TÜRK DİLİ DERSİ 2015 FİNAL BAHAR
EK FİİLİN HİKAYESİ
Günlerden bir gün fiiller tatile çıkmışlar. Bütün fiiller Bodrum’da eğlenirken insanlar YÜKLEM yokluğundan konuşamaz olmuş.
Bunun üzerine isimler bir arayışa girmişler. Aramışlar, taramışlar sonunda tatile gitmemiş bir fiil bulmuşlar. Bu fiil yaşlı ve yorgunmuş. zaten bu yüzden diğerleri ile Bodrum’a gitmemiş. Adı da i-mek fiili imiş.
Diğer adı ek fiil olan bu ihtiyar fiil, isimlerin yoğun isteği ve baskısı üzerine onlara yardımcı olmak zorunda kalır. Fakat bir şartı vardır: “Dokuz kipin hepsinde çekim yapamam, sadece dört kip seçin. ”
İsimler dokuz kipi bir torbaya koyup çekiliş yapar. Çekilişte ” -di , -miş, -se,- dir ” çıkar.
-imek fiili bunların başına gelir ve idi, imiş, ise, dir şiklini alır.
Annem hemşire idi.
Annem hemşire imiş.
Annem heşire ise…
Annem hemşire!dir. (Dikkat: hemşire!yim/ hemşire!sin/ hemşire!dir…)
Unutmayınız, bütün isim cümleleri “ek-fiil” alır. Aksi halde yüklem olamazlardı.
Yaşlı ek-fiil oh, bu işten de kurtuldum, artık rahatça köşeme çekilip uyurum dediği anda bir ses duyar. Bu ses iki sevgiliden gelmektedir. Birleşik ve Zaman adlı iki sevgili bir türlü bir araya gelemedikleri için ağlayıp durmaktadır.
İhtiyar ek-fiil bunları da birleştirmedikçe rahat edemeyeceğini anlar. Onların da arasına girip bir birlerine kavuşmalarını sağlar.
Böylece basit zaman ile hikayesi (-di), rivayeti (-miş), şartı (-se) bir araya gelebilmiş.
Ama bunda da -dır’ı eksik bırakır.
Geliyor idi
Geliyor imiş
Geliyor ise
Geliyordur (birleşik zaman değildir!!!!!!!!!!!!!!!)
Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine. :)))
Ek fiil ile ilgili size son bir hile daha söyleyeyim:
Tüm isim cümleleri ek fiil almıştır…. Bu kadar basit!
Bu onun annesiymiş. (anne yüklem olarak kullanılan bir isim değil mi? İş bitti. Bu cümlede ek fiil kullanıldıııııııııııı.)
Bir de birleşik zamanlı fiillerde hiç düşünmeden ek fiil vardııııııııııııııır, denebilir.
Eve doğru gelmekteydi. mekte(yor)+ di =mekteydi / mekte i-di
FİİLLERDE ÇATIYA ÇIKALIM MI?
HAYDİ ÇATIYA ÇIKIYORUZ:)
ÖZNE ÇATISI NESNE ÇATISI
ÖZNE KİREMİTLERİ NESNE KİREMİTLERİ
ETKEN GEÇİŞLİ
EDİLGEN GEÇİŞSİZ
DÖNÜŞLÜ OLDURGAN
İŞTEŞ ETTİRGEN
MANTIK AYNI: Bir binanın çatısı ve kiremitleri varsa fiillerin de çatısı ve kiremidi vardır.
Özneye göre çatıda ÖZNE VAR MI, YOK MU, ÖZNENİN YAPTIĞI KENDİNE DÖNÜYOR MU? gibi sorular söz konusudur.
ETKEN FİİLLER ÖZNE ALIR: Ali camı kırdı. O camı kırdı.
EDİLGEN FİİLLER ÖZNE ALMAZ (BAŞKASI TARAFINDAN İŞ YAPILIR.) (-l ve -n ekine dikkat!)
Cam kırıldı. (kim kırdı? başkası tarafından.)
Gemi görüldü. (başkası tarafından.) Kadın dövüldü. (başkası tarafından.)
DÖNÜŞLÜ FİİLLERDE ( YAPILAN İŞ YAPANA DÖNER. ) (-l ve -n ekine dikkat!) (KENDİ KENDİNE FORMÜLÜ İŞLER.)
Kadın dövünüyordu. (kendi kendine)
Gemi göründü. (kendi kendine)
İŞTEŞ FİİLLER YA BİRLİKTE YA DA KARŞILIKLI YAPILIR (-ş ekine dikkat!)
Kuşlar uçuştu. (birlikte)
Öğrencilerle selamlaştık. (karşılıklı) (Ben onları selamladım, onlar da beni selamladı. )
Nesneye göre çatıda FİİL NESNE ALIYOR MU ALMIYOR MU? sorusu önemlidir.
GEÇİŞLİ FİİLLERDE NEYİ SORUSUNA, ONU CEVABI ALINIR.
Yıkılan evi gördüm. (neyi gördüm? onu gördüm)
TÜRK DİLİ DERS NOTLARI
TÜRK DİLİ METİN HAKVERDİOĞLU
Atatürk’ün Türkçenin yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarılmasını istemesinin en önemli nedeni Dilin, bir toplumda düşünce birliğini yarattığını ve o toplumun ulusal benliğini kazanmasında en etkili araç olduğunu bilmesidir.
Yazı dilinin Kalıcı olması özelliği toplumun kültürel birikimlerini kuşaktan kuşağa taşımasına yol açmıştır.
