanın genelinde bu tereddüt kendisini göstermektedir; mey, saki, meyhane gibi kelimeleri kullanılırken bu terimlerin maksadı kendisi tarafından açık ve net verilmektedir. Bu suretle yanlış anlaşılmaların önlenmesi istenmektedir.
1 Sâkî gel eyle kerem lutf-ı kerem kânı sor
Devir kıl bir de bize mushaf-ı Kur’ânı sor
1 Öyle bir bâde gönder bize teskîn olalım
‘Arş-ı a‘lâda gezen sâhib-i mihmânı sor
4 Sâkî-i meyhâneye mihmân gerekmez sanma
Mesâ‘iline sebeb söyle o Yezdanı sor
5 Geldi nevrûz bugün gül açılur lâle biter
Bülbülüñ nâlesine sem‘ eyle sûzânı sor
6 Sâki sevk eyle amân kılma dirîg bahşişiñ
Şâki-i şehrâhı sür ol per-i perânı sor
7 Ehl-i ‘aşkıñ haberin aldı mı ehl-i dilân
Çaycı çay-haneñe gel bâdeci meyyânı sor
8 Sâkî etrâfımızı leşker-i agyâr aldı
Mahzûn itme el-amân zümre-i rindânı sor
9 Amân ey sâkî yetiş halka rindânımıza
Def‘ kıl divleri[mizi] zümre-i nûrânı sor
10 Sâkî niyâ eyle gel bir de bugün devr eyle
Meskeni eyle ferah sâhib-i ihsânı sor
11 Cürmi çokdur ‘Aliniñ eyle esrâr-ı beyân
Hass-ı hem-nâmım olan kevser-i sultânı sor (Divançe, 69. Şiir)
1 Sâkiyâ bâde getür zümre-i rindânımıza
Lutf kıl sâde getür hâl-i perîşânımıza
2 Cem‘ olup ehl-i dilân bir yere imdâde yetiş
Def‘ kıl rencimizi haste-i hicrânımıza
3 Sâkiyâ eyle amân koy bizi ser-mest olalım
Eyle gel çâre bize koy bizi öz hâlimize
4 Geldi gül çagı bu dem eyledi devrân bülbül
Bize dahl eyleme gel söyleme efgânımıza
5 Âh u vâh ile çekerdik günümüz ‘ömrümüziñ
Şâd u handân bir vakit gelmedi ‘unvânımıza
6 Böyle mi geçdi ‘aceb sîkat iden şu sizler
Hâli ahvâli yazam beñzemez eşkâlimize
7 Kaddimiz dâl idüben hicr-i gam-ı Hamza iken
Tablara eyle beyân al câm-ı devrânımıza
8 Tâlib eyle talebin cümle cihânıñ nûrın
İster elbetde özün dahl ide kârvânımıza (Divançe, 70. Şiir)
1 Ey sâki sefâ geldiñ şâdâne getür bâde
Hasretle ciger büryân olana getür bâde
2 Bir bâde getür kim sen sermest olayım tâ ben
Allahı seversen sen rahmeyle yetiş dâde
3 Seyl-âb ider yaşım ebrûya döner kaşım
‘Azm eyleme meyhâne rindâne getür sâde
4 Ahrârlara mey sun ses vir [de] kulagım tuysun
Çâl lâylayı tıfl uyusun düşdi anası yâde
5 Aglar bu cânım her an bu dest gide büryân
Bir gün olacak ‘uryân ‘ömri gidicek bâda
6 Meyhâne begi sâkî olsun kadehiñ bâkî
Bahş eyle mey-i mebzûl lutf eyle şiri zâde
7 İbn cân fedâ tûvân geldi kapıña mihmân
Mest eyle sinem sûzân kulkul-zen-i minâda
8 Dergeh-i Hüdâdandır eltâf-ı ‘atâdandır
Ol mey ki bekâdandır ketm etme buyur râde
9 Sözün ‘Ali Tâlîb cürm olmış aña gâlibâ
Ey Sâki yanar aglar bezl eyle yetiş dâde (Divançe 71. Şiir)
Tâlibî kendi hastalığı verem ile insanın genel ruh hali olan ölüm duygusunu bir arada zikreder ve bir anlamda kendisini ötelere özlem ile vatandan ayrılışın acısı arasında hisseder:
1 Gelmişem dünyâya bî-çâre bî-çîz
Eltâf-ı Hüdâdan ihsân isterem
Düşmüşem bir derde çâre neyleyem
Tabîb-i hâzıkdan dermân isterem
2 Gelmişem gitmeklik var imiş burda
Giderler gelmezler tâze bir yurda
Kimiyâlar çokdur [o] rahberlerde
Yol bilmezem bugün burhân isterem
3 Verem aldı beni olmadı dermân
Çok tabîbler arzuladım bir zamân
Merhamet mürüvvet şâhım el-amân
Dergâh-ı keremden Lokmân isterem
4 Ẓulmet içre kaldım bî-şem’-i bî-nûr
Sâhib-i füyûzât kılma feyziñ dûr
‘Âşıkıñ sînesi olur kûh-ı Tûr
Tekellüm itmege Sübhân isterem
5 Almadım tabîbden derdime ilâç
Olmadı çâreler sıhhatim mizâc
Olsun dest-gîrim sâhibü’l-mi‘râc
Şâhların şâhından fermân isterem
6 Dakk ider ebvâbı Tâlib bî-çâre
Merhamet itsünler kılsunlar çâre
Olmuşam vâdîde tenhâ âvâre
Hûbân meclisinde devrân isterem (Divançe, 20. Şiir)
Tâlibî’nin belki de en orijinal yanı zamane insanını hicvetmesidir. Özellikle kadınların hal ve tavırlarından yakınan şair, erkeklere de rahatça küfretmleri hususunda hayret etmektedir. Mehdî’nin bu ortamda gelip her şeyi düzeltmesi için dua ettiği şu şiir tam bir devir tenkididir.
1 Gözlerem yolıñı niçe zamândır
Yetişmedi vakdi gelmedi Mehdî
La‘la-i terecci biterdi ‘ömrüm
Tolmadı sa‘âti gelmedi Mehdî
2 Cenâb-ı Allahıñ hak rasulüdür
Ber-dem Mesîhâya hem visâlidir
Hak dîniñ diregi hem usûlidir
Ẓulüm tugyân itdi gelmedi Mehdî
3 Mehdîniñ bir ismi Muhammed-zamân
Mü’minler isterler seyfinden emân
Kapladı dünyâyı ‘isyânî dumân
Ecel geldi yetdi gelmedi Mehdî
4 İmâmlar hâtemi mehd-i zamândır
Evlâd-ı Peygamber şer‘-i Kur’ândır
Halis muhlis mü’minlere burhândır
Cehil toldı dünyâ gelmedi Mehdî
5 Müntesebâ azdı Mehdî el-emân
Aldılar perde-i haya vü imân
Sıgındım yâ Rabbi ben şerr-i şeytân
Cân kuşu uçmakda gelmedi Mehdî
6 Kırkdılar bıyıgı oldular nisâ
Berâber oldılar pür-muyla köse
Yürüdi ba‘zısı elinde âsâ
Tûrîden Musâ tek gelmedi Mehdî
7 Âhir zamân geldi hemân yetişdi
Hayâdan imândan müfsid kaçışdı
Ẓulüm-i Deccâl âsmâne yetişdi
Emr olmadı diyü gelmedi Mehdî
8 Cühelâ oldular fennile delîl
‘Âlimi itdiler ‘ilmiyle zelîl
Meşâyihler kaldı kalîlden kalîl
Çok çıkdı ‘alâmet gelmedi Mehdî
9 Tarîkatdur diyü sapdılar yolu
Agızları boyun küfrile tolu
Deccâl aldı Allah sag ile solu Tahammül kalmadı gelmedi Mehdî
10 Gice gündüz zârı zârı mü’minler
Aglar dir yâ Rabbi bu nice günler
Yüregin mü’minin âh u enînler
Yakdı niçün ‘aceb gelmedi Mehdî
11 Atdılar ateşe Nemrudlar bizi
Bir yere koydılar şâbb ile kızı
Latîfe saydılar galîze sözü
Şerâ‘it bozuldı gelmedi Mehdî
12 Bir fırka mücrimân bilmezler hayâ
Kalmamışdır nûrdan yüzinde ziyâ
Yüzleri kararmış bu neden âyâ
Münkirân kavmine gelmedi Mehdî
13 Ricâl ile nisâ gezdi berâber
Nâmus hayâ düşdi tâ zir ü zeber
Sedd oldı bâb-ı hakk bulmadık ẓafer
İtmedi merhamet gelmedi Mehdî
14 ‘Âlîm zivâr bütün yekden azdılar
Muhîd-i mü’mine kuyu kazdılar
Harf-i Muhammedi dûra yazdılar
İnmedi semâya gelmedi Mehdî
15 Terk etdiler bütün savm u salâtı
İnkâr eylediler haccı zekâtı
Kaldılar büsbütün sıdk-ı sebâtî
Ẑiyâeddîn olup gelmedi Mehdî (Divançe, 18. Şiir)
…
Bir akrostiş ile İsmail Şirvânî’yi öven Mir Hamza gibi o da Şeyhi Mir Hamza’yı bir akrostişle övmüştür:
Yukarıda tamamı verilen Mir Hamza’nın İsmail Şirvânî’ye yazdığı akrostişin ilk bölümü:
Vasf eyle dilâ heves sanadır
Yârân içre nefes sanadır
Elfinde hezâr istikâmet
Sîninde mukîm bin selâmet
Mîminde medâr-ı mihr-i zâtî
Elfinde ifâza-i sıfâtî
‘Aynında ‘uyûn-ı ‘ayn-i ‘ârif
Yânında yenâbi‘-i ma‘ârif
Lâmında şarâb-ı la‘l-i şâhid
Perverde-i zât-ı pâk-i Hâlid (Bilgin 2003:128)
Tâlibî’nin Mir Hamza’ya akrostişinin ilk bölümü:
1 Hâ’dır ismi harf-i evvel şâhımıñ
Sekiz cennet zamrinde didiler
Mim Muhammed küllisinde mekuşı
Gürûh-ı enbiyâya server didiler
2 Ze zâde-i sülâleden işâret
Derinde mahzûnlar bulur beşâret
Dâmenin tutana kılur kefâlet
Üftâdeye virür sîm zer didiler
3 He hidâyet tarîkini gösterir
Râh-ı Hakkıñ delîlini gösterir
Sâlikâna celîlini gösterir
Tarîk-i hidâya rehber didiler
4 Ecdâdıñ enbiyâ sultânı Ahmed
Hâtemü’l-enbiyâ ceddiñ Muhammed
Fedâ olsun oña ruh ile emced
Sâhib livâ rûz-i mahşer didiler (Divançe, 47. Şiir)
Tâlibî’nin Ehl-i Beyt Sevgisi
Tâlibî divançesinde ehl-i beytten sık sık bahsetmiş ve onları övmüştür. Başta Hz. Peygamber olmak üzere ehl-i beytten bahsetmiş ve onlar hakkında bazen tam bir şiir yazmış bazen de şiirlerin içinde onların adını anmıştır. Her divanda olan Hz. Peygambere naat onda da mevcuttur:
Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilün
1 Dertliyem dermâna geldüm yâ Muhammed Mustafâ (SAV)
Suçluyam fermâna geldüm yâ Muhammed Mustafâ (SAV)
2 Ben gedâ-yı bî-nevâyı ‘âciz-i nâçiz kulum
Kapıña ihsâna geldüm yâ Muhammed Mustafâ
3 İstikâmet râhını göster baña ẓulmetdeyem
Şaşkınam burhâna geldüm yâ Muhammed Mustafâ
4 ‘Arz-i hâlüm sen yetişdür ol Hüdâ dergâhına
Şefkat-i gufrâna geldüm yâ Muhammed Mustafâ
5 Mâh cemâliñ nûrunı göster baña ẓulmetdeyem
Şem‘üñe pervâne geldüm yâ Muhammed Mustafâ
6 Elf-i tek kaddüm bükülse ârzi dâl olsa hilâl
Eyleyüp efgâna geldüm yâ Muhammed Mustafâ
7 Rahm kıl eyle şefâ‘at gelmişem desti tehî
Sen sehâvet-kâne geldüm yâ Muhammed Mustafâ
8 Sill-i siyâh rûyam eyle esvedi beyzâ amân
Müflisem âmâna geldüm yâ Muhammed Mustafâ
9 Cân fedâ itmek değil cânâne rûhum da’imâ
Dem-be-dem kurbâna geldüm yâ Muhammed Mustafâ
10 Ey şefâ‘at-kân-i Ahmed havz-i kevser kâsımı
Nûşa ben ‘atşâne geldüm yâ Muhammed Mustafâ (Divançe, 3. Şiir)
…
Hz. Hüseyin’in ehl-i beyt arasındaki yeri çok önemli olduğu için ona da ayrıca bir şiir yazmıştır ve bu vasıtayla Kerbela hakkında bir Muharremiye kaleme almıştır:
“Evlâd-ı Rasûlden Hâcı Seyyid Hüseyîn-zâde Seyyid Ahmed Efendiniñ temennîsine mebnî ve bu fakîriñ de havl-i Kerbelâ ve dil-teşne sîne-i sûzânesiyle îrâd idilmişdir.”
1 Sitem taşın sîne sûzâna urdıñ ey felek
Dâm-ı belâyı Kerbelâya kurdun ey felek
Bu ẓulümi niçün sen revâ kıldıñ ey felek
Evlâd-ı Mustafaya cefâ kıldıñ ey felek
Niçün hayâ itmediñ sultân-ı enbiyâdan
Hiç hazer kılmadıñ mı serdâr-ı evliyâdan
2 Hüseyniñ sergüzeştin der-hâtır itse devrân
Zelzele olur eflâk melekler kalup hayrân
Mâtemân-ı harâma cigerler olur büryân
Di baña kimden aldıñ eliñde var mı fermân
Niçün hayâ itmediñ sultân-ı enbiyâdan
Hiç hazer kılmadıñ mı serdâr-ı evliyâdan
3 Hilâl-i muharreme hürmet ider ‘âşıkûn
Susuz kaldıgı içün şâh-ı hem-râhı bütün
Eflâke düşer gulgul ditrer semâda sütûn
‘Âile-i muhteremi susuz kaldıgı içün
Niçün hayâ itmediñ sultân-ı enbiyâdan
Hiç hazer kılmadıñ mı serdâr-ı evliyâdan
4 Hilâliyle muharrem bizlere reh-nümâdır
Muharremü’l-haramıñ her sâ‘ati şifâdır
Süfyânîyâna nefret duzâh gibi cefâdır
İtsün ol kesik kalbi mela-yı Kerbelâdır
Niçün hayâ itmediñ sultân-ı enbiyâdan
Hiç hazer kılmadıñ mı serdâr-ı evliyâdan
5 Ey vâdi-yi Kerbelâ belâsın [sen] pür belâ
Yerlere geçsün ismiñ ey vâdi-yi Kerbelâ
Sende bitdi cihânıñ nebâtâtı her belâ
Herkes söyler nev-be nev mâcerâyı Kerbelâ
Niçün hayâ itmediñ sultân-ı enbiyâdan
Hiç hazer kılmadıñ mı serdâr-ı evliyâdan
6 Hafîd-i Mustafadan hâceleri kaçdılar
Serdârıñ mâteminden hânedân aglaşdılar
Yerişmeye Abdullah şefâ‘atden geçdiler
Ma‘sûmâne hanedân vâveylâya düşdiler
Niçün hayâ itmediñ sultân-ı enbiyâdan
Hiç hazer kılmadıñ mı serdâr-ı evliyâdan
7 ‘Öşr-i muharreminde agla sızla Tâlibi
İste dermân derde âdıñ olsun Tâlibî
Sen de yapış dâmen-i zü’l-cenâhe Tâlibî
Eflâke ser-güzeştin soruş söyle Tâlibî
Niçün hayâ itmediñ sultân-ı enbiyâdan
Hiç hazer kılmadıñ mı serdâr-ı evliyâdan (Divançe, 28. Şiir)
Hz. Ali ve Hz. Fatıma da aşağıdaki örnekte görüldüğü gibi zikredilmekte ve özellikle şairin kendi isminin de Ali olmasıyla övündüğü anlaşılmaktadır:
1 Ey habîbim Yûsuf-ı Ken‘âna beñzer sevdigim
Baña töhmet eyleme ben ol Hüdâyı sevmişem
2 Şetm ile hicvile añma nâmımı ey pâk dil
Bâ‘is-i eflâk Muhammed Mustafâyı sevmişem
3 Hamdülillah adımız hemdir bizim bâkî nihâd
Fâtih-i Hayber ‘Ali-i Murtazâyı sevmişem
4 Duhter-i mahbûb-ı Yezdân âlini şemsle kamer
Mûnis-i Haydâr-ı kerrâr şeh-nisâyı sevmişem
5 Çâr-yâr-ı bâ safâdır agzımıñ virdi müdâm
Nesl-i pâki mübtelâ-yı Kerbelâyı sevmişem
6 Mehlikâlar mehlikâsı Nakşıbendi Hâlidi
Şâh-ı Şirvân Şâh Nigârî dil-rübâyı sevmişem
7 ‘İlm erbâbında her-giz üste kâmil görmemiş
Sâhibü’l-erbâb-ı dîn Nu‘mân imâmı sevmişem
8 Fazla sözler söylemek lâyık degil benden saña
Sevdigiñ emr-i Hüdâ emr-i Hüdâyı sevmişem
9 Ger hatâsız bir kul olmaz çâresizdür çâre çi
Tâlibî eyler taleb vehb-i Hüdâyı sevmişem (Divançe, 67. Şiir)
Tüm bu bilgilerden anlaşılmaktadır ki Tâlibî, Divan şiirinin taşradaki son dönem ender şairlerinden birisidir ve Mir Hamza Nigârî tarzının belki de son takipçisidir. Onun şiirleri 20. yy.’da, 1940’larda, Anadolu’da daha hala Divan şiiri heveslilerinin olduğunu göstermesi bakımından ilginçtir.
