6-Nigârî Divanında Ehl-i Beyt Sevgisi
Yazarlar – Yıl : HAKVERDİOĞLU METİN – ( 20.10.2014 – 22.03.2014 )
Yayın Yeri : II. Beynelhalk Hamza Nigarî Sempozyumu
NİGARÎ DİVANINDA EHL-İ BEYT SEVGİSİ
(THE LOVE OF EHL-I BEYT IN THE DIWAN OF NIGARÎ)
Metin HAKVERDİOĞLU
ABSTRACT
Ehl-i Beyt means the family and household of The Prophet. This family especially consists of The Prophet Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan and Huseyin. With many hadiths have been reported to be praised and imitated Ehl-i Beyt. In this context, because of Mir Hamza is a sayyid and continuation of this ancestry, he is very fond of Ehl-i Beyt.
This love in Nigarî’s Diwan is felt itself clearly. In this study, we tried to show that how the poet introduce the Ehl-i Beyt with taking couplet he said one to one as word in Diwan. At the same time, we tried to prove when poet introducing, bring which literary delicacy and degrees of meaning in to the forefront.
Couplets taking part “Âl-i Abâ” in other words four eximious people of Ehl-i Beyt was detected with scanning every poem in Diwan. These people are Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin.
Poet put especially the meaning ahead artistic saying, so that didactic and lyric way constitutes dominant way of these couplets. In this study, we deemed suitable to take relevant couplet or the first couplet of the poem for reinforce the meaning and the couplet relevant with subject.
Also, in this study we aimed to prove to repulse, the allegations about the artistic way is decline when the poet is telling religious subject, thereby show literary art in the couplets we took.
GİRİŞ
Ehl-i Beyt, Hz. Peygamber’in ev halkı, ailesi anlamına gelir. Bu aile, özel olarak, Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den oluşmaktadır. Pek çok hadis ile Ehl-i Beytin övüldü ve örnek alınması gerektiği bildirilmiştir. Bu bağlamda, Mir Hamza Nigarî de seyyid olması ve bu soyun devamı olması hasebiyle Ehl-i Beyte büyük sevgi beslemektedir.
Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayetle ve Resülullah’ın (s.a.v.) yüzlerce hadisiyle sabittir ki, Ehl-i Beyt, sadece Hz. Fâtımâ, Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz Hüseyin ve Resülullah’tır(s.a.v.). Hz. Aişe’den şöyle nakledilir: “O (Ali), Resulüllah’ın yanında insanların en sevimlisiydi. Ben Resulüllah’ın, O’nu, Fâtımâ’yı, Hasan ve Hüseyin’i elbisesinin altına aldığını ve sonra “Allah’ım, bunlar benim Ehl-i Beyt’imdir.” dediğini gördüm.
Vesile b. Eska şöyle anlatır: “Ben Ali’ye uğradım. Fakat O’nu bulamadım. Bunun üzerine Fâtımâ: “Ali, Resulüllah’ı çağırmaya gitti.” dedi. Sonra Resulüllah ve Ali içeri girdiler. Ardından Resulüllah Hasan ve Hüseyin’i çağırarak her birini bir dizi üzerine oturttu. Fâtımâ ve kocasını da odasından (çağırıp) kendine yaklaştırdı. Sonra da onların üzerine
bir elbise örterek, “Allah (c.c.), ancak ve ancak siz Ehl-i Beyt’ten her türlü çirkinliği defetmeyi ve sizi tertemiz kılmayı diler.” ayetini okudu ve devamında “Bunlar, Benim Ehl-i Beyt’imdir Allah’ım!” buyurdu.
Nigarî’nin divanında bu sevgi kendisini açıkça hissettirmektedir. Biz bu çalışmamızda, şairin divanında bire bir, kelime olarak, onları zikrettiği beyitlerini alarak Ehl-i Beyti nasıl tanıttığını göstermeye çalıştık. Aynı zamanda şairin bu insanları tanıtırken hangi edebî incelikleri ve anlam kertelerini ön plana çıkardığını ortaya koymayı amaçladık.
Divanda mevcut tüm şiirler taranarak “Âl-i Abâ”nın, yani Ehl-i Beytin dört güzide şahsiyetinin geçtiği beyitler tespit edildi. Bunlar, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’dir.
Mir Hamza Nigarî, divanda Hz. Fatımâ(3 defa) isminden çok Zehrâ(10 defa) ismini tercih etmiştir. Şair, Hz. Ali(15 defa) ismini ise, Murtazâ(5 defa) ve Haydar (5defa) ismi ile birlikte sık sık kullanmıştır. Ayrıca o, diğer sıfatları ile de zikredilmiştir. Hz. Hüseyin(10 defa), Hz. Hasan’dan( torun ve oğul olarak) çok daha fazla zikredilmiştir. Şairin Nigarnâme’sinde, İmam Hasan ile aşığın konuştuğu bir bölüm mevcuttur.(Memmedli 2012; 167 ) Hassan ismi, Hassan bin Sabit adlı Arap şairi için beş yerde, fahriye amaçlı geçmektedir.
Şair bu şiirlerde genellikle anlamı sanatsal söyleyişten önde tutmuş, bu sebepten didaktiklik bu beyitlerin baskın yönünü oluşturmuştur; ancak lirik yönü güçlü olan şair yer yer lirizmin zirvelerini zorlamayı ihmal etmemiştir. Çalışmamızda bir şiirin konu ile ilgili beytini ya da ilk beyit ile isim geçen beytini almayı uygun bulduk.
Ayrıca bu çalışmamızda ele aldığımız beyitlerin edebî sanatlarını göstererek şairin, dinî konuları anlatırken sanatsal yönünün zayıfladığına dair iddiaların da bir nebze haksız olduğunu ispatlamayı amaçladık.
Şair, Ehl-i Beyt tabirini Divanında hiç kullanmamıştır; onun yerine Âl-i Abâ terimini tercih etmiştir. Ehl-i Sünnet tabirini iki şiirinde kullanmasına rağmen Ehl-i Beyt tabirini kullanmaması ilginçtir.
Feyz-i irşâd-ı Bahâ nûr-ı velâyet hakkı-çün
Millet-i İslâm ü dîn-i ehl-i sünnet hakkı-çün (Terci’ 822- 2. bend)
Sizler gibi erbâb-ı şekãvetden ırağız
Ehl-i sünnetiz mü’min-i Hak dîn-i celîyiz (Kıt’a 828)
Âl-i Abâ terimi ise yirmi üç beyitte kullanılmış ve Âl-i Muhammed, Âl-i Zehrâ şekliyle de oldukça sık tekrarlanmıştır.