Lehçe ya da ağız denilen dil birliklerinin oluşması dilin şu temel özelliğiyle açıklanabilir: Dilin gelişen ve değişen canlı bir varlık olmasıyla
Genel dilin toplumsal çevreye, yaşa ve kültür düzeyine, mesleklere bağlı olarak kullanılması özel dillerin ortaya çıkmasında etkili olmuştur.
Konuşma dili kişiden kişiye farklılıklar gösterir, sese dayanan bir eylemdir, El yüz hareketleri konuşmaya doğallık katar, dilin gelişimine temel oluşturur.
Yazılı iletişim araçlarında bulunması gereken biçimsel özellikler: Yalınlık, Dengelik, Akla uygunluk, Birörneklik
Araştırma raporlarındaki şekil çeşitleri: Çizgi grafiği, Harita, Örgüt şeması, Sütun grafiği
Araştırma raporlarının giriş bölümünde Problem, Sınırlılıklar, Amaç, Önem yer alır.
Bilim dili ile argo arasında, özel dil olmaları bakımından bir benzerlik vardır.
Bireylerin toplumla olan bağlarını güçlendiren öğelerden biri de anadilidir.
Konuşma organları, anadilin ses özelliklerini yansıtacak biçimde gelişir.
Lehçe ve ağız, bir dilin değişikliğe uğramış türleridir.
Yazılı anlatımın özellikleri: Yazım kurallarına uyma gerekliliği, Yazılı anlatımın kalıcı olması, Bilimin ve kültürün gelecek kuşaklara aktarılmasında önemli bir rol oynaması, Her dilin genel yazma kurallarının olması
Yaratıcı yazmanın gerçekleştiği alanlar: Şiir, Roman, Öykü, Destan
Bir duygunun ya da düşüncenin, zihinde tasarlanan bir konunun sözle ya da yazıyla bildirilmesine Anlatım denir.
Anadilin özellikleri: Bireylerin toplumla en güçlü bağlarını oluşturur, Bilinçaltına inen “düşünme dili”dir, Her ulusun dili o ulusa ait kişilerin ana dilidir, Anadil ulusal niteliktedir.
Uzun çizgi, karşılıklı konuşmalarda kullanılır.
Bir çizelgede bulunan öğeler: Çizelge dipnotları, İçerik, Çerçeve, Numara ve başlık
- A. Dilin Özellikleri
B. Dilin Millet Hayatındaki Yeri ve Önemi
C. DİLİN ÖZELLİKLERİDil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabiî bir vasıta; kendisine mahsus kanunları olan ve ancak bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş içtimaî bir müessesedir.” (Muharrem Ergin)
Dil, bir anda düşünemeyeceğimiz kadar çok yönlü, değişik açılardan bakınca başka başka nitelikleri beliren, kimi sırlarını bugün de çözemediğimiz büyülü bir varlıktır” (Doğan Aksan)
“Bir toplumu oluşturan kişilerin düşünce ve duygularının o toplumda ses ve anlam bakımından ortak ögeler ve kurallardan yararlanarak başkalarına aktarılmasını sağlayan çok yönlü ve gelişmiş bir sistem.” (Zeynep Korkmaz)
“Dil, insanların aralarında haberleşmelerini, duygu ve düşüncelerini, arzularını, isteklerini bir takım mesajlarla birbirlerine nakletmelerini temin eden her çeşit işaretler topluluğuna verilen isimdir.”(Ayhan Songar)
1. Anlaşma Aracıdır :
Dilin birinci ve asıl işlevi anlaşma aracı olmasıdır. “Ancak onun vasıtalığını yanlış anlamamak lâzımdır. Zira dil, tabiî bir vasıtadır. Gelişigüzel bir vasıta, maddî bir vasıta, gelip geçici iğreti bir vasıta, bir alet değildir. Dil, canlı bir vasıta gibidir. İnsanlara, fertlere hizmet eder; fakat insanların, fertlerin keyfine tâbi değildir. İnsanlar, onu istedikleri biçime sokamazlar, ona değişik bir şekil veremezler. Onu olduğu gibi kabul etmeğe, onun hususiyetlerine dikkat etmeğe, onun tabiatına uymağa, onun kanunlarına boyun eğmeğe mecburdurlar.”[1]
İnsanlar aynı mekânda saatlerce, günlerce, aylarca, hatta yıllarca birlikte kalsalar bile duygu ve düşüncelerini belirtmedikleri zaman aralarında iletişim sağlanamaz. Duygular, düşünceler, istekler ancak açığa vurmak suretiyle başkalarına taşınabilir. İşte insanlar arasındaki bu iletişimi en kolay ve doğal şekliyle sağlayan, dildir.
2. Doğallık:
Dilin önemli özelliklerinden biri de doğal olmasıdır. Çevremizde doğal olarak nitelendirdiğimiz (ağaç, su, toprak, güneş, deniz, at… gibi) varlıkların tabiatını değiştirmek mümkün olmadığı gibi öz itibariyle dilin tabiatı da değiştirilmez. Nitekim dil yapay olsaydı, insanlar farklı farklı dillerle konuşmak ve yazmak yerine ortak bir dil yaparlar, onu kullanırlardı.[2]
3. Kuralları Vardır:
Her dilin kendine özgü kuralları vardır. Bu kurallar dilin tabiatından ortaya çıkmaktadır. Daha açık bir ifadeyle söylemek gerekirse biz önce kuralları koyup bu kurallara göre konuşmuyoruz. Mevcut kuralları, dilin doğal yapısından tespit ediyoruz. Meselâ; Türkiye Türkçesinde fiilin, gelecek zamanda yapılacağını belirtmek için –acak, -ecek ekini kullanıyoruz. Bu eki değiştirmek, yeni bir ek kural ortaya atmak gibi bir tasarrufumuz olamaz.