Şair, Amasya ve Zile bölgesinde şiire kutsal bir değer atfeden Azerbaycan göçmenlerinin son gür sedası olması bakımından da dikkatle incelenmelidir. Meyhana adı verilen ve genellikle Mir Hamza şiirlerinin okunması ile yapılan zikirlerin Tâlibî şiirleri ile de gerçekleştirilmiş olması büyük ihtimaldir.
Tâlibî Divançesi yayımlanarak Mir Hamza Nigârî ve onun çevresindeki etkisi bir kez daha ortaya konmuş olacaktır. Nigârî’nin doğru anlaşılması ancak onun feyzi ile yazan şairlerin yazdıkları ile gerçekleşecektir. Sebatî ve Tâlibî gibi Nigârî’nin takipçilerinin şiirlerinin incelenmesi ile pek çok önyargı kırılacaktır. Bu ön yargıların başında da “Mir Hamza’nın çevresindekilere Şiîlik propagandası yaptığı” iddiası gelir. Tâlibî’nin şiirlerini incelediğimizde samimi bir Sünnî’den başka bir şairle karşılaşmıyoruz. Aynı durum yine Nigârî takipçisi olan Sebâtî’de de söz konusudur.
Bu ve benzeri çalışmalarla Mir Hamza’nın asıl amacının şu beytinde gizli olduğu ortaya çıkacaktır:
Allah’ı Muhammed’i âlî seven dostânız
Ne Sünniyiz ne Şiî bir hâlis Müslümânız (Bilgin 2003:431)
E- METİN
Silsile-i Nakşibendüñ bendelerinden ehl-i ‘âşıkıñ üftâdelerinden ‘âşık-i sevdânıñ divânelerinden âteş-i sûzânıñ pervânelerinden sâ’il-i dergâhıñ mestânelerinden gârîb-i vatan mecrûh-i hicrân teşne-i Ferhâde teşne-dil olan zelîl-i zaman menfûr-i cihân bir ümmîd ile dergâh-i Nigâre gelüp dest-i muhabbet kılan serîr-i saltanatda pây-best olan fakirü’l-hakîr zelîl-i bî-delîl ma‘şûk-ı nesl-i âl-i Halîl meftûn-i habîb-i vâhîd-i celîl râh-ı ser-geştede yağmâ vü ‘alîl menzil-i Hüdâ derbân-i pîrân gedâ râh-ı Hakda cân kılan fedâ-yı tarîk-i hakîkatde ‘âşık-i Hüdâ vü şeyh-i küştesi kâlü’ş-şems fi’l-fahr Emîr Nigârî-i Karabagî dergâhında ser-beste olan mübtelâsınıñ bilâ-lâyık muhrîk ü ‘âcizâne manzûmesidir mezkûr ü müma’-ileyh-i rû-siyehinüñ Karabag kazasına mülhak Cebrâ’il uzeydi vü Serik karyesi ahâlisinden Molla Sefer mahdûmı ‘Ali Tâlib bendelerinden vilâdeti Karabag 1304 ‘Arabî
Neşr-i manẓûme-i ‘âciz-i târîh
İn tuhfe hezâr [u] se sad ü dü pencâh isnâ muharremü’l-harâm-ı hicriyye temâm şud.
Hezâ Manẓûme-i ‘Ali Tâlib-i Sûzân Bud Est
Bismillahirrahmanirrahîm
1a
Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilün
1 Sâkiyâ bir ideyim neşrimi bâ-nâm-i Hüdâ 2 Olmaya belki bize lutf-i kerem câh-i cüdâ
Eyle imdâd emân ey saki havz-i kevser
Gelür elbet dergeh-i bâreke bâyî ü gedâ
1b
Eyzân
Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilün
1 Gel amândır elim al eyle meded ey sâkî
Ola her dâ’im içün kâse şarâbıñ bâkî
Güft-gûyem hemi-dem mahzi-i mahz it tâbım
Sûz ile yandı bütün cân-ı kebed ey sâkî
3
Velehû Eyzan
Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilün
1 Ey kadîmî ezelî vâhid-i bî-tâ bî-tâ
Ey hakem-i ebed-i Hâlık-i eşyâ eşyâ
2 ‘Âlemi ba‘s kılup kâf ile nûndan cümle
Külli zî-rûhı bütün eyledüñ ihyâ ihyâ
3 Enbiyâlar gelüben geçdi kemâgân vâfir
Her biri mu‘cizesi şems-tek-i eẓhâ eẓhâ
4 ‘Âlemiñ merkezine mühr-i nübüvvet virdiñ
Vasfına nâzil idüp Yâsini Tahâ Tâhâ
5 Zikr kılsam ne kadar rûh-i tenimde vardır
Zerrenüñ cüzze kadar olmadı eyvâh eyvâh
3
6 Kılma Tâlib kuluñı redd derüñden yâ Rab
‘Afv idüp cürmüni sen yarlıga Mevlâ Mevlâ
3
Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilün
1 Dertliyem dermâna geldüm yâ Muhammed Mustafâ (SAV)
Suçluyam fermâna geldüm yâ Muhammed Mustafâ (SAV)
2 Ben gedâ-yı bî-nevâyı ‘âciz-i nâçiz kulum
Kapıña ihsâna geldüm yâ Muhammed Mustafâ
3 İstikâmet râhını göster baña ẓulmetdeyem
Şaşkınam burhâna geldüm yâ Muhammed Mustafâ
4 ‘Arz-i hâlüm sen yetişdür ol Hüdâ dergâhına
Şefkat-i gufrâna geldüm yâ Muhammed Mustafâ
5 Mâh cemâliñ nûrunı göster baña ẓulmetdeyem
Şem‘üñe pervâne geldüm yâ Muhammed Mustafâ
6 Elf-i tek kaddüm bükülse ârzi dâl olsa hilâl
Eyleyüp efgâna geldüm yâ Muhammed Mustafâ
7 Rahm kıl eyle şefâ‘at gelmişem desti tehî
Sen sehâvet-kâne geldüm yâ Muhammed Mustafâ
8 Sill-i siyâh rûyam eyle esvedi beyzâ amân
Müflisem âmâna geldüm yâ Muhammed Mustafâ
9 Cân fedâ itmek değil cânâne rûhum da’imâ
Dem-be dem kurbâna geldüm yâ Muhammed Mustafâ
10 Ey şefâ‘at-kân-i Ahmed havz-i kevser kâsımı
Nûşa ben ‘atşâne geldüm yâ Muhammed Mustafâ
11 Cevri çok insâfı yok bir dehre düşdüm çâresiz
Bahr u hamm Lokmâna geldüm yâ Muhammed Mustafâ 4
12 İlticâlar eylerem ‘aşkıñla sûzân it beni
‘Aşkıña sûzâne geldüm yâ Muhammed Mustafâ
13 Cân eliden câne geldüm bahş içün cânâne ben
Dergeh-i cânâne geldüm yâ Muhammed Mustafâ
14 Keşf kıl Allah içün kemter ‘Alinüñ sînesin
Rahmet-i ‘ummâne geldüm yâ Muhammed Mustafâ
4
1 Efendiler ‘arz-ı hâlim var size
Bismillah virdimdir hilkatde menem
Cehâlet bâbında cehl eylemezem
Şehâbet bendesi ‘uzletde menem
2 Bir beş on beş otuz didi yaşımız
Çok taşlardan taşa degdi başımız
Melâmet nişânı mezar taşımız
İhvân arasında zilletde menem
3 İhvân oldum dest-i pîre yapışdum
Çok yârânlar meclîsinde tapışdum
Kasîde-i ebyât cümle okuşdum
Sadra geçüp demem ‘izzetde menem
4 Okudum ebyât-i kasîde cümle
Kamer gibi sesim iderdi hamle
Gözümden ahar yaş çün tamla tamla
Bilmezdüm garîbem gurbetde menem
5 Şâhlar şâhı ‘arz-i hâlüm var menüm
Bu derdsiz göñlüme dertler sal menüm
Düşürüp kalbime gediş hâl menüm 5 Düşmüşem ma‘dûm-ı servetde menem
6 Tâlibî derd-i kâkül taleb-kâr ol
Tabîb-i hâzıkdan ‘aşkıla var ol
Her dem bir mahbûb-ı Halıka yâr ol
Dime kim şâ‘irem şöhretde menem
(11’li Hece Ölçüsü)
5
1 Firkat günü geldi bize tayandı
Agladum agladum te’sîr itmedi
Kalbi mahzûn yüzü güler yâre ben
Yalvardum yalvardum te’sîr itmedi
2 Şehâ bir bendenüñ ‘arz-ı hâlini
Yetişdiren kimse bilür kâlini
Agasına üftâdenüñ hâlini
Söyledüm söyledüm te’sîr itmedi
3 ‘Âşık-i sâdıka neylermiş firkat
Âteş-i ‘aşk ile olupdur hasret
Ma‘şukdan ayrılmış istermiş vuslat
İñledüm iñledüm te’sîr itmedi
4 Zaman-ı sâikde var idi ‘aşkım
Gözümüñ yaşıyla eylerdüm meşkim
Sular tek bahârda çagladum coşdum
Âhîri yok didüm te’sîr itmedi
5 Tâlibüm arzumı eylerem taleb
Saña yardum itsün hazret-i Çalab
Gezdirseler seni Şâm Mısır Haleb 6
Sabâ tek hüdhüde te’sîr itmedi
(11’li Hece Ölçüsü)
6
1 Saña kurbân olam efendi baba
Ser-i zülfüñ bu cihânı bend itdi
Eyniñe giymişsüñ kudretden ‘abâ
Şer‘atüñ sultânı hânı bend itdi
2 Şugl-i dünyâ ile olmuşam ‘alîl
Cenâb-ı Kibriyâ kılmasun zelîl
Metâ‘-ı dünyâdan olanda halîl
İsm-i Yezdân çok pîrânı bend itdi
3 Oda atdı cinân-i evkât-i hımse
Ẑiyâ virdi nûruñ kamerle şemse
Hadisde buyurdı uymayun nefse
Bu hadisde cem‘ ihvânı bend itdi
4 Kemâl-i kudretle seyr-i enbiyâ
Cemâlinüñ nûrı vehbî dir Hüdâ
Metâ‘-ı dünyadân oldı müberrâ
Bu tarîkat dervişânı bend itdi
5 Söyleyem hezyânı dime âşüfte
Şer‘-i tarikatde olma âheste
Nefs ile dünyâya olma pâ-beste
Ey dil seni hâcegânî bend itdi
6 Ey Tâlib dilerseñ eger sen vuslat
Şugl-i dünyâ ile ol küllin-hasret
Fenâdan ümid kes eylegil nefret
Bu nasîhat sultân hânı bend itdi
(11’li Hece Ölçüsü)
7 7
1 Söyleyem ahvâlüm efendüm saña
Senem otuz beşde irdim hayâta
Emr eyledi emrim okudum dîvân
Fikr eyledüm bunı irdim hayata
2 Okudum dîvânı huddem fi’l-mesel
Cem‘ oldı ihvânân cümle ser-be-ser
Muhabbet cûş eyler himmet pür-hüner
Hakdan ‘inâyetle irdim hayâta
3 Gül olup yaga emr etdi emîrüm
Nice ‘aglâmımı okutdı mîrüm
Her dem işâretle şir-i în şîrüm
Añladukça bunı irdim hayâta
4 Kalmadı arada hicâb ü perde
Yok imiş ‘âkıldan sermâye serde
Nihâyetde beni saldı bu derde
Cân çıkdı bedenden irdim hayâta
5 Müntesibler şâhı okutdı dîvân
Cem‘ oldı başıma ihvân u yârân
Bir zamân da böyle geçdi bu devrân
Neş’eler geldikçe irdim hayâta
6 Müddet-i müddetde eyledik devâm
Okuduk dîvânı cem‘ oldı a‘vâm
Câhilin hasedi gafletiñ nedâm
Taşladıkça bunı irdim hayâta
7 Ba‘zı ihvânları aldadı şeytân
Oldılar cûd-be-hûn benimle düşmân
Çıkdılar tarîkden itdiler tugyân
Himmet-i pîr irdi irdim hayâta
8 Gafilsüñ gafletden uyan didiler 8 Fikr eyledüm gördüm göñlüm hak diler
Cehâlet bahrine garken gitdiler
Allah Allah didüm irdim hayâta
9 Matlubuñ ne ise iste Tâlibî
Âşikârıñ ihfâ eyle Tâlibî
Fikriñ zikriñ Yezdân eyle Tâlibî
Memâtı gördükçe irdim hayâta
(11’li Hece Ölçüsü)
8
1 Olsaydum cihânda kâşî ol-zamân
Mâ’iyyetin elifiñ seb‘a semânın
Bulurdum ulu kat bir merd-i kâmil
Dökende gülleriñ gonce dehânın
2 Sarf idermiş bende-gâne piyâle
Bahş idermiş Tâlibîye sâliye
Devr idermiş ser-halkda pervâne
Cemâlinüñ nûrı azvâ makâmın
3 Kendinüñ ‘âleme sıgmaz şöhreti
Başında belâsı derdi mihneti
Mest olur her kime kılsa ülfeti
Allah virmiş dâ’im aña refâhın
4 Kâmeti tavîlmiş servi-tek şehâ
Ma’nevî kuvveti hadd-i bî-nihâ
Feyz virürmiş aña ol Şâh Bahâ
Hiç görmemiş zamân anıñ kemâlin
5 Şarkdan garba şerâfeti yetişmiş
Rûyın gören ney tek bir dem tutuşmış
Dervîşânlar bülbül gibi ötüşmüş 9
Yanında gördükçe halka yârânın
6 Aglamak virmedi bizelere bir sûd
Yüregimde âteşin fevk serim dûd
Ele geçmez gitdi ol şâh-ı çe sûd
Baş egdiler bütün sultân havânın
7 Yetişenler ol şâha nîk-baht oldı
Murâdını aldı devleti buldı
Ama çe sûd tiz-rek ma’hûdı toldı
Tiz yetirdi zamân anıñ zevâlin
8 Münkir olsa her kim aña hor olur
Dergâh-i İlâhîden bî-şek dûr olur
Elfâẓınıñ aslı şeksiz nûr olur
Agzınıñ evrâdı say‘ü’l-mesânın
9 Gülistânda güller evrâkı sebze
Müjgânı kan töker dîde-i gamze
Bergüşâdıñ şâhı evvel Mir Hamza
Hitâm buldı pîrler anda merâmın
10 Dest-gîriñ olsun [ol] sâhib-i ma’rec
Derinde kelb olsun Tâlibî muhtâc
Hâk-i derin itsün başına ser-tâc
Demimi nûş itsün mebzûl şarâbın
(11’li Hece Ölçüsü)
9
Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilün
1 Senden ayrı ey sanem hâlim perîşân oldı gel
Bagçe-i gülzârlarda gonce verdim soldı gel
2 Çend vakt evvel sadâkatle sıgındum ben saña
Bes niçün ‘ahdüñde turmaz bî-vefâlık oldı gel
10
3 Gice gündüz âh vâhla geçdi rûz u ahşamum
Yandı cânum ey cinân hâtır-neşâdım öldi gel
4 ‘Âkıbet bir rence düşdüm hiç bulunmaz çâresi
Ey perî peyker mürüvvet eyle ‘ömrüm toldı gel
5 Nice yıllardur saña gelmek murâdum var iken
Râhımı devr-i felek kesdi ‘adûlar güldi gel
6 Gel bizim bî-çâre mahzûn hâneye bir teşrîf it
Ketm idüp sır sakladıgum âşıkâre oldı gel
7 Sen teki bir dilbere didüm hafî esrârımı
Söylüyor eller kamu Tâlib perîşân oldı gel
8 Saklasun Mevlâ seni her âfet-i devrâniden
Her zamân bir sen teki fitne-i devrân oldı gel
9 Ger sorarsañ hâlimi disün sabâhın yelleri
Söylemez âşüfte sözler çün visâlim oldı gel
10 Tâlibî söyler safâdan her cefâ ahkâmını
Yâr ile hem-dem günüm şimdi zevâli buldı gel
10
1 Evvel elden hılkiyetim yok idi
Takdir oldı halk olundum men neynim
İsmim degil resmüm bile yok idi
Resm olundum ismüm oldı men neynim
2 Zaman zaman hükm olundum ‘âleme
Gördüm ‘ömrüm nefsi yetdi hâteme
Kuvvet[i] Rüsteme merdlik Hâteme
Baña zelîl fark olundı men neynim