Çalışmamız Mir Hamza Nigarî’nin Divanı ile sınırlandırılmış ve beyitlerin tespitinde Doç. Dr. Azmi Bilgin’in Divan-ı Seyyid Nigarî(2003) adlı çalışması esas alınmıştır. Bu çalışmadaki nazım şekilleri ve numaraları tercih edilmiştir.
1. AL-İ ABÂ
Dâmen-i sevdâda her kim hayme-zendür subh u şâm
Tanrı Ahmed hakkı ol tutmuş reh-i Âl-i ‘abâ (Gazel 15)
(hayme-zen: çadır kurmak /damen : etek, kıyı / reh-i Âl-i abâ: Al-i aba yolu)
Her kim ki sevda dağının eteğinde gece gündüz çadır kurmuş beklemektedir; Allah ve Peygamber hakkı için o, Âl-i Abâ’nın yolunu tutmuştur.
Şairin bu beyitte “sevda”yı eteklerinde çadır kurulan bir “dağ”a benzetmesi soyut bir kavramı “somutlama”sı yönünden bir sanatlı söyleyiştir. Burada “Âl-i abâ” doğru yolun özü olarak takdim edilmiştir.
Turre-i tarrârına peyvendlik
Silsile-i zülf-i Bahâdan bana (Gazel 27)
(turre-i tarar: hilekar zülf / peyvend: bağ, ulaşma)
Ey sevgili, senin hilekar zülfüne bağlanmam Hazret-i Pir Bahaeddin Şah-ı Nakşıbend’in zülfünün zincirindendir.
Şair bu beyitte telmih sanatı ile kendisinin de bağlı olduğu tarikatin kurucusu olan Şah-ı Nakşıbend’i “Bahâ” ismi ile anmakta ve asıl sevgilisi Allah’a olan bağlılığının bu şahıs sayesinde olduğunu belirtmektedir.
‘Arsa-i ‘aşkında ser-efrâzlıg
Hâk-i pey-i Âl-i ‘abâdan bana (Gazel 27)
(ser-efrazlık: galiplik / hak-i pay: ayağın toprağı)
Bu aşk arsasında galip oluşum Âl-i abâ’nın ayağının tozu olduğumdan dolayı bana verilmiştir.
Bu beyitte çok etkileyici bir zıtlık sanatı hakimdir. Bir tarafta aşk arsasının, ülkesinin en galip askeri olan şair; bir taraftan da bunun Âl-i abâ’nın ayağının tozu olması nedeniyle verildiğini söyleyen şair mevcut. Burada Âl-i abâ’ya olan sevgi ve saygının büyüklüğü de mübalağa sanatı ile ortaya konulmaktadır.
Tâ kıyâmet kãf-ı kalb üzre ma‘a temkîn-bâl
İstikãmet devlet-i Âl-i ‘abâdandır sana (Gazel 42)
( kaf-ı kalb: kalp dağı / ma’a temkin-bal: ağırbaşlılıkla yükselme)
Senin kıyamete kadar kalp dağında (iç âleminde) ağırbaşlılıkla yükselmen, Âl-i abânın gösterdiği mutluluk istikametinin sonucudur.
Şair, kendisinin iç âleminde hissettiği huzur ve mutluluğun; yani devletin, Âl-i âbanın ona gösterdiği doğru yoldan dolayı olduğunu belirtmektedir. Beyit, “Tutunduğunuz vakit, asla dalalete düşmeyeceğiniz iki şeyi bıraktım: Allah’ın kitabı Kur’an ve Ehl-i Beytim.” [Hatib] hadisini hatırlatmaktadır.
Nazm-ı zîbâ rûh-efzâ meclis-ârâ bezm-sâz
Dil-rübâ güftâr-ı şirîn âl-ı Zehrâdan gelür (Gazel 194)
(nazm-ı ziba: güzel söz / ruh-efza: canlılık veren / meclis-ara: meclis süsleyen/ bezm-saz: meclis toplayan / dil-rübâ: gönül alan / güftar-ı şirin: güzel söz)
Güzel söz, ruhu canlandıran, meclisi süsleyen, gönül alan bu şirin sözler, bana Hz. Zehra’nın ailesinden gelir. Bu güzel söz söylemek yeteneği onun soyundan, Âl-i abâ’dan olmamdan dolayı bana verilir.
Nigarî, dünyaya gelmiş dört en hayırlı kadından biri olan Hazret-i Fatımat’üz- Zehra’yı ön plana çıkararak Âl-i abâ’yı onun ismi ile âl-i Zehra olarak adlandırmıştır. Şair, eğer benim sözümde bir güzellik söz konusu ise, bu kesinlikle Hazret-i Fatıma’nın soyunun güzelliğindendir, diyerek pek çok sıfatı, tedric sanatı ile, bu sevgiyi derece derece yücelterek anlatmak için kullanmaktadır.
Sürûr-ı hâtırım şâm u seher keyfiyyet-i cânım
Mezâk-ender-mezâkım devlet-i Âl-i ‘abâdandır (Gazel 204)
(sürûr: neşeli / mezak: tatmak / devlet: mutluluk)
Gece gündüz canımın özü, içimin neşesi, tatlılar tatlısı Âl-i abâ sevgisindendir. Onun yolunda olmaktır beni mutlu eden.
Şair, Âl-i abâyı, yani Hazret-i Peygamberimizin abasının altına aldığı Hazret-i Ali, Hazret-i Fatıma, Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin’in kendi mutluluğuna vesile olduğunu belirtiyor ve adeta Hazret-i Hüseyin’in üzücü şahadeti ile tezat oluşturan bir anlam kertesine ulaşıyor. Yani dışarıdan üzücü gibi görülen durumlar bizim içimizde sürur vesiledir, demektedir.
Âl-i a‘lâ nesebem rindi-i şeydâ hasebem
Bende-i Âl-i ‘abâ Mîr Hamza adımdır (Gazel 237)
(a‘la neseb: yüce soy / haseb: soydan gelen mal / rind ü şeyda:delicesine dünyayı hoş gören / bende: köle, kul )
Dünya işlerine fazla aldırmayan, yüce bir soyun temsilcisiyim, adım Mir Hamza’dır ve Âl-i abânın kölesiyim.
Mir Hamza bu beyitte adını zikrediyor ve soyunun özelliğini belirtiyor; dünya işerine takılıp kalmayan yüce bir soy. Şair yine eğer bir üstün tarafı varsa bunu kendine değil Âl-i abâya köle olmasına, onun yolunu takip etmesine bağlıyor.
