HÜMA-YI AŞK (ROMAN)

Bu ışık selinin içinde, uyanık mıyım, uyuyor muyum; uyuyor olsam bu kadar net göremem, uyanık olsam kendimi bu kadar hafif ve uçuyor gibi hissedemem; acaba ölüyor muyum, diye korkuya kapıldı. Birden gökyüzünde ateş kanatları ve kıvılcımlar saçan kuyruğu ile dev bir kuş göründü. Ona bakarken korkusu daha da büyüdü. Neler oluyor, diye bağırdı; ancak onu duyan birileri var mıydı, yok muydu bir türlü kestiremedi. Bu ateşten kanatları olan kuşu annesi ona anlatmıştı; huma kuşu, demişti. Şimdi başında dönen bu kuş öyle korku salıyordu ki annesinin anlattığı devlet, mutluluk, saadet kelimeleri bomboş kalıyordu. Belki de annesi yanlış biliyordu; bu kuş biricik oğlunu elinden almaya gelmişti ve belki de dokuz yaşında bu dünyadan göçmenin zamanı gelmişti.

Birden göğün kapıları açılır gibi oldu, huma kuşu sakin bir eda ile uçmaya başladı, gelip Hamza’nın üzerinde gölge etmeyi diledi. Dev kuşun ferahlık veren gölgesi göklerin kapısı açılınca daha bir huzur ve mutluluk duygusu saldı Hamza’nın kalbine. Işıklar içindeki kapıdan az sonra bir kadın belirdi. Annesi yaşında, gülümseyen, huzur saçan bir kadın. Elinde bir altın kase vardı. Kasenin içindeki su adeta nurlar saçan bir inci gibi parlıyor, susayan dudakları bu suya kavuşmak için yanıp tutuşuyordu.

Bir rüya bu kadar uzun sürer miydi, insan rüyada kana kana su içebilir miydi, bunların hiçbirini artık düşünmemeye karar verdi. Merak ile teslimiyet artık kalbinde anlaşma imzalamış, birbirlerini kovmuyorlardı. Bir merak kaplıyordu her yeri, bir teslimiyet. Kendisine gülümseyen ve kaseyi sunan kadın: “Hamza, bu aşk bâdesidir. İlâhî aşktır. İç ve hayatını bir aşk âleminde yaşa.”dedi. Bembeyaz giysileri içinde nurdan bir heykel gibi duran kadının yüzüne baktı, hayat boyu unutmayacağı bir yüzdü bu. Elinden kaseyi aldı, gökyüzünde kendisine saye salmış, itaatkar şekilde bekleyen huma kuşuna baktı. Hiç tereddüt etmeden bir yudum içti.

Gözlerini açtığında sabah olmuştu. “Anne!” diye bağırarak kapıya koştu. Annesi dışarıda abdest alıyordu, ona yemek pişirmeye hazırlanıyordu.