3 Dünyâya geldigim tıflî zamânum
Âh çekdüm göge çıkdı âmânum 11
Kesildi her yerden ahd-i emânum
Bahtum kara halk olundı men neynim
4 Şâhlar şâhı ahvâlümi bilürsün
Derdlileriñ dermânını virürsün
Ẓâhir hafî cümlesini görürsün
Baña dermân ketm olundı men neynim
5 Evvel elden yahşi sîmim var idi
Şirin sohbet hûb meclisim var idi
Çok kimseler benüm ile yâr idi
Âhir şimdi tayy olundı men neynim
6 Bir pîriñ elinden bâde içeydim
Yahşıla yamânı bir bir seçeydim
Îmân ile bu dünyâdan göçeydim
Âhir yetdi terk olundu men neynim
7 ‘Ubudiyet bâdesin virseler baña
Cânum kurban olsun hilkatde saña
Yalvardım yapışdım geldüm kapıña
Gitdüm elden celb olundum men neynim
8 Tahâret itmekde ‘arzum var idi
Neẓâfetle îmân dirler yâr idi
‘Ömr gitdi yaşım tamâm karıdı
Mâ’-i cârî olsa Bâri men neynim
9 Abdest aldum yönüm tutdum namaza
Edâ itdüm yüzüm tutdu[m] niyâza
Nitekim kavl oldı Mahmûd âyâza
Fermân sende hükm olundum men neynim
12
10 Bâdeler bâdeler yahşi bâdeler
Kulaguma gelmez sesler sâdeler
‘Âsi başımıza işler âdeler
Getüricek gadr olundum men neynim
(11’li Hece Ölçüsü)
11
Mef‘ûlü Me‘fâilün Fe‘ûlün
1 Ey ‘âli bülend-i kadr-i ‘âlî
Sînâyı Mısırda müşr ü vâlî
2 Gerçi hatırum mezîd-i bisyâr
Gel sen ‘afv it basar u gaffâr
3 ‘Arz-ı hâli-i gedâya tut gûş
Ric‘at saña hoş gerçi nâ-hoş
4 Sen gevher-i vâkıf-i delilsin
Sen tıbbe-i hâzık-i ‘alîlsin
5 Sensiz mahzûn arada kaldık
Her cân kuşunı mezâde saldık
6 Olsaydı refîk benümle hem-râh
Her derdümden olurdı âgâh
7 Yâhud ki müsâ‘id olsa ikbâl
‘Afvla añılurdı ismi derhâl
8 La‘liñ sebeb-i hayâtım olsa
Kavliñ sebeb-i necâtım olsa
9 Bilmem ne diyem nedir günâhum
Bes göklere çıkmasun mı âhum
10 Derdüm hadden ziyâde oldı
‘Ömrüm âhir zamânı buldı
11 Sen gel tahkîk it bu işi böyle
‘Afv it kusurum varısa söyle
12
Mef‘ûlü Mefâ‘îlü Mefâ‘îlü Fe‘ûlün
13
1 Ey ‘ârif-i billâh nedür bu nic’ihânet
Üftâdeleriñ hâline kulmak[fermân] kıl irâdet
2 Düşmüşleri kaldırmak içün hayl-i sevâya
Yetmez mi ‘aceb meyl-i merâm olsa hidâyet
3 Sen Yûsuf-i sâmî olarak sâde zamîre
Ben meyl-i muhabbet iderem olsa irâdet
4 Öz hâlüm ile söylemezem belki safâ-vâr
Agyâr hakîkatde dimez görse kerâmet
5 Gezdüm niçe gü[n] ‘âşık-ı dil-haste-i zârî
Buldum seni ancak özüme misl-i karâbet
6 Sen mâder-i şîr-dâne-i kadr-i rif’ate irdiñ
Kılmış seni Allah cemîl dehr-i kerâmet
7 Ger Tâlibe vuslat nasibi yoksa cihânda
Sûzî gibi yanmaklıgı gözler ta kıyâmet
13
Mef‘ûlü Mefâ‘îlü Mefâ‘îlü Fe‘ûlün
1 Ey sâki-i bî-zâyid-i ‘âşık ‘ale’l- hakk
Her mevti müheyyâ idecek vâhid-i mutlak
2 Meh-pâre gibi bakdı meclîs irdi hayâta
Virdi geregin tâlib olana didi el-hakk
3 Bir kutb-ı zamân ‘âşık-i ân fitne-i devrân
Kurbân ola cânum degil emvâlime kıymak
4 Şâdâne gezer meyl-i mala eylemez aslâ
Zîrâ ki odur ‘âşık-ı ervâhide mutlak
5 Bir şâh-ı nişîn tek oturur tek otagında
Aslâ göremez vâhidi anda hîç uyumak
6 Kat‘â sıgamaz ta‘rife anıñ harekâtı
Yazmak ile yetmez yetemez söyledüm ancak
7 Sîn ile ‘ayın yâ ile dâl oldı mürekkep
Bu cümlede oldı şerefi nâmına elyak
14
8 Çok söylediler nâmına akvâl-i mugâyir
Sıdk ile yapış Tâlibi sen söyleme çok çok
14
1 Gözüm açdum gördüm seni
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
Görmek idi derdüm seni
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
2 Visâliñe mest olmuşam
Dest-i pây-i best olmuşam
Fedâ-yı hest nest olmuşam
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
3 Sen Karabaglı şâhısan
Her iki dünya mâhısan
Yol bilmezüñ hem-râhısan
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
4 Sen hazret Pîr Nigârîsin
Hâs bagçenin gülzârısın
Cümle ‘âşıkıñ yârısın
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
5 Fedâ olsun saña cânum
Kes başum helâldir kanum
Ateşsen nâra at yanam
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
6 Dîvânıñ gezsün ellerde
Şi‘iriñ okunsun dillerde
Vasfıñ söylensün (d)illerde
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
15
7 Hâsid almak ister cânım
Yere dökmek diler kanım
Şeytânlar[ise] imânım
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
8 Sen Hakka ‘âşık ezelsin
Mehbûblara hûb güzelsin
Yahşi beyt-i hûb gazelsin
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
9 Nigârî Karabaglısın
Sînesi Çarpaz Daglısın
Mîr Paşanıñ şâh oglusun
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
10 Karabagdur asıl yurduñ
Peykânı[nı] söze urduñ
Merbûtiyyet tarîk kurduñ
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
11 Cümle meyhâne miftâhı
Sendedir gül-güşâd ile
Miskinleriñ büyük şâhı
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
12 Meyhânede bâdesin sen
Bahr-i tarîkde âtsın sen
Kem rehlere çâresin sen
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
13 Sâkî tolansun arada
Mey toldursun bâde bâde
Şâh İsmâ‘il gelsün yâde
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
16
14 Mestâne bakar gözleriñ
‘Âlemi yakar sözleriñ
Mâh cemâliñ gül yüzleriñ
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
15 Cân virüp bâde almışam
Adıñı yâda salmışam
Tâlibim dâda gelmişem
Gel yetiş ey şâh Mîr Nigâr
(8’li Hece Ölçüsü)
15
1 İstedim Allahdan meded
Amân ey Şems-i Tebrîzî
Rûhum[uz] şâd olsun didüm
Amân ey Şems-i Tebrîzî
2 Pîrler pîri ulu sultân
Muhtâc oldı saña cihân
Dâ’im virdiñ oldu Sübhân
Amân ey Şems-i Tebrîzî
3 Cenâb-ı Hak ‘izzetine
Mustafânıñ hilkatine
Şîr-i Yezdân hürmetine
Amân ey Şems-i Tebrîzî
4 Jenk kapladı kalbim hemân
Ahvâlim oldı pek yaman
Çün istedüm Hakdan emân
Amân ey Şems-i Tebrîzî
5 Kapıña gelmişem dâda
Amândır yetiş feryâda
Eyle gel göñlüm âbâde 17
Amân ey Şems-i Tebrîzî
6 Göñlüm kapıñda dilensün
Kelp tek kuyuñ[da] tolansun
Câme-i feyzüñ bulunsun
Amân ey Şems-i Tebrîzî
7 Uyandır gâfil olduk biz
Kapıñda sâ’il olduk biz
Her işde zâ’il olduk biz
Amân ey Şems-i Tebrîzî
8 Kul olduk kabûle geldik
Amân ihsânına geldik
Uyandır hâb-ı gafletden
Amân ey Şems-i Tebrîzî
10 Yandı ciger büryân oldı
Sâki tek pür kadeh toldı
İçmem Hüseyniñ ‘aşkına
Amân ey Şems-i Tebrîzî
11 ‘Umâra aldı bizleri
Fikrime aldım sizleri
Vird idindim bu sözleri
Amân ey Şems-i Tebrîzî
12 Haddi eşer gönül her dem
Visâliñi ‘ârzu eyler
Şifâ-bahş eyle ey hâkim
Amân ey Şems-i Tebrîzî
13 Gulâm-ı kelb-i dergâhıñ
Ayagıñ bûs ider göñlüm
Ki ister derde dermânı 18
Amân ey Şems-i Tebrîzî
14 Murâd(ıñ) Rûmî tek olmaksa
Tâlib[î] terk-i ber-taht ol
Seher şâm agla hem söyle
Amân ey Şems-i Tebrîzî
(8’li Hece Ölçüsü)
16
Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilün
1 Sâkiyâ eyle åevâb muhrike toldur [sen] anı
Hâtırıñ şâd eyle gel şâh İsma‘il eş-Şirvanı
Velvele haşr-i zemîn oldugı bir gün ey şâh
Tuta(r)lar dâmeniñ[i] hem diriler şâh Şirvânî
17
Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün
1 Kerem kıl yevm-i mahşerde şehâ ihsânıña geldüm
Degil bir ben hezârân söyleşürler şâh-ı Şirvânî
2 Kime virdiñse dâmen hem umar yevm-i cezâsından
Meded ister ki Mevlânâ dirigim şâh-ı Şirvânî
3 Esîr-i zülfüñim kim matlabım kayd-ı kitâbıñdır
Gulâm-ı kemterem ben pâdişâhım şâh-ı Şirvânî
4 Gedâ eltâf-ı sultanî umar kim ‘ayb kılmazlar
Efendim Tâlibim rahm it gulâmı şâh-ı Şirvânî
5 Şamahı Kürdemir ider hüküm[üyle] firâvânı
Sabâ hüdhüd Süleymânî gulâmı şâh-ı Şirvânî
18
1 Gözlerem yolıñı niçe zamândır
Yetişmedi vakdi gelmedi Mehdî
La‘la-i terecci biterdi ‘ömrüm
Tolmadı sa‘âti gelmedi Mehdî
2 Cenâb-ı Allahıñ hak rasulüdür
Ber-dem Mesîhâya hem visâlidir
Hak dîniñ diregi hem usûlidir 19
Ẓulüm tugyân itdi gelmedi Mehdî
3 Mehdîniñ bir ismi Muhammed-zamân
Mü’minler isterler seyfinden emân
Kapladı dünyâyı ‘isyânî dumân
Ecel geldi yetdi gelmedi Mehdî
4 İmâmlar hâtemi mehd-i zamândır
Evlâd-ı Peygamber şer‘-i Kur’ândır
Halis muhlis mü’minlere burhândır
Cehil toldı dünyâ gelmedi Mehdî
5 Müntesebâ azdı Mehdî el-emân
Aldılar perde-i haya vü imân
Sıgındım yâ Rabbi ben şerr-i şeytân
Cân kuşu uçmakda gelmedi Mehdî
6 Kırkdılar bıyıgı oldular nisâ
Berâber oldılar pür-muyla köse
Yürüdi ba‘zısı elinde âsâ
Tûrîden Musâ tek gelmedi Mehdî
7 Âhir zamân geldi hemân yetişdi
Hayâdan imândan müfsid kaçışdı
Ẓulüm-i Deccâl âsmâne yetişdi
Emr olmadı diyü gelmedi Mehdî
8 Cühelâ oldular fennile delîl
‘Âlimi itdiler ‘ilmiyle zelîl
Meşâyihler kaldı kalîlden kalîl
Çok çıkdı ‘alâmet gelmedi Mehdî
9 Tarîkatdur diyü sapdılar yolu
Agızları boyun küfrile tolu
Deccâl aldı Allah sag ile solu 20
Tahammül kalmadı gelmedi Mehdî
10 Gice gündüz zârı zârı mü’minler
Aglar dir yâ Rabbi bu nice günler
Yüregin mü’minin âh u enînler
Yakdı niçün ‘aceb gelmedi Mehdî
11 Atdılar ateşe Nemrudlar bizi
Bir yere koydılar şâbb ile kızı
Latîfe saydılar galîze sözü
Şerâ‘it bozuldı gelmedi Mehdî
12 Bir fırka mücrimân bilmezler hayâ
Kalmamışdır nûrdan yüzinde ziyâ
Yüzleri kararmış bu neden âyâ
Münkirân kavmine gelmedi Mehdî
13 Ricâl ile nisâ gezdi berâber
Nâmus hayâ düşdi tâ zir ü zeber
Sedd oldı bâb-ı hakk bulmadık ẓafer
İtmedi merhamet gelmedi Mehdî
14 ‘Âlîm zivâr bütün yekden azdılar
Muhîd-i mü’mine kuyu kazdılar
Harf-i Muhammedi dûra yazdılar
İnmedi semâya gelmedi Mehdî
15 Terk etdiler bütün savm u salâtı
İnkâr eylediler haccı zekâtı
Kaldılar büsbütün sıdk-ı sebâtî
Ẑiyâeddîn olup gelmedi Mehdî
16 Deccâl çıkdı tugyân eyledi ey vâh
İmân evin vîrân eyledi ey vâh
Sırr-ı hayâ şâyân eyledi ey vâh 21
Mahlûk rüsvây oldu gelmedi Mehdî
17 Âşikâre oldı sırr olan işler
Te‘accübde kaldı hep uçan kuşlar
Sâhib-zamân diyü oldı teşvişler
Halk muntaẓır kaldı gelmedi Mehdî
18 Ricâl gibi gezdi nîsâ-yı zamân
Gördükçe istedim Allahdan emân
La‘net yagar gökden yagmur tek hemân
ëalâletde kaldık gelmedi Mehdî
19 Esir tek dallarda elimiz baglı
Dilsiz tek meclîsde dilimiz baglı
Lâle tek sîneniñ ortası dâglı
Sâki-i kevser tek gelmedi Mehdî
20 ‘Alâmet-i Deccâl çıkdılar bir bir
Koymadılar tenhâ kalmadı bir yer
Her biri sanasın kesildi server
Şîr-i girân gibi gelmedi Mehdî
21 Hod nefis kaydına düşdi cümle halk
Gözlenmedi hukûk sayılmadı hakk
Kezîb yalân oldı dogrudan elyak
Fesâd toldı cihâna gelmedi Mehdî
22 Yeni mezheb küşâd itdi bir fırka
Sarmazlar ‘imâme giymezler hırka
Mürûş oldı sakal kalmadı farka
Zelîl kaldı müslîm gelmedi Mehdî
23 Nedâmet itmezler kabahat bulup
Fuhş ile küfr ile iftihâr kılup 22
Mülk-i melekûta velvele salup
Çekmedi kılıncı gelmedi Mehdî
24 Kalîl oldı matar bitmez hubûbât
‘Âlimler meclîsi oldı lu‘biyât
Gözlerim gözlerim itmez ẓuhûrât
Halîlullah teki gelmedi Mehdî
25 Kabahat ederler tevbe itmezler
İçerler şurûbân terkin itmezler
Şikâyet ideniñ gadre yetmezler
‘Adâlet alındı gelmedi Mehdî
26 Azdırdılar bütün sabî sübyânı
Yazdırdılar bütün harf-i tugyânı
Unutdı mahlûkât ‘aziz Kur’ânı
Sünnet terk olundı gelmedi Mehdî
27 Medreseler kalkdı aradan bütün
İ‘tibâre bindi sekrât-i tütün
Kırıldı kalmadı garrada sütûn
Ol sâhibü’l-burûc gelmedi Mehdî