Semend-i nüh felekden sebkat itmiş şehsüvârız kim
Habîb-i çâr yârız bende-i Âl-i abâyız biz
(semend-i nüh felek: dokuz feleğin atı/ sebkat: geçmek / şehsuvar: binici / çar-yar: dört halife)
Biz, dokuz felekten geçmiş atın binicisiyiz ki dört halifenin dostuyuz, Âl-i abânın kölesiyiz.
Şair, dokuz feleğin hepsini bir anda atlayan, adeta “Burak-vâri” bir atın sürücüsü olduğunu söyleyerek abartma sanatının zirvelerini zorlamaktadır; ayrıca bunun da olma sebebinin yine dört halife sevgisi ve Âl-i abâ’ya sadakat olduğunu belirtiyor.
Âlem-i haşri sürûrâne dilîrâne gezer
Sâye-i Âl-i ‘abâ her kime kim yaver imiş (Gazel 329)
(sürur: mutlu / dilîr: yürekli / saye: gölge / yaver: yakın, dost)
Her kime, Âl-i abânın gölgesi dost olursa,o gölge onun üzerine düşerse; kişi haşir âliminde korkusuzca ve mutlu bir şekilde gezer.
Şair, bu mutlu son için gerekli olanları sıralamaktadır: Bu dünyada her şeyi, kendi vücudunu dahi terk et ve Âl-i abânın gölgesinden çıkma. “Sâye” kelimesi burada “sevgi” kelimesinin somutlanmış halidir. Yani şair soyut olan Âl-i abâ sevgisini, müşahhas olan gölge kelimesi ile karşılamaktadır.
Âl-i Ahmed oldığum-çün sad belâ
Yüz virür ben iftihâr itmez miyem (Gazel 447)
(sad: yüz / yüz vermek: ortaya çıkmak)
Hazret-i Peygamber’in soyundan olduğum için yüzlerce bela bana yüz veriyor, benim başıma geliyor, ben bununla iftihar etmez miyim? Tabii ki ederim.
Şair, Peygamber soyundan gelmesi ile iftihar etmektedir ve Âl-i abâ yerine Âl-i Ahmed tabirini tercih etmiştir. Bu beyitteki bela kelimesi bir anlamda Fuzulî’nin terk etmek istemediği beladır, yani şair belalar geldikçe sevgilinin ilgisinin üzerinde olduğunu hissetmesinden memnundur. Ancak ikinci anlamı ile Hazret-i Hüseyin’in çektiği sıkıntılar dile getirilmektedir ve onunla aynı sıkıntıya duçar olan şair mutludur. Yüz kelimesi, sanatlı bir şekilde hem “sad” hem de “yüz” olarak kullanılmaktadır; ayrıca “yüz verir” deyimi olumlu anlamda kullanılırken şair bir zıtlık sanatı kullanarak ters anlamda kullanmıştır. Yüz veren şey normalde olumludur; “Bana öğretmenim çok yüz verirdi.” gibi. Ancak burada yüz veren belalardır.
Ne gamım var cihân içre benim, yâr benim
Neyim eksikdi benim, yâr benim var benim
Yar benim iken bu cihan içinde ne gamım olabilir benim; o yar benimken neyim eksik olabilir ki, her şeyim var benim.
Şair, sevgilisinin, yani Tanrı’nın, kendisine iltifat ettikten sonra hiçbir dünyevî eksikliği kalmayacağını söyleyip her şeyin sevgili için olduğunu belirtmektedir. Beyitte, “Benim” kelimelerinin tekrarı ile bir tekrar sanatı örneği ortaya konmuştur. “b”, “m” aliterasyonu beytin mutlu havasını desteklemektedir.
Sâye-i Âl-i ‘abâ bâde-i ashâb-ı safâ
Hırmen-i feyz-i Bahâ feyzim var benim (Gazel 476)
(hırmen: harman / Baha: Nakşibendi )
Safa ehlinin badesi, Âl-i abânın gölgesi, bir de Şah-ı Nakşıbend’in feyz harmanı dolayısıyla feyzim var benim.
Nigarî, yukarıda söylediği var olan şeylere Âl-i abâyı ve Şah-ı Nakşıbend’i katarak feyzinin temel kaynaklarını belirtmiştir. Birinci dizede bariz bir “a” aliterasyonu hakimdir. Bunu alttaki dizedeki “Bahâ” kelimesinin kısa ve uzun “a”ları desteklemektedir.
Emîrem seyyidem şîr ibn-i şîrem âl-i Zehrâyam
Habîb-i âl-i Hâşim düşmen-i evlâd-ı Süfyânam (Gazel 494)
(şir: aslan / Habib: sevgili )
Emirim,seyidim, âl-i Zehra’nın aslan oğlu aslanıyım; Haşimî ailesinin seveniyim, Süfyan evlatlarının da düşmanıyım.
Hamza Nigarî, hayatında en çok övündüğü özelliklerini sayarken emirliğini, seyitliğini, Âl-i abâdan oluşunu, Haşim ailesini sevmesini ve Peygamber soyuna düşman olan Süfyan ailesine düşmanlığını ön plana çıkarmaktadır. Beyitte çok açık bir “m” aliterasyonu mevcuttur. Şir kelimesi ile iham-ı tenasüp yapılıp “Hazret-i Ali” çağrıştırılmaktadır. Âl-i abâ sevgisi ile Süfyanîlerden nefret bir zıtlık olarak ortaya çıkmaktadır.
Her bir nefesinden alur ashâb-ı safâ kâm
Çâkerkede-i Âl-i abâdan mı gelürsen (Gazel 521)
(Kam: mutluluk / Çaker: köle, aşırı bağlılık / Âl-i abâ: abanın altındakiler. Hamse-i al-i aba)
Ey gönül, safa ehlinin her nefeste mutluluk aldığı Al-i abâya kölelikten mi geliyorsun?
Şair, yukarıda belirttiği güzelliklerin kaynağına Âl-i abâyı da katmakta ve anlamsal bir zıtlık kullanarak mutluluğu kölelikte buldurmaktadır; ancak bu kölelik Âl-i abâya köleliktir.
Bende-i Âl-i ‘âbâ manzar-ı sıdk-ı bahâ
Mazhar-ı lutf-ı Hudâ sâye-i Mevlâyam men (Gazel 546)
(mazhar: şereflenme / sâye-i Mevlâ: Mevla’nın gölgesi )
Ben, Nakşıbend’in sadakat nazarı ve Âl-i abânın kölesi oldum; böylece Allah’ın lutf gölgesine girmekle şereflendim.
