CV, EBCED, MAKALELER, KODLAR

http://www.amasya.edu.tr/akademik/fakulteler/fen-edebiyat-fakultesi/personel/akademik-personel.aspx?id=1652 (AKADEMİK ADRESİM)

CV:

Dr. Metin HAKVERDİOĞLU

Dr. Metin HAKVERDİOĞLU

1969 yılında Amasya’nın Göynücek ilçesi, Tuzsuz köyünde doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Amasya’da  tamamladı. 1986’da başladığı  Marmara Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı  Bölümündenki lisans eğitimini 1990 yılında    tamamladı.
Hatay, Sinop ve Amasya’da çeşitli liselerde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yaptı. 1995 yılında  Ahmet Yesevi Kazak-Türk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve  Edebiyatı Yüksek Lisans programını kazandı. Danışmanlığını Prof. Dr. Mustafa İSEN’in yaptığı Yüksek Lisans programından 24.07.1998’de tamamladığı “Mihrî Hatun Divanı (İnceleme- Metin)” adlı teziyle mezun oldu.

Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Sosyal Bilimler Enstitüsünde, Prof. Dr. Ahmet SEVGİ danışmalığında başladığı “Lâle Devri ve Damat İbrahim Paşa’ya Sunulan Kasideler (İnceleme-Metin)” konulu tezini tamamlayarak 06.07.2007 tarihinde doktor unvanını aldı.
Halen Amasya Üniversites, Fen Edebiyat Fakültesinde, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.

Yazarın divan edebiyatı, Lale Devri ve Osmanlı kültürü üzerine kitapları ve muhtelif dergilerde yayımlanmış bilimsel makaleleri bulunmaktadır.

Yayımlanmış Kitabı:

Nevşehirli Damat İbrahim Paşa İçin Yazılan Lale Devri Kasideleri, Sage Yayınları, Ankara 2012, 856 s.

nigar-i-divani-azmi-bilgin-

Ebced     Ebced EBCEDMATİKEBCEDMATİKEBCEDMATİKEBCEDMATİKEBCEDMATİKEBCED

MATİKEBCEDMATİKEBCEDMATİK

ders notu değiştirme dilekçesige_mi__d_nem_hatalari_i_in

ÜDS:  ( Metin05.  )  KURAN

twitter ;

MHAKVERDOLU 37653765

yök tez gir    hakverdioglu@mynet.com/111111

Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm hakkında yazı

Özgeçmiş-metin-hakverdioğlu1

CV METİN HAKVERDİOĞLU (AKADEMİK)

ELİOT İNGİLİZCE ÇEVİRİYEv

YER DEMİR GÖK BAKIR ŞİİRLERİ SOOOON

SEYYİD VEHBİNİN DİVANINDA EKSİKMAKALE

FUZULİDE AŞK SON ŞEKLİ HAKEMDEN TURKİH STUDİES

cv son Özgeçmiş metin hakverdioğlu

cv sonDilekçe

1 Âteş-i gamda kebâb oldı ciger döne döne (1)
Göklere çıkdı duhânumla şerer döne döne
Duhân: duman
Şerer: kıvılcım Gam ateşinden ciğer döne döne kebap oldu. Dumanım ile kıvılcımlar döne döne göklere çıktı. Şâir, Fe\’ilâtün Fe\’ilâtün Fe\’ilâtün Fe\’ilün kalıbında ve döne döne redifli olan bu şiiri, Necati Bey’in divanındaki 467. gazeline nazire olarak yazmıştır.Mihrî, bu beyitte tenasüp sanatı ile ateşler içinde yanan bir ciğerin kebap oluşunu gözlerde canlandırır. Fakat kebap olan ciğer sevenin, yani şâirin ciğeridir. Ateş, kebap, ciğer, şerer, döne döne çıkan duman, bu karmaşayı ve bu tenasübü doğurmaktadır.

Gam bu beytin anahtar kelimesidir. Bu gösterge olmasaydı, rahatlıkla şâir, bir piknikte yiyip içip eğleniyor diyebilirdik. Gam, keder ve sıkıntının ateşi şâirin ciğerini yakmaktadır. Sıkıntı ve dertler ateşe, gönül ise kebaba benzetilmektedir.

Döne döne göstergesi ile kebap göstergesi arasında dönmek fiilinden mütevellit bir ilişki vardır: Ciğer kebabının şişte döne döne yapıldığı aşikârdır. Kebap ile duman arasında da bir dönme alakası mevcuttur; şöyle ki kıvılcımlar ve duman da eğer dikkatle bakılırsa döne döne göğe doğru yükselir. Dönmek ayrıca tasavvufî bir terim olarak “dervişin içindeki her türlü masiva kirlerini yakarak Rabbine dönmesi” şeklinde bir anlam da içerir. Tasavvufta bu asla dönüşü anlatan şiirlere özel bir ad verilir ki, bu da dönmeyle alakalıdır: devriye.

Bu gam ve kederin abartılması için de döne döne tekrarı kullanılmıştır. Göklere çıkma göstergesi aynı abartının bir tezahürüdür. Göğe yerine göklere göstergesi kullanmak bu abartma sanatının bir diğer delilidir. Abartılarak anlatılan bu yanma hadisesi aslında somut değil soyut bir yanmadır. Yanan gönüldür ama somut olan kebap ile anlatılmaktadır: Soyutu somutla anlatma.

Duhan kelimesi ile ah arasında şöyle bir ilişki vardır: Eski edebiyatımıza göre ah, ciğerden gelen ve duyanı yakan, üzen bir ateştir. Gerçek anlamda da ah, sıcak bir nefestir ve adeta içteki sıkıntının ateşinin dışa vurumudur. İnsanın ahı, duman gibi perde perde göğe doğru yükselir. Şâir, duhan ile ah arasında bir iham-ı tenasüp kurmaktadır.

2 Cân firâkuñla fitîl oldı göñül hânesine
Ten hayâlüñle fener oldı yanar döne döne

Firâk: ayrılık

Can, ayrılık acısının ateşinin etkisi ile gönül hanesine fitil oldu. Ten ise hayalinle döne döne yanan fener oldu.

Can ve ten teşbih sanatı ile fener ve fitile benzetilmiştir. Can ve tenin insan gibi ayrılık acısı çekmesi ise teşhis sanatına bir örnektir. Şâirin kendi canını ayrı bir varlık gibi kabul etmesi tecrit sanatını gösterir. Can, sevgilinin ayrılığından dolayı, o sevgiliyi gönül hanesinde bulmak ümidi ile bir lamba fitiline dönmüştür. Ten ise, fitilin dışındaki fener durumundadır ve bu fener döne döne yanmaktadır. Ten, dışı; can ise içi temsil eder. Buradaki yanmadan, dervişin terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i terk ile masivaya ait her türlü şeylerden kurtulup fenafillaha ulaşması kastedilir. “Ölmeden önce ölünüz” sırrı burada tecelli etmektedir. Ancak bu sayede Allah gönülde tecelli edebilecektir. Fitilin boynu bükük duruşu da adeta her türlü dünya işinden bir köşeye çekilmiş insanı göz önünde canlandırır. Canın fitil gibi yanması maddi bir görüntü sunarken, “canım yandı” deyiminde olduğu gibi soyut bir anlam da ortadadır; bu durum tevriye sanatıyla açıklanabilir. Tasavvufi anlamı dışında beyitten şu anlam çıkarılabilir: Gönül hanesinde sevgiliyi bulabilmek ümidi ile can fitil, ten de fener oldu. Her ikisi sevgiliyi döne döne aramaktadır.

Dönme fiili yine birkaç anlam içermektedir: Fener doğal olarak asıldığı yerde sağa sola döner. Fenerin içindeki alev yine döne döne yükselir. Elinde fener olan kişi aradığı şeyi bir kaç defa dönerek arar öyle bulur…

Hayal kelimesi ile fener ışığında insanın suretinin hayal gibi görünmesi arasında bir iham-ı tenasüpten bahsedilebilir. Hatta bu Karagöz perdesine kadar genişletilebilir.

3 Hâk-i pâyine yüzin sürmek içün şems ü kamer
Ser-i kûyuña gelür şâm u seher döne döne

Hâk-i pây: ayağının toprağı
Şems ü kamer: güneş ve ay
Ser-i kûy: sevgilinin mahallesinin başı
Şam: akşam
Seher: sabah

Güneş ve ay senin ayağının toprağına yüzünü sürmek için mahallenin başına akşam, sabah döne döne gelir.

Ay ve güneş doğal olarak akşam batarken eğilmekte, sabah doğarken alçaktan yükselmektedir. Bu hareketin, güneş ve ayın sevgilinin ayağının toprağına yüz sürmesi için olduğunu söyleyen şâir, güzel bir hüsn-i talil örneği vermektedir. Bu hareketin döne döne olması iki anlama gelir: tekrar tekrar bu iş her gün olur veya güneş ve ay dönerek adeta bir Mevlevi gibi sevgiliye yaklaşmaktadır.

Astronomiye göre dünya, ay ve güneşin döndüğü gerçeği de bu şekilde dillendirilmiş olmaktadır. Unutulmamalıdır ki Mihrî’nin yaşadığı asırda Avrupa’da insanlar bu düşünce yüzünden aforoz edilmekteydi. Anadolu’nun küçük bir şehrinde bu astrolojik gerçeğin bu kadar açık dile getirilmesi ayrıca ilginçtir.

Güneş ve ayın sırf sevgilinin mahallesinin toprağına yüz sürmek için sabah akşam eğiliyor gösterilmesi mübalağa sanatının bir örneğidir. Güneş ve ay âşığa benzetilerek teşhis sanatı yapılmaktadır. İki âşık sevgilinin mahallesine döne döne, tekrar tekrar, her gün gitmektedir.

Dünya ve dünyadaki her şey dönmektedir. Mevlevilerin dönmesindeki mesaj da budur. Her şey aslına dönecektir. 18. yüzyıl şairlerinden Selamî Efendi aynı redifli şiire ilk beyitten Mevlevilik göstergesi ile başlayarak bu şiirlerin her beytinde bu etkinin olduğunu desteklemektedir:

Mevlevîyem dökerem eşk-i teri döne döne
Çün felek şulelene dil kameri döne döne (2)

Edebî terminolojide ay Hz. Muhammed’in; güneş ise Hz. İsa’nın sembolüdür. Hakkın dergâhını bu iki peygamberin döne döne ziyaret ettikleri anlamı da beyitte göz ardı edilmemelidir.

Ayrıca, şems- kamer; seher- şam arasında leffü neşr ilgisi de kurulmuştur. Necatî ise aynı redifli şiirinde ay ile güneşi sevgilinin Ka‘be’sini tavafa göndermeyi uygun bulmuştur:

Ka’be olmasa kapuñ ay ile gün leyl ü nehâr
Eylemezlerdi ṭavâf ol güzeri döne döne (3)

4 Kaşuña beñzemek içün senüñ ey Zühre-cebîn
Kend′özin tutdu hilâl itdi kamer döne döne

Zühre-cebîn: yüzü Zühre yıldızı gibi parlak olan sevgili.
Kamer: ay

Ey yüzü Zühre gibi parlak olan sevgili, senin kaşına benzemek için ay, döne döne kendisini hilal etti.

Sevgilinin kaşının güzelliği ve inceliği belirtilirken Divan edebiyatında daima hilal benzetmesi yapılır. Sevgilinin yüzü de parlak olan gök cisimlerine benzetilir. Burada sevgilinin yüzü Zühre yıldızına benzetilmiştir.

Kaş ise yakınlığın sembolüdür. Kaş yaya benzetilir ve Arapların kullandığı bir ata sözü ile “yakınlık” anlamı iham-ı tenasüple hissettirilir. Hz. Peygamberin miraçta Allah’a yakınlığı hakkında “kab-ı kavseyn” iki yay arası tabiri kullanılır. Âşık olan kamer de kendisini yaya benzeterek sevgiliye yakınlığı ummaktadır.

Beyitte, doğal olarak gökte döne döne incelen ay güzel bir sebeple inceltilmiştir: sevgilinin kaşına benzemek için veya onunla yakınlık kurabilmek için. Diğer bir deyişle âşık, sevgiliye kavuşamamanın acısı ile gün be gün incelip hilal gibi bir hal almakta beli bükülmektedir. Sevgilinin kendisine acıyıp yakınlık göstermesini beklemektedir.

“Tutmak” kelimesi “ay tutulmasını” hatırlatması bakımından özel olarak seçilmiştir. Ay tutulurken de yavaş yavaş hilale dönüşme söz konusu olur.

Döne döne tabiri burada, sık sık, yılda birkaç kez, yörüngesinde dönerek anlamlarını çağrıştırır.

Hilal, Zühre, kamer, dönme, tutulma gibi kelimelerle “gökyüzü” etrafında bir tenasüp yapılmaktadır. Ay (kamer) yine âşığa benzetilerek teşhis sanatı yapılmıştır. Zühre yıldızı doğduktan sonra ayın doğması da ayrıca bilimsel bir sıralama olarak belirtilmelidir. Şâir, en azından “Yıldızlara Bakmak” hususunda bu günkü insandan bir adım ileridedir.

5 Cân cân-bâzını gör la\’lüñe irişmek içün
Rîsmân-ı ser-i zülfüñden iner döne döne

La\’l: dudak, kırmızı, kıymetli taş.
Rismân: ip

(Ey sevgili) can cambazı (canıyla oynayan, canını tehlikeye atan) senin hayat veren dudağına erişmek için gör ki nasıl zülfünün ipinden döne döne iner.

Âşık teşbih sanatı ile bir cambaza benzetilmekte ve sevgilinin ipe benzeyen zülfünden hayat kaynağı olan dudağına doğru ilerlemektedir. Bu, tehlikeli bir hareket olduğu için cambaz yani canı ile oynayan benzetmesi yapılmıştır. Âşık için tek kurtuluş âb-ı hayat bahşeden sevgilinin dudağına ulaşmaktır. Bu tâbirin tasavvufi karşılığı ise, dervişin kendi varlığından sıyrılıp fenafillaha varmasıdır. Çünkü dudak, edebiyatımızda daima nokta, yokluk anlamlarındadır. Âb-ı hayat bir anlamda kendini Allah’ta yok etmeye bağlıdır. İşte bu yüzden sevgilinin dudağı çok küçük veya yok olduğu için âb-ı hayattır. Burada Hz. İsa’nın öpüşü ile hayat bağışlamasına da bir gizli telmih düşünülebilir.

Zülfün ip olarak kullanılması renk yönünden küfrü temsil eden siyah ile açıklanabilir. Yani âşık, küfrün günaha ve dünyaya teşvik eden incecik yollarından vahdeti temsil eden sevgilinin dudağına doğru canını ortaya koyarak ilerlemektedir. Zülfün siyahlığına karşılık, dudağın parlaklığı bir tezat teşkil eder.

Soyut olan “can”ın somutlanarak cambazla birlikte kullanılması bir somutlama örneğidir.

Cambazlar da doğal olarak ipten döne döne inerler.
Bâkî, bir yüz yıl sonra âşığı bu sefer yanağın parlaklığına göndererek tehlikeye atmaktadır:
Ṭolaşaldan ruhı şem‘ine dil-i ser-geşte
Yakdı pervâne-ṣıfat bâl ü peri döne döne (4)

6 Düşeli şavkı hayâl-i lebinüñ Mihrî dile
Âteş-i gamda kebâb oldı ciger döne döne

Şavk: akis
Leb: dudak

Ey Mihrî, gönlüne yarin dudağının hayalinin yansıması düşeli, gam ateşinde ciğer döne döne kebab oldu.

Son mısra tekrar edilerek redd-i matla yapılmıştır.
Mihrî’nin “gönlüne yarin dudağının hayalinin yansıması düşeli” tabirinden bir ayna telakkisi ortaya çıkmaktadır. Gönül bir aynadır ve onda daima güzel şeyler yansımalıdır. Günahlar ve nefsanî duyguların çirkefi orayı kirletir. İnsan tertemiz yaratılmıştır, emaneti yine tertemiz iade etmelidir. Gönlün gerçek sahibi Allah’tır. O halde sevgilinin (Allah’ın) ab-ı hayat bahşeden güzelliği Mihrî’nin gönlüne düştü düşeli, o, ateşteki kebap gibi yanmaktadır.

Beyitte hem mecazî aşk hem de İlahî aşk kastedilebilir. Ayna motifi, uzak bir çağrışım dahi olsa, Necatî’nin döne döne şiirindeki çarşıda sevgiliyi döne döne gözleyen aynaları hatırlatıyor:

Sen olasan diyü yir yir aṣılub âyîneler
Gelene gidene eyler naẓarı döne döne(5)

Döne döne redifi yine kebap ile alakalı olarak kullanılmış ve gönlün ıstıraplar içinde acı çekmesini ifade etmiştir. Sevgilinin dudağının aynen görünmesi değil de hayalinin yansımasının, âşığın ciğerini kebap etmesi aşkın harareti ile ilgilidir ve bir mübalağadır.

Mihrî Divanında 143. gazel olarak yer alan bu şiir her ne kadar nazire olsa bile orijinal buluşlar ile kendine has bir güzelliği yakalamıştır. Bu gazelin anlam ve bağlam incelemesinden anlaşılacağı üzere Mihrî, geniş hayalleri, geniş kültürü ve yeni imajları ile büyük şâir profili çizmektedir. Bu şiir naziredir, o halde taklittir demek gerçeği yansıtmaz.

———————————————————–

Metin Hakverdioğlu: Macit Zeren Fen Lisesi- Amasya

1)Metin Hakverdioğlu (1998) Mihrî Hâtun Divanı Edisyon-Kritik, Kazak-Türk Ahmet Yesevi Üniversitesi. 143. gazel

2) Metin Hakverdioğlu, Selami Divanı Transkrip Çalışması, (yayınlanmamış) 147. gazel

3) Ali Nihat Tarlan, Necati Bey Divanı, MEB Yay., İstanbul,1997 .472. gazel

4) Sabahattin Küçük, Bâkî Divanı, TDK. Yay. Ankara, 1994, 464. gazel

5) Ali Nihat Tarlan, Necati Bey Divanı, MEB Yay., İstanbul,1997. 472. gazel

[OpicC:0276]

Metin HAKVERDİOĞLU
Bu yazı Ebced, KARİKATÜR, Makalelerim, Moleküler Edebiyat, Şiirlerim kategorisine gönderilmiş ve ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.