28 Müderris meşâyih kalmadı biri
Zâviyeler oldı serseri yeri
Miskinler oldular meydânın eri
Şîr-i yezdân gibi gelmedi Mehdî
29 Hakâret göñlüme yer etdi tamâm
Yüregim yagını eritdi tamâm
Ricâl-i zülfikâr aratdı tamâm
‘Adâlet zây‘oldı gelmedi Mehdî
30 Olmışık Deccâliñ Nemrûd-i Halîl 23
‘İlminde ‘ulemâ oldılar ‘alîl
Çâremiz kalmadı Allahu vekîl
Fâtih-i Hayber tek gelmedi Mehdî
31 Vuslat mı istersiñ sen de Tâlibî
Görüşmek mi diler sende Tâlibî
Çok yalvarup umarsın da Tâlibî
Bilmezsin ki halâ gelmedi Mehdî
(11’li Hece Ölçüsü)
19
Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün
1 Benüm bu mihnete dûçârım ol mihr-i Hudâdandır
Şefî‘im rûz-i mahşerde Muhammed Mustâfadandır
2 Kemâl-i zât-ı pâki ‘âşık-ı mahbûbdır cümle
Cemâliñ nûrının sırrı tarîk-i kibriyâdandır
3 ‘Adâlet bâbına varsam görünse ‘âdil ol şâhum
Şikâyet itmez ol dâ’im işüm ‘âdil nümâdandır
4 Kemâliñ şânına nâzil olan akvâl-i Yezdânî
Tecemmü‘ eylemek ancak ‘umûm kân-ı hayâdandır
5 Muhabbet ‘âleminde bakdıran ol râh-ı matlûba
Tamâmı tolduran câmı ki ol gevher Hüdâdandır
6 Tasarrîf eylemek erbâb-i dil diler makâmında
Müheyyâ eylemek ehl-i dilân-ı Murtazâdandır
7 Bu meczûb ‘âşık-ı meftûn olan sûzânı söndürmek
Sürâhî kulkul-i zen sâki-i şâh-i sehâdandır
8 Müdâm kan aglamak Ceyhûn Aras tek seyllere garkam
Melâlim her zamân şâh-i Hüseyn-i Kerbelâdandır
9 Mürüvvet ehli her dâ’im baña rahm eyleyüp aglar
Ki ma‘sûmâne derdim hep şeh-i Zeyne’l-‘abâdandır
10 Kemâl-i kaddi ile hâl-i derdi ehli her dâ’im
Müsemmâ ismile virdim hemân şâh-i Bahâdandır
24
11 Mefâhir dem beni mesrûr idüp handân olan vakti
Hemâ’il eylesünler ta‘rif-i Hâlid ziyâdandır
12 Okunsun virdim evrâdım kemâlim hakkını bulsun
Şehâ-berîn-i diniñ ‘arz şeh İsmâ‘il ‘atâdandır
13 Cihânıñ ser-be-ser devrin rumûzâne gezip bilmek
Dîvânı muhtasar itmek Nigârî-i şehâdandır
14 Güzel hüsn-i ‘ibâretle yazup ma‘na-yı tefehhüm
Tarîkat ‘ilmine mâhir emîr-i Bergüşâdandır
15 Temevvüç eylemek erbâb-ı dil diler makâmında
‘Umûm er menzilinde bend ‘arîk Seyyid sa‘âdandır
16 Selem sekbân-ı cinânıñ derinde kalmak isterseñ
Selâsil pây-ı nîk olmak ‘ilim vehbi Hüdâdandır
20
1 Gelmişem dünyâya bî-çâre bî-çîz
Eltâf-ı Hüdâdan ihsân isterem
Düşmüşem bir derde çâre neyleyem
Tabîb-i hâzıkdan dermân isterem
2 Gelmişem gitmeklik var imiş burda
Giderler gelmezler tâze bir yurda
Kimiyâlar çokdur [o] rahberlerde
Yol bilmezem bugün burhân isterem
3 Verem aldı beni olmadı dermân
Çok tabîbler arzuladım bir zamân
Merhamet mürüvvet şâhım el-amân
Dergâh-ı keremden Lokmân isterem
25
4 Ẓulmet içre kaldım bî-şem’-i bî-nûr
Sâhib-i füyûzât kılma feyziñ dûr
‘Âşıkıñ sînesi olur kûh-ı Tûr
Tekellüm itmege Sübhân isterem
5 Almadım tabîbden derdime ilâç
Olmadı çâreler sıhhatim mizâc
Olsun dest-gîrim sâhibü’l-mi‘râc
Şâhların şâhından fermân isterem
6 Dakk ider ebvâbı Tâlib bî-çâre
Merhamet itsünler kılsunlar çâre
Olmuşam vâdîde tenhâ âvâre
Hûbân meclisinde devrân isterem
(11’li Hece Ölçüsü)
21
Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilün
1 Sâkiyâ bâdeyi ‘âşıklara teslim eyle
Efzun olsun keremiñ muhriki teskîn eyle
2 Yandı sûz ile ciger kân olup aglar dâ’im
Bir bayâtî çagırup bir de hatâyî söyle
3 Söylesiñ pek güzelin söyle gazel-hânıñdan
Fikr kıl dâr-ı kadîmi ki nebâtî söyle
4 Aglamakdır işi ‘âşıkları handân ister
Bilezem derdi ne dersin anı tahmîn eyle
5 Sâki gel başıñ içün kıl bize ihsân ihsân
Şâd kıl göñlümüzi bâde gibi rengin ile
6 Sorma ‘âriflere sen ‘âlemiñ ahvâlinden
Ketm ider ẓâhiri bil keff-i dehânın ile
7 Gâh ol Mîr-i Nigârî şerifin söyle tamâm
Gâh hâfıẓ-i Şekî zikr-i æebâtî ile
26
8 Sula yanık cigeri âb-ı bürûdetle müdâm
Tâlibî cehd idegör âl-i surâhi ile
22
1 Bugün ey mihr-i pür-nûrum
Bize şehzâde hoş geldiñ
Güzel gülzâr-ı manẓûrum
Bize şehzâde hoş geldiñ
2 Behiştde hûr-i gılmânım
Şifâda derde dermânım
Yedinde ‘afv-ı fermânım
Bize şehzâde hoş geldiñ
3 Hatâ bizden ‘atâ sizden
Taşa sayt-ı sadâ sizden
Ne mümkin kim cüdâ sizden
Bize şehzâde hoş geldiñ
4 Günahkâr göñlümü aldıñ
Kerem deryâsına taldıñ
Ne hoş kim ‘aklına saldıñ
Bize şehzâde hoş geldiñ
5 Müşerrefle safâ geldiñ
Ne hâs ‘ahde vefâ geldiñ
Bütün derde şifâ geldiñ
Bize şehzâde hoş geldiñ
6 Seniñçün diller açılsun
Gülistân güller açılsun
Yeşil sünbüller açılsun
Bize şehzâde hoş geldiñ
27
7 Olupdur nefsimiz gâlib
Metâ‘-i bî-bekâ câlib
‘Aliydim olmuşam Tâlib
Bize şehzâde hoş geldiñ
(8’li Hece Ölçüsü)
23
1 Gelüp [‘akluma o] dergâh-i Nigârî
Molla ‘Ali fedâ-yı sad hezârı
Aldı yine beni efkârıñ gamı
Geçen günler düşer yâda ol zamân
2 ‘Aklum dolaşuben oldum serserî
Meydân-ı safânıñ olmadım eri
Bend-i pâyî olup çekildim geri
Muhabbetler düşer yâda ol zamân
3 Yüregimde verem itdi âşiyân
İdüpdür kuşkunam içer susayan
Ahvâlimi yakar dost ile düşmân
Ecel ister düşer yâda ol zamân
4 Zamân zamân tebdîl tagyîr idende
Bâkî degil dünyâ vü cân bedende
Âhiri koyup bu makâm gidende
Eser kalur düşer yâda ol zamân
4 Zamân-ı evâ’il söylenür dilde
Sanduk-ı sermâye kalmadı elde
Gurbet ilde kaldım düşdügüm halde
Agla ‘âşık düşer yâda ol zamân
5 Bu dünyâ mü’mine mihnet-hânedür
Ma‘şûk ile müdâm müheyyâ nedir
Şâm u seher âh iderek yana dur
Yâr-ı cinân düşer yâda ol zaman
6 Tevellüd idende anadan bir ferd
Aglayarak dir ki biter [mi bu] derd
Selâmetle giden olur hudâ-merd
Bu geçidden düşer yâda ol zamân
7 Bu dünyâ karıdan pîrden kocadır
Lakin ‘ömür her kimseden yücedir
Çok aldanma âhir emek bî-câdır
Günüñ geçer düşer yâda ol zamân
28
8 Tıfl iken erişdi ‘aklım bâliga
Hayat buldum şükreyledim Hâlıka
Berîde âdeme suda balıga
Zâdı viren düşer yâda ol zamân
9 Gâh yahşı gâh yaman geçer dünyâda
Hiç ü boşa gitdi ‘ömrümüz bâda
Âdem odur râhat ide ‘ukbâda
Baş yasdıkda düşer yâda ol zamân
10 Söyleme gıybetin kimseniñ amân
Düşersin çâhine olursun yamân
Tutdugıñ ‘ameliñ bir torba samân
İtmez anda düşer yâda ol zamân
11 Yahşı atlar binüp cevlân eylediñ
Yahşi etler yiyüp büryân eylediñ
Çok meclisde kasîdeler söylediñ
Bir bir gelür düşer yâda ol zamân
12 Kocaldık karıdık tövbe etdiñ mi
Terk-i ‘isyân emrullaha gitdiñ mi
Bu fânîde murâdıña yetdiñ mi 29
Bî-vefâlık düşer yâda ol zamân
13 Safâ vü zelîlle geçen günleriñ
Giydigiñ ibrişim çuhâ donlarıñ
Bir ferâşda agrır sızlar yanlarıñ
Hoş gezdigiñ düşer yâda ol zamân
14 Emrâz gelüp a‘zâlara tolanda
Lâle yañak gül beñizler solanda
Sen gidüben kavm kardaşın kalanda
Zevk-i hayât düşer yâda ol zamân
15 ‘Ömr gidüp baş yasdıka koyanda
Gâsîl gelüp elbiseñi soyanda
Ehl-i ‘iyâl aglayuben tuyanda,
Safâ hengâm düşer yâda ol zamân
16 Gelecekdir saña kâbızü’l-ervâh
Nûş emrini o dem gönderir Allah
O demde tâlib ol meded min-Allah
Yahşı ‘amel düşer yâda ol zamân
17 Giydiñ ag tonuñı yanıñda defter
Koyarlar tabuta Allahu ekber
Cemâ‘at hakkıñda söyler hayır şer
Yahşi yamân düşer yâda ol zamân
18 Koyarlar kabire kapanır üstüñ
Yüz çevirir senden düşmânıñ dostuñ
Sevkâtıñ var mıdır boş mıdır destiñ
Mededciñdir seniñ Allah ol zamân
19 Orada ahvâliñ nedir bilinmez
Orası kimseden aslâ sorulmaz
Ferd ü bî-tâ aslâ göze görülmez 30
Hidâyet eylensün saña ol zamân
20 Allahdır mededciñ bes âhir demde
Şükr eyle Hâlıka cehd eyle hamda
Tâlibî teşriki sarf it sînimde
Elbetde nâcîdir nâsa ol zamân
(11’li Hece Ölçüsü)
24
Mef‘ûlü Mefâ‘îlü Mefâ‘îlü Fe‘ûlün
1 Ey mürg-i sabâ ‘arzımı sultâna haber vir
Mahrûb-i mekânem o Süleymâna haber vir
2 Rencâne geçinmekdir işim yokdı tabîbim
Evrâm-ı ciger-gâhiyi Lokmâna haber vir
3 Hasretle yanup âteş-i mihriñle kem-â-kân
Envâr-ı sirâc ile o pervâne haber vir
4 Men bî-kes-i bî-çâreyem ihsânıña muhtâç
Eltâf-ı kerem sâhib-i cûdâne haber vir
5 Söylensün [o] üftâdeleri Hâtem-i Tâyiñ
Yâ Hû diniñ matlâbını ol hâna haber vir
7 Şâhâne gezer kendisi müştâk-ı Hüdâdır
‘Afvum dilesün zâkir-i Sübhâna haber vir
8 Şeytânlarınıñ hâsid-i şerrinden amâne
Geldim saña ey hâkim-i dermâne haber vir
9 Mesmu‘ımız oldur ki gedâ şâhına muhtâç
Olmaz mı olur sâhib-i ihsâna haber vir
10 Sâzende gibi söylüyor ahvâlimi nâkîl
Alsun ele nabzım şeh-i hûbâna haber vir
11 Mâtem görünür rûyı melâline bakanda
Kan aglamagı terk ile handâna haber vir
31
12 Tâlîb yine her gördügiñe ‘âkil-i bahsin
Sordıñ dimediñ dehri de dîvâne haber vir
25
Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilün
1 Aldı etrâfımızı şems-i livâ ey sâkî
‘Âlemi tutdı bütün nûrı ziyâ ey sâkî
2 Bâh-ı mihriñ ile eyleye merâmı tekmîl
Hâl kıl müşkilimi eyle hidâ ey sâkî
3 Hâl-i bî-çâreleriñ oldı tamâmı müşkil
Hâl-i bîmâra yetür hayr-ı şifâ ey sâkî
4 Kaldı üftâdeleriñ şâh u gedâ ser-gerdân
Eyle bir nîm naẓarı rûha gıdâ ey sâkî
7 Cânı cânâna fedâdan giri durmaz ‘âşık
Sen muhibbâne hemân eyle nidâ ey sâkî
8 Gâfili eyle işâretle tamâma âgâh
Sen sehâvetle bize eyle sadâ ey sâkî
9 Müfside virme amân eyleme agyâre meded
Virmişiz râhıña cân ile fedâ ey sâkî
10 Cânımız çıkdı bedenden sakiyâyam dedi
Eyle sâyeñ serime kılma cüdâ ey sâkî
11 Sen şifâ hâneñe da‘vet eyle kemter Tâlibi
Cânı tezden eylemiş imdi cidâ ey sâkî
26
1 Ey ‘âşık-ı bî-tâ-yı hûn-i sevdâ
Gel beri yanıma gör hâlim nedir
İstersen olasın huzûr-i bî-tâ
Gel beri yanıma gör hâlim nedir
32
2 Sâkiniñ mînâsın alsam elinden
Nûş eylesem mey-i sahbâ dilinden
Cüdâ düşdüm yârânlarıñ ilinden
Gel beri yanıma gör hâlim nedir
3 Sâgar-ı sahbâya cân virdim evvel
Âteş-i sevdâya şân virdim evvel
Meclis-i ‘irfâne ün virdim evvel
Gel beri yanıma gör hâlim nedir
4 İsterem Hüdâsız almayam nefes
Kalsam da tenhâda olsam da bî-kes
İmdâd iste Tâlib min yıl pâ-feres
Gel beri yanıma gör hâlim nedir
(11’li Hece Ölçüsü)
27
Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün
1 Sabâ ahvâl-i ‘âşıkdan ‘utârîde ne yazdırdıñ
Şeb-i hicrân olanlardan dil-i sad pâre yazdırdıñ
2 Gülistânda sadâ-yı bülbülüñ âh u figânından
Haberdâr oldıgıñ vakt-i mezâkâne ne yazdırdıñ
3 Gurub-ı şems ile mutlak dalâlete düşen sâ‘at
Açıldı subh nûrundan eser nûrâ ne yazdırdıñ
4 Nice feryâd-ı efgânın sadâsı ‘âşıka gelse
‘Aceb dermân-ı bîmâra devâlardan ne yazdırdıñ
5 Habîbâ söyle ahvâlim tabîbâ ger sora hâlim
Şifâlar söylesün derde tabîbâne ne yazdırdıñ
6 Ne mümkin ‘aşkı ‘âşık ketm-i imkân eylese olmaz
Habîbim kûyuna vardıñ hatâyâne ne yazdırdıñ
7 Müheyyâ olmak ahvâl-i memâtı eylesün isbât
Meger ‘âşık vefât itmiş mezârâne ne yazdırdıñ
33
8 Emânet eyledim cânım fenâdır soñ ser-encâmım
Kabûl itsün ki kurbânım tel-i şâne ne yazdırdıñ
9 Yazılsun kabr-i sengim nakşı kılsun ehl-i ‘ârifler
Ki ‘aşk ehli helâk olmış gazâlâne ne yazdırdıñ
10 Gel ey Tâlib seni sen kılma gül-âşufte ser-gerdân
Hekîmâ söyle kim derdim ceza-hâne ne yazdırdıñ
28
Evlâd-ı Resûlden Hâcı Seyyid Hüseyîn-zâde Seyyid Ahmed Efendiniñ temennîsine mebnî ve bu fakîriñ de havl-i Kerbelâ ve dil-teşne sîne-i sûzânesiyle îrâd idilmişdir.