4. Canlıdır :
Dil, kendi kanunları içerisinde yaşayan canlı bir varlıktır. Canlıların ortak özelliklerinden olan doğma, büyüme, gelişme gibi özellikler dil için de geçerlidir. Ahmet Haşim, dilin kelimelerini yapraklara benzetiyor. Yapraklar ilkbaharda büyümeye başlıyor; yazın hâlâ dallardadır; sonbaharda sararmaya başlıyor ve kış gelirken dökülüyor; bir anlamda ölüyor. Bunun gibi dilde de bir kelime ihtiyaçtan ortaya çıkıyor bir süre kullanılıyor ve belli bir zaman sonra kullanımdan kalkıyor. Meselâ; kağnı’nın kullanımdan kalkmasıyla birlikte kağnı kelimesi ve kağnıyı oluşturan parçaların her birine verilen adlar da kullanımdan kalkmaktadır. Yalnız bu demek değildir ki şimdi kullandığımız kelimelerin hepsi de bir gün tamamen unutulacak. Dil, gelişmesini doğal olarak gösterecektir. Ölü bir kelimeyi zorla günlük dile sokmaya çalışmak bir ölüyü diriltmeye benzer ve bir netice vermez. Meselâ, aslı Arapça olan kitab kelimesini biz kitap şeklinde kullanıyoruz. “Eski Türkçede kitabı ifade eden betik kelimesi varsa, biz bu kelimeyi niçin kullanmıyoruz” demek, dilin canlılık özelliğine uymaz.
5. Gizli Anlaşmalar Sistemidir:
Dilin doğuşu konusunda çeşitli teoriler ortaya atılmış ve bu teorilerle ilgili tartışmalar bugün de devam etmektedir: Acaba ilk insanlar nasıl anlaşıyorlardı? Niçin milletlerin dilleri farklı farklıdır? gibi soruların sayısı artırılabilir. Bu sorulara verilecek cevaplar da birbirinden farklı olacaktır. Şurası bir gerçektir ki bir dildeki kelimeler ve kelime dizileri konusunda o milletin bütün fertleri tarihin bilinmeyen döneminde gizli bir anlaşma yapmış gibi; kavramların, nesnelerin, eylemlerin… anlatımında aynı kelimeleri kullanırlar. Aynı nesneler farklı milletlerin dilinde farklı kelimelerle ifade edilir: Türklerin taş; Arapların hacer; Farsların seng; Rusların kamen, İngilizlerin stone demesi gibi.
6. Milletin Ortak Malıdır:
Milleti millet yapan unsurların başında dil yer alır. Her milletin konuştuğu dil kendi milletinin adıyla anılır: Türk-Türkçe, Rus- Rusça gibi. “Dil bazı insanların veya zümrelerin değil, bütün bir milletin ortak malıdır…O yalnız, yaşayan neslin değil, ecdadın da torunların da üzerinde hakkı olan derinliğine ve genişliğine bütün bir millet malıdır, millet emanetidir, millet mirasıdır, millet istikbâlidir.”[1]
7. Sosyal Bir Varlıktır :
Dilin kuralları ve söz varlığı, onun sosyalliğini gösteren özelliklerdendir. Dil, bütün yönleriyle toplumdan topluma değişiklik gösterir. Dilin yapısı, kuralları ve kelime hazinesi; milletin anlayışı, dünya görüşü ve felsefesiyle yakından ilgilidir. Bir anlamda milletin karakteri, kültürü, yaşadığı coğrafya… diline yansımaktadır. “Söz gelişi Türkçede devenin rengini gösteren bir tek deve tüyü kelimesi bulunduğu hâlde, Arapçada bu rengin ton farklarını gösteren yüze yakın kelimenin varlığından söz edilmesi; Aymara Kızılderililerinin patates çeşitlerini anlatmak için 200 ayrı kelime kullanması; Eskimoların karın yağış şekillerinden her birini ayrı kelimelerle anlatması dilin; toplumların duygu ve düşünce tarzına, sosyal durumlarına, oturdukları yerlere ve iklim şartlarına, tarihteki geçmişlerine, zaman içinde uğradıkları değişime ve gelişmelere göre, şekil ve işleyiş bakımından birbirinden ayrı biçimlenmeye uğradığını göstermektedir.”[2]
D. DİLİN MİLLET HAYATINDAKİ YERİ VE ÖNEMİ
Bir millet ayakta tutan, onun varlığını ve devamını sağlayan, millî şuuru besleyen, bir millet mensubu olma hazzını veren ve bireylerini birbirine yaklaştırarak, onlar arasında birlik yaratan millet olarak, dil çok önemlidir. Öyle ki milletin varlığı, dilin varlığıyla mümkündür.