Nigârî, bu beytinde kendisini övmektedir; ancak bu övgü bir zıtlığı da beraberinde getirmektedir. Âl-i abânın kölesi olmak ile şereflenen bir kişi olduğunu ifade etmektedir. Bu da açık bir tezat sanatı doğurmaktadır. İç kafiye yine şiire önemli bir sanat güzelliği katmaktadır.
Dûstân-ı Ahmedi sevmek itâ‘atdir bize
Düşmen-i Âl-i ‘abâya ta‘n tâ‘atdir bize (Gazel 574)
(Dûstân: dostlar / ta‘n: hor görmek / ta‘at: ibadet)
Bizim için, Hz. Peygamber’in, yani Ahmed-i Muhtârın, dostlarını sevmek itaatimizin belirtisidir; onun Âl-i abâ’sının düşmanlarını yermek de ibadettir.
Şair bu beytinde; itâ’at, tâ’at ve ta’n kelimleri ile cinas sanatını ön plana çıkarmıştır; ayrıca “dûstân” ve “düşman” kelimeleri arasında da yarım cinas söz konusudur. Tunç kafiye bir sanat unsuru olarak kendini göstermektedir.
Eylegil haşr bizi Ahmed-i Muhtâr sever
Zümre-i Âl-i ‘abâ nesl-i Benî Hâşim ile (Gazel 608)
(haşr: toplama)
Ey Allah’ım bizi, ahrette Ahmed-i Muhtarı sevenler ve Benî-Hâşim neslinin Âl-i abâ zümresi ile bir araya topla.
Ser-fürû itmedim agyâr-ı bed-efkârlara
Himmet-i Âl-i ‘abâ ki beni dervîş itdi (Gazel 648)
(ser-fürû: baş eğmek / agyar: rakip / bed-efkâr: kötü fikirli)
Kötü fikirli rakiplere baş eğmedim, her türlü haksızlığa başkaldırdım; ancak Âl-i abânın himmeti beni böyle bir derviş etti.
Nigârî yine kendiyle fahr etmektedir, kendini övmektedir ve yine bu övündüğü özelliğin Âl-i abâdan kaynaklandığını söylemektedir.
Ser-menzil-i dil hâk-i pey-i Âl-i ‘abâdır
Ol sürme ki tâ dîde-i giryânıma degdi (Gazel 652)
(ser-menzil-i dil: gönlün asıl menzili / hâk-i pey: ayak tozu / dide: göz / giryan: gözyaşı)
Gönlün asıl menzili, ulaşmak istediği yeri, Âl-i abânın ayağının tozudur. O, Âl-i abânın ayağını tozu bir sürmedir ki gözyaşları akıtan gözüme değdi.
Mir Hamza, teşbih sanatı ile Âl-i abanın ayağının tozunu sürmeye benzetmekte ve bunu gözüne sürme olarak kullanmakla övünmektedir.
Kim yeter dâdımıza ‘afv-ı Hudâdan gayrı
Kim dutar destimizi lutf u ‘atâdan gayrı
(yeter: ulaşır / dâd: ihsan, yardım / dest: el / ‘atâ: bağış)
Allah’ın affından başka yardımımıza kim yetişebilir; Allah’ın lutf ve bağışından başka kim tutar elimizi? Bu gazel Fuzulî’ye naziredir.
Kim dutar destimiz eyvâh bizim haşr gün
Kim yiter dâdımıza Âl-i ‘abâdan gayrı
(dest: el / haşr: toplanma / dâd: yardım)
Haşir günü eyvah derken kim tutar elimizi; kim koşar imdadımıza Âl-i abâdan başka?
Şair, Âl-i abâyı ahrette şefaatçi olması yönü ile ön plana çıkarmaktadır.
Yetiren hâk-i peyi Âl-i ‘abâya âyâ
Var mı silsile-i Şâh Bahâdan gayrı (Gazel 664)
(yetirmek: ulaştırmak / hâk-i pey: ayak tozu / Baha: Şah-ı Nakşıbend)
Ey dost, Âl-i abânın ayağının toprağına Şah Bahâ silsilesinden başka yetiştiren var mı?
Şair, bir nida sanatı ile dosta seslenmektedir. Ayrıca Şah-ı Nakşıbend’i telmih sanatı ile anmaktadır. Mir Hamza, bir çok beytinde Nakşıbendî saliki olduğunu açıkça söylemiştir.
‘Adüvvullâhdır Âl-i abânın
Seven düşmenlerin hâce-i ebter
(adüvv: düşman / hace-i ebter: ailesi kesilmiş, soyu kurumuş)
Âl-i abânın düşmanlarını sevenler, soyu kesik Allah düşmanlarıdır.
Sizler düşmen-i Mustafâ biz bende-i Âl-i ‘abâ
Siz hasmânî biz rahmânî siz bir taraf biz bir taraf (Kıt’a 730)
(bende: köle / hasm: düşman)
Sizler Hz. Muhammed Mustafa’nın düşmanları,biz Âl-i abânın köleleriyiz; bu yüzden siz hasmanîsiniz, düşmanlık duyguları içindesiniz, biz rahmanîyiz. Artık siz bir tarafsınız biz bir tarafız.
Hz. Peygambere ve onun soyuna hasım olanlara kesin bir tavır alan Mir Hamza, bunu siz-biz, rahmanî- hasmanî zıtlığı ile ortaya koymaktadır. “siz bir taraf biz bir taraf” redifi ile şair aradaki ayrılığın derinliğini işaret etmektedir. Ayrıca bu şiirin tamamında kullanılan iç kafiyeler de duyguyu daha yoğun hissetmeyi sağlamaktadır.
Biz hâk-i pey-i Âl-i ‘abâ çâker-i çârız
Yârânına yârız dahi agyârına nârız (Kıt’a 819)
(hâk: toprak / çaker-i çar: dört köle / agyar: rakip / nar: ateş)
Biz Âl-i abânın ayağının tozunun dört kölesiyiz; onların dostuna dostuz, düşmanına ateşiz.
Şair, “çârız”, yârız”, “nârız” redif ve kafiyeleri ile z ve ç sesinin sertliği usta bir şekilde kullanmaktadır. Böylece ciddiyetinin ve samimiyetinin derecesini yükseltmektedir. Yine Âl-i abâya olan muhabbetinin seviyesini abartılı bir şekilde ifade etmektedir.
Hilkat-i ‘âlemden ancak hubb-i Mevlâdır garaz
Ülfet-i Âl-i ‘abâ evlâd-ı Zehrâdır garaz (Terci’ 820 -Vasıta beyti)
(hilkat-i âlem: âlemin yaratılışı / hubb-ı Mevla: Allah sevgisi / garaz: amaç /ülfet: dostluk )
Âlemin yaratılması Mevlanın sevgisi dolayısıyladır; ayrıca bu sevginin temelinde de Hz. Hasan ve Hüseyin muhabbeti, yani Âl-i abâdır sebeptir.
Nesl-i İsmâ‘îlsin aslı ‘Arabsın
Âl-i Muhammedsin âl-i nesebsin
Müntehabsın silsile-i zehebsin
Ey Seyyid Nigârî ey Karabâgî (Mukaffât)
(neseb: soy / müntehab: seçilmiş / zeheb: altın )
Ey Seyyid Nigarî-i Karabagî, sen, Hz. İsmail’in neslinden ve Arapsın; ayrıca Hz. Peygamberin soyundan, yani seçilmiş altın nesildensin.
Şair, her şiirinde olduğu gibi bu dörtlükte de fahr edeceği, övüneceği şeyin sadece “Âl-i Muhammed”den yani Âl-i abâdan olmak olduğunu söylemektedir. Şiirdeki “s” aliterasyonu adeta silsile kelimesinin anlamana bir destektir.
2. HAZRET-İ ALİ
Yâ Rab beni ayırma şehen-şâh-ı velîden
Yâ Rab beni dûr eyleme evlâd-ı ‘Alîden (Terci’ 823/ Vasıta beyti)
(dûr: uzak)
Ey Allah’ım beni velilerin şahı olan Hz. Ali’den ve onun çocuklarından ayrı eyleme.
Tekrir sanatı ile sevgisinin sürekliliğini pekiştiren şair,
Çerâgımdır yanar der çâr cânib
Ebû Bekr ü Ömer‘Osmân [u] Safder
(çerag: ışık / çar cânib: dört yan / saff-der: düşman saflarını yaran yiğit)
Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve düşman saflarını yaran Hz. Ali benim dört yanımdaki mumlarımdır, beni aydınlatır.
Hamza Nigarî, dört halifeyi, dört yanını aydınlatan dört muma benzeterek, teşbih sanatının bir örneğini vermiştir.
Gönül ender diyâr-ı ‘aşk hâlis
Virüpdür cân bulup ihlâs-ı Kanber (725. Kıt’a)
(ender: içinde / Kanber: Hz. Ali’nin kölesi)
Gönlüm, halis aşk diyarının içindedir ve Hz. Ali’nin Kanber’inin ihlası gibi bir sadakatle can vermektedir.
Hz. Ali’nin kölesi Kanber hatırlatılarak telmih sanatı ön plana çıkarılmaktadır. Kanber’in sadakatini kendi gönlünde bulduğu için şair, kendini halis aşk diyarında hissetmektedir.
Farzdur ‘Alîni Fâtımanı âlini sevmek
Allâh ü Nebî sevdigi bürhân-ı celîmdir (726. Kıt‘a)
(âl: soy / bühtân-i celîl: en büyük delil )
Hz. Ali’yi, Fatıma’yı ve onların ailesi Hasan ve Hüseyin’i sevmek farzdır; buna açık delilim Allah ve Nebisinin sevgisidir.
Şair, yine tüm Âl-i abâyı bir beyitte zikretmekte ve onların sevgisinin yüceliğini, farz kelimesi ile sabitlemektedir.
Dilesen cennet eger Âl-i ‘abâya hıdmet
Eyle yâ leşker-i Şâmı dile cennetden geç (727.Kıt’a)
(hıdmet: hizmet / leşker: asker )
Eğer cenneti istiyorsan Âl-i abâya hizmet et, yok eğer Şam’ın, Muaviye’nin askeri olacaksan o zaman da cennetten vazgeç.
Mir Hamza, Hz. Ali ve Muaviye arasındaki husumeti ortaya koyup, tam olarak Hz.Ali yanında olduğunu açıkça bildirmektedir. “Eyle” fiilin ikinci dizenin başına alarak bu fiilin iki dizeye de dahil edilebilmesini sağlamıştır.
Mervânîleri isteyen ey ehl-i dalâlet
Bî-şübhe ki sizler Yezîdî biz ‘Alevîyiz
(Mervan: Zalim Emevi halife / dalâlet: sapıklık)
Mervan taraftarlarını dileyen ve onlarla beraber olan sapıklar şüphesiz ki siz Yezid taraftarısınız, biz Hz. Ali taraftarıyız.
Mir Hamza, bu beyitle, Mervan ve Yezid’e karşı da açık tavrını ortaya koymaktadır.
Sizler gibi erbâb-ı şekãvetden ırağız
Ehl-i sünnetiz mü’min-i Hak dîn-i celîyiz
(şekavet: şikayet /celî: parlak)
Ey Mervânîler, biz sizin gibi şikayetler erbabı olmaktan uzağız, ehl-i sünnetiz ve apaçık parlak dinin müminiyiz, inananıyız.
Hamza Nigarî, ehl-i sünnetiz, diyerek pek çok kesimin ön yargılarını yerle bir etmektedir.
El-minnetü li’llâh ki der-sâye-i Mevlâ
Doğru diyeriz sanma hevâdâr-ı ‘Alîyiz (728. Kıt’adan)
(El-minnetü li’llâh: minnet ancak Allah’a dır./ der-saye: gölgesinde)
Allah’a şükür ki Mevlâ’nın gölgesindeyiz, doğru sözlüyüzdür bizi heva ve hevesiyle Hz. Ali ile hareket eder sanmayın.
Şair, Hz. Ali sevgisinin heva ve heves olmadığını açıkça belirtmektedir.
Siz Mu‘âvîler askeri biz Hayderîler leşkeri
Siz kahrânî biz lutfânî siz bir taraf biz bir taraf (730 Kıt’adan)
Siz Muaviye’nin askerisiniz, biz Hz. Ali’nin ordusuyuz. Siz kahrolacaklardansınız, biz lutfa kavuşacaklardanız. Siz bir taraftasınız biz bir taraftayız.
Şair, tekrir sanatının gücünü kullanarak kendisi ile düşmanları arasındaki ayrımı güçlendirmektedir. Siz/ biz/ taraf/ taraf… İç kafiye bu şiirde de kendini gösterir.
Bi-hamdi’llâh gönül Âl-i Muhammed nesl-i ‘âlîdir
Hüseynî Hayderî evlâd-ı seyyid Agabalıdır (Gazel 209)
(âlî: yüce )
Allah’a şükür ki, gönlümüz, Hz. Muhammed’in yüce nesliyle birliktedir; yine çok şükür ki,soyumuz, Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin evladından seyyid Agabalî’dendir.
Şair, bir beyitte soyunu tanıtmakta ve bu soy ile iftihar ettiğini ifade etmektedir.
Terk eyledi agyârı gönül yâre yetişdi
Ol vakt ki ser-mest şarâb-dâra yetişdi
(agyar: diğer her şey, rakip / ser-mest: sarhoş/ şarap-dar:şarap kapısı )
Gönül, rakipleri terk edip, tüm masivadan kurtulup yare yetişti. Sanki o vakit oldu ki, sermest olan, içki müptelası kişi şarap kapısına ulaştı.
Şair, tasavvuf terimlerini kullanarak, kendisinin tüm dünya işlerinden kurtulup fenafillaha ulaştığını söylemekte; bunu da bir içki müptelasının meyhaneye kavuşmasına benzetmektedir.
Erbâb-ı hüner ehl-i safâdan ırağ olmaz
Ol kim nazar-ı Haydar-ı Kerrâra yetişdi (Gazel 685)
(nazar: bakış)
Kim ki Hz. Ali’nin nazarına yetişti, o, ehl-i hünerin safadan uzak olmaması gibi mutluluktan ayrı kalmaz. Saadet bulur.
Yukarıdaki matla beytinin “yetişmek” redifi Hz. Ali’nin nazarına, bakışına ulaşmak manasına getirilmiş ve yine Hz. Ali sevgisi benzetme sanatı ile yüceltilmiştir.
Gerçi hatar-nâkdır tarîk-ı dilber
Vehm itme kim hem-râhındır hayli er
Hem reh-nümûnundur Sıddîk-ı Ekber
Hem râh-berindir Haydar-ı Kerrâr (Mukaffat 838/ 10)
(hatar-nak: korkulu / reh-nümûn: yol gösterici / rah-ber: rehber )
Gerçi sevgilinin yolunda yürümek korkuludur; ancak korkma ki yol göstericin hayli er mevcuttur: Bir rehberin Sıddık-ı Ekber Hz. Ebu Bekr’dir, bir diğer yol göstericin Haydar-ı Kerrar Hz. Ali’dir.
Mir Hamza, Tarik-i dilbere, yani Allah yoluna girenin korkmaması gerektiğini belirtip onların rehberinin Hz. Ali ve Hz. Ebu Bekir olacağını söylemektedir.
Zencîr-i mücevherdir gör kim neye müncerdir
Silsile-i ekberdir silsile-i Mîr Hayder (Gazel 168)
(müncer: sona ermek)
Hz. Ali’nin silsilesi en yüce soydur, o silsile bir mücevherdir, gör bakalım ne ile son bulur?
Nigarî, beyti iç kafiye ile güçlendirmiş ve istifham sanatı süslemiştir. Bu muammanın cevabı da tabii ki “cennettir”.
El-meded üftâde[y]em yâ dest-gîr
Yâ Muhammed Yâ ‘Alî yâ Nakşıbend (Gazel 145)
Ey yardım elini uzatan meded eyle düştüm: Yâ Muhammed, Yâ Ali, Yâ Nakşıbent.
Şair, nida sanatı ile üç tane çok sevdiği insanı telmih etmektedir.
Dâdıma yitsün ‘Alî Şîr-i Hudâ-yı Celî
Fâtih-i Hayber velî katl iden Merhabı(Gazel 634)
Dad: yardım
Yardımıma yetişsin Hüdâ’nın parlak aslanı Hz. Ali. Çünkü o Hayber fatihi veli Mehrab’ı katl eder, yok eder.
Üftâdelik kâr idüp elim al yâ mededî
Yâ Semiyy-i Hayderî yâ ‘Aliyy-i Dihlevî (Gazel 656)
Ey meded eyleyen, yardım isteyen herkese yetişen, yeter artık bu düşkünlüğüm, elimi tut: Ey her duayı duyan Hz. Ali ve ey Hz. Ali’nin yolundan olan Hz. Ahmed-i Dehlevî.
Agyâr ile kârım ne müştâk-ı ‘Alîyem men
Perverde-i Mevlâyam Allâh kulıyam men
Müştak: düşkün perverde: yetiştiren
Ben, Hz. Ali’nin aşkıyla yanarken; masiva ile, rakiplerle, dünya malı ile işim ne? Ben, Allah’ın yetiştirdiği, beslediği, büyüttüğü Allah kuluyum.
Şair, “m” aliterasyonu ile adeta bu kulluktan lezzet aldığını hissettirmektedir.
Ez gülşen-i zehr-âbî bir sebze-i hoş-bahtam
Bir baht-ı yigin merdüm-zâde-i ‘Alîyem men ( Kıt’a 718)
Ben,acı suyun yetiştirdiği bir bahçenin hoş bahtlı yeşilliğiyim.Bahtı açık birisiyim ve Hz. Ali’nin soyunun gözdesiyim.
Mir Hamza Nigarî, yine “m” aliterasyonu ile Hz. Ali soyundan olmanın lezzetini tatmaktadır. Hoş-baht ifadesi Azerbaycan Türkçesinin numunesi olarak beyitte yerini almış ve bir anlamda “Mahallileşme Cereyanı” etkisini hissettirmektedir. Şair hece ile de şiirler yazarak zaten halka yakın bir dil ve anlayış sergilemiştir.
3. HAZRET-İ FATIMATÜ’Z-ZEHRÂ
Emîrem seyyidem şîr ibn-i şîrem âl-i Zehrâyam
Habîb-i âl-i Hâşim düşmen-i evlâd-ı Süfyânam (Gazel 494)
(şîr ibn-i şîr: aslan oğlu aslan/ Habib-i âl-i Haşim: Haşim ailesini seven)
Emrim, Seyyidim ve Hz. Fatımatü’z-Zehra’nın ailesinden aslan oğlu aslanım.Haşim soyunun seveni, Süfyan soyunun düşmanıyım.
Mir Hamza, Hz. Fatma soyundan gelmekle iftihar etmektedir ve “şir oğlu şir” derken Hz. Ali’ye de iham-ı tenasüp sanatı ile işaret etmektedir. Düşmanlığının da Ebu Süfyan soyuna olduğunu açık ve net bir şekilde ifade etmektedir.
Ezhâr-ı gül ü gülşen-i zürriyyet-i Zehrâ
Ey rûyı gülistân lebi handân sana kurbân (Terci’ 820/ 9)
(ezhar: çiçekler / ruy: yüz / leb: dudak / handan: gülen)
Ey, Hz. Fatımatü’z-Zehra’nın gülbahçesi gibi soyunun gülü; yüzü gülistan olan, dudağı gülümseyen sevgili, sana canım kurban.
Hilkat-i ‘âlemden ancak hubb-i Mevlâdır garaz
Ülfet-i Âl-i ‘abâ evlâd-ı Zehrâdır garaz (Terci’ 820 -Vasıta beyti)
(hilkat-i âlem: âlemin yaratılışı / hubb-ı Mevla: Allah sevgisi / garaz: amaç /ülfet: dostluk )
Âlemin yaratılması Mevlanın sevgisi dolayısıyladır; ayrıca bu sevginin temelinde de Hz. Hasan , Hüseyin muhabbeti yani Âl-i abâdır sebep.
Hz. Hasan ve Hüseyin’in annesi olması hasebiyle Hz. Fatıma, Mir Hamza’nın şiirlerinde sık sık âl-i Zehra şeklinde geçer.
4. HAZRET-İ HASAN
Hz. Hasan, isim olarak şiirlerde geçmemektedir; ancak Hz. Fatıma’nın ve Hz. Ali’nin oğlu ve Hz. Peygamberin iki torunundan bir olarak sık sık zikredilmektedir.
Penâhımdır benim Allâhu ekber
Muhammed Fâtıma Sıbteyn-i Haydar
(penah: sığnak/ sıbteyn: iki torun
Benim sığınağım en yüce olan Allah’tır(ve ondan sonra) Hz. Peygamber, Hz. Fatıma ve Peygamberimin torunları, Hz. Ali’nin oğulları Hasan ve Hüseyin’dir.
Mir Hamza, somutlama sanatını kullanıp Allah’ı ve Peygamberini bir maddi sığınılacak yer gibi göstermektedir. Şair, ayrıca Âl-i abânın tüm isimlerini aynı beyitte zikretmeyi başarmıştır.
5. HAZRET-İ HÜSEYİN
Salâ it gelsün ashâb-ı şehâdet hep namâz içün
Husûsâ Hazret-i Hamzâ Hüseyn-i Kerbelâ Mevlâ (Gazel 11)
(şehadet: şahitler / hususâ: özellikle)
Ey Dost, salâ ver, bütün şehitler namaz için gelsinler; özellikle Hz. Hamza ve Hz. Hüseyin gelsin.
Mir Hamza, Hz. Hüseyin şehitlik özelliği ile sık sık bahsetmektedir. “â” ile yapılan aliterasyon şairin acıyı ve hüznü anlatmakta kullandığı bariz bir edebi sanattır.
Hüseynin ser-güzeştin ehl-i mâtem söyler âşüfte
Bu zulm-i bî-nazîri leşker-i gaddârlardan sor (Gazel 227)
(âşüfte: çılgınca seven / ser güzeşt: başından geçen / bî-nazir: benzersiz / leşker: asker)
Hz. Hüseyin’in başından geçen olayları ehl-i matem olan ve onu çılgınca sevenden sor; ayrıca bu görülmemiş fecaati, zulmü yapan gaddar askerlerden sor.
Şair, Hz. Hüseyin’in başından geçenleri bir onu sevenlerden bir de o zulmü yapanlardan sor demektedir. Bu beyitte şair sihr-i helal sanatının güzel bir örneğini vermektedir. Âşüfte kelimesi ilk dizenin sonunda düşünülürse; çok seven, çılgınca seven anlamında kullanılır; ikinci dizenin başında düşünülürse, düşük ahlaklı, iffetsiz anlamındadır. Şair birinci grubu, ehl-i matemi “çok seven” olarak; ikinci grubu, gaddarları “iffetsiz” olarak vasf etmektedir.
Hüseynin ser-güzeşti gerdiş-i kilk-i kazâdandır
Ki yohsa terk idüp Bathâyı Kerbelâ gezmez (Gazel 280)
(gerdiş-i kilk-i kaza: kader kalemi / Batha: Mekke )
Hz. Hüseyin’in başına gelenler kader kaleminin yazmasındandır. Yoksa o, Mekke’yi terk edip Kerbelâ’ya gelmezdi.
Mir Hamza, bu beyti ile, anlam bakımında durub-ı emsal olabilecek, sehl-i mümteni tarzında bir beyit ortaya koymuştur. Şair, Hz. Hüseyin’in başına gelenleri, onun kaderine bağlamakta ve aslında suçlu aramanın çok da anlamlı olmadığını ima etmektedir. Aynı gazelin bir sonraki beytinde aynı konuyu şöyle ifade eder:
Kazâ fermanıdır mahzâ ki bir güftâr ile yohsa
Geçüp cândan serdâr Hüseyn-i mübtelâ gezmez, demektedir.
Nola kim seyyid-i iklîm-i gam mîr-i elem olsa
Hüseynîdir Nigârî âl-i Şâh-ı Kerbelâdır dil (Gazel 440 )
(mir-i elem: elem valisi)
Ey gönül, Nigarî, gam memleketinin efendisi ve elem valisi olsa ne olur ki;o, Kerbelâ şahının soyundandır, Hüseyinî’dir.
Nigarî, Hz. Hüseyin’ soyundan olmakla övünmekte ve başına sıkıntılar gelmesini bu sebeple normal karşılamaktadır. Hatta bundan kendisine gurur payesi çıkarmaktadır. Şairin övüncünü ifade ettiği ikinci dizede uzun ünlüleri tercih etmesi bir tesadüf değildir: â, û, î.
N’ola kim makbûl-i dergâh-ı Hudâvendem ki men
Mübtelâyam kim Hüseyn-i mübtelâ manzûruyam (Gazel 458)
(mübtela: tutkun)
Neden şaşırıyorsun ki, ben Hz. Hüseyin tutkunu olarak ona baktığım ve onun müptelâsı olduğum için Hak dergahının makbul insanıyım.
İstifham sanatı ile şair insanların onun dercesine niçin şaşırdığını sorup Hz. Hüseyin sevgisi ile cevap vermektedir.
Ger cân-ı fedâkârım söylerse ki dildâr men
Hem çün Hüseyn oldum kurbân u fedâyam men (Gazel 709)
(dildar: sevgili)
Eğer canımı feda etmemi sevgili isterse benden, Hz. Hüseyin gibi kurban ve feda olurum ben.
“Kurban” kelimesi şair tarafında, hem kurban olmak anlamında hem de sevgiliye “yakınlaşmak” anlamını bir arada kullanmıştır. Mir Hamza Hz. Hüseyin’in Allah yolunda kurban olduğunu söyleyerek kendisinin de bu yolda gitmesinin iftihar vesilesi olacağını belirtmektedir.
Siz Yezîdî siz pelîdî biz Hüseynî biz şehîdî
Siz butlânî biz hakkânî siz bir taraf biz bir taraf (Kıt’a 730)
(pelîdî: rezil / butlanî: haksız )
(Ey Allah ve Resulüne düşmanlar) siz Yezid taraftarısınız, siz rezalet içindesiniz; biz Hüseyin taraftarıyız, biz şehitler yanındayız. Siz haksızlar tarafındasınız, biz hakperestiz; siz bir tarafsınız, biz bir tarafız.
Şairin, “i” asonansı ile süslediği beyit tam bir sesler orkestrası gibidir. Mir Hamza, bu beyti ile tekrir sanatındaki zirve noktasını bir kez daha perçinlemiştir.
SONUÇ:
Mir Hamza Nigarî, seyyid olması hasebiyle tam bir Ehl-i Beyt/ Âl-i abâ âşığıdır. Onun şiirlerinde en büyük fahriye, övünç vesilesi, daima bu silsileden olması ile ilgilidir. O, Hz. Ali gibi korkusuz olmakla, Hz. Fatıma’nın torunlarından dünyaya gelmekle, Hz. Hasan ve Hüseyin gibi çile çekmek ve kurban olmakla iftihar etmiştir. Her Müslüman için onları en güzel örnek olarak göstermiş ve iki cihan saadetini bu sevgiye bağlamıştır. Zalimlere açık tavır alan şair, “ehl-i sünnetiz” ifadesi ile aslında gerçek Peygamber aşığı ve onun yolunun yolcusu olanlardan olduğunu da perçinlemiştir. Birileri suçlanacaksa bunun zalimler olması gerektiği ve kaderin önüne geçilemeyeceğini net bir şekilde belirtmiştir. Kısacası suçluyu tespit edip hak ettiği cezayı vermiş; mazlumu tespit edip hak ettiği sevgiyi ondan esirgememiştir. Şiirlerinde bazen çok keskin ifadeler olduğu söylense de aslında mükemmel bir ortak nokta tespit etmiştir:
Allah’ı Muhammed’i âli seven dostânız
Ne Sünnîyis ne Şiî bir halis Müslümanız
Şair, şiirlerinde bu dinî karakterleri telmih edip överken de sanat endişesini bir kenara bırakmamış, neredeyse her beyitte bir veya birkaç edebî sanat kullanmıştır. Bu durum onun Fuzulî-vârî lirizminden ve onun gibi keskin sanat zekasından kaynaklanmaktadır. Onun şiirlerini derinlemesine inceleyenler mutlaka derin denizlerden inciler çıkaranlar gibi şaşıracaklardır.
KAYNAKÇA
AKIN, Hüsrev, Fuzûlî’nin Görgeç Redifli Gazelinin Göstergebilim Açısından İncelenmesi, Turkish StudiesInternational Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 4/6 Fall 2009, s. 1-12.
AKYÜZ, Kenan, Süheyl Berken, Sedit Yüksel, Müjgan Cumbul , Beken, Süheyl, Yüksel, Sedit, Cumbul, Müjgan (2000), Fuzûlî Dîvanı, Ankara, Akçağ.
AYAN NİZAM, Elif. (2012), Nigârî Divânı’nın Sözbilim Yönüyle İncelenmesi, Mir Hamza Nigari Sempozyumu, Amasya.
BAYRAM, Pervana (2012), Seyyid Nigârî’nin Poetikası, Mir Hamza Nigârî Sempozyum Bildirisi, Amasya.
BİLGİN, Azmi(2003). Divan-ı Seyyid Nigârî, Kule İletişim, İstanbul.
ERDEN, Aysu (1985), Azerî Türkçesinin Geçmişine ve Söz Dizimi Özelliklerine Kısa Bir Bakış, H.V. Ed. Fak. Derg. Cilt 3, sayı 2.
GİBB, E.J.W Wilkinson (1999), Osmanlı Şiir Tarihi, Ankara, Akçağ.
KOÇ, Nagihan (2006), Hafız Mehmed Sebatî Divanı’nın Transkribsiyonlu Metni ve İncelenemesi, Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya.
Komisyon. ( 1993), Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meâli, T.D.V. Yayınları, Ankara.
MEMMEDLİ, Nezaket (2012). Mir Hamza Nigari /Nigarname, Bakü.
ŞIHIYEVA, Saadet. (2012), Seyid Nesimî ve Mir Hamza Nigârî: Şiirsel Sözün Seyri Mir Hamza Nigari Sempozyumu, Amasya.
TUMAN, İ. N. Mehmet. (2001), Tuhfe-i Naili-Dîvan Şâirlerinin Muhtasar Biyografileri, Ankara, Bizim Büro Yayınları.
Key words: The Love of Ehl-i Beyt, Âl-i Abâ, Ali, Fatıma, Hasan, Huseyin, Turkish Diwan of Mir Hamza Nigarî
Özet
Ehl-i Beyt, Hz. Peygamber’in ev halkı, ailesi anlamına gelir. Bu aile özel olarak Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den oluşmaktadır. Pek çok hadis ile ehl-i beytin övüldüğü ve örnek alınması gerektiği bildirilmiştir. Bu bağlamda Mir Hamza Nigarî de seyyid olması ve bu soyun devamı olması hasebiyle Ehl-i Beyte büyük sevgi beslemektedir.
Nigarî’nin divanında bu sevgi kendisini açıkça hissettirmektedir. Biz bu çalışmamızda, şairin divanında bire bir kelime olarak zikrettiği beyitlerini alarak Ehl-i Beyti nasıl tanıttığını göstermeye çalıştık. Aynı zamanda şairin bu insanları tanıtırken hangi edebî incelikleri ve anlam kertelerini ön plana çıkardığını ortaya koymaya çalıştık.
Divanda mevcut tüm şiirler taranarak “Âl-i Abâ”nın, yani Ehl-i Beytin dört güzide şahsiyetinin geçtiği beyitler tespit edildi. Bunlar, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’dir.
Şair bu şiirlerde genellikle anlamı, sanatsal söyleyişten önde tutmuştur, bu sebepten didaktik ve lirik yön bu beyitlerin baskın yönünü oluşturmuştur. Çalışmamızda şiirlerin ilgili beytini ya da anlamı pekiştirmek için şiirin ilk beytini ve konuyla ilgili beytini almayı uygun bulduk.
Ayrıca bu çalışmamızda ele aldığımız beyitlerin edebî sanatlarını göstererek şairin, dini konuları anlatırken sanatsal yönünün zayıfladığına dair iddiaların da bir nebze haksız olduğunu ispatlamayı amaçladık.
Anahtar Kelimeler: Ehl-i Beyt Sevgisi, Al-i Abâ, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Mir Hamza Nigarî Türkçe Divan