1 Sitem taşın sîne sûzâna urdıñ ey felek
Dâm-ı belâyı Kerbelâya kurdun ey felek
Bu ẓulümi niçün sen revâ kıldıñ ey felek
Evlâd-ı Mustafaya cefâ kıldıñ ey felek
Niçün hayâ itmediñ sultân-ı enbiyâdan
Hiç hazer kılmadıñ mı serdâr-ı evliyâdan
2 Hüseyniñ sergüzeştin der-hâtır itse devrân
Zelzele olur eflâk melekler kalup hayrân
Mâtemân-ı harâma cigerler olur büryân
Di baña kimden aldıñ eliñde var mı fermân
Niçün hayâ itmediñ sultân-ı enbiyâdan
Hiç hazer kılmadıñ mı serdâr-ı evliyâdan
3 Hilâl-i muharreme hürmet ider ‘âşıkûn
Susuz kaldıgı içün şâh-ı hem-râhı bütün
Eflâke düşer gulgul ditrer semâda sütûn
‘Âile-i muhteremi susuz kaldıgı içün 34
Niçün hayâ itmediñ sultân-ı enbiyâdan
Hiç hazer kılmadıñ mı serdâr-ı evliyâdan
4 Hilâliyle muharrem bizlere reh-nümâdır
Muharremü’l-haramıñ her sâ‘ati şifâdır
Süfyânîyâna nefret duzâh gibi cefâdır
İtsün ol kesik kalbi mela-yı Kerbelâdır
Niçün hayâ itmediñ sultân-ı enbiyâdan
Hiç hazer kılmadıñ mı serdâr-ı evliyâdan
5 Ey vâdi-yi Kerbelâ belâsın [sen] pür belâ
Yerlere geçsün ismiñ ey vâdi-yi Kerbelâ
Sende bitdi cihânıñ nebâtâtı her belâ
Herkes söyler nev-be nev mâcerâyı Kerbelâ
Niçün hayâ itmediñ sultân-ı enbiyâdan
Hiç hazer kılmadıñ mı serdâr-ı evliyâdan
6 Hafîd-i Mustafadan hâceleri kaçdılar
Serdârıñ mâteminden hânedân aglaşdılar
Yerişmeye Abdullah şefâ‘atden geçdiler
Ma‘sûmâne hanedân vâveylâya düşdiler
Niçün hayâ itmediñ sultân-ı enbiyâdan
Hiç hazer kılmadıñ mı serdâr-ı evliyâdan
7 ‘Öşr-i muharreminde agla sızla Tâlibi
İste dermân derde âdıñ olsun Tâlibî
Sen de yapış dâmen-i zü’l-cenâhe Tâlibî
Eflâke ser-güzeştin soruş söyle Tâlibî 35
Niçün hayâ itmediñ sultân-ı enbiyâdan
Hiç hazer kılmadıñ mı serdâr-ı evliyâdan
(14’lü Hece Ölçüsü)
29
1 Celâliñ şem‘ine yandım yakıldım
Cemâliñ nûrını göster yâ Rabbi
Cefâ-yı dünyâdan yandım usandım
Safâyı bâkîde göster yâ Rabbi
2 Halk eyledin ‘arz semâyı berâber
Halk eylediñ ‘arş-ı kürsi ser-â-ser
Ben kuluñı fedâ kılma cefâdâr
Katrece rahmetden göster yâ Rabbi
2 Enbiyâlar gelüp yer yer geçdiler
Hakkıla bâtılı yeñden seçdiler
Ecel şerbetini cem‘an içdiler
Şarâb-ı kevserde göster yâ Rabbi
3 Her nebînin gitdi şânı başkadır
Çâr-ı yâri yâr-ı gâri başkadır
Mu‘cizât-ı kesb-i kârı başkadır
Sahrâ-yı mahşerde göster yâ Rabbi
4 Serverimdir enbiyâlar sultânı
Gününi hatâdan saklar Subhânî
Ehl-i ‘irfânlarıñ cânınıñ cânı
Şefâ‘at kânını göster yâ Rabbi
5 Tâlibî hizmeti kendiñe kâr it
‘Ârifânıñ perin ‘aşkıla yâr it
Subh-ı mesâ virdiñ agla gülzâr it
Sâye-i livâda göster yâ Rabbi
(11’li Hece Ölçüsü)
36
30
1 Gel yanıma ‘azîz ihvân başlayalım zikrullaha
Baş başa virelim yârân başlayalım zikrullaha
3 Yapış sâkiniñ destine sıgın Allahıñ dostuna
Elleriñ koy diz üstine başlayalım zikrullaha
4 Allah Allah sadâsınıñ çıksun göklere ‘unvânı
Gerek ẓâhir gerek hafî başlayalım zikrullaha
5 Sakın işitmedsün agyâr o sendeki mu‘ammâyı
İmhâ idiñ bu cismânı başlayalım zikrullaha
6 Mürşîdlere viriñ cânı cemâli nûrı ‘aşkına
Fedâ idiñ bu ecsâmı başlayalım zikrullaha
7 Göñlüm erenler yolunda devr eyler sagı solunda
Vird eylemişdir dilinde başlayalım zikrullaha
8 Erenler izin sürelim erkânın kimden soralım
Mevlâmız neyler görelim başlayalım zikrullaha
9 Meyhâneniñ geçdi çagı eridi yüregim yagı
Çâr pâdır sinemiñ tâgı başlayalım zikrullaha
10 Muhabbet eyleme ey dil ferd-i vahîdden gayriye
Bu olsun dâ’im evrâdıñ başlayalım zikrullaha
11 ‘Ârif ol ilâhı tanı hem odır canlar sultânı
Tâlib terk eyle gel cânı başlayalım zikrullaha
(16’lı Hece Ölçüsü)
31
Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilün
1 Memduhıñ mâdihidir sûre-i ihlâs-ı şerîf
Mevsufıñ vâsıfıdır sûre-i ihlâs-ı şerîf
2 ‘Âşık oldur ki bile sıdkile ihlâs nedir
Hâlıkıñ mahlasıdır sûre-i ihlâs-ı şerîf
3 Ta‘viz ile okuna besmele hakdır başda
Dilleriñ envarıdır sûre-i ihlâs-ı şerîf
37
4 Giceler mûnisidür ehl-i diliñ her dâ’im
Oku ey ‘ârif-i hak sûre-i ihlâs-ı şerîf
5 Bend olur kalbi erenler eriniñ sünnet ile
Dilleriñ miftahıdır sûre-i ihlâs-ı şerîf
7 Harf-i âyet ne kadar hâzır ise Kur’ânda
Cümleniñ efzalidir sûre-i ihlâs-ı şerîf
8 Her kimiñ var ise bir merd-i güzelden naẓarı
Pek mühîm takrir ider sûre-i ihlâs-ı şerîf
9 Kâfına kâ’il-i fermân diyeriz eşrefine
Lâm ile tehlîl okur sûre-i ihlâs-ı şerîf
10 Hesiniñ hâ zamiri râci’ olubdur hakka
Maksad-ı lafẓ-ı Celâl sûre-i ihlâs-ı şerîf
11 İstikâmet-i elif halde habîb-i eẓher
Dâl-i Ahmed ü ehad sûre-i ihlâs-ı şerîf
13 Allah Allah severiz vâhid-i yektâ seveni
Kâ’il-i seyyid-i halk sûre-i ihlâs-ı şerîf
14 Nehyi te’kîd iderek lâm lamı bilmedi veled
Vav ‘atıfı ne güzel sûre-i ihlâs-ı şerîf
15 Lem yekün âyine-i vâv-ı ‘atıfda yazılı
Lâm-ı Hû Hâlıka dir sûre-i ihlâs-ı şerîf
16 Küfüven küllisine kimseniñ ‘ilmi yetmez
Ehadı te’kid ider sûre-i ihlâs-ı şerîf
17 Ne kadar vasf oluna ‘âciz olur her kâtib
Başı kaf âhiri dâl sûre-i ihlâs-ı şerîf
18 Key günâhıñ ne kadar çokdı seniñ ey Tâlib
Oku bes ‘afvıñ içün sûre-i ihlâs-ı şerîf
38
32
Mef‘ûlü Mefâ‘îlü Mefâ‘îlü Fe‘ûlün
1 Hüsnine bakup ‘arz-ı cemâl eylemek olmaz
Hâtır cem‘ olup besde sevâb eylemek olmaz
2 Gâfillere pend eylemegi terk kıl ey dil
‘Ârif olana kat‘a cevâb eylemek olmaz
3 Şâhâne gezer mugbeçeye ‘âşık olanlar
Gezdirmemegi kasd-ı hitâb eylemek olmaz
4 Ger meşrebiñ ‘âşık-ı taleb-kâr ise ey cân
‘Âşık olanıñ ecrin ‘azâb eylemek olmaz
5 Üftâde düşüp kûy-i nigâre dolananlar
Bilmezligini terk-i edeb eylemek olmaz
6 Deccâl gelüp mescide girse didi ‘ârif
Evrâdıñ olan virdiñi terk eylemek olmaz
7 Tâlib nice gördiñ hareketde bu cihânı
Agâh-ı gam-ı derdi nihân eylemek olmaz
33
1 ‘Aşk odına yandım tamâm yakıldım
Üftâdeñem kaldır ayaga meni
Dalâletde kaldım gel tut elimden
Yıkılmışam kaldır ayaga meni
2 Gelmişem kapıña amân yâ Celîl
Yakdılar Nemrûdlar yetiş yâ Halîl
Yitirdim râhımı isterem delîl
Yetir o menzile ay aga meni
3 Agladım hâlime olmuşam zelîl
A’mâlimiz gayet kalîlden kalîl
‘Âşıklar menzîli oldı selsebil
Yetir o menzile ay aga meni
39
4 Göreydim rûyuñı ölmeden bâri
Dereydim gülüñi solmadan bâri
Her ‘âşıka ma‘şûk olanda yâri
Vâsıl-ı yâr eyle ay aga meni
5 Celâliñ cemâlin eyledim arzu
Visâliñ kemâlin eyledim arzu
Şevk ile zevkiñi eyledim arzu
Sultâna arz eyle ay aga meni
6 Cân hulkuma yetdi vâsıl olmadı
İtdigim ricâlar hâsıl olmadı
Hall olup müşkilim hâsıl almadı
Kurtar bu müşkilden ay aga meni
7 Ben söyleyem derdim yazsun hâmeler
Elden ele gezsün bütün nâmeler
Başa gelmez bu hûn bu evhâmeler
Serdârım ol kurtar ay aga meni
8 Tâlibî dünyânıñ olduñ hârisi
Kalmadı ‘ömriniñ dörtde yarısı
Benden soñra bu dünyânıñ vârisi
Söylesünler tek tek ay aga meni
(11’li Hece Ölçüsü)
34
Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilün
1 İsterem nûr-ı cemâliñ Mustafâya hasretem
Gözlerem feyz-i kemâliñ Murtazâya hasretem
2 Subh u şâm aglar visâliñ çün bu ‘âciz kemteriñ
Terk-i ber taht eyleyen ol müctebâya hasretem
3 Ger gerekmez bu cihânıñ râhatı ammâ çe sûd
Çâr-ı nâ-çar ol şehîd-i Kerbelâya hasretem
4 Bir belâ gelse Hüdâdan sabr u tâkat kalmadı
Pür belâ ender belâlar mübtelâya hasretem
40
5 İsterem râhat bulam nefs-i meẓâlim bende var
Târik-i dünyâ olan bir evliyâya hasretem
6 Kalmışam ẓulmet makâmım bir hidâyet gözlerem
Ẓulmeti pür-nûr iden bir mehlikâya hasretem
7 Bend-i zencîr olmaga çün iştihâ eyler göñül
Devr iden sa‘at-be-sa‘at reh-nümâya hasretem
8 Gözlerem dâ’im visâliñ ey şefâ ‘at menba‘ı
Tâlibî söyler müdâm yahşî Hüdâya hasretem
35
Muhammes
Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilün
1 Geliñ ey ‘ârif-i hakk seyr ü temâşâ idelim
Gösterüp merd-i Hüdâ togrı tarîke gidelim
Şânına kuvvetimiz yetdigi şükri idelim
Kuvve-i kudretine seyr-i temâşâ idelim
Bakalım hikmetine sümme fehâşâ diyelim
2 Hâlıkıñ mahlukıdır bunca zemîn ü âsmân
Hâdisiñ muhdisidir bunca zamân ile mekân
Zât-ı ecliñ sıfatın gösterir ol kevn ü mekân
Kuvve-i kudretine seyr-i temâşâ idelim
Bakalım hikmetine sümme fehâşâ diyelim
3 Kün kelâmıyla tamâm oldı cihânıñ câmı
Zât-ı yekdâne hemân şevketi şânı nâmı
Çü müdîr ammâ samed ecle kelâmı sâmî
Kuvve-i kudretine seyr-i temâşâ idelim
Bakalım hikmetine sümme fehâşâ diyelim
4 Câ-be-câ cümle nebâtât dirilür fasl-ı bahâr
Ahzar-âlûde olur bagçene gülzâr-ı nehâr
Kalmaz elbetde bu devrân solar encâm ne var
Kuvve-i kudretine seyr-i temâşâ idelim
Bakalım hikmetine sümme fehâşâ diyelim
41
5 Nev-be-nev ẓâhir olur rûyı zemînde eşyâ
Elvan elvan çiçegiñ bûyı latifi feyzâ
Gel temâşâya bu dem vakt-i tamam şems-i sehâ
Kuvve-i kudretine seyr-i temâşâ idelim
Bakalım hikmetine sümme fehâşâ diyelim
6 Ẓâhire biñde biri hikmetiniñ yâd olmaz
‘Âteş-i ‘aşka düşen asla gülüp şâd olmaz
Zerreniñ nısfı kadar mihr-i cihân dâd olmaz
Kuvve-i kudretine seyr-i temâşâ idelim
Bakalım hikmetine sümme fehâşâ diyelim
7 Kâdir-i hâkem-i mutlak bize tertib itmiş
Yaz u kış fasl-ı bahâr bend ile zincir itmiş
Vakt-i güz gelse eger mevsim-i rümmân itmiş
Kuvve-i kudretine seyr-i temâşâ idelim
Bakalım hikmetine sümme fehâşâ diyelim
8 Yüregimden geçeniñ cümle lisâne gelmez
Okuyan şi‘rimizi dâg-ı derûnum bilmez
Ne zamândır ki seniñ hicriñ ile zâr oldum
Kuvve-i kudretine seyr-i temâşâ idelim
Bakalım hikmetine sümme fehâşâ diyelim
9 Tâlibî bunca nedir sen de telâşe düşdiñ
Cümle eşyâya bakup zât-ı kerîme kaşdıñ
Fikr-i nâ-sûduñ ile kûh-ı kebîri aşdıñ
Kuvve-i kudretine seyr-i temâşâ idelim
Bakalım hikmetine sümme fehâşâ diyelim
42
36
1 Hâlıkım Allahdır nebim peygamber
Dînim Muhammeddir kitâbım Kur’ân
Şeri‘ati hakkıdır emri mukîmdir
Togrı yol gösterir her zamân her an
2 Mezhebim a‘ẓamdır çâr-ı mezhebde
Dîn-i akâ‘idi gösterir burhân
Delâ’iller saña rehber olmuşdır
Hâzırdır âtîde ol ulu dîvân
3 Şeri‘at söylüyor dillerim saña
Der-hâtır it saña soracak sultân
İsm-i celâlini zikr eyle dâ’im
Tâlibî rahimdir rahmet-i rahmân
Tarîk-i Nakşîden almayan dersi
Dest-i gîriñ olsun himmet-i pîrân
(11’li Hece Ölçüsü)
37
1 Bahâr olur bagda okur bülbüller
Gülistân bezenür yaz gelür deyin
Al yeşilli ‘anber kokulu güller
Agyâradan kaçarlar hâr gelür deyin
2 Agaçlar açılur evrâkı ahzar
Bezedür etrâfın arûs tek duhter
Açılur çiçekler renkleri hoş-ter
Sünbülleri bize bâr gelür deyin
3 Lâle tek kızarır ilk semer bagda
Dâd eyler de tolar göz fasl-ı dagda
Elma ayva üzüm yetişir çağda
Sinem yanar ister nar gelür deyin
43
4 İstersen ki dermân bulasañ derde
Tut dâmenin sıgın ol hüdâmende
Yezdânı zikr eyle gezdigin yerde
Unutmaz sâlikim dar gelür deyin
5 Behişdi bezemiş huriyle gılmân
Böyle emr eylemiş ol ulu sultân
Altunla yazılı okunur fermân
Ümmet-i Muhammed var gelür deyin
6 Zikr eyle Yezdânı her giz unutma
İtdigiñ a‘mâliñ pek de şûm tutma
Öziñde bir şey yok mürşidlik satma
Peşimânlık soñı var gelür deyin
7 Emsâlim içinde geride kaldım
Cehâlet bahriniñ ka‘rına taldım
‘Aşka sevâd olup meydâna saldım
Nâmus gayret gidüp ‘âr gelür deyin
9 Havf eyleyüp Allahımdan çekildim
Hayâ idüp topraklara ekildim
Su tek akup kabdan kaba töküldüm
Âhir eyyâm-ı kabr dar gelür deyin
10 Sabah sabah zikr eyledim Sübhânı
Güzeller içinde sevdim sultânı
Kovdular kapudan ‘aduv şeytânı
Hâs kulumdan baña zâr gelür deyin
11 Şekâvet ehliniñ yanına turma
Selâsil-i bendin boynuña urma
‘Aybını kimseniñ yüzüne urma
Sorarlar hayr u şer câr gelür deyin
44
12 Ayâ cânım terk eyleme salâtı
Sâhib iseñ edâ eyle zekâtı
Alursın eliñe hüccet berâtı
Behişde kazanmış dar gelür deyin
13 Şâhin-veş kebkini binâya saldı
Levha-i siminde nakş oldı kaldı
Çok şâhin per çalup murâdın aldı
‘Akabinde belki sar gelür deyin
14 Şâne zülfüñ tara tökülsün yana
Okuyan mefhûmun ‘ilmine kana
Ecel gelüp takrîb idende câna
Dahi dimeñ Tâlib var gelür deyin
(11’li Hece Ölçüsü)
38
Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilün
1 Dîde-bânem reh-güzâr-ı şâh gözler gözlerim
Sâ’ilem dergâhide dil-hâh gözler gözlerim
‘Âşık-ı bî-çâreyem rûmâh gözler gözlerim
Ẓulmet-i zindândayam şem‘ âh gözler gözlerim
Bakmazam gayri yola şehrâh gözler gözlerim
2 Seyr kılam kûyuñı âvâzeyi virem bâb bâb
Hasret-i la‘liñle öldüm kalmadı cânımda tâb
Esirem vuslat bulam men‘ eyledi ẓâlim bevâb
Ger su’âl olsa saña vuslat nedir budur cevâb
Bâr-gâhı beklerem dergâh gözler gözlerim
3 Vâkıf-ı yârem velîkin bî-haber agyârdan
Kâm-yâb olmak diler cân zülf ol şâh-mârdan
Sıhhatiñ gûş eyledikce kâm alırmış yârdan 45 Bülbülüñ şûrîdesi gül gâfil olmaz hârdan
Gâfile göz virmezem âgâh gözler gözlerim
4 Zerre manẓûrum degil dünyâ vü mâfihâ velî
Her kimiñ dâdına yetse destini tutsa ‘Alî
‘Arş-ı a‘lâ üzre oynar berk tek handân ulı
Her kimiñ bir bülbüli var her bülbülüñ (de) bir güli
‘Âlem-i dâreynîde bir mâh gözler gözlerim
5 Söyleye serbes-serâ Seyyid Nigârî âşikâr
Söyle gel şâhâne-veş fermân okunsun nâm-dâr
Dâmeniñden bes tutanlar olmadı bî-bahtiyar
Tâlibî kemter kuluñ la‘liñden ister bu karâr
Söyle kim bir göre bir Allah gözler gözlerim
6 Ey Nigârî terk kıl pinhânı Allah ‘aşkına
Virme gel ednâya dil a‘lâdan a‘lâ ‘aşkına
‘Âşıkıñ subhı mesâ zârıyla giryân ‘aşkına
Vâhid-i bî-tâ içün lâdan ber’ül-lâ ‘aşkına
Âşikârâ togrı söz Allâh gözler gözlerim
39
1 Sikât geldi bize menzil-i pirden
Cevher-i tûtiyâ mâhı ag alma
2 Şâh-ı harem üzre sâbit şeceri
Himmet itmiş bize şâhı ag alma
3 Elbetde kadrini bilürüz bilür
Anıñ’çün göndermiş şâhı ag alma
4 Âbâd olsun dâ’im dergâh-ı ‘âlî
Gelsün gitsün müdâm râhı ag alma 46
5 Kerâmet değil mi kabrinde bitmiş
Himmetidir göndermiş şâhı ag alma
6 Her gördükce ‘aşkım olur ziyâde
Emvâli dünyâya bâhı ag alma
7 Hastanıñ yüregi istermiş narı
Derdimiñ dermânı mâhı ag alma
8 Tâlibî dir yâ Rab yaram sagılsun
Gönderdikce bize şâhı ag alma
(11’li Hece Ölçüsü)
40
1 Elâ gözlerine kurbân oldugum
Düşmüşem bir derde dermâna geldim
Âteş-i ‘aşkıñla büryân oldugum
Dolandım şem‘iñe pervâne geldim
2 Dalmışam gaflete bir vakt uyandım
Âteş-i sevdânıñ oduna yandım
Hasret-i la‘liñle cândan usandım
Rahmet-i gufrâna sûzâne geldim
3 Yolumu cehâlet ẓulmeti aldı
Bilmezdim başımı daşlara çaldı
Defter-i a‘mâlim ‘isyânım aldı
‘Afvımı dileyüp fermâne geldim
4 Nebiler hâtemi mürseller şâhı
Emr-i işârıyla şakk etdi mâhı
Berk urur yüzünde hâl-i siyâhı
‘Iyd içün efendim kurbâna geldim
5 Yolunda fedâdır koymuşam cânı
İstemem şevketi dilemem şânı
Kurbân olsun dünyâ sultânı hânı
Deriñde gedâyem ihsâna geldim
47
6 Çâresiz bir derdiñ düşküni oldum
Vakitsiz güller tek sararıp soldum
Cigerde merhemsiz yarayı buldum
Tabîbler hâkimi Lokmana geldim
7 Günimde hurşîdim gecemde mâhım
Âh çekende çıksun göklere âhım
Çok ‘arzular dirdim dönmedi şâhım
Ahz-ı cevâp için dîvâna geldim
8 ‘Âlemi tenhâya ugrasun yolum
Vir alsun lutfını açılsun dilim
Tâlibim talebde sunmuşam elim
Sâ’ilem dergâh-ı sultâna geldim
(11’li Hece Ölçüsü)
41
1 Şitânıñ şiddet-i seyfiñ açarak
Arzulatdı bize fasl-ı bahârı
Şitâ da görk gerek seyfi de evrâk
Bülbül de isterdi fasl-ı bahârı
2 Aglar ‘âşık vakt-i seher zâr ider
Başına dünyâyı kendi dar ider
İsmi mevcûd nâ-bedîdi yâd ider
‘Ârif behişt didi fasl-ı bahârı
3 Ma‘şûk gelse ‘âşık merâmı bulur
Vuslat bulsa derhâl mu‘inen gülür
Yahşı yamân vakti merhunı olur 48
Güliñ de merhûnı fasl-ı bahârı
4 Hasret odı yakdı sinem başını
Cânım sâm eyledi şîrîn aşımı
Tâlib ölse yazıñ mezâr taşını
Arzuladı gitdi fasl-ı bahârı
(11’li Hece Ölçüsü)
42
1 ‘Aşk ateşi câna eser eyledi
Gezdim çâr köşeyi baga yetişdim
’Ömür sarf eyledim gezdim her taraf
Alçaklı yüksekli taga yetişdim
2 Ser-be-ser güzeller mahbûbun seçdi
Sâ‘atlar içinde çok yıllar geçdi
Felegiñ devrânı çötegi biçdi
Fikr eyledim sola saga yetişdim
3 Evvel bahâr idi gezdigim zamân
Çiçeğiyle bagrım ezdigim zamân
Âh idüp devrânda süzdügim zamân
Yaşım karı çihl eblâga yetişdi
4 Dîde-i hasretle akan yaşımız
Âsmân tek ayru oldı kaşımız
Mâhiler-veş yandı yürek başımız
‘Atşân Tâlib bir bulaga yetişdi
(11’li Hece Ölçüsü)
43
Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün
1 Alâ ey bâ‘is-i eflâk dahilke yâ Rasûlallah
Buyurdı şânıña levlâk dahilke yâ Rasûlallah
49
2 Şefâ‘at ma‘denisin sen nebîler serverisin sen
Hicâben kapıña geldim dahilke yâ Rasûlallah
3 Cemâliñ nûrı mehtâbıñ kemâliñ şânı sîrâbıñ
İder dil dakk-ı ebvâbıñ dahilke yâ Rasûlallah
4 Dalâlet içre biz kaldık cehâlet bahrine taldık
Şefâ‘at ey kerem kânı dahike yâ Rasûlallah
44
1 Düşmüşem rencine isterem ‘ilâc
Derdimiñ dermânı sendedir sende
Bilmişem sineni tabîbü’l-mizâc
Bu derdiñ dermânı sendedir sende
2 Çoklar Eflâtuna ibrâz itdiler
Dergâh-ı Lokmandan a‘râz itdiler
Çâresiz yâreye merhem aldılar
Bu derdiñ dermânı sendedir sende
3 Şehâ ilticâlar eyledim geldim
Defter-i kusrumuñ ‘afvını sordum
Bildim şâhlar şâhı sen saña geldim
Katlimiñ fermânı sendedir sende
4 Tâlibî geldiñ [de] sen bu dergâha
Hâliñi ‘arz itdiñ ol şâhen-şâha
Gavvâsî [mi] oldıñ bahr-i siyâha
Dürr [ile] mercânı sendedir sende
5 Cânımı aldı [çün] zülfüñ karası
Evlâdı nebî[niñ] kaşıñ arası
Sende görünür[di] hicriñ çâresi 50
Bildim ki ‘irfânı sendedir sende
(11’li Hece Ölçüsü)
45
Velehü
Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilün
1 Meded ey şâh-ı risâlet meded ey nâm-ı Tâhâ
Meded ey şâh-ı velâdet meded ey şâh-ı Bahâ
2 Senden üzmem elimi tâki hayâtım vardır
Aman ey şâh-ı tarîkat medem ey şâh-ı Bahâ
3 Nûruñız hasretle ẓâ’il-i zalâlet basdı
Yetiş ey Kâdir-i Geylân meded ey şâh-ı Bahâ
4 Gelmedi feyziñizin nûr-ı ziyâvî eseri
Meded ey Molla Celâlî meded ey şâh-ı Bahâ
5 Çok velîniñ naẓarın arzû eyler göñlüm
Şâh-ı Bestâm-ı velîdir didiler şâh-ı Bahâ
6 Şâh-ı Tebrîzi bize lutf ile kıl gel himmet
Düşkünem destimi al gel meded ey şâh Bahâ
7 Evliyâlar velisi gel Hacı Bektaş-ı Velî
Dest-gîrem siz oluñ siz meded ey şâh-ı Bahâ
8 Şâh-ı Hâlid Şah-ı Hamza dest-gîr oluñ bana
Şâh-ı Şirvân tut elimden meded ey şâh-ı Bahâ
9 Şâh-ı Hâlid bizedir silsile bend-i serdâr
Bende-i Hamzaviyiz biz meded ey şâh-ı Bahâ
10 Kemterî Tâlib-i bî-çâre kalupdur tenhâ
Rehber ol vâsılı kıl gel meded ey şâh-ı Bahâ
46
1 Halk olundı nûrıñ ey nebî efhem
Sun‘ıña bakdılar didiler yahşi
Rahmet içre seni gönderdi ekrem
Hüsnüñe bakdılar didiler yahşi
51
2 Çâr-ı yârıñ hakdır sen de şâhısañ
Yıldızlarıñ üzre bedr-i mâhısañ
Ezelden pâk olan hulku’llahısañ
Hulkıña bakdılar didiler yahşi
3 Çok ‘âşıklar vasf eyledi adıñı
Melekler götürdi gökden zâdıñı
Evliyâlar bildi seniñ dâdıñı
Lezzetiñ görüben didiler yahşi
4 Hâ mîm daldan devr olmışdır adıñız
Fâtih-i Hayberdir dâ’im yâdıñız
Hüseyinler oldı hem ahfâdıñız
Tesliyye eyleyüp didiler yahşi
5 Ecdâdıñ İbrâhim İsmâ‘il güzel
Hâdimiñ melâ’ik Cebrâ’il güzel
Emriñe râm olan ‘Azrâ’il güzel
İkbâliñe tahsîn didiler yahşi
6 Şefâ‘atıñ diler Tâlib gedâñız
Olsun siziñ emi ebi fedâñız
Bahşeyle gûşuna gelsün sadâñız
Savtıñı gûş iden didiler yahşi
(11’li Hece Ölçüsü)
47
1 Hâ’dır ismi harf-i evvel şâhımıñ
Sekiz cennet zamrinde didiler
Mim Muhammed küllisinde mekuşı
Gürûh-ı enbiyâya server didiler
2 Ze zâde-i sülâleden işâret
Derinde mahzûnlar bulur beşâret
Dâmenin tutana kılur kefâlet
Üftâdeye virür sîm zer didiler 52
3 He hidâyet tarîkini gösterir
Râh-ı Hakkıñ delîlini gösterir
Sâlikâna celîlini gösterir
Tarîk-i hidâya rehber didiler
4 Ecdâdıñ enbiyâ sultânı Ahmed
Hâtemü’l-enbiyâ ceddiñ Muhammed
Fedâ olsun oña ruh ile emced
Sâhib livâ rûz-i mahşer didiler
5 Lezzet virir vârid olan dehâna
Gelmemişdir misli aslâ cihâna
Hâlik mahlûkını kıldı bahâne
Kasdı mahbûbunı iẓhâr didiler
6 Meded ister dâ’im sâlik olanlar
Elden koymaz dâmen neş’e bulanlar
Gece gündüz fikrin ayırmayanlar
‘Âşık-ı sâdıka beñzer didiler
7 Fikriñ ayırma gel merd oglı merd ol
Dâmen ister iseñ baña hem derd ol
Tâlib dâ’im zâkir ü vâhid ferd ol
Bulursuñ bir pîr-i enver didiler
(11’li Hece Ölçüsü)
48
Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘iün
1 Sanma ey ‘ârif-i da‘vâ-yı talebde bulunan
Ben seniñ ol didigiñ münkir-i sevdâ degilem
Öyle magrûr olarak gayrîye menfûr bakma
‘Âşık-ı mugbeçeyem vâ‘iẓ-i bî-câ degilem
53
2 Kisvetim hâcedir ammâ gidişim öyle degil
Ẓâhir-i dâna olup ma‘nada ednâ degilem
Ahz-ı i‘tâ sıfatıyla gelürem dükkânıña
Maksudım cilve degil tâlib-i dünyâ degilem
3 Baña bakdıñ ezelî dîde-i agyâr ile
Sanma kim nâsih-i tek ‘ârını da‘va degilem
Her gelişde görerem zâtıñızı ‘âli kadîr
Ẓâhiri böyle görüp bâtını dânâ degilem
4 Mehlikâ meclisine gelmegi ‘ârzu iderem
Kelp tek cîfe tamah şâgıl-ı ta‘mâ degilem
İsteseñ hâsıl olur maksad-ı yek amma Talib
Der-be-der gezmek ile nâsih-i esmâ degilem
49
1 Bir ‘acâ’ib zamâneye düş oldum
Hâtır hürmet bilmez oldı halâyık
Hürmet ‘izzet gitdi gökler üstüne
Belâya müstehak oldı halâyık
2 Müslümânlık nedir bilmez oldılar
Nev-be-nev çiçekler bütün soldılar
Sûre-i nu‘mâna bakup güldiler
Mu‘terîz inkıraz buldı halâyık
3 Evâmir-i tervihîni unutdı
‘Âdet idüp küfr-i tarîki tutdı
Münâfıkda dîni gidişler bitdi
Habersiz gül teki soldı halâyık
4 Bacı kardaş bir bir neden döndiler
Bal şerbeti deyin zehri sundılar
Şeytânıñ igvâsın gerçek sandılar 54
Âsimen sîmâen oldı halâyık
5 Tâlib yine neyi umdıñ ne yerden
Îmân ile sefer eyle bu yerden
Yohsa geçdi zamân râhatla erden
‘Avret teki aglar oldı halâyık
(11’li Hece Ölçüsü)
50
1 Göñül süvâr oldı hayâl atına
Menzil-i ziyâret kasdı pîrânı
Tayr idüp evvel Mekke Medine
Yüz sürmege taş-ı beyt-i Yezdânı
2 Mahbûb-ı Hüdânıñ ravzasın görmek
Turâb-ı pâkine rûyını sürmek
İster ki her dâ’im murâda irmek
Kelb-veş derinde itmek nâlânı
2 Bûs eylemek çâr yârin turâbın
Evlâd-ı hayderiñ görmek gülâbın
Nûş eylemek zemzem kevser şarâbın
Fedâ olup görmek menzil Zehrânı
4 Kemâl-i sür‘atle çehâr gûşeye
Pervâz idüp gider pür-endişeye
Sâliklerin sebkat iden pîşeye
Bagdâd u Buhârayı Tebrîz hâkânı
5 Göñül yüziñ sürdiñ çok makâmete
Kadem koydıñ bu dem çok seyahate
Der-gûş olmak ister bir işârete
Evvel elden ister şâh-ı Şirvânî
55
6 Rûy-ı zemîn olmış erler menzili
Tebrîz Horasan pîrler menzili
Haksâr-ı Bergüşâd mîrler menzili
Göñül ziyâretiñ olsun nûrânî
7 Her mahalde çokdur menzil-i pîrân
Zamân-ı evvelde sürdiler devrân
Çok gezdiñ ‘âlemde az buldıñ ey cân
Sûret-i sîretine uyar yârânı
8 Başıñ koydıñ rehberleriñ pâyına
Kavseyn-i üstâdı kıl gel âyine
Naẓar kıl felegiñ şems ü ayına
Devr ider eflâki emr-i sultânî
9 Deccâl-i zamândır fikriñ muhaldir
Görmez misiñ gidiş geliş ne hâldir
Çok düşünmem Tâlib soñı zevâldir
Gel otur zikr eyle ism-i Sübhânı
(11’li Hece Ölçüsü)
51
Mersiye
Mef‘ûlü Fâ‘ilâtün Mefâ‘ilün Fe‘ûlün
1 Ẓulme kıyâm olundı muharremü’l-harâmda
Şâha cefâ kılındı o dem hemî bu ayda
Ẓâlim nedir bu cevriñ bugün seniñ bu demde
Şefkat lazım degil mi size yevm-i niẓâmda
Hüseyniñ atı kaldı meydan içinde tenhâ
Şimr-i hayâsız aldı hançer eline eyvâh
2 Hücûm-ı kasdı câna kadem kadem o ẓâlim
Lâyık degilken oldı ma‘sumâne meẓâlim
Lâl olsun ol lisânı ki söylemez makâlim 56
Haşre neşir kaldı ef‘âlim size visâlim
Hüseyniñ atı kaldı meydan içinde tenhâ
Şimr-i hayâsız aldı hançer eline eyvâh
3 Kasd etdi hüsn-i şehîde evvel ol hayâsız
Mel‘ûn-ı pür-cefânıñ zahmı oldı devâsız
Cümlesi âl-i Mervân o an oldı nevâsız
Kalmadı âl-i Haydar bu demde pür belâsız
Hüseyniñ atı kaldı meydan içinde tenhâ
Şimr-i hayâsız aldı hançer eline eyvâh
4 Yezîd-i bî-imânıñ ẓulmi oldı ziyâde
Meydân içinde kaldı Hüseyn pâyı piyâde
Kırıldı cümle leşker tek kaldı Kerbelâda
Fedâlı cân hüdâyi kaldı ol şâhzâde
Hüseyniñ atı kaldı meydan içinde tenhâ
Şimr-i hayâsız aldı hançer eline eyvâh
5 Ẓulm-i Sufyânilerden nüh felek oldı berbâd
Şeytânileriñ göñli cümleten oldılar şâd
Server-i kâ’inâtıñ hafîdine kılan dâd
Mu‘âviler hakkında cehennem olsun âbâd
Hüseyniñ atı kaldı meydan içinde tenhâ
Şimr-i hayâsız aldı hançer eline eyvâh
57
6 Evlâd-ı şâh-ı merdân melûl-ı ma‘lub oldı
Şemm eyledi turâbı hemîn mekânı buldı
Emr-i Yezdân o günde vakt-i merhûni toldı
Gazb-nak-i Şimr-i bî-dîn nâ-gâh kılıncı çaldı
Hüseyniñ atı kaldı meydan içinde tenhâ
Şimr-i hayâsız aldı hançer eline eyvâh
7 Aglasun ehl-i mâtem Tâlib şîven seniñdir
Yârın ruz-ı cezâda hesâb-ı ahseniñdir
Evlâd-ı Mustafaya ihtirâm elzemiñdir
Hubb-i kibiriyâya teslîyet farz ânıñdır
Hüseyniñ atı kaldı meydan içinde tenhâ
Şimr-i hayâsız aldı hançer eline eyvâh
52
Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilün
1 Söyle ey râvi[-i ehl] o Kerbelâ kıssasını
Hânedânı seveniñ teşne dil it sînesini
3 Râviler söylediler her biri bir nev’i amâ
Sen de bir söyle görem ol şühedâ vak‘asını
4 Muhterem câna niçün cevr ü cefâ eylediler
Hay mebît eylediler şâh u gedâ cümlesini
5 Oldı al kan o kadar rûy-ı zemînde toprak
Söylemez kimse lisân ile anıñ zîydesini
6 Ey felek derdine dermân bulagör ‘âileniñ
Fâtih-i Haybere bildir o ẓalım zümresini
7 Kerbelâ düzlerini tenke götürdi ẓâlim
Zeynebiñ başına hem ‘âlem işitdi sesini
8 Tâlibî hâris ile hakkına söz söyle görek
La‘ne lâyık ideñ ordu alay-ı fırkasını
58
53
Mef‘ûlü Mefâ‘îlü Mefâ‘îlü Fe‘ûlün
1 Yâ Rab kerem it sen elimi üzme ‘Alîden
Fikrim bu ki himmet alayım şâh-ı velîden
2 Kıl meslegine göñlümi ser-mest olayım tâ
Nûş itmege emriñ ola kim dest-i ‘Alîden
3 Sâkî olur ol yevm-i kıyâmet beni yâ Rab
Ayırma saf-ı Haydar-ı kerrârı ‘Alîden
4 Gözler yolunı ‘âciz ü muhtâc gedâlar
Himmet bula hoş-baht ola serdâr-ı ‘Alîden
5 Her bâba ki irdim dak idüp hayrımı hâhem
Al hayrıñı er var didi[ler] nesl-i ‘Alîden
6 Dâmâd-ı nebî mûnis-i Zehrâ şah-ı merdân
Yâ Rab beni ayırma gel ol şâh-ı velîden
7 ‘Atşân oluban yevm-i cezâ cümle halâyık
Mest eyle bu Tâlib kuluñı câm-ı ‘Alîden
54
Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilün
1 Merd-i meydâne giren ‘aşkıla merdâne gerek
Âteş-i şevke yanup şem‘ile pervâne gerek
2 Âdem olmakdan ‘avaz men ‘arefi bilmelidir
Subh u şâm hû diyerek uykuya ferdâne gerek
3 ‘Ârifiñ ma‘rifeti var ne yok bilmelidir
Ma‘nevî bâde çeke ol meye meyhâne gerek
4 Tecrid olmak ‘âlem-i renc degil mi yohsa
Fark ide yengiligin Nuh teki tûfâne gerek
5 Togrı yolda gezeniñ şartı budur mı ey cân
La‘neti elde ide ummaya şeytâne gerek
6 Şüpheli âba hure olmaya ikrab asla
Lafziyât söylemeye sâkit-i lisâne gerek
59
7 Kelb tek râmı olan senk medede bakmamalı
Sıdk ide mürşidiniñ kurbıñı Kurâne gerek
8 Aça göz perdesini görmeye aslâ meşkûk
Dem-be-dem nâẓır ola nâtık-ı burhâne gerek
9 Sîne çâk olsa yine koymaya elden dâmen
Her çe bâd bâde diye sâbit-i meydâne gerek
10 Çâr-nâ-çâr özüñi vatyaya salma Tâlib
Söylemek dâ’imi hakk kâbil-i îmâne gerek
55
1 Ey[ yâr-i] Hüdâ elfâẓım kılma gel hatâ
Gedâ hatâ ider agalar ‘atâ
2 Kâfileden ayrı istermiş delîl
Ayrıldım katardan isterem ‘atâ
3 Şâh-ı kerem eyler eylemez dirig
Eger çi kul ide sehvîden hatâ
4 Kerem eyle yâ Rab eyleme ‘azîl
‘Adâlet iderseñ çok çokdur hatâ
5 Yandırma gel beni sakar nârına
Tâb eylemez cânım cân saña fedâ
6 Esîrem düşginem dest-gîrim ol
Keremler kânısın cân saña fedâ
7 Kulum di baña sen sürme kapuñdan
Sensin şâhlar şâhı Tâlibî gedâ (11’li Hece Ölçüsü)
56
1 Bilmem niçün ‘aceb kimlerden oldı
Selâm gelmez bize yârdan âhiri
Hayva tek sarardı gül beñzim soldı
Korkaram dûn olam hârdân âhiri
60
2 Meclîs-i hûbânda var idi yerim
Ahz-ı i‘tâ idüp çok sîm ü zerim
Döküldi dişlerim agardı serim
Almadım kâmımı yârdan âhiri
3 Pâyiz olur baglar yaprak indirir
Sarı elvân yeşil rengin soldurur
Her mivede kendi dadın bildirir
Hasteyem diledim nârdan âhiri
4 Çok vakt geçirdiñ zamân-ı selef
Boş yere eylediñ ‘ömrüñi telef
Devrân olup Tâlib fikriñe halef
Geçirsin bir gün de serden âhiri
(11’li Hece Ölçüsü)
57
Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilün
1 İsterem nûr-ı cemâlin Mustafâya hasretem
Dilerem feyz-i kemâlin Murtazaya hasretem
2 Subh-ı şâm aglar visâl içün bu ‘âciz kemteriñ
Terk-i ber-taht eyleyen ol müctebâya hasretem
3 Ger gerekmez bu cihânıñ râhatı ammâ çe sûd
Çâr-nâ-çâr ol şehid-i Kerbelâya hasretem
4 Bir belâ gelse Hüdâdan sabr u tâkat kalmadı
Pür belâ-ender-belâlar mübtelâya hasretem
5 İsterem râhatı o nefs-i meẓâlim bende var
Târik-i dünyâ olan bir evliyâya hasretem
6 Kalmışam ẓulmet makâmım bir hidâyet gözlerem
Ẓulmeti pür nûr iden bir meh-likâya hasretem
7 Bende-i bahr olmaga çok iştihâ eyler göñül
Devr iden sâ‘at-be-sâ‘at reh-nümâya hasretem
61
8 Gözlerem dâ’im visâliñ ey şefâ‘at menba‘ı
Tâlibi söyler hemân bahş-i Hüdâya hasretem
58
Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilün
1 Hasretimden ayrı düşdim gün-be-günden il-be-il
İhtirâkım câna yetdi bahşını kıl selsebîl
2 ‘Âkil ü dânâdır ol kim sözi hakkı söylüyor
Hasteniñ dermânına söyler tabîb nâr Erdebîl
3 Var mıdır kim bilmeye ‘âlem içün halk oldıgın
Bilmezem ger söylese âdem degildir hurdebîl
5 Söylemem nâ-ehline mahfî olan esrârıñı
Er degil zendir hemîn nâdânı sanma er de bil
6 Ey erenler şâhı senden isterem lutf u kerem
Kemter-i Tâlib kapuñda dakkı dakkı serde bil
59
1 Pâyiz olur baglar hazân tökende
Göñlüm hû eline gezmek istiyor
Sinem üste dürr ü mercân ekende
Göñlüm hû eline gezmek istiyor
2 Mürgân-veş bagda ister ötmegi
Talibân-veş ister nâlân itmegi
Dervişân tek diyâr diyâr gitmegi
Göñlüm hû eline gezmek istiyor
3 Bülbül olup gülistâne gireydim
Bagbân olup sünbüllerin dereydim
Mahbûbların hûb cemâlin göreydim
Göñlüm havalanup gezmek istiyor
4 Göñlüm ezber ider ders-i me‘ânî
Arzu ider evvel geçen zamânı
Nev-civân iken o gezdik mekânı 62 Göñlüm havalanup gezmek istiyor
5 Göñlüm ne istiyor bir vir kulagı
Karlı buzlı gibi sovuk bulagı
Bülcek çemen ziyâretiñ yalagı
Göñlüm havalanup gezmek istiyor
6 Bahâr olur iller göçer taglara
Çiçek vakti kuşlar dolar baglara
Sarı elvân mor çiçekli baglara
Göñlüm havalanup gezmek istiyor
7 Çok ‘âşıklar geldi geçdi bu dehri
Hiç kimseler nûş itmedi bu zehri
Abâ ceddim görmemişdi bu şehri
Göñlüm havalanup gezmek istiyor
8 Yaylagımız yekdânedir ögmeli
Seyrangâhı mavi çiçek dökmeli
Çeşme bulak altı üsti burmalı
Göñlüm havalanup gezmek istiyor
9 Kûh-ı ziyâretiñ civârındadır
Hukâriniñ şark-ı şimâlindedir
Âbı zülâl tamâm kemâlindedir
Göñlüm havalanup gezmek istiyor
10 Cânım kurbân olsun merd oglı merde
Kimseler düşmesün ben düşen derde
Agabâlım menzil-gâhı o yerde
Göñlüm havalanup gezmek istiyor
11 Göñül hayâlâtıñ bahrine taldı
Levha-i sinemde nakş oldı kaldı 63
Gark olup hayretiñ çâhına saldı
Göñlüm havalanup gezmek istiyor
12 Tâlib zamân geçdi der-hâtır itme
Tarîk-i hakkı tut gayriyi tutma
Mâsivâyı unut Hakkı unutma
Göñlüm havalanup gezmek istiyor
(11’li Hece Ölçüsü)
60
1 Ser-gerdân kalmışam meydân içinde
Göñlüm aglar arzu ider mâderi
Hayâtında bilmez idim kadrini
Vefâtında cânım ister mâderi
2 ‘Adem vücûdumdan kahrımı çekdi
Elif tek kâmetin dal gibi bükdi
Fidânlar tek bizi bagına ekdi
Anıñ içün aglar ister mâderi
3 Bir sâ‘at rencime olmazdı razı
Ba‘zı du‘a ider ba‘zı da râzı
Gecede gündüzde söyler yakazı
Anıñ içün göñlüm ister mâderi
4 Âhir görüşüñde bûs eyle kadem
Var iken olmuşdır şimdide ‘adem
Görmek diler Tâlib mâderi bu dem
Allah fillah aglar ister mâderi
(11’li Hece Ölçüsü)
61
10 Eyyâm-ı bahârdır gezdim çöllere
İşitdim sadâsın sesin bülbülüñ
Derûnum dâgının şerhin illere
Beyân içün yazdım sesin bülbülüñ
64
2 Bülbül okur iken kalmaz tahammül
Geçilmez savtından olsa teselsül
Bülbüller nâlede bende tegâfül
Şerh-i hâlin diyem bir bir bülbülüñ
11 Câne gelmedim câ-becâ-yı her sû
Olmadım maksûda vâsıl-ı yâ hû
Figân idüp gülden almadım bir bû
İşidenler añlarsa sesin bülbülüñ
3 Ben âh u vâh idem bülbül de nâle
Bülbül murâd alur gül üzre jâle
Hem-dem gerek hem-râh âhı da nâle
Anıñçün deñildim besin bülbülüñ
4 Bülbüller iderler sabah sabah zâr
Söylerler ‘aşkından derd-i sad hezâr
‘Âşık söyler derdin hem desti yazar
Karışdırırsa se sesin bülbülüñ
5 Bülbül neden itdiñ bu kadar figân
Güllerden istediñ derdiñe dermân
Bu seniñ sesiñden bülbül el-amân
Karışdırdım se se sesin bülbülüñ
6 Tâlibî sâdıksañ Allahı tanı
Fedâ it yolunda cânânıñ cânı
Yakdı mürgi-i sad sultânı hanı
Neylersiñ sadasın sesin bülbülüñ
(11’li Hece Ölçüsü)
62
65
1 Efkâr aldı beni bilmem neyleyem
Her derd-i ahvâlim pâre yazmışam
Herkes kendi ikbâlini bilmez mi
İkbâlimi her çi kara yazmışam
2 Yâ Rabbi sıgındım sakardan saña
Rahm eyle deriñde gül-be-kâm baña
Çokdur kabahatim yokdur hadd oña
Amân yâ Rab yakma nâra yazmışam
3 Günâhım çok hisâbını bilmedim
Senden başka merci‘ yok añladım
‘İlâcın sormaya tabîb bulmadım
Bu derdimi çok divâra yazmışam
4 Zikreyledim evliyâlar hikmetin
Vird itmişem enbiyâlar serverin
Karamanlı Sarı ‘Âşık kelâmın
Cem‘ eyleyüp bir tumâra yazmışam
5 Hüdhüd Sabâ söyler guyguyı herdem
Mürg-i Süleymâne olupdur hem-dem
Bülbülin savtın diñlemişem dem dem
‘Arz-ı hâlin bir kenâre yazmışam
6 Gül-zârın gülleri soldı kalmadı
Zamânın merhûnı her giz tolmadı
Bülbül gülistâne niçün gelmedi
Bu haberi yâr agyâra yazmışam
7 Tâlib dir aglamakdır kârımız
Elden gitdi elâ gözlü yârimiz
Hiç kalmadı nâmusımız ‘arımız
Ben de ‘arzum o ber-dâra yazmışam
(11’li Hece Ölçüsü)
63
66
Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilün
1 Ey Hüdâ-yı lemyezel kıl ‘âkıbet hüsn-i usul
Kalmadı yüzüm saña pek çok günâhım bî-usûl
2 Cürmimin ‘afvın saña terceme kıldım yâ Rahim
Sen ‘atâlar kılasan bes neylesün ‘âsî hacûl
3 ‘Âlemi bend eyledi ẓâlim cehâlet ser-be-ser
‘Ârif olmak isteyen cehd eylesün bundan nukûl
4 Bir ‘acâyib oldı ‘âlem cürmin idrak eylemez
Birbirin var istemez başdan başa olmuş nuhûl
5 Yâ İlâhî ‘âciz ü kemter kulıñ yâ neylesün
Nefs elinden dâde gelmiş sen yetiş şâh-ı Resûl
6 Merd-i mennân oldı ‘âlem geçdi cefâ bulmadık
Geldi devvâr geçdi zevvâl el-amân şâh-ı belûl
7 Dest-i Rüstem senden imdâd istiyor ey mehlikâ
Kaldı bî-çâr cürm elinde dâd-hâhem pür-usûl
8 Her tarafdan leşker-i gam kasdı kıldı cânıma
Mün‘ane bir câm ile imdâde gel ey yeri bol
9 Tâlibî bî-çâre kaldı dûd içinde bî-‘ilâc
Bahş kıl bir mâh-ı tâbıñ müşkim olsun hulûl
64
1 Nice yıllar seyrân idüp gezdigim
Mekânları harâb olmış didiler
Meclisinde devrân idüp sevdigim
Yârânları türâb olmış didiler
2 Güzelleri devrân idüp gezerdi
Özlerini tâvus gibi bezerdi
‘Âşıkları ma‘şûkını süzerdi
Cigerleri kebâb olmış didiler
67
3 Müzeyyendir al yeşilli tonları
Zevk u safâ muhît idüp anları
Hoş geçerdi her müdâ’im günleri
Bu dem bütün bî-tâb olmış didiler
4 Mahbûbları hûb-pesenddir ögmeli
Al yañaklı kaşı gözi sürmeli
Menkış dibâları gögsi dügmeli
İmdi bütün ‘uryân olmış didiler
5 Kasr-ı eyvânında salınup gezen
Türlü hâka inci mercân dür düzen
Her bahışda ey cânlardan cân üzen
Kuvvet-i hayât vîrân olmış didiler
6 Tâlib ‘ömrüñ boşa geçdi mâziye
Tasdik idüp râzı olmış yazıya
Cem‘ olanda mahlûk huzr-ı kaêıya
Boş ‘ilimler habâb olmış didiler
(11’li Hece Ölçüsü)
65a
Mihmâl-i Sâdıkûn
[Bu] Dünyâ fânîdür i‘tibâr kılma
Seyyiat eyleyüp müşderim çalma
Gidenler gidüpdür kalan inanma
Kıl beş vakti (namaz) du‘â eyle Allaha
(11’li Hece Ölçüsü)
65b
Diger
Mef‘ûlü Mefâ‘îlü Mefâ‘îlü Fe‘ûlün
Tazyîk-i cefâ ‘âkîl insâna safâdır
Ammâ ki ebed kalmaya zindânıñ içinde
Taẓlimi fenâ ‘ârife tenvîr-i bekâdır
Cîfâñe gele makbere tugyânıñ içinde
66
68
1 Halk olundıñ göñül geldiñ dünyâya
Boş yire giçirme bâri devrânı
Say‘ eyle menzil al subh u mesâda
Sevk eyle nâme-i keşt-i cihânı
2 Kâşi gelmeseydiñ sen bu dünyâya
Tâkat getürmezsiñ bâr u belâya
Bî-çâ yere gezme gezme havaya
Bülbül tek feryâd it gez gülistânı
3 Ferhâd-veş tîşe çalmadıñ taga
Bagbân tek emek virmediñ baga
Dîde-i hayretle bak sola saga
Hezârân erleriñ boşdur meydânı
4 Gider Tâlib bir gün fânî dünyâdan
El üzer bu ebter dâr-ı fenâdan
Hıfẓ eyle yâ Rab her dürlü belâdan
Boş kalanda bir gün bag u bostânı
(11’li Hece Ölçüsü)
67
Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilün
1 Ey habîbim Yûsuf-ı Ken‘âna beñzer sevdigim
Baña töhmet eyleme ben ol Hüdâyı sevmişem
2 Şetm ile hicvile añma nâmımı ey pâk dil
Bâ‘is-i eflâk Muhammed Mustafâyı sevmişem
3 Hamdülillah adımız hemdir bizim bâkî nihâd
Fâtih-i Hayber ‘Ali-i Murtazâyı sevmişem
4 Duhter-i mahbûb-ı Yezdân âlini şemsle kamer
Mûnis-i Haydâr-ı kerrâr şeh-nisâyı sevmişem
5 Çâr-yâr-ı bâ safâdır agzımıñ virdi müdâm
Nesl-i pâki mübtelâ-yı Kerbelâyı sevmişem
69
6 Mehlikâlar mehlikâsı Nakşıbendi Hâlidi
Şâh-ı Şirvân Şâh Nigârî dil-rübâyı sevmişem
7 ‘İlm erbâbında her-giz üste kâmil görmemiş
Sâhibü’l-erbâb-ı dîn Nu‘mân imâmı sevmişem
8 Fazla sözler söylemek lâyık degil benden saña
Sevdigiñ emr-i Hüdâ emr-i Hüdâyı sevmişem
9 Ger hatâsız bir kul olmaz çâresizdür çâre çi
Tâlibî eyler taleb vehb-i Hüdâyı sevmişem
68
Mef‘ûlü Mefâ‘îlü Mef‘ûlü Mefâ‘îlün
1 Ahvâl-i zebûnumdan âgâh degilem yâ Rab
Lutf it kerem it yâ Rab lutfıñ keremiñ çokdur
Ger hâtıra geldikçe âtî gülicek yâ Rab
Lutf it kerem it yâ Rab lutfıñ keremiñ çokdur
9 Ben saña sıgınmışam sensin vekilim yâ Rab
Lutf it kerem it yâ Rab lutfıñ keremiñ çokdur
Allâhımı sıdk ile sevdir baña sen yâ Rab
Lutf it kerem it yâ Rab lutfıñ keremiñ çokdur
3 Her çentde Hüdâ ‘âfi bilmez degilem yâ Rab
Lutf it kerem it yâ Rab lutfıñ keremiñ çokdur
Hâlık saña rahm etsün ey Tâlibi bî-çâre
Lutf it kerem it yâ Rab lutfıñ keremiñ çokdur
69
1 Sâkî gel eyle kerem lutf-ı kerem kânı sor
Devir kıl bir de bize mushaf-ı Kur’ânı sor
2 Öyle bir bâde gönder bize teskîn olalım
‘Arş-ı a‘lâda gezen sâhib-i mihmânı sor
3 Sâkî-i meyhâneye mihmân gerekmez sanma
Mesâ‘iline sebeb söyle o Yezdanı sor
70
4 Geldi nevrûz bugün gül açılur lâle biter
Bülbülüñ nâlesine sem‘ eyle sûzânı sor
5 Sâki sevk eyle amân kılma dirîg bahşişiñ
Şâki-i şehrâhı sür ol per-i perânı sor
6 Ehl-i ‘aşkıñ haberin aldı mı ehl-i dilân
Çaycı çay-haneñe gel bâdeci meyyânı sor
7 Sâkî etrâfımızı leşker-i agyâr aldı
Mahzûn itme el-amân zümre-i rindânı sor
8 Amân ey sâkî yetiş halka rindânımıza
Def‘ kıl divleri[mizi] zümre-i nûrânı sor
9 Sâkî niyâ eyle gel bir de bugün devr eyle
Meskeni eyle ferah sâhib-i ihsânı sor
10 Cürmi çokdur ‘Aliniñ eyle esrâr-ı beyân
Hass-ı hem-nâmım olan kevser-i sultânı sor
(14’lü Hece Ölçüsü)
70
Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilâtün Fe‘ilün
1 Sâkiyâ bâde getür zümre-i rindânımıza
Lutf kıl sâde getür hâl-i perîşânımıza
2 Cem‘ olup ehl-i dilân bir yere imdâde yetiş
Def‘ kıl rencimizi haste-i hicrânımıza
3 Sâkiyâ eyle amân koy bizi ser-mest olalım
Eyle gel çâre bize koy bizi öz hâlimize
4 Geldi gül çagı bu dem eyledi devrân bülbül
Bize dahl eyleme gel söyleme efgânımıza
5 Âh u vâh ile çekerdik günümüz ‘ömrümüziñ
Şâd u handân bir vakit gelmedi ‘unvânımıza
6 Böyle mi geçdi ‘aceb sîkat iden şu sizler
Hâli ahvâli yazam beñzemez eşkâlimize
71
7 Kaddimiz dâl idüben hicr-i gam-ı Hamza iken
Tablara eyle beyân al câm-ı devrânımıza
8 Tâlib eyle talebin cümle cihânıñ nûrın
İster elbetde özün dahl ide kârvânımıza
71
Mef‘ûlü Mefâ‘ilün Mef‘ûlü Mefâ‘ilün
1 Ey sâki sefâ geldiñ şâdâne getür bâde
Hasretle ciger büryân olana getür bâde
2 Bir bâde getür kim sen sermest olayım tâ ben
Allahı seversen sen rahmeyle yetiş dâde
3 Seyl-âb ider yaşım ebrûya döner kaşım
‘Azm eyleme meyhâne rindâne getür sâde
4 Ahrârlara mey sun ses vir [de] kulagım tuysun
Çâl lâylayı tıfl uyusun düşdi anası yâde
5 Aglar bu cânım her an bu dest gide büryân
Bir gün olacak ‘uryân ‘ömri gidicek bâda
6 Meyhâne begi sâkî olsun kadehiñ bâkî
Bahş eyle mey-i mebzûl lutf eyle şiri zâde
7 İbn cân fedâ tûvân geldi kapıña mihmân
Mest eyle sinem sûzân kulkul-zen-i minâda
8 Dergeh-i Hüdâdandır eltâf-ı ‘atâdandır
Ol mey ki bekâdandır ketm etme buyur râde
9 Sözün ‘Ali Tâlîb cürm olmış aña gâlibâ
Ey Sâki yanar aglar bezl eyle yetiş dâde
(14’lü Hece Ölçüsü)
72
1 Yâ ‘âşıksıñ yâ hastesiñ ey âlâm
Saralup gül beñziñ civâya dönmiş
Ahzar olup evvel bahâr çagında
Niçün soñra beñziñ cevâya dönmiş
72
2 Verem olup her kim karîb-i dergâh
Sinede sevdâsı olursa hergâh
Saralur gül rûyı çekende her âh
Anıñ’çün gül beñziñ cevâya dönmiş
3 Armagandır bize geldi cevâhir
Pür-levnî ‘akîke beñzer bu ẓâhir
Göndermişdir tuhfe ol nesl-i tâhir
Serinde sevdâsı cevâya dönmiş
4 Bahtiyârsıñ Tâlib hâtıra geldiñ
Şuyunuñ sonuñda şâd olup güldüñ
Gam çekme sâkiniñ dâmânın aldıñ
Tenk-i dünyâ saña sahrâya dönmiş
(11’li Hece Ölçüsü)
73
Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün
1 Seher bülbül gibi feryâd iden şehbâzidir göñlüm
Hemîşe zâr-ı giryânı iden dil-bâzidir göñlüm
2 Kamû ‘âlem saña muhtâc olup ey hâlık-ı mi‘râc
Şefi‘ü’l-müznibîn hüccâc diler züvvâridir göñlüm
3 Şeb-i ẓulmet teki ey cân karârmış kalbi mahzûnuñ
Zücâcı bâde-i safâ taleb şeffâfidir göñlüm
4 Okur bülbül gibi feryâd ider meh-rûyı dildâre
Temâşâ eylemek ister güzel pervâzidir göñlüm
5 O servi kâmeti görse visâl olmak diler yâre
Ciger sûzıyla hem söyler güzel tannâzidir göñlüm
6 Gerekse vâsıl olmak ister iseñ yâre ey göñlüm
Mezâk-i sohbeti câna şirîn demsâzidir göñlüm
7 Göñül ahrârı meydâne görüp yanmak diler rûhum
Kemâl-i mürg-veş arzu iden büryânidir göñlüm
F- KAYNAKÇA
Abdi-zade Hüsameddin Hüseyin (Yazma Eser), Amasya Tarihi, C. 9.
Akkuş, Muzaffer (1995) Seyyid Nigârî Dîvânı. Niğde: Niğde Üniversitesi Yayınları.
Bilgin, Azmi (2003) Dîvân-ı Seyyid Nigârî, Mir Hamza Nigârî. İstanbul: Kule İletişim.
Hakverdioğlu, Metin (2012) “Mir Hamza Nigârî’nin Fuzuli’ye Nazireleri” (ss. 186-200). Karabağ’dan Amasya’ya Gönül Köprüsü, 1. Uluslararası Hamza Nigari Sempozyumu Bildiri Kitabı. Bakü: Nurlar Neşriyat.
Hakverdioğlu, Metin (Basılmamış) Tâlibî Divançesi, Eski Yazı Metin Çevirisi.
Halili, F., M. Rıhtım (2003) Mevlânâ İsmail Sirâceddîn Şirvânî ve Kazaklı Müridler. Bakü: Miras.
Memmedli, Nezaket (2012) Mir Hamza Nigari, Nigarnâme. Bakü: Azerbaycan Milli İlimler Akademiyası Neşri.
Özkılınç, Ahmet, (2013) Mürşidi Aşk Olan Arif Seyyid Nigârî Hayatı, Eserleri ve Düşünceleri. İstanbul: Mega Turizm.
Rıhtım, Mehmet (2015) Hüma-yı Arş-Karabağlı Şeyh Mir Hamza Nigârî’nin Menâkıp-nâmesi. Bakü: Nurlar Neşriyat.
Tarıyel, Cahangir (2001) Mir Sedi Ağa. Bakü: Azerbaycan Milli Ansiklopediyası Neşriyatı.
(http://www.yildiztepe.com/boztepe/zile/) Alıntı Tarihi 2016
G- ORİJİNAL METİNLER
H- EKLER
MOLLA ALİ TÂLİBÎ
FOTOĞRAFI
SON
ARKA KAPAK YAZISI:
Elinizde bulunan Tâlibî Divançesi divan şiirinin son temsilcilerinden Molla Ali Tâlibî’ye aittir. Onun Azerbaycan’nın Karabağ bölgesinde başlayan hayat macerası 1940’lı yıllarda Anadolu’nun Zile kasabasında son bulmuştur. Bir acı sürgünün sonunda, baharda açan umut çiçekleri gibi hayata sımsıkı sarılan Tâlibî, kendisine kucak açan Anadolu insanına bir divançe ile teşekkür etmiştir. Anadolu’da gelişen divan şiiri geleneğine son örneklerden birini armağan eden şair, Amasyalı Mir Hamza Nigârî yolunda ilerlemiştir. Nigârî’nin açtığı yolda onun gibi şiirler yazma hevesi, elinizdeki bu güzel eseri doğurmuştur. Aruz ve hece ile yazılmış bu şiirlerde Tâlibî’nin ince ruhundan esintiler, dinî hayatından nasihatler, eleştirel bakışından iğnemeler bulunmaktadır. O, bir Molla olarak aynı şeyhleri Mir Hamza ve İsmail Şirvanî gibi orta yolu bulmuş gönül insanlarından birisidir. Onu okuyan Fuzûlî’yi, İsmail Şirvanî’yi, Mir Hamza Nigârî’yi anlar. Onun dünya karşısındaki tavrı hem mücadeleye hem de Mehdî’ye davet içerir. Günümüz insanının “Batılılaşma” ilk defa başlarken yaşadığı buhranı ve o dönemin ikilemini o günlerden mertçe ifade eden bir çelik iradedir Molla Ali Tâlibî.
Mir Hamza Nigârî gibi şahsiyetleri anlamak ve hakkını teslim etmek için onun etkilediği sahayı ve önemli şahsiyetleri, eserleri ile tanımak şarttır.
Molla Ali Tâlibî, bir müddet Amasya’da kalıp Zile’ye yerleşmiş Azerbaycan göçmeni bir ailedendir. Onun şiirleri, Nigârî’yi anlamak, insanımızı tanımak ve divan şiirinin son temsilcilerinden birisi ile tanışmak bakımından önemlidir.