İnsanın geçmişini öğrenmesinde, gününü yaşamasında, geleceğine yön vermesinde, kişiliğini kazanmasında, aynı dili konuşan diğer insanlarla iletişim kurmasında ve kendisini ifade etmesinde dilin çok önemli bir araç olduğu muhakkaktır. Bu bakımdan dil bir anlamda bireye hizmet eder. Ancak, ore tabiatı gereği toplu hâlde yaşamaya ihtiyaç duyar. Çevresinde kendiyle aynı değerleri paylaşan insanların bulunmasını ister. Bu ortak değerlerin oluşturulmasında, paylaşılmasında, nesilden nesile aktarılmasında, milletin varlığını devam ettirmesinde dil, çok önemli bir görevi yerine getirir. Çünkü millet olmanın birinci şartı, aynı dili konuşmaktır.Dil, milletin ortak kültürüyle yol alarak varlığını devam ettirir. Milleti oluşturan bireyler arasında birleştirici bir rol üstlenen dil, aynı zamanda ortak şuurun, millî şuurun ortaya çıkmasına hizmet eder. Millî birliği ve beraberliği sağlar. Dilin bu özelliği Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyetini kuran; Türk halkı, Türk milletidir. Türk ore demek, Türk dili demektir. Türk dili Türk ore için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk ore , geçirdiği nihayetsiz felâketler içinde ahlâkının, an’anelerinin, hatıralarının, menfaatlerinin, kısacası, bugün kendi milliyetini yapan her şeyinin dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.” Sözlerinde veciz ifadesini bulmuştur.
Millî varlığın korunmasıyla dilin korunması arasında çok sıkı bir ilgi vardır. Dilini unutmayan fakat bağımsızlığını kaybeden bir toplum milliyetini koruyor demektir. Bu toplum, bağımsızlığını kazanıp bir devlet kurarak, bir millet olarak yeniden tarih sahnesine çıkabilir. Sovyet Rusya’nın dağılmasıyla Türklerin ve diğer milletlerin bağımsız birer devlet olarak yeniden tarih sahnesine çıkmaları bunun en yeni örneğidir. Tarihte bunun başka pek çok örneği vardır. Ancak dilini kaybeden milletlerin tarih sahnesinden silindikleri de bilinmektedir.
Bir milletin dili bozulursa kültüründe sıkıntılar ortaya çıkar. Düşünce, sanat ve edebiyat alanlarında çöküntü başlar. Dil asıl işlevini (insanlar arasında anlaşma aracı olma) yerine getiremez. Kitleler birbirlerini anlayamaz ore gelir ve yavaş yavaş kopmalar başlar. Bu gerçek, tecrübeyle sabit olduğu için bir ore içten yıkma yönteminde işe ore dilden başlanır.Yeni neslin kültürel değerleri öğrenmemesi ve bireylerin, kuşakların birbiriyle sağlıklı iletişim kurmalarını engellemek için ne gerekiyorsa yapılır. Bu yüzden dil üzerinde oynanan oyunlara karşı her zaman uyanık olmak gerekir. Adres bulmada kolaylık olsun gibi bir bahaneyle meselâ; Yunus Emre Caddesi’ni 4. Cadde şeklinde değiştirmek bile kültür bakımından son derece yanlıştır. Çünkü, cadde adını rakamla ifade ettiğiniz zaman bu tabelayı okuyan kimsenin buradan caddenin numarası dışında öğrenebileceği bir şey yoktur. Fakat Yunus Emre adının yaşatılması hâlinde en azından yetişen nesil Yunus Emre’nin kim olduğunu, bu caddeye neden bu ismin verildiğini merak edecektir, öğrenmek isteyecektir ve sonuçta kendi kültüründen birşeyler bulacaktır.
Bir milletin ruhu, karakteri, anlayışı… çoğunlukla sanatkârların ortaya koydukları eserlere yansıdığından bu yönüyle de dil, sosyal yapının ve kültürün aynası durumundadır. Dolayısıyla bu eserlerin dikkatle incelenmesi o milletin karakteri hakkında sağlam ipuçları verecektir. Gelişmiş ülkelerin kendi kültürlerini ve başka kültürleri öğrenmek için araştırmalar yaptırmalarını, bunlar için bütçelerinden önemli paylar ayırmalarını yabana atmamak lâzımdır. Her milletin kendine ore birtakım kültür özellikleri olduğu gibi milletlerin zayıf ve güçlü olduğu yönler de vardır. Kültür araştırmalarıyla bunların tespiti mümkündür. İzlenecek politikaların belirlenmesine bu araştırmalardan elde edilen veriler ışık tutmaktadır. Sömürgeci ülkeler günümüzde stratejik araştırma enstitüleri adı altında dünyanın dört bir tarafında yaptıkları araştırmalarda o ülkenin veya bölgenin etnik yapısını, özellikle de yerel dilleri gündeme getirmektedirler. Tarihte ve günümüzde bunun pek çok örneğini görmek mümkündür.Özetlemek gerekirse dil, milletin manevî gücünün aynasıdır. Bir milletin kültürel değerlerini oluşturan ve o ore ayakta tutan; edebiyatı, sanatı, bilim ve tekniği, dünya görüşü, ahlâk anlayışı, müziği… geçmişten günümüze ancak dil sayesinde aktarılmaktadır. Dolayısıyla dilin korunmasıyla millî varlığın korunmasını aynı seviyede algılamak gerekir.
EĞİTİM VE DİL
Bireyler dünyaya geldiği anda sosyal olmayan varlıklardır. Fakat toplum öyle bir çevredir ki, bu sosyal olmayan varlıkları, içine girdiği andan itibaren kendisine benzetmeye çalışır. Bireylerin toplumu benimsemesi yani sosyalleşmesi toplumun bekası için gereklidir. Bir toplum, bireylerine lisanını, ahlakını, estetik zevkini, ilmi mantığını, teknik vetirelerini aşılamazsa yaşayamaz.(19) Bunların bireylere aktarımında ise en etkin kurumların başında eğitim gelmektedir.
Dil, çevremizdeki her türlü iletişim aracı ve kültür taşıyıcılarından çok daha belirgin olarak zihniyetimizin sözcüsüdür ve bu nedenle de onun belirleyici bir konumu vardır. Bilim, felsefe ve sanat eserlerinde de yapı taşı olarak ortaya çıkan ve bir çok işlevi birden gören dilin önemli özelliği, kültür taşıyıcılığıdır.(20) En sıradan bir haberi dinlerken, en sıradan bir yazıyı, gazeteyi vb. okurken insanların elinde sözlük bulundurma zorunluluğunu hisseder hale gelmesi önemli çağrışımları da beraberinde getirmektedir. Öyle ki, insanlar kimi zaman kendilerinin çok bildiğini kanıtlamak, komplekslerini tatmin etmek, kimi zaman kasıtlı olarak dilde tahribata yol açmak, kimi zaman da farkında olmadan insanların anlayamayacağı, ne olduğu belli olmayan çok değişik cümleler ya da kelimeler kullanabilmektedir. Özellikle bu tür tavırların eğitim ve öğretim faaliyetlerinde yapılması çok olumsuz etki yapmaktadır. Zaten bilmediği bir şeyleri öğrenmeye çalışan birey, üstüne birde bilmediği kelimelerle ya da anlaşılmayan cümlelerle karşılaşınca öğretilenlere tamamen yabancı kalmaktadır.
Doktorun hastasına hastalığını anlatırken kullandığı dil, siyasetçinin seçmenini bilinçlendirirken kullandığı dil, bilim adamının-aydının insanları aydınlatırken kullandığı dil ve de eğitimcinin kitlesini eğitirken kullandığı dil kitlelere yabancı olursa yapılan gayretler boşa gitmekte, konuşanla dinleyenin birbirine yabancılaşması ortaya çıkmaktadır. Böyle olunca da haklın kendini yetiştirmesi ve geliştirmesi gerçekleşememektedir. İşte bütün bu nedenler, toplumun çağı yakalamasında olumsuz etkenler olabilmektedir. Gerçek anlamından sapmış kelimeler, yanlış kullanılan, anlamında farklılıklar ortaya çıkarılarak ifade edilen sözcükler anlatılmak istenilenin anlaşılmasını zorlaştırmaktadır.
Hem sağlıklı bir iletişim için, hem de Atatürk’ün üzerine titrediği ve kültürel bağımsızlığı da içine alan tam bağımsızlık için dil en temel öge olma özelliğine sahiptir. Hiç kuşkusuz millî bir eğitim için millî bir dil gereklidir. Bu nedenle de dilin millîleşmesi, halka yaklaşması amacı önde gelmelidir. Millî bir his ile dil arasında önemli bir bağ vardır. Dilin millîliği, millî hissin ortaya çıkmasını etkiler.
Ülkemizde ilkokuldan üniversiteye kadar eğitimin her kademesinde Türkçe eğitim ve öğretimi verilmektedir. Buna rağmen, Türkçe’yi doğru ve güzel kullananların oranının gittikçe düştüğü görülmektedir. Bu ters durum, Türkçe eğitim ve öğretimindeki eksikliğin, yetersizliğin, metotsuzluğun bir sonucu olduğu kadar; kültür politikalarının, insanlarımızdaki millî şuur ve dil kültürü eksikliğinin, yabancı dil hayranlığının da bir sonucudur. Bu sonuçta, Türkçe eğitim ve öğretimi ile görevli olanların, dil ve Türkçe konusunda yeterli eğitimi alamamış televizyon programcı ve sunucularının, basının sorumluluğu herkesten fazladır.
Atatürk “Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir.” Diyor. Gerçekten dil, millî varlık, millî birlik, millî duygu, bakımından son derece önemlidir. Dil meselesi, millî şuur meselesidir. Atatürk’ün Cumhuriyet rejimini yerleştirdikten sonra ilk iş olarak Türk tarihi ile birlikte Türkçe meselesine eğilmesi kültür ve dilin millet varlığı açısından önemini iyi anlayan bir devlet adamı olmasındandır. Dil, millî varlık açısından, göründüğünden daha önemlidir. Onun için millî vicdan ve sorumluluk sahibi her Türk vatandaşının Türkçe üzerine titremesi gerekir.
“Vatanın bölünmez bütünlüğü” fikir ve inancı gibi, “dilin bozulmazlığı” üzerinde de ittifak etmeliyiz. Çünkü Yahya Kemal’in dediği gibi “Türkçe’nin çekilmediği yerler vatandır. Ancak çekildiği yerler vatanlıktan çıkar.(…) Vatanın gövde ve ruhu Türkçe’dir.”
İsmail ACAR
Balıkesir ÜniversitesiTARIK BUĞRA’NIN TÜRKÇE SEVDASI
Osman DÖNMEZTürk edebiyatının önemli şahsiyetlerinden biri olan Tarık Buğra, hikâye, roman ve tiyatroda kendine sağlam bir yer edinirken, bütün bu alanların temel taşı olan Türkçe üzerinde de dönemine göre çok önemli fikirler ileri sürmüştür. Tarık Buğra, gazete ve dergilerde yazdığı yazılarda, belirli aralıklarla Türkçenin önemine, Türkçe üzerinde oynanmak istenen oyunlara ve bunların gâyesine yönelik, dönemin ilim adamlarına, eğitimcilerine, siyasetçilerine önemli ikazlarda bulunmuştur. Tarık Buğra, edebiyat ve sanatta soylu bir duruş sahibi olabilmenin ilk ve bırakılamaz şartının bağımsız bir kafaya sahip olmaktan, yani hâdiselere, meselelere, insana ve insanlar arası münasebetlere peşin hükümlere saplanmadan bakabilmekten geçtiğini görmüştür. Bu tavrını Türkçe ile ilgili yazdığı makalelerinde de sergilediğinden, ‘öztürkçeciler’ ve dilde ‘arılaşma’yı savunanlar tarafından dışlanmıştır.
“Türkçenin Genç Kalemler dergisiyle birlikte doğru yola girdiğini, bu yolda halkın edebiyat ve düşünce hayatıyla bütünleşmeye başladığını düşünen Tarık Buğra, Tek Parti döneminde başlayan dil ırkçılığının son derece tahrip edici neticeler doğurduğu kanaatindedir. Bunun için kendi neslinden birçok yazarı da peşinden sürükleyen ve kısırlaştıran ‘öztürkçe’ macerasından uzak durmuş, özellikle ‘kültür kelimeleri’ dediği, bugünü geçmişe bağlayan kelimelerden yazarlık hayatı boyunca vazgeçmemiştir.”1 Tarık Buğra’ya göre yalnız edebiyatta değil, diğer sanat dallarında, teknikte, bilimde kısaca ‘kafa’ ile ilgili faaliyetlerin hepsinde insanın seviyesi ve kaderi dile bağlıdır. Çünkü ilk çağlardan beri ‘insanın kelimelerle düşündüğü’ anlayışı, ortak bir hakikat olarak kabul görmektedir. Yakasını ‘kelime anarşisine’ kaptırmış bir eğitimle, matematikte ve fizikte bile karşılıkları iki de bir değişen kavramlarla ilim, felsefe ve tefekkür yapılamaz. Tarık Buğra’ya göre Türkçenin bugünkü görünüşü, dil şuurunun kaybolduğunu haber vermektedir.
Tarık Buğra’nın Türkçeyle ilgili yazılarında söz dönüp dolaşır bir şekilde dönemin dil kurumuna gelir. Bu kurumu bir çiftliğe, kurumda görev yapanları da çiftlik ağalarına benzeten Buğra, bu kişilerin birbirlerini çok tuttuklarını, kendi anlayışlarına göre müesseseleştiklerini, dergilerinde kendi anlayışlarına göre, bilgin, sanatkâr ve münekkit yetiştirdiklerini belirtir. Bu kurumun yetiştirdiği hikâyeci, romancı ve şairlerin başarısının da dilimizi bozdukları, fakirleştirdikleri ölçüde arttığını söyler. Bir ülkenin anadili üzerinde oynanan kötü emelli oyunları, o ülkenin kendi kendine harp açması olarak değerlendiren Tarık Buğra, Türkçeyi korumaya yönelik faaliyetlere acilen başlanmadığı takdirde, Türkçenin nerede ise jest, mimik ve tek heceli nidalardan, birtakım işaretlerden müteşekkil kaba bir anlaşma vasıtası hâline geleceğini söyler. Tarık Buğra arı bir dil meydana getirmek iddiasını ‘dil ırkçılığı’ ve tasfiyecilik olarak görür. Birkaç yüz kelimelik Orta Afrika ve Avustralya’daki kabile dilleri hariç, ‘arı dil’ olmadığını söyleyen Buğra, Mustafa Kemal’in son dönemlerindeki dil anlayışıyla, ‘öztürkçecilerin’ yaptıkları arasında en küçük bir ilgi bulunmadığını belirtir. Buğra, Mustafa Kemal’in dilde girilen çıkmazın farkına vardığını Falih Rıfkı’ya söylediği şu sözle hatırlatır: “Çocuk, çıkmaza girilmiştir. Türkçeyi bu çıkmazda bırakamayız, tabiî yola gireceğiz.” Tarık Buğra, ‘Atatürk ve Türkçe’ başlıklı 10 Kasım 1974 tarihli Tercüman gazetesinde yayımlanan yazısında, kuruluş yıldönümü dolayısıyla Atatürk’ün 1934 ve 1937 yıllarında ‘Türk Dili Araştırma Kurumu’na gönderdiği iki mesajına yer verir. Aynı kuruma, üç yıl arayla, aynı gâye için gönderilen bu iki farklı mesajda, Atatürk’ün dil konusuna bakışını net bir şekilde okumak mümkündür.
Atatürk’ün 26 Eylül 1934 tarihli mesajı şöyledir: “Dil bayramından ötürü, Türk Dili Araştırma Kurumu Genel Özeliğinden, ulusal kurumlardan kutunbilikler aldım. Gösterilen güzel duygulardan kıvanç duydum. Ben de kamuyu kutlularım.”
Atatürk’ün 26 Eylül 1937 tarihli mesajı ise şöyledir: “Dil bayramı münasebetiyle Türk Dil Kurumu’nun hakkımdaki duygularını bildiren telgrafınızdan çok mütehassis oldum. Teşekkür eder, değerli çalışmalarınızda muvaffakiyetlerinizin temadisini dilerim.”
Tarık Buğra, Servet-i Fünûn edebiyatının dilde yaptıklarıyla ‘öztürkçecilerin’ dilde yaptıklarını birbirine benzetir. Buğra’ya göre her iki grup da iktidara karşı mücadelesini devleti ve devletin temellerini yıkacak şekilde yürütmüştür. Tarık Buğra, ‘öztürkçecilerin’ dilin ne olduğunu bilmediklerini, dolayısıyla dili bir kelimeler ambarı sandıklarını belirtir. Bu anlayışın yanlış olduğunu şu cümlelerle ortaya koyar Tarık Buğra: “Öyle bir cümle yazarsınız ki, içinde bir tek Türkçe kelime bulunmaz, ama Türkçedir, gene öyle bir cümle yazarsınız ki, bütün kelimeleri aba en ced Türkçedir, ama kendisi Türkçe olmaz; öztürkçeciler işte bunu bilmiyorlar. Daha kötüsü aralarında bilmek, anlamak istemeyenler de var. Bu yüzden de yapmak istedikleri veya yapacakları şey -düpedüz- Türk düşünce ve sanat hayatını, kitaplarını ateşe vermekten, yani Timur veya Hülâgû barbarlığından, Vandallığından (eski kültür ve sanat eserlerini yakıp yıkma düşünce ve davranışı) başka bir şey olmuyor.” Bu düşüncesini şöyle bir örnekle anlatmak ister Buğra: “Değiştirin ‘aşk’ kelimesini -veya unutturun- Yunus Emre’den, Karacaoğlan’dan bugüne kadar yazılmış birçok büyük mısraı, yazarlarıyla birlikte öldürdünüz demektir. Romanlar, hikâyeler, ilim eserleri ve piyesler de caba.” Tarık Buğra Servet-i Fünûncuları mücadelelerinde ‘öztürkçecilerden’ daha samimi bulur. Çünkü Servet-i Fünuncular bu mücadeleyi kaybettiklerinde, kaybedecekleri bir ‘Sis’ bir ‘Aşk-ı Memnû’ları vardır. Arıcıların ise kaybedeceği bir şey yoktur. Bazıları zaten mirasyedidir, bazıları da sırf kitapları baltalamak için kitap çıkarmıştır. Tarık Buğra, 4 Nisan 1969 tarihli Tercüman gazetesindeki yazısına ‘öztürkçecileri’ kastederek “Kiralık Kâtiller” başlığını koyar ve yazısını şöyle bitirir: “Sözün kısası bu arıcılar, bu öztürkçeciler başka hiçbir şey değil, kiralık kâtillerdir: kitaplarımızı kundaklamak için tutulmuş – veya kandırılmış- kiralık kâtiller. Ne kadar usta ve üstün sanatçımız varsa arkadan bıçaklamak, kitaplarını ateşlemek için tutulmuş – veya kandırılmış- kâtiller. (…) Yuf olsun bu oyunu -oynayanlara ve oynatanlara değil- uykulu gözlerle seyreden sanatçılara ve devlet sorumlularına. Onlar bu ‘yuf’tan yakalarını kurturamayacaklardır. Şimdi ve yarın. Tarih de yapışacaktır yakalarına onların.”
Tarık Buğra kelimeler üzerinden toplumu parçalama gayretlerine de dikkatleri çeker. Bazı odakların bazı kelimeler üzerinden nasıl bölücülük yaptıklarını Buğra şöyle anlatır: “Şehir mi diyeceksiniz, kent mi? Şehir dediniz mi, gericisiniz, Osmanlıcayı tutuyorsunuz, Türkçenin ve Türklüğün düşmanısınız. Kent deyince de ilerici olursunuz, devrimci olursunuz, Türkçeden ve Türkiye’den yana olursunuz.” Bu sözlerin insanı çileden çıkardığını söyler Buğra; çünkü ortada kötü ve sarsak bir eğitimin av hâline getirdiği milyonlarca genç ve Türkiye’nin yarınları vardır. ‘Şehir’ kelimesini atıp onun yerine ‘kent’i koyarak Türkçeyi yabancı dillerin baskısından kurtarıp arı bir dil yapacaklarının söyleyenleri ‘zibidi’ olarak niteleyen Buğra, ‘kent’ kelimesinin arıcıların iddia ettiği gibi, Türkçe olmadığını belirterek asıl ‘şehir’in Türkçe olduğunu söyler. Şehir kelimesini unutmakla ne kaybedeceğimize dâir küçük bir zihin yolculuğu yaptırır: “Biz de biliyoruz ‘şehir’ yerine ‘kent’ dersek kıyamet kopmaz; hatta köy evinden bir sıva parçası bile dökülmez. Ama ‘şehir’ kelimesini bir kere gömdük mü Tanpınar’ın bir büyük eseri yani Türk kültürünün o eşsiz ‘Beş Şehir’i Varto yıkıntılarının altında (1966 yılında Muş’un Varto ilçesinde meydana gelen depremi kastediyor) kaybolup gitmişe döner. Siz şimdi ‘Hayal Şehir’den tutun da ‘Şehir Kâhya’sından Eskişehir’e kadar neler yitireceğimizi düşünün. Viranşehir bile kalmaz elimizde.” Tarık Buğra’ya göre “bir kelimenin ölümünü beklemeden fırına atmak, o kelime ile kurulmuş on binlerce Türk mısraından, duygu ve düşüncesinden gelecek nesilleri mahrum bırakmak” demektir. Tarık Buğra, kelimelerin temsilciliklerini yaptıkları hakikatlere de dikkatleri çeker ve tarihine, kültürüne, medeniyet ve sanatına yabancı olanların bu hakikatleri yıkmaya kalkışacağını söyler: “Böyleleri için Malazgirt herhangi bir ova, Rumelihisarı herhangi bir duvar, Bursa şehirlerden bir şehir, Sakarya da rastgele bir ırmaktır. İşte bu kültürsüzlük, bu soysuzluktur ki, kelimeleri kravatlara, mendillere döndürüyor, onlar, böylece de ‘kent’i şehir, ‘koşul’u şart, Farsça ‘zor’dan zorlama ‘zorunluk’ ucûbesini mecburiyet yerine koymaktan çekinmiyor.”
Tarık Buğra, “Anadil bile kavga sebebi, bölünme sebebi yapıldıktan sonra millî birlik dediğimiz yaşama ve gelişme şansına ürpermeden bakmak elden gelir mi?” diye sorar. Dildeki parçalanmışlığın millî birlikteki parçalanmışlığa sebep olabileceğine işaret eder. Ona göre Türkçenin bugün aldığı darbeler, yarının yaralarıdır. Tarık Buğra dilde oynanan oyunların belirli bir gâyeye yönelik olduğunu söyler. Çünkü bu işi yapanlar; ‘sebep, bütün, şiir, hikâye, millet, şehir, hürriyet, kitap, fikir, hakikat…’ gibi aralarında özbeöz Türkçeleri de bulunan binlerce kültür kelimesi üzerinden bu emellerini gerçekleştirmektedir. Asıl maksat kültür ve medeniyet mirasımızı dinamitleyerek halkımızı köksüz bırakmaktır. Kelimelerin öldürülüşü demek, o kelimeyi kullanmış olan nesillerin öldürülüşü demektir. Kültür ile dil arasında sıkı bir münasebet vardır: “Kültürü dilden ayrı düşünmek, bu iki kavrama birden aykırı düşer. Kültür ile dil iç içedir; kaderleri ikizdir: birbirinin seviyelerini, zenginliklerini, soyluluklarını sınırlarlar. Dil kültürü yetiştirir, kültür de onu geliştirir, sağlamlaştırır, millîleştirir.”
Dilde arıcılık düşüncesindekilerin kültür kelimelerine saldırmasına rağmen, gelişen teknolojinin bir neticesi olarak dile giren yabancı kelimelere gecikmiş olarak karşılık bulmaya kalkışmasını bir samimiyetsizlik olarak görür. Karşılık bulmaya çalıştıkları kelimeler ‘otobüs’ kelimesinde olduğu gibi köylere kadar ulaşmıştır, öyle veya böyle binlerce yazıya girmiştir. Bu tür teknolojinin getirdiği kelimelere hemen karşılık bulunması gerektiğini belirten Tarık Buğra, bu hususta Fransa Dil Akademisi’nin bir faaliyetine dikkatleri çeker: “Amerika ilk atom denemesini yaptığı zaman, haberi alan Fransız Dil Akademisi, vaktin gece olmasına rağmen toplandı ve bu hâdisenin getireceği ve getirdiği terimlerin Fransızca karşılıklarını bulmak, bu işi de onlar halka intikal etmeden yapmak kararı aldı.” Tarık Buğra yabancı kelimelerin alışkanlık hâline gelmeden Türkçe karşılıklarının bulunmasını ister. Dilin korunması ve kendi gücüyle gelişmesi için bu önemlidir. Tarık Buğra, ‘bütün, hep, hepsi, her’ kelimelerinin hepsinin ‘tüm’le karşılanmaya çalışıldığının altını çizerek dildeki nüansların yok edilmeye çalışıldığını belirtir. Nüansların ve deyim ayrıntılarının kaybolmasıyla kafanın yozlaşacağını, çölleşeceğini söyler. Dille ilgili yazılarında, bir televizyon programında kendisine yöneltilen, ‘Hakikatin yerine gerçeği koysak ne kaybederiz?’ sorusunu sık sık hatırlatan Buğra, bu soruya verdiği ‘Hakikati kaybederiz!’ cevabını tekrarlamaktan zevk duyar gibidir. Başka bir yazısında, ‘hakikat’ ile ‘gerçek’ kelimeleri arasındaki nüansın altını şöyle çizer: “Bir dil ırkçılığı psikozu içinde, gerçeğe sırt çeviren bir eğitim, büyük bir ihtimalle, hakikat ile bağlantı kurması çok zor insanlar yetiştirmeye mahkûm düşecektir; yani insan öğütecektir.’
“Türkçe, Türkçe, elbette her şeyden önce ve doğru yol tutulana kadar Türkçe. İnsanlarımızdan bilgi, düşünce ve seviye beklemeye ancak ondan sonra hakkımız olabilir.” diyen Tarık Buğra, dilin dokunulmazlığını kurtarmak mecburiyetinde olduğumuzu belirtir. Bu olmadıkça akademi ve üniversitelerin unvan dağıtmaktan başka bir fonksiyonlarının kalmayacağını söyler. Çünkü bozuk dil, bozuk düşünce üretilmesi demektir. Tarık Buğra, Türkçenin kullanımı hususunda dönemin TRT’sini de tenkit eder. Ona göre bu kurum, dili bozmaya uğraşanlarla ortak hareket etmektedir. TRT’nin ‘Anayasa’ dilini kullandığı iddia edilmektedir. Bu iddiayı ileri sürenlere göre, anayasa diline uymak sadece TRT’nin değil, bütün herkesin boyun borcudur. Hâlbuki Buğra bunun bir samimiyetsizlik olduğunu belirtir. Bu iddiasına bazı misaller getirir: “Başta ‘neşir ve ilân’ tarihi yazılıdır. Sonra ‘neşir’ birden bakarsınız ‘yayın’ olmuş. Demek ki, TRT neşir dese de, ilân veya kanun dese de Anayasa diline aykırı konuşmuş olmayacak.”
Tarık Buğra, dilde oynanan oyunlar yