Goethe’den Nigari’ye Benlik Algısı Yahut İnsan ile Şeytanın Mücadelesi (Monomit Teorisi Bağlamında Benlik Yolculuğu)
Doç. Dr. Metin HAKVERDİOĞLU
Ayşegül ÖZDAĞ
İNGİLİZCE ORİJİNALİ (LİNK)
https://kesitakademi.com/?mod=tammetin&makaleadi=&makaleurl=1c03b628-9461-4948-a9db-96505f36b1ab.pdf&key=51903
MAKALENİN TÜRKÇESİ
GOETHE’DEN, NİGARİ’YE BENLİK ALGISI YAHUT
İNSAN İLE ŞEYTANIN MÜCADELESİ
(Monomit Teorisi Bağlamında Benlik Yolculuğu)
ÖZ
Faust ile aynı dönemde İslami çerçevede yazılmış bir eser olan Nigar-name, insanın içsel yolculuğu ve çeşitli engellerle mücadelesini anlatması bakımından benzerlik göstermektedir. Her iki eserde de insanın tekâmül yolculuğunun benzer yöntemle anlatılması dikkate şayandır. Aynı dönemde birbirinden habersiz bir şekilde yazılan bu iki eserin anlatı düzlemindeki bu benzerliği, insanın inanç ya da içinde bulunduğu toplum fark etmeksizin temelde aynı sorunla baş etmeye çalıştığını ortaya koymaktadır. Bu temel sorun ise Jung’a göre kolektif bilinçdışının bir ürünüdür. İnsanlığın ortak ürünü olan bu sorunlarla başa çıkma şekilleri arketip kavramının temelini oluşturmuştur. İnsanların karşılaştıkları her türlü olaya karşı oluşturdukları çeşitli psikolojik savunma mekanizmaları arketiplerle açıklanmıştır.
Bu çalışmada, Goethe ve Nigarî’nin aynı dönemde (1800’lü yıllar) ortaya koydukları iki farklı eserin temelde nasıl bir benzerliğe sahip olduğu incelenmiştir ve insanın dönüşüm yolculuğu J. Campbell’in Monomit Kuramı üzerinden açıklanarak arketip kavramının farklı kültürlerde benzer yaratmaların meydana çıkışındaki rolü üzerinde durulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Goethe, Faust, Nigarî, Nigar-name, Monomit, Arketip, Jung, Campbell, Mukayeseli Edebiyat.
SELF PERCEPTION FROM GOETHE TO NIGARI OR
FIGHT OF HUMAN AND THE DEVIL
(Self Journey in Context of Monomite Theory)
ABSTRACT
Nigar-name, a work written in an Islamic framework at the same time as Faust, is similar in terms of describing the inner journey of man and his struggle against various obstacles. It is noteworthy that both works describe the evolutionary journey of man. This similarity in the narrative plane of these two works, which were written without knowing each other in the same period, reveals that human beings basically try to cope with the same problem, regardless of belief or society. This fundamental problem is, according to Jung, a product of the collective unconscious. The ways of dealing with these problems, which are the common product of humanity, formed the basis of the archetype concept. Various psychological defense mechanisms created by people against all kinds of events they encounter are explained with archetypes.
In this study, the similarity of the two different works of Goethe and Nigari in the same period is examined and the role of the concept of archetype in the emergence of similar creations in different cultures is emphasized by explaining the transformation journey of human through J. Campbell’s Monomite Theory.
Keywords: Goethe, Faust, Nigari, Nigar-name, Monomit, Archetype, Jung, Campbell, Comparative Literature.
Giriş
Ortaçağ Avrupa’sında filizlenen Faust efsanesinin, İncil’in Elçilerin İşleri bölümünde bahsi geçen Büyücü Simon’un öyküsünden kaynaklandığı düşünülür. Faust efsanesi insanın ruhunu Şeytana satmasıyla sonuçlanmaktadır. “Yaşamının sonuna dek Faust üzerinde çalışan ve onu tamamladıktan kısa bir süre sonra da ölen Goethe’nin Alman edebiyatına etkisi çok önemlidir.” (Menderesoğlu, 2005) Goethe bu efsaneden esinlenerek kaleme aldığı Faust Tragedyasını klasik efsanedeki olaylardan farklı olarak insanın yaşam içerisindeki yolculuğunu, dış dünya ile kurduğu irtibatını, elindekilerden daha fazlasına sahip olma çabasını anlatan çeşitli olaylar çerçevesinde kurgulamıştır. Bu özellikleri bakımından yalnızca efsanenin yaratıldığı toplumla sınırlı kalmayarak evrensel bir özelliğe de sahip olmuştur.
Faust yaşadığı dönemin bütün ilimlerinde uzmanlaşmış bir doktordur. Ruh ve büyü üzerine de çalışmalar yürüten Faust, bulunduğu ilim mertebesine rağmen doyuma ulaşamamış, yaptığı hiçbir işten tatmin olamamıştır. Faust bu ruhsal bunalımları yaşayadursun, o sırada gökte Tanrı ve Şeytan arasında bir bahse tutuşulur. Anlatıda Şeytan olarak karşımıza çıkan Mephisto, Faust’u baştan çıkararak yanlışa sürükleyeceğini, Tanrı ise Şeytan ne yaparsa yapsın insanın özünün iyi olduğunu ve her türlü yanlışa sürüklenme ve aldanmaya rağmen sonunda Faust (insan)’un doğru yola ereceğini ifade etmiştir. Bu sebepledir ki Tanrı, Şeytan’ın Faust üzerinde bir deneme yapmasını serbest bırakmıştır.
Mephisto, ruhi bir çıkmazda sürüklenen Faust’a, hayatın bütün zevklerini tattırıp onu tatmine ulaştırabileceğine dair vaatlerde bulunur. Sonuç olarak Faust ve Mephisto arasında bir sözleşme yapılır. Anlaşmaya göre Faust herhangi bir zamanda en ufak bir an için bile ‘dur geçme zaman, ne kadar güzelsin’ diyecek olursa ruhunu Şeytana satmayı kabul ederek ölecek ve Mephisto hem Faust’la hem de Tanrı’yla girdiği iddiayı kazanacaktır.
O zamana kadar ömrü yalnızca kitaplar arasında geçmiş olan Faust’u türlü zevk ü sefa âlemlerinde gezdiren Mephisto, girdiği iddiayı kazanmak adına her türlü girişimde bulunur. Onu, dünya nimetinin bin bir türlüsüyle muhatap eder. Büyücü bir kadına hazırlattığı aşk iksirini Faust’a içirip karşısına Margeret adında bir genç kız çıkarır ve Faust’u ona âşık eder. Bu aşk Faust için engellenemeyecek arzular uyandırır. Ancak bu aşk da kalıcı olmaz ve Mephisto, Faust’u oradan oraya sürüklemeye devam eder. Bu amaçsız sürüklenmeler sonucu kendini kaybeden Faust, Gretchen (Margeret)’ın ölümü ile sarsılarak vicdanı ile baş başa kalır ve ilk bölüm sonlandırılır.
İkinci bölümde ise tatminsiz kahramanımız Faust bu kez de Yunan güzeli Helena’ya âşık olur. Tragedyanın başlangıcında Faust bir İncil çevirisi ile meşgulken yaradılışın başlangıcına dair bazı çıkarımlarda bulunmuştur. Yaradılışın başlangıcı “söz müdür?”, “anlam mıdır?” yoksa “eylem midir?” Bu düşünce üzerindeki çıkarım ikinci bölümde net olarak ortaya koyulur ve Faust yaradılışın amacının “eylem” olduğuna karar verir. Bu karar ikinci bölümün şekillenişi açısından kayda değerdir. Zira Faust bu kısımda daha çok yaptıklarıyla ön plana çıkarak tatmin olmayı yeğlemektedir. İnsanlara ve çevresine faydalı olduğu müddetçe yaradılışının anlamını bulduğunu düşünmekte ve kalbi mutmain seviyesine bir adım daha yaklaşmaktadır. Bu düşüncelerle bataklık sahayı verimli bir otlak haline getirme kararını aldığı anda manevi tatmine ulaşarak mutmain seviyesinde zamana; “dur geçme çok güzelsin” der ve ruhunu teslim eder. Son sözleri “Benim bu dünyada yaşadığım günlerin izi yüzyıllarca silinmeyecektir. Şimdi bu büyük mutluluğu içinde yaşıyor ve en yüce anın zevkine varıyorum.” (Menderesoğlu, 2005) olur. Görünüşte, Mephisto kazanmış ve Faust’un ölümüne sebep olmuştur; ancak Faust’un erdemli davranışı sayesinde melekler onun ruhunu göğe yükseltmiş, Faust da içindeki iyilik sayesinde affedilmiştir.
Çalışmamızın bir diğer ayağı da Mir Hamza Nigarî tarafından kaleme alınmış olan Nigar-name adlı 4545 beyitlik eserden yola çıkılarak oluşturulmuştur. Mir Hamza Nigari, Azerabycan’dan Rus zulmü yüzünden Anadolu’ya göçen büyük bir İslam alimidir. 19. Yüzyıl boyunca hem sanat hem de İslami ilimlerde önemli eserler vermiştir. Türkçe ve Farsça Divanı yanında Nigarname adlı mesnevisi de vardır. Nakşibendiliğin Halidi kolunda irşad faaliyeti yürüten Nigari Ruslarla yapılan mücadele yanında insanın nefsiyle yaptığı mücadelede de başarılı olması gerektiğini savunmuştur. Nigar-name, tamamen dini-tasavvufi muhtevada kaleme alınmış, Nigarî’nin aşka dair görüşlerinin yer aldığı tasavvufî mahiyetli bir eserdir. (Taşlıova, 1999; Memmedli, 2012; Karadayı, 2017)
Nigarî de Goethe gibi hayatının son demlerinde bu eseri kaleme almıştır. Çalışmamızın temel amacı da burada ortaya çıkmaktadır. Yaklaşık aynı yıllarda (Faust-I 1806, Faust- II 1832; Nigar-nâme 1882) yazılan iki eserde tüm insanlığın ortak yönlerini ortaya koyan Monomit Teorisinin bu kadar örtüştüğünü tespit etmek ilginçtir. Bu aynı zamanda ister Doğuda ister Batıda olsun insanın aynı temel sorunla mücadele ettiğini göstermektedir: Nefis. Monomit Teorisi her ne kadar zaten bu temel benzerliği savunuyorsa da iki eserin bu bağlamda incelenmesi mukayeseli edebiyat adına önemlidir. Çalışmamızın bir ayağı da bu bağlamda mukayeseli edebiyata uzanır; Nezahat Öztekin’in şu cümlesini desteklemeyi amaçlar:
“Mukayeseli edebiyat tarihçileri, kültür etkileşimlerinin bu geniş haritasını gözardı edip araştırmalarını sadece Avrupa kıtasıyla sınırlayarak, Avrupa kıtası içindeki fikir, tem, tip, duygu, hayâl ve mekânların tarihini çizmeyi teklif ederler. Avrupa içindeki etkileşim akımlarının onları genel edebiyat tarihine götüreceğinden emindirler. Oysa Asya’yı göz ardı ederek yapılacak bir etkileşim tarihinin eksik olacağı muhakkaktır.” (Öztekin, 2007: 678)
Nigar-nâme’nin konusu temelde aşk ve seyr-i süluk üzerine kurulmuştur. Salikin ilâhî aşk yolculuğunda yaşadığı haller ve elde ettiği makamlar hakkında detaylı bilgiler içermektedir. Nigar-nâme’nin, aşk yoluyla Allah’a ulaşmanın zevkini elde etmeyi ve bu yolda çekilen çileleri, aynı zamanda da salikin seyr-i süluk eğitim serüvenini ilahi aşk perspektifinden işleyen bir eser olduğunu söyleyebiliriz.
Nigar-nâme’de salikin bir rüya ile başlayan aşk tecrübesinin çeşitli çatışmalarla ve başka rüyalarla desteklenerek ilahi aşka dönüşmesi ve bu aşk yolculuğunda aynı zamanda ilahi makamların da geçilmesi detaylı bir şekilde anlatılmıştır. “Sebeb-i nazm-ı Nigar-name” bölümünde Nigarî, eserinin niçin yazdığını da bizzat kendisi açıklamıştır. Kendisinin bir rüya gördüğünü, bu rüyada bade içtiğini, bu badenin onu aşka düşürdüğünü ve aşk ateşinin elinde çaresiz kaldığını belirten bir şiirle kendinde vuku bulan halden bizleri haberdar eder.
Bil kadrini imdi bir binâ et
Bir tâze hikâyeyi edâ et
Al kilki ele kitâbet eyle
Bir kıssa-yı ter hikayet eyle (Memmedli, 2012: 40)
Nigarî, Allah’ın bir ikramı olarak gördüğü aşk ile kemale erme yolunda ilerlemiş ve mutlak güzele ulaşmıştır. Nigar-name de bu olgunluğun bir meyvesidir. Alegorik bir eser olan Nigar-name, nefis ile insan mücadelesini anlatan mesnevilerden birisidir. Şair rüyasında gördüğü nuranî bir güzelliğe bağladığı gönlünü, manevi meclislerde kimi zaman ariflerle ve âlimlerle konuşturarak kimi zaman da nefsî özellikleri temsil eden mihmanlarla savaştırarak belli merhalelerden geçirir.
“Nasihatçi olarak şu dostlar âşığın evine davet edilir: âlim-i şeriat (şeriat âlimi), kâmil-i tarîkat (tarikatta olgunlaşmış), vâiz-i Hudâ (Allah’ı anlatan vaiz), sâkiyân-ı mestân (içki sunan sarhoş), kâmil-i kühen-sâl (yaşlı kâmil), nev-civan-ı hoşhâl (genç arkadaş), rehneverd (yolcu), Lokman (hekim), mutrib-i hoş-âvaz (çalgıcı), şâir-i güher-bâr (şair), mâl-dârî (zengin). Bu dostların her biri, kendince, dünyanın asıl gayesinin kendi hayat düsturları olduğunu, diğer şeylerin ise boş olduğunu iddia ederler. Âşık ise her birine Nigar’a giden yolun oradan geçmediğini gösterir.” (Hakverdioğlu, 2017: 461)
“Manevi yolculuk anlatısı tarih içinde geliştikçe yolcu tipleri halklaşır. Yolculuğun amacı da yolcuda bulunur. Yani amaç; yolculukta elde edilen olgunluktur. Bu noktada manevi yolculuk anlatısı ile mesnevinin aşk yolundaki teması örtüşür. Manevi yolculuk anlatılarında, tarihin başından beri bir çeşit aşk yolunda olgunlaşma teması vardır. Bu tema mesnevi geleneği ile birleşince, manevi yolculuk anlatısı kadın-erkek ilişkisi içerisinde işlenmeye başlar.” (Holbrook, 1996: 7)
Bu durum Nigâr-nâme için de geçerlidir. Mesnevi kahramanı Mizban (ev sahibi) da Nigâr isimli bir kadın tahayyülü üzerinden manevi yolculuğa başlamıştır. Neticede hakikat, varlık itibariyle sevgiliden ayrı değildir, sevgilinin varlığı hakikatin bir yansımasıdır. Sevgili aracılığıyla hakikatin aslına ulaşmak mümkündür.
Yol ve yolculuk metaforu Faust’ta da kendini göstermektedir. Ancak Faust’ta yolculuk yalnızca iç âlemde değil fizikî olarak da gerçekleşmektedir. Faust’un yolculuğu dış dünyadan hareketle ruhuna sirayet etmiştir. Dünya zevklerini tadarak doyuma ulaşmaya çalışmış, bu yanılgılarının ardından yolculuğu boyunca aradığı manevi tatminin aslında dünyevi zevklerden ziyade manevi zevklerle oluşacağını anlamıştır.
İki anlatı üzerinden tespit ettiğimiz aşamalar, Jung’un etkisiyle Campbell tarafından oluşturulan “monomit kuramı” ile oldukça benzerlik göstermektedir. Campbell, anlatılardaki basamakları, kahramanların yola çıkışından başlayarak aşamalara ayırmış, bu yolculuğu “Yola Çıkış” “Erginlenme” ve “Geri Dönüş” olarak bir sistematiğe oturtmuştur.
C.G. Jung, insanlığın geçmişten bugüne oluşan kültürel birikiminin tamamının insanın bilinç dışında kayıtlı olduğunu öne sürmüştür. Jung’a göre insanlar farklı coğrafyalarda birbirlerinden habersiz yaşasalar da evrensel bir kültürün etkisinde benzer yaratmalarda bulunmuşlardır. Tarih boyunca yaşanılan hiçbir olay silinip gitmemiştir. Yaşanılan bu ortak kültür insanların bilinç dışında otomatik olarak kayıtlıdır. Bilinç dışında gizli olarak bulunan bu evrensel kültür birikimi bazı sembollerle açığa çıkar. Bu sembollere ise arketip denilmiştir. Rüyalar ve hayaller de bu sembollerin insan bilincine aktarıldığı alanlardır. Bu sebepledir ki insan geçmişten bugüne bilinçli ya da bilinçsiz, içinde bulunduğu yaşamı ve çevreyi bu rüya ve hayallerin, hislerin etkisiyle şekillendirmiştir.
Campbell de Jung’un çalışmasından hareketle kahramanın anlatılardaki ortak özelliklerini keşfetmiş ve bunu “monomit” kavramıyla açıklamıştır. Bu kurama göre kahraman döngüsel nitelikte bir yolculuk ile maceraya atılır. Karşı konulamaz yol çağrısı ile başlayan hikâye farklı alegorik yaklaşımlarla örülmüş bir maceraya dönüşür. Bu macera ise erginlenme/dönüşüm için gerekli olan çeşitli sınavlarla örülüdür ve maceranın sonunda kahraman başladığı yere geri döner. Burada kastedilen başlangıç insanın yaradılışındaki iyilik, içerisinde barındırdığı aşk, asli vatanı olan ruhlar âlemi ya da ruhunun tekâmülü, yükselişi olarak adlandırılabilir. İnsan dünyaya gönderildiğinden beri gurbettedir ve asıl vatanından ayrıdır. Asıl vatanı ise yaratıcının cemalidir. Bu vatana kavuşmak ise ruhun yükselişi ile mümkündür. Campbell’in “erginlenme” olarak adlandırdığı basamak ise tasavvufi anlamda insan-ı kâmil olmakla ve ruhun yükselişi ile alakalıdır. Bu açıdan yolculuk kahramanın başladığı yere dönmesi ile sonuçlanır. Çünkü başlangıç ‘nur-ı ilahî’dir.
Bu çalışmada aynı yüzyılda farklı coğrafyalarda yazılmış iki eser olan Faust ve Nigar-name’de insanın anlam arayışı monomit kuramı üzerinden çözümlenmeye çalışılmıştır. İki esere de konu olan arayış yolculuğu iki yazarın da gençlik döneminden başlayarak hayatlarının son dönemine kadar yaşadıklarının birer aynası olması bakımından benzerlik göstermektedir. Nigar-name mesnevisi Mizban karakteri üzerinden tekâmül basamaklarını bir bir çıkan, seyr-i süluk yolcusu bir dervişin nefsiyle olan manevi âlemdeki mücadelesini konu almıştır. Öte taraftan Goethe’nin Faust’u ise yine aynı düzlemde fakat farklı bir yoldan giderek insanın anlam arayışını ve bu arayışta karşılaştığı türlü zorluğu, Şeytan ile olan mücadeleyi, panteist bir yaklaşımla ele alarak ortaya koymuştur.
Eserler arasında doğrudan bir ilişki gözlemlenememekle beraber işlenilen konunun temel eksendeki benzerliği dikkate şayandır. Ele aldığımız iki eser de insanın sorgulama merkezli bir yaklaşımla özünü, varoluş amacını araması sonucu oluşan yolculuğu işlemişlerdir.
Nigarî (Mizban) bir mürşittir ve etrafında müritleri vardır. Mürşit olması onun dini ve ahlaki açıdan mükemmel olduğunun göstergesidir. Faust da hikâyede yaşadığı dönem için önemli bir bilgin, ahlaklı ve dinine bağlı bir insan olarak görülmektedir. Tragedyanın prolog kısmında da Tanrı katında derece kazanmış bir insan olarak tasvir edilmiştir. Tanrı Faust’un, ne kadar aldanırsa aldansın, sonunda doğru yolu bulacağını bilir ve Şeytana onun üzerinde oyun oynaması için fırsat verir.
“Mevlânâ da, “zühd” yaşamını sâlik için olmazsa olmaz bir aşama olarak öngörürken bu süreçte takılıp kalmanın sâliki öldürücü bir huzursuzluk içinde bırakacağını ifade eder. Mevlânâ, bu evrede çekilen sıkıntı ve zorlukları, bir peygamberin kendisine nübüvvet verilmeden önceki dönemine benzetir.” (Küçük, 2009: 46 akt. Gökcan, 2018: 20).
Belli sınavlardan geçmeden ulaşılan mertebe içselleştirilmiş sayılmaz. Sınavlara tabi tutulmayan sâlikin de olgunlaşması mümkün olmaz. Olgunlaşamayan sâlik ibadet ve riyazette ne kadar ileri seviyelere çıksa da bu yükseliş surettedir, sirete inememiştir. (Gökcan, 2018)
Bu sebeple Faust’un akıl ve bilim yoluyla elde ettiği hiçbir şey onu doyuma ulaştırmaz. Ömrü boyunca elde ettiği birikim bir anda çöker ve Şeytan ile baş başa kalır. Çünkü birikimi içsel dayanaktan yoksundur, surettedir. Görünüşte kendisini gün ışığından bile mahrum edecek kadar ilime adamış olan Faust, iç âleminde dayanak noktası olmadığından ruhi bunalımlara sürüklenmekte, tatmine ulaşamamaktadır.
İki eserde de kırılma noktası aşktır. Kuvvetli ruhsal bir sarsıntı olmalıdır ki bu yavan benlik yıkılsın ve salik yolculuğa başlayabilsin. Bu kuvvetli sarsıntıyı ise ancak aşk sağlayabileceğinden kahramanlar aşka düşürülerek benlik mücadelesine tabi tutulmuş ve sonunda “ben”i bırakıp “o”nu aramaya başlamışlardır.
YOLA ÇIKIŞ
Maceraya Çağrı
J. Campbell, daha önce masal incelemeleri için ortaya atılan “yapısalcılık kuramı”na benzer bir şemayı bütün anlatı türleri için ortak kabul etmiş ve her anlatının “ayrılma-erginlenme-dönüş” aşamalarından meydana geldiğini monomit kuramı çerçevesinde açıklamıştır. Monomit, temel olarak insanın yaşamını ve çevresini anlamlandırmak için ortaya koyduğu bir anlatı şemasıdır. Campbell’e göre bu şema insanlık tarihi boyunca değişmez bir yapıya sahiptir. Çünkü her anlatının bir kahraman arketipi vardır ve bu kahramanı meydana getiren bilinç ve bilinç dışı faaliyetler toplumun ortak yaratmalarının hatta evrensel kültürün bir sonucudur. Bu evrensel kültür kahramana etki eden dolaylı kurallar bütünü olduğundan anlatı nerede ortaya çıkarsa çıksın temel olay ortak olacaktır. Evrensel kültür sonucunda ortaya çıkan anlatılarda temel benzerlik kahramanın bir yolculuğa çıkması ve bu yolculuk sonucunda değişim ve dönüşüme uğramasıdır.
“İster büyük ister küçük ve hangi yaşam sahnesinde ya da aşamasında olursa olsun, çağrı, her zaman bir dönüşümün-tamamlandığında bir ölüme ve bir doğuma eşitlenen bir ruhsal geçiş anı ya da ayininin- gizemiyle perdeyi kaldırır. Alışılmış yaşam ufku genişlemiştir; eski kavramlar, idealler ve duygusal kalıplar artık yetmez; bir eşiği aşma zamanı gelmiştir.” (Campbell, 2010: 65)
Seyr-i süluk yolculuğu da yapı olarak monomit kuramı ile aynı doğrultuda ilerler. Yaradılışın ardından insanın dünyaya gönderilmesiyle ayrılış aşaması başlamıştır. Dünyada yaşanılan dönemde geçilen sınavlar ve yapılan savaşlar neticesinde insan erginlenme aşamasını tamamlar. Bu aşamada geçilen sınavların amacı tekâmüldür. Yön ise cemal-i mutlaktır. Dönüş başlangıç noktasına ulaşmak, özüne dönmek, içinde baştan beri var olanı keşfetmektir. Uzun ve meşakkatli yolculuğun ardından süreci tamamlayan kahraman aslında başladığı yerdedir.
Kahraman kim olursa olsun “hep aynı tehlikeyi, güven kazanımını, sınamayı, geçişi ve doğumun gizemlerinin tuhaf kutsallığını simgeleyen arketipsel imgeler harekete geçer.” (Campbell, 2010:66) Bu imgeler Nigar-name’de rüya motifiyle ve ardından mihmanlar ve Nigar Hanım ile; Faust’ta ise Mephisto ve onun Faust’u gezdirdiği türlü âlemlerdeki yaratıklar ve aşkın simgesi olan kadınlar aracılığıyla ortaya konulmuştur.
Yolculuğa çağrı aşaması bütün anlatıların kırılma noktaları olarak karşımıza çıkar. Bu kırılmadan sonra anlatının seyri değişir, kahramanın sıradan hayatı bir anda maceraya dönüşür ki asıl olay da bu aşamadan sonra cereyan etmeye başlar. Çağrı Mizban’a bir rüya ile iletilirken Faust’a kendiyle baş başa olduğu bir ortamda bilincinin açık olduğu bir anda çalışma odasında iletilmiştir.
Çağrı aşaması gerçekleştikten sonra kahraman için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Bu aşamada kahraman ilk başta içine çekildiği yolculuğun farkına varmayabilir veya bu çağrıyı kabul etmeyebilir. Bu, çağrının reddedilişi aşamasını oluşturmaktadır. Ancak çağrı her ne kadar reddedilip görmezden gelinse de artık macera kaçınılmazdır ve bu reddediş zamanla yerini kabullenmeye bırakacaktır.
Çağrının Reddedilişi
Campbell’e göre bu aşama kahramanın mevcut düzeninin bozulmasını istememesi, konfor alanını terk etmek istememesi ya da içinde bulunduğu kültür ortamının dayatmasının bir sonucu olarak gelen çağrıyı reddetmesi, yok sayması yahut farkına varamaması şeklinde tanımlanmaktadır.
Kahramana gönderilen yol çağrısı bilinçli veya bilinçsiz herhangi bir sebeple görmezden gelinir ya da inkar edilir.
“Gerçek yaşamda sık sık, mitlerde ve halk masallarındaysa bol bol, yanıt verilmeyen çağrı gibi garip bir durumla karşılaşırız; çünkü başka ilgilere yönelmek her zaman olasıdır. Çağrıların reddi macerayı olumsuza çevirir. Sıkıntıyla, ağır çalışmayla ya da “kültür” ile kaplanan özne, belirgin olumlu eylem gücünü kaybeder ve kurtarılacak bir kurban olur.” ( Campbell, 2010: 73)
Nigar-name’de çağrı bir rüya ile yapılır. Mizban çocukluk döneminde bir rüya görür ancak bu rüyayı anlamlandıramaz. Bu anlamsız buluş çağrının reddedilişi aşaması olarak değerlendirilebilir. Ancak çağrı görmezden gelinse de kader ilerleyen zamanlarda kahramanı bu yolculuğa mecbur edecektir. Çünkü kahraman çağrının reddiyle birlikte kurtarılması gereken bir kurban durumuna düşmüştür. Aynı reddediş Faust için de geçerlidir. Faust’a benlik yolculuğunun ilk çağrısı çalışma odasında çeşitli metafizik uğraşlara dalmış bir vaziyette bulunduğu bir sırada Mephisto’nun köpek silüetinden sıyrılıp siyah bir duman şeklinde kendini göstermesi ile gelir. Faust da ilk aşamada çağrıyı reddetme yolunu seçmiştir. Çünkü ona göre çağrının habercisi olan yaratık bir iblistir ve onun çağrısına uymak yaşadığı dini ve kültürel çevre için kabul edilebilir bir durum değildir. Aynı zamanda Faust, Şeytanı aşağılık ve zavallı bir yaratık olarak görmekte ve onun kendi mertebesine ulaşamayacak bir sefil olduğunu bu sebeple ondan bir fayda göremeyeceğini düşünmektedir. Mizban Rahmani olup olmadığını bilmediği bir işret almıştır; ancak Faust Şeytani bir işaret aldığından emindir.
Doğaüstü Yardım
Bu aşamada kahraman çağrıyı reddettikten sonra kurtarılması gereken bir kurban durumunda olduğu için yaptığı yanlıştan dönmesi adına ona yardımcılar gönderilir. Çıkılacak yolculuğun kaçınılmaz olduğunu gösteren bu yardımcılar haberci olarak da nitelendirilir. Yardımcılar maceranın başında haberci konumundayken macera başladıktan sonra kahramana yardım eden karakterlere dönüşebilmektedir.
İlk çağrının reddinden bir süre sonra Mizban eğitim almak için gittiği dergâhın hanımı olan Nigar ile karşılaşır.
“Habercinin haberleri, yaşamak ya da yaşamın daha ileri bir anında, ölmek olabilir. Önemli tarihsel bir olaya çağrı gibi görünebilir. Ya da dinsel bir aydınlanmanın şafağını belirtebilir. Mistik tarafından yorumlandığı şekliyle de, “benliğin uyanması” denilen şeyi belirtir.” (Campbell, 2010: 65)
Nigar’ın rüyayı hatırlatması ile, Mizban’ın aşk arayışına ve dolayısıyla içsel yolculuğuna çıkmasına vesile olması bakımından ‘benliğin uyanması’ için ilk basamak olan haberci ortaya çıkmıştır. Bu karşılaşmadan sonra Mizban’ın yolculuğu başlamış ve kemale erme yolunda ilk adım aşk arayışı ile atılmıştır. Kurban durumundaki kahraman artık kurtuluş için yola çıkmış ve bu yoldaki ilk yardımcısı Nigar olmuştur.
Faust’un yardımcısı ise Mephisto’dur. Çünkü o da çağrıyı reddetmiş ve kurtarılması gereken bir kurban durumuna düşmüştür. Mephisto’nun görevi Faust’u yolculuğa ikna etmektir. Mephisto da hem yardımcı hem de haberci konumunda karşımıza çıkmaktadır. Haberci ile ilk karşılaşmada Faust da Şeytanı hoş karşılamamış ve çağrıyı reddetmiştir. Bu reddedişten sonra Mephisto tekrar Faust’u ikna etme çabasında bulunmuş ve artık çabası sonuç vermiş, anlaşma sağlanmıştır. Bu anlaşma Faust’un benliğine doğru çıktığı yolculuğun ilk adımını oluşturur.
Doğaüstü yardımcı genellikle kadın olsa da erkek yardımcılar da seyrek görülen tiplerdir diyemeyiz. Goethe de Faust’ta erkek rehberi Mephisto olarak sunar ve bunu onun kötü yönlerini ön plana çıkararak yapar. Çünkü masum Faust’u sınav yoluna sürükleyen odur.
“İster düş ister mit olsun, bu maceralarda, yaşamda yeni bir dönemi, aşamayı belirterek birdenbire rehber olmak üzere ortaya çıkan figürün karşı koyulmaz ölçüde büyüleyici bir havası olduğu görülür.” (Campbell, 2010: 70) Mizban’a rüyasını hatırlatan Nigar’ın da Faust’un odasında birden bire belirerek onu etkisi altına alan Mephisto’nun da bu tanıma uygun haberci ve aynı zamanda da rehber olma özelliklerini taşıdıklarını görebiliriz. Mephisto doymak bilmez bir merak ve bilme arzusuyla yanan Faust’a tatmini vaat etmiştir. Bu vaat onu karşı konulamaz kılan en önemli özelliktir. Çünkü o Şeytandır ve karşısındakinin zaafını en iyi bilen ve bu doğrultuda hareket eden yegâne varlıktır.
Aynı şekilde Mizban da rüyasında gördüğü nuranî varlığın etkisini ruhunun derinliklerinde bilinçsizce muhafaza etmekteyken karşısına Nigar çıkar. Mizban’ın ruhunun derinliklerinde gizli olan şey aslında aşktır. Nigar da bu aşkın tetikleyicisi konumundadır. Ruhunda taşıdığı gizli arzunun ortaya çıkışını sağlayan Nigar da bu bakımdan vazgeçilemez ve büyülü bir etkiye sahiptir.
“Hz. Musa’nın yanan bir ağaçta Rabbinin nuruna vasıl olması, Mevlânâ’nın Şems’te hissettiği nurla Rabbine aşkla yürümesi, Mecnun’un Leylâ’da gördüğü nurla Mevlâ Mevlâ demesi, Ferhad’ın Şirin’de gördüğü nurla dağları yarması, Aşk’ın Hüsn’de gördüğü nur ile simyayı bulması neyse HamzaNigârî’nin de Nigâr’ı görmesi ile bekâbillahta cilve-i cemâle meftun olması aynı şeydir.” (Hakverdioğlu, 2017: 498)
İlk Eşiğin Aşılması
Eşik, sıradan akışın sekteye uğradığı ve kahraman olma sürecinin başladığı geçiş anıdır. Kahraman için bu eşik sıradan yaşamı ile maceralı yolculuğunun başlayacağı dünya arasında bir perde görevi görür. Bu perdeyi Campbell “eşik muhafızı” olarak tanımlar. “Kahraman, kaderinin ona rehber ve yardımcı olan kişileştirmeleriyle birlikte macerasında, aşırı güç bölgesinin girişindeki “eşik muhafızı”na gelinceye dek ilerler.” (Campbell, 2010: 94) Kahraman adayı, sıradan yaşamını terk edip tehlikelerle dolu bir maceraya atılacaktır ve bu onda bazı tedirginliklere sebep olacaktır. Yine de kahraman bu tehlikeleri göze alıp cesaretiyle eşiği aşar ve maceraya atılır.
Nigarî (Mizban) için eşik Nigar Hanım ile karşılaştığı andır. Bu karşılaşmadan çok önce gördüğü rüya maceraya çağrının yapıldığı ilk işarettir; fakat Mizban bu rüyayı anlamlandırmada o dönem yetersiz kalmış ve bilinçsiz olarak çağrıyı reddetmiştir. Çağrının reddinden sonra karşılaştığı Nigar, maceraya geçişin ilk adımı olan Nigar aynı zamanda “eşik muhafızı”dır. Çünkü kahraman bu karşılaşmadan sonra sıradan hayatından ayrılarak yeni ve maceralarla dolu hayatına ilk adımı atacaktır. Bu adım “balinanın karnı”na geçişte ilk eşiktir.
Faust için eşik; Mephisto ile imzaladığı anlaşmadır. Faust İncil’i kendine göre tercüme etmeye çalışır ve ‘söz’ün yerine ‘eylem’in daha doğru olduğu kararına varır. Bu karar, Mephisto ile imzalayacağı anlaşmanın ön hazırlığı gibidir. Çünkü artık Faust düşünceden eyleme, teoriden pratiğe geçmenin onu tatmin edeceğine dair bir inanç içerisine girmiştir. İşte bu aşamada Mephisto ile yapacağı anlaşma ona anı yaşatacak eylem için fırsatlar sunacaktır. Faust bu anlaşma ile konfor alanından çıkacak bilmediği bir âlemde teoriden kurtulup pratiğe ulaşarak bilimin yıllar boyu onu ulaştıramadığı tatmine bu şekilde kavuşacaktır. Bu anlaşma tüm belirsizliklere ve tedirginliklere rağmen kahraman adayının dönüşüm için kararlı ve istekli olduğunun bir göstergesidir. Artık eski hayatı geride kalacak ve benliğine doğru yapacağı yolculuğun ilk ve en önemli aşaması olan “balinanın karnı”na geçiş yapılacaktır.
Balinanın Karnı
Campbell’e göre balinanın karnı kahramanın yeniden doğuşunun gerçekleşeceği yerdir. (2010:108) Bu alan kahramanın tam anlamıyla olgunlaşacağı, her yönüyle kemale ereceği alandır. Campbell ilk eşikten sonra bir yeniden doğumun simgesi olarak belirlediği bu aşamayı rahim imgesi olarak balinanın karnı ile sembolize etmiştir. (2010:107) Bir dönüşüm için gerekli olan bu alan; mağara, kuyu, tapınak ya da bir uyku hali gibi birçok sembolle ifade edilebilir. Bu alanların çoğunlukla kendine has yapısal özellikleri bulunur. Bu mekânlar erginlenme yolculuğundaki kahraman için ruhsal anlamda kendini bulduğu, dönüşümün gerçekleşmesi için gerekli özelliklere sahip yerler olarak karşımıza çıkar.
Mizban için balinanın karnı Mihman-saraydır ve aşığın gönül evini sembolize eden soyut bir mekân olarak tasvir edilmiştir. Soyut olan bu mekânda Mizban yine soyut misafirler tarafından ziyaret edilir. Bu misafirler aşığı seyr-i süluk yolculuğundan alıkoymaya çalışan bir nevi toplumsal değer yargılarıdır. Tasavvufî manada süluk kavramı bedene ve dünyaya hapsolmuş ruhu özgürleştirmek ve onu en yüksek mertebe olan fena makamına ulaştırmaktır. İçsel yolculuğa çıkmayı göze alan kahraman artık farkındalık sahibi bir birey olarak eşyaya bakışını değiştirir, bulunduğu ortamın değer yargılarından uzaklaşarak onlara karşı bir savaş açar. Bu savaş açış, aslında salikin aynı zamanda kendi nefsine karşı açmış olduğu bir savaştır. Nefsiyle girdiği bu savaş sonucunda “kenz-i mahfî”ye ulaşacaktır. Bu eşsiz hazine ise kendi ‘ben’inde var olan hakikattir. Hakikat ise gönül evinde yapılan kazı ile açığa çıkar. (Küçük, 2007) İnsan dört bir yanda aradığı hakikat hazinesini nihayetinde kendi içinde barındırdığı sonsuz nurda bulur ki bu keşif ile hüsn-i mutlak ile birleşir. Bu birleşme onda yüksek bir bilinç ve edep hâsıl eder. Mizban’ın konukları onun aşk derdiyle düştüğü duruma üzülerek ona çeşitli tekliflerde bulunurlar. Ancak âşık hiçbirine kulak asmayarak sığındığı gönül evinde tekâmül yolculuğuna devam eder. Mihman-saray aslında bir misafirhanedir. Bu misafirhaneye türlü mihmanlar gelip gitse de bunların nesnel bir karşılığı olmadığı için aşığın insanlardan soyutlanması ve kendiyle baş başa kalması için seçtiği soyut bir mekândır. Bu açıdan balinanın karnı olarak nitelendirilebilir. Neticede balinanın karnı da kahramanın erginleşme ve kendini bulma sürecinde dış dünyadan soyutlanmak amacıyla içine çekildiği simgesel bir mekândır.
Âşığın, gelen tüm nasihatlere karşı kendini kapatması, her bir mihmana ayrı ayrı cevaplar vererek haklılığını ispatlaması, sevgilisine yoğunlaşması olarak değerlendirilebilir. Burada mihmanlarla verdiği mücadele aslında aşığın maddi âlemden sıyrılma yolunda verdiği mücadelelerdir. Mizban karşılık olarak verdiği her cevapta biraz daha iç dünyasına çekilmektedir. Bu içe çekilmenin sonucunda âşık kendini bulacak, hakikate erecek ve Nigâr’a kavuştuğu anda yeniden doğacaktır.
Mihman-saray bir yandan da anne arketipinin bir sembolüdür. Anne arketipi; dişiliği, yüceliği, yeniden doğuşu, merhameti simgelemektedir. Anne; bakıp büyüten, karnında taşıyan, olgunluğa götüren bir semboldür. Mihman-saray da tıpkı anne gibi Mizban’ı içinde saklayan, onu belli bir olgunluğa gelene kadar taşıyan ve zamanı geldiğinde yeniden doğuşuna sebep olan yerdir.
Elde etmek için yıllar boyu uzun ve sıkıntılı süreçler geçirdiği bilgiler, manevi gelişim açısından bakıldığında belli bir aşamadan sonra salik için irfan elde etmesini engelleyen zahiri bilgiye dönüşebilir. (Küçük, 2007) Bu minvalde Faust’un yıllarca emek harcadığı bilgi birikimi de onu tatmin etmemiş hatta isyana sürüklemeye başlamıştır. Öyle ki Faust hayatının anlamını yitirmenin verdiği bunalım ile kendini zehirleme noktasına bile gelmiştir. Bu sırada, çalınan paskalya çanı Faust’u kendine getirmiş ve adeta yeniden doğuşuna ortam hazırlamıştır. Paskalya, Hristiyan inancında Hz. İsa’nın dirilişinin sembolüdür. Kurtarıcı İsa o gün de Faust için dirilmiş ve onu hayata yeniden bağlamıştır.
Faust için balinanın karnı “Çalışma Odası”dır. Burada İncil’i kendine göre tefsir ederek ‘söz’ün yerine ‘eylem’i koyar. Çünkü artık teori değil pratik, söz değil eylem önemlidir. Anlaşmayı imzalayan Faust yolculuk için ilk adımı atmıştır. Artık Faust için hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Yaşamanın ve ilerlemenin kaynağı olarak eylemi seçen Faust kitabî bilgiler yerine an’ın tadına varacak, düştüğü çıkmazdan bu şekilde kurtulacaktır. İçinde var olan tanrısal gücün farkında olan Faust buna rağmen onu harekete geçirecek güçten yoksundur. İşte burada devreye Mephisto girecek ve en sefil hallere sürükleyerek hercümerç ettiği yaşamını her an yıkılıp yeniden şekillenen bir düzen içinde oradan oraya sürükleyecektir.
ERGİNLENME
Sınavlar Yolu
Eşiği aştıktan sonra, kahraman bir dizi sınavdan geçmek üzere tuhaf biçimde akışkan, belirsiz biçimlerin düş dünyasında ilerler (Campbell, 2010: 113). “Balinanın karnı”nda gerçekleşen sembolik doğumdan sonra kahraman kendini olgunlaştıracak sınavlarla örülü yollardan geçer. Bu yolda kahraman, sınavlarını başarıyla geçmesi için bazı yardımcılar tarafından desteklenir. Yolculuk aynı zamanda kahramanın kendine olan güvenini geliştirmesi açısından da önemlidir. Manevi gelişim için gerekli olan bu aşamada kahraman hayata ve eşyaya bakışını farklı yönde şekillendiren hadiselerle karşı karşıya kalır. Kemale ulaşma açısından en önemli basamak bu sınavların başarıyla atlatılmasıdır.
Kahraman erginleşmesi için çıktığı yolculukta türlü engellerle karşılaşır. Bu yolculukta engelleri aşabilmesi için de mutlaka bir yardımcısı olmalıdır. Kendisini destekleyen iyi kalpli bir güç tarafından yolu aydınlatılmalı, menzile ulaştırılmalıdır. Mizban’ın da bu yoldaki destekçileri mihmanları olmalıdır. Çünkü onun haline üzülüp nasihat etmekte ve onun derdiyle dertlenmektedirler. Fakat bu dostlar aynı zamanda gidilecek asıl noktayı (Tanrıya kavuşma) bilmedikleri için engel özelliği de taşımaktadır. Bir tipte birden fazla arketipin özelliğini görmek mümkündür. Sâhib-i Dil de hem bilge hem de gölge arketipi özelliği göstermektedir. Mizban’ın durumuna üzülüp ona çare olmaya çalışması, yol göstermek istemesi, kendi yetemediği yerde kendince akl-ı selim olarak gördüğü diğer mihmanları çağırması yönünden, aşığa yolculuğu boyunca eşlik eden bilge arketip olarak yorumlanır. Öte yandan aşkı yadırgayıp aklı öne çıkarması, diğer mihmanların nasihatlerine önayak olması bakımından da olumsuzlanan bir gölge olarak karşımıza çıkmaktadır. Mizban’ın içsel yolculuğunda önemli bir yere sahiptir ve onun korkularının yahut eksik yönlerinin vücut bulmuş hali olarak bu yolculuğun daimi refakatçisidir. İçsel yolculuk boyunca aşığın karşılıklı konuştuğu ve ikilemlerinin sonucuna ulaştığı konuşmaların başlatıcısı olmuş içsel çatışma boyunca karşıt düşüncelerin temsili olarak aşığın doğruyu bulmasına yardımcı olmuştur. Sonuç olarak Mizban’ın kemale erip Nigar’a kavuşması aslında Sâhib-i Dil ve mihmanların karşıt görüşleriyle yaşadığı çatışma sonucunda olmuştur. Bu çatışma âşığa doğru yolu buldurmuş ve sevgilisine kavuşturmuştur.
Öte yandan Faust ise Mephisto ile yaptığı antlaşmadan sonra artık yolculuk için hazırdır. Bu yolda geçeceği türlü sınavlarda yardımcısı Mephisto olacaktır. Tragedyada, Mephisto olumsuzlanan bir tip olarak sunulmuştur. Aşağılık ve sefil özellikler barındırır ki neticede o bir Şeytandır. Kolektif bilincin bir ürünü olarak ona bu olumsuz özelliklerin yüklenmesi gayet tabiidir. Mephisto anlatı boyunca Faust’un yol göstericisi olacaktır fakat bu yol gösterici geleneğin aksine iyiye ve doğruya götüren bir kandilden ziyade insanı aşağıların da aşağısına çekmeye çalışan bir karanlık olarak karşımıza çıkar. Anlatı boyunca ateşle ve karanlık ile tasvir edilen Mephisto kendisine yüklenen görevi başarıyla yerine getirmiş görünmektedir. Mephisto bu yönüyle gölge arketipine örnektir. Bilindiği gibi gölge olumsuzlanan özelliklere sahip bir yönlendiricidir. Türlü göz boyamalarla yanlışa sürüklediği Faust’u yoldan çıkarmayı başarmıştır. Tragedyanın sonunda aslında yoldan çıkışın zahirde olduğu Faust’un ruhunun göğe yükselmesiyle ortaya konulmuştur. İşte bu minvalde Mephisto her ne kadar kahramanı kötü yollara sürüklese de bu yollar kahramanı aslında olması gereken yere yani içinde bulundurduğu iyiliğe ulaştırmıştır. Bu açıdan bakıldığında Mephisto yolu yanlış olsa da kahramanı doğruya ulaştırdığı için aynı zamanda kahramana yardımcı olması özelliğiyle bilinen bilge arketipi olarak da yorumlanabilir. Bilindiği gibi bilge arketipi kahramanı çıktığı yolculukta karşısına çıkan engelleri aşması için destekler ve hiçbir yardımı esirgemez. Mephisto da yolculuk boyunca Faust’a yol göstermiş, başına gelen türlü hadiselerden kolaylıkla sıyrılması için ona akıl vererek kahramanın yoluna devam etmesini sağlamıştır. Her imtihan, sonucu kötü de olsa insanı olgunlaştırır, ruhunu yüceltir. Ateş de olgunluk verir.
Faust için yaşamın amacı eylem olduktan sonra artık yaşlanmış olan vücudu fiziksel emellerine ulaşması için karşısına çıkan ilk engel olarak sunulur. Yardımcımız Mephisto ilk görevini onu genç bir vücuda kavuşturarak yerine getirir. Faust artık hem fizikî hem de fikrî olarak Mephistonun istediği kıvama gelmiştir. Bu değişimden sonra bir engeli kalmayan doyumsuz kahramanımız Faust için yolculuk tam anlamıyla başlamıştır. Mephisto’nun Faust’u istediği yere çekmesi için bir tetikleyiciye ihtiyacı vardır. Bu tetikleyici yolculuğun ilk adımında saflığın ve masumiyetin temsilcisi olan Gretchen olacaktır. Gretchen’ın güzelliği Faust’u fizikî zevk ve arzuların kıskacına alacak ve onu kaçınılmaz sona doğru çekecektir. Bu saf ve güzel genç kız Faust’un yıllar boyunca uğraştığı çalışmalarının ve bilgi birikiminin elde edemeyeceği kadar saf bir güzelliğe ve yüce bir gönüle sahiptir. İşte bu özellik Faust’u arzularının kıskacına alır ve Mephisto ilk amacına bu sayede ulaşır. Gretchen’ı elde etmek uğruna birçok yanlışa sürüklenen Faust Şeytana istediğini vermiştir.
Sınavlar yolunda kahraman tek bir sınavla karşılaşabileceği gibi birbiri ardınca sıralanan sınavlar dizisiyle de imtihan edilebilir. Bir sınavın sonu diğer bir sınavın başlangıcı olabilir. Ele aldığımız iki kahramanımız için de bu sınavlar dizisi geçerlidir. Her ikisi de bir sınavı bitirir bitirmez başka bir sınava tabi tutulur. Mizban, mihmanları ile yaptığı hararetli tartışmalarla sınavlarını verirken Faust Şeytanın türlü hilelerle onu sürüklediği aşağılık ortamlarda insan olmanın gereğini yerine getirmek ile Şeytana uymak arasında bir savaş verir. Mizban, her bir mihmanı sırasıyla tartışarak bertaraf eder. Mihmanlar burada nesnesel bir formdan ziyade soyut varlıklar olarak ele alınabilir. Mesnevinin yazarı eserinde onları fiziksel açıdan betimlememiştir. Ancak Mizban ile olan mukabelelerinden hareketle mihmanların aslında birer insandan ziyade Mizban’ın zihninde ve gönlünde var olan ve onun özüne ulaşmasını engelleyen bazı fikir ve düşünceler olduğu kanısına varılabilir. Öte yandan Faust’un ise ilk sınavı Gretchen’ı ayarttıktan sonra yarı yolda bırakmasıyla başlar. Bu sınav aynı zamanda masum kızın ağabeyinin Şeytanın güdümündeki bir kılıçla Faust’un elinden katledilmesi sınavını da beraberinde getirir. Gretchen ile münasebeti bitiren bu olay erginlenme yolundaki Faust’un vicdanı ile bir muhasebeye girmesine vesile olur. İnsanın içinde barındırdığı iyiliğe ilk vurgu burada yapılır. Faust her ne kadar Şeytana uysa ve ruhunu ona sattığı bir anlaşma bile imzalamış olsa da özünde olan iyilik kaybolmamıştır. Şeytan ne kadar aldatırsa aldatsın insan özünde iyidir ve ne kadar yoldan saparsa sapsın sonunda yine doğruyu bulacaktır.
Tanrıça İle Karşılaşma
Kahraman bu aşamada kadın figürü ile karşı karşıya getirilir. Kadın figürü kahraman için tamamlayıcı bir unsur olarak sunulur.
“Yaşam denen yavaş erginlenmede ilerledikçe, Tanrıçanın biçimi onun için bir dizi değişimden geçer: hiçbir zaman kahramanın kendisinden büyük olamaz, ama onun kavrayabileceğinden daha çoğunu vaat edebilir. Cezbeder, rehberlik eder, zincirlerini kırmasını sağlar. Ve eğer kahraman onun arzusuna uyabilirse, ikisi, bilen ve bilinen, her türlü sınırlamadan kopacaktır.” (Campbell, 2010: 134)
Anlatıda kahramanın karşılaştığı bu kadın figürü arketipsel bağlamda anima ve animus arketiplerinin de birer yansımasıdır. Bu karşılaşma ile insanın içinde var olduğu düşünülen eril ve dişil yön bütünleşir ve burada bir mükemmeliyet ortaya çıkar.
Jung, erkeğin bilinçdışında bulunan dişisel öğelere “anima”, kadının bilinçdışında bulunan erkeksi öğelere de “animus” der. Animanın çift bir görünümü vardır. Bir yandan saf, iyi ve soylu Tanrıçalara benzer kişiliği, öte yanda, baştan çıkarıcı ve cadı nitelikleri olmak üzere kadınların aydınlık ve karanlık yönlerini temsil ederler. “Anima, ana teması aşk olan anlatılarda daha belirgindir. Kahramanın sevgilisi olan bey, padişah kızları, devin tutsak ettiği kızlar, dişisel öğeler birer animadır.” (Kayaokay, 2014: 9)
Buna göre Nigar, Mizban’ın bilinçdışındaki kolektif kadın imajı olarak kabul edilirse aşığın animasıdır, diyebiliriz. Nigar, mesnevide olumlu özelliklere sahip bir anima olarak karşımıza çıkar. Mizban’ın ilahi aşkı bulmasına yardımcı olmuştur. Âşık, Nigar’a olan aşkının sonucunda kendinde var olan aşk olgusunun farkına varmış ve buradan hareketle içsel bir yolculuğa, dolayısıyla da ilahi bir aşk arayışına çıkmıştır. Anima, benlik ve bilinçdışı güçleri arasında iletişim kuran ve aşamalarda kahramanlara yardımcı olan dişi bir figürdür. Bu yönüyle aşığın Nigar’a duyduğu aşk bilinçdışındaki formları ortaya çıkararak arayışı başlatmıştır. Bu aşk, Mizban’ın kendini bulup bütünlüğe ulaşabilmesi için gerekli olan gücü ortaya çıkarmıştır.
Mizban rüyasında gördüğü bir güzelliğe âşık olmuştur. Bu güzellik de bir dişi olarak nesneleştirilmiş ve adına Nigar denilmiştir. Âşık, gördüğü güzelliği bir kadın olarak atfetmiştir çünkü yaratılmışların içinde en güzel varlık olan insanın da en güzeli olan dişi varlıktır ve güzelliği onunla sembolize etmek bir gelenek olarak süre gelmiştir. Rüyada görülen güzellik Tanrı’nın bir yansıması olan nuranî bir güzellik olmasına karşılık, anlatıcı onu bir kadın gibi göstermiş ve mesnevi boyunca bu kadına duyduğu aşkı anlatmıştır. Bu tesadüfî bir olay değildir. Rüyadaki güzelliği bir kadın olarak sembolize etmesi aşığın bilinçdışındaki dişisel duygularının bir sonucudur.
Aynı şekilde Faust için de dişi ögesi tamamlayıcı bir unsur olarak sunulur. Gretchen’da bulunan saf iman ve yüce gönül imgesi Faust için ulaşılmaz olandır. Yıllarca uğraşıp didindiği uğruna hayatından bile vazgeçtiği bilim ona bu saf imanı ve yüce gönlü verememiştir. Tüm bunalımının sebebi olan bu ruhi tatminsizliğin kaynağı Gretchen’da vücut bulmuştur. Ancak bu Faust’un erginlenmesi için yeterli seviyede bir birliktelik ile sonuçlanmaz. Yalnızca bir basamak olacak şekilde yardımcı bir unsur olarak karşımıza çıkar. Faust’un esas Tanrıça ile karşılaşma aşaması Truvalı Helen ile olacaktır. Helen güzelliği ile Faust’u büyüleyen yegâne varlık olarak sunulur. Tıpkı Mizban için Nigar’ın ‘hüsn-i mutlak’tan bir parça onun bir yansıması olarak sunulması gibi Helen de Faust için Tanrıdan bir parça bir yansıma olarak ele alınır ve yüceltilir.
Faust’un kendini bulup erginlenme aşamasını tamamlayabilmesi için gerekli olan güç Helen’e duyduğu aşk ile ortaya çıkarılmıştır. Helen’in etkisiyle Faust artık sözün yerine koyduğu eylemin zevkine tam manasıyla vakıf olabilmiştir. Artık ne geçmişle ne de gelecekle ilgilenir, yalnızca ânı yaşamanın verdiği zevkle adeta mest olur, şimdiyi bir hazine olarak görür. O yalnızca şimdiyi yaşamanın verdiği mutlulukla yetinecek bir kıvama gelmiştir. Artık tek elde etmek istediği çok çalışarak güç kazanmak ve kendine ait yeni bir dünya inşa edebilmektir. Helen ile olan karşılaşma Faust’a yalnızca anın zevkini daha iyi alma şerefi kazandırmaz, aynı zamanda onu artık kendine yetebilen özgür bir kahramana da dönüştürür. Bundan sonra Mephisto’ya olan ihtiyacı gittikçe azalmış, daha güçlü daha kendine güvenen bir hale bürünmüştür. Artık tek başına yürür, hata yapmaktan korkmaz. Çünkü artık kendi kendine yetebilmeyi öğrenmiştir ve Şeytandan bağımsız da var olabileceğinin farkına varmıştır. Tanrıçanın olumlu etkisi Faust’u deyim yerindeyse yeniden yaratmış, beklenildiği üzere kendini bulmasında bir mihenk taşı olmuştur.
Tanrılaşma
Bu bölümde kahramanın yolculuğa çıkmadan önceki hali simgesel olarak ölür ve kahraman bütünlenmiş ve zaaflarından arınmış bir halde ruhsal olarak yeniden doğar. Bu yönüyle bu bölümde yeniden doğuş tamamlanır. (Güzel, 2014: 202)
Tanrılaşma aşaması Faust için Mephisto’ya ihtiyacının kalmadığını fark ettiği anda gerçekleşir. Kahramanımız artık kendi kendine yetebilmenin sırrına ulaşmış, anlatının başında gözlemlediğimiz ne yapacağını bilmez halde sürekli Mephisto’dan medet uman Faust yerine kendi kendine yetebilen bir Faust’a evriliş gözler önüne serilmiştir. Artık kahramanımız zaaflarından arınmış, erginlenme aşamasını tamamlamış ve yeniden doğuşu gerçekleştirmiş olarak kendi benine yaptığı yolculuğun son aşamasına gelmiştir.
Manevi yolculuğun son adımına doğru yaklaşan Mizban da artık Seyrangâh-ı Vahdet makamında enel-hakk sırrına vakıf olmuş dünya ve onun nimetleriyle ve ağyarla hiçbir alakası kalmadığını ispatlamış ve artık Nigar’ını bulmuştur. Burada tüm varlığından kurtulmuş ve Hakk’ın varlığında yeniden doğmuştur. Artık dili susmuş kalbi konuşmaya başlamıştır. Ruhu mutluluğa gark olmuş kalbi mutmain derecesine yükselmiştir. Artık hem kendisi aşkından yani Rabbinden razı hem de Rabbi kendisinden razı olmuştur. Bu makamdan sonra fena ve beka makamlarını da geçen âşık adeta tüm makamları kendisinde toplamanın sevinciyle kanatlanıp uçmuştur.
DÖNÜŞ
Birtakım sebeplerle çıkılan ve bazı yardımcılar aracılığıyla sürdürülen yolculuğun artık tamamlanması ve kahramanın çıkılan yolculuktan dönmesi gerekmektedir. Nigar-name’de dönüşün başlamasından evvel kahramanın ilk önce misafirlerinden ayrıldığını ve kendisiyle baş başa kalarak yolculuğunun son kısına girdiğini görmekteyiz. Mizban çıktığı bu ilahi basamaklarda sadece kendisi kalmalıdır ki yolculuk istenilen noktaya varabilsin ve nihai amaç olan Tanrıya ulaşabilsin. Bu makamlar vahdetin birer simgesi olduğu için ve ulaşılabilecek derecelerin en üstü durumunda bulunduğu için benlikten, hevâ ve hevesten bilhassa da nefis denilen düşmandan kurtulmak şarttır. Mizban da nefsiyle mihmanlar aracılığıyla savaşmış ve onu yenerek büsbütün kurtulmuştur. Artık sadece aşktan ibarettir. Tek isteği ise maşukunun cemalini görmektir.
Mihmanların yanında rüyasında eriştiği makamların mutluluğuyla uyanan âşık bu müjdeyi onlara da vermiştir. Mihmanlar da bu durumdan ziyadesiyle memnun kalmışlardır. Bu da gösteriyor ki başta da belirtildiği üzere Mizban da mihmanlarda aynı bedende ikamet eden kalbi ve dünyevi hevâ ve hevesi temsil eden sembolik birer kahramandır. Bu sembolizm nedense pek çok Batılı aydın tarafından görmezden gelinmektedir ve bu yolla ilişkiler yumağı bir türlü çözümlenememektedir. The Age of Beloveds : Love and the Beloved in Early-Modern Ottoman and European Culture and Society adlı eserde bunun en belirgin hali görülmektedir (Andrews, 2005). Mizban, mihmanların hepsini alt edip bütün dünyevi arzuları elinin tersiyle itmiş, tek gayesinin Allah olduğunu belirtmiş ve son olarak da misafirlerini gönderip aşkıyla baş başa kalarak fena makamında sevgilin cemalinde kaybolmuştur. Bu kayboluş Mizban’ın erginleşme sürecini tamamladığının habercisidir. Nigar’ın aşkı onu artık aradığına ulaştırmıştır. Mizban artık bilinç ve bilinçdışı arasındaki bağı kurmuştur. Yolculuğun sonunda aradığı hazineye ulaşmıştır.
“Hâlıkdur o yirde cümle eşyâ
Ol yerde bulunmaz illâ Mevlâ
Erbâb-ı gönül ol yerde mestdür
Bilmez özüni ki nist ü hestdür
Sermestdür o yirde âşık-ı Hakk
Bilmez özüni ki dir Enel-Hakk
Hallâc o yirde virdi cânı
Cân virdi ki buldı bir canânı
Mahv oldı itürdi ar u varın
Terk eyledi buldı bir nigârın
Terk eyledi cümle âr u vârın
Ol vakt ki buldı bir nigârın
Anladı hemîn ki bir Hudâdur
Ol ki ana cân u dil fedâdur” (Memmedli, 2012: 346-347)
Faust’un geri dönüşü ise ateş imgesiyle hissettirilmiştir. Ateşin arındırıcı ve yeni bir oluşuma imkân veren özelliği sayesinde Faust’un dönüşümü ve değişimi gözler önüne serilmiştir. Ateş imgesi Faust anlatısı boyunca sıkça anılmıştır. Ancak anlatının bu noktasında ele alınan ateş sembolik ve mecazîdir, vicdan azabından kaynaklanan ateşi sembolize eder. Faust yolculuğu boyunca yaşadıklarının bir muhakemesi sonucunda vicdan azabıyla yanar. Bu yanış onu kemale ulaştıracak olan en önemli aracıdır. Vicdan azabında pişer ve bu ateş sahip olduğu her şeyi yakarak, onu hayatından vazgeçirerek kemale ermesini sağlar. İşte bu vazgeçişler ile içinde barındırdığı saf iyiliğe ulaşır. İncil’in ilk ayetinde “söz”ün yerine koyduğu “eylem” artık nihai amacına ulaşır, iyilik zırhını kuşanır. İnsanlığa faydası olan her türlü iş artık Faust için manevi tatminin zirvesini ifade etmektedir. Bu minvalde bir bataklığın kurutulup meraya çevrilmesi görevini üstlenir. Bu bataklığı kurutmak belki insanlık için büyük bir adım olmayacaktır fakat başlangıcın eylem olarak tanımlandığı ilk kısımdaki amaç gerçekleşecektir. Bu eylemin sembolik olarak anlamı ve anlatı boyunca ifade edilmeye çalışılan asıl unsur olan ‘iyilik’ kavramıdır. Bataklık ifadesinin karşılığı olarak da kötülük ele alınmıştır. Faust’un bataklığı kurutmaktaki kutsal amacı aslında yeryüzündeki kötülük bataklığını kurutmak ve iyilik merasında umutlar yeşertmektir. Tıpkı Mizban’ın etrafındaki “kötülük” çemberinden, Tanrı’yı hissederek kurtulması gibi.
Hikâye bu hal üzere sona ulaştığında Faust başından beri peşinde olduğu manevi tatmine ulaşmış, sonsuz mutluluğu yakalayarak ruhunu ve nefsini mutmain derecesine ulaştırmıştır. Bu hal üzereyken kendisi için ölüm anlamına gelen şu ifadeler dilinden dökülmüş “dur geçme zaman çok güzelsin” ve aynı anda göğe yükselerek aslında başladığı yere dönmüş ve macerasını burada tamamlamıştır.
Sonuç
Jung, ortaya koyduğu arketip kavramı ile ortak bilinçdışının, evrensel boyutta benzer değerlerin var olduğunun ipuçlarını vermiştir. Bu ipuçlarından hareketle Campbell tarafından ortaya konulan monomit kuramı ise anlatı kahramanlarının bu ortak bilinçdışı ve evrensel değerler temeline dayanan özel bir yolculuğunun olduğunu ifade etmektedir. Bu yolculuk ise “yola çıkış” “erginlenme” ve “dönüş” olarak belirlenmiş, bu aşamalar da kendi içinde alt basamaklara ayrılarak kahramanın içsel yolculuğu üzerine detaylı bir inceleme yapma fırsatı sağlamıştır.
Bu kuramsal yaklaşımdan yola çıkılarak, Goethe’nin Faust Tragedyası ve Mir Hamza Nigarî’nin Nigar-name adlı mesnevisi arasındaki benzerlik ele alınmış, her iki eserde kahramanın dönüşüm yolculuğu adım adım takip edilerek erginlenme yoluna çıkan kahramanların geçirdiği değişim ve ulaştıkları mertebe ortaya konulmuştur.
Tasavvufi anlamda insan-ı kamil mertebesi ile Jung’un ortaya koyduğu bireyleşim süreci arasındaki benzerlik, tasavvufi metinler için de monomit teorisinin uygulanabilir olduğunu göstermektedir. Çalışma boyunca ele alınan iki eser arasındaki; yol metaforu, insanın kendiyle ve nefsiyle olan mücadelesi, aşkın iki anlatıda da karşımıza çıkan etkin rolü gibi benzerlikler de bu yaklaşımın doğruluğuna kanıt olacak niteliktedir.
Faust da Mizban da dünyevi arzuların ateşinde pişerek ve aynı zamanda aşkın peşinde koşarak kendi benlerine doğru yaptıkları yolculukların sonucunda, savaştıkları türlü zorluklara galip gelerek istenilen mertebeye ulaşmışlar, bireyleşme sürecini başarıyla tamamlayarak mutmain seviyesinde, başladıkları yere geri dönmüşler yani yaratıcının varlığında yok olarak yeniden doğuşu gerçekleştirmişlerdir. Mukayeseli edebiyat yönünden de bu iki ayrı coğrafyanın iki kültür insanı; iki ölümsüz karakterle aynı arayışı ve buluşu gerçekleştirmiştir: Kendi Özünü Bulan İnsan.
Kaynaklar
Andrews, W. G. (2005). The Age of Beloveds : Love and the Beloved in Early-Modern Ottoman and European Culture and Society. Washington: Univ of Washington Pr.
Campbell, J. (2010). Kahramanın Sonsuz Yolculuğu. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Gökcan, M. (2018). “Faust ve Şeyh San’an Hikâyelerinde Varoluşsal Yolculuk”, ZfWT Vol:10, no:2, s.15-32.
Güldürmez, S. (2017). “Faust’u Gölgesinden Seyretmek Yahut Modernizm Bağlamında Faust’a Dair Bazı Dikkatler”, Turkish Studies İnternatinal Periodical fort he Languages Literature of History of Turkish or Turkic, Volume:12/15, s.321-344.
Güzel, C. (2014). “Monomit Teorisi Bağlamında Bayan Toolay Destanı” TÜBAR-XXXVI/Güz, s.191-205.
Hakverdioğlu, M. (2017). “Nigar Hanım ve Mir Hamza’nın Nigarnamesi”, Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatında Kadın Sempozyumu, Amasya. s. 460-500.
Holbrook, V. (1996). “Alegorinin Ölümü Hüsn ü Aşkın Özgünlüğü”, Defter 27.
Jung, C. G. (2003). Dört Arketip, İstanbul: Metis Yayınları.
Karadayı, O. N. (2017). “Nigarname’de Aşkın Seyri”, İlahiyat Tetkikleri Dergisi, s. 48, 161-194.
Kayaokay, İ. (2014). “Fuzuli’nin Leyla ile Mecnun Mesnevisinin Arketipsel Sembolizm Bağlamında Çözümlenmesi”, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı:7, s. 337-351.
Küçük, O. N. (2007). “Mevlana’da Benliğin Dönüşümü: Sülûk”, Doktora Tezi, Ankara: Ankara Üniversitesi.
Memmedli, N. (2012). Mir Hamza Seyid Nigarî, Nigar-name, Bakü: İlm ve Tahsil.
Menderesoğlu, İ. (2005). Faust, İstanbul: Cümle Yayıncılık,.
Öztekin, N. (2007). “Mukayeseli Edebiyat Araştırma Tarihi ve Yöntem”, Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 2/4 Fall, s.672-679.
Taşlıova, M. (1999). “Karabağlı Hamza Nigârî ve Nigâr-nâme Mesnevisi”, Millî Folklor Uluslararası Halkbilimi Dergisi, Cilt 6, Yıl 11, Sayı 44, Kış, Ankara,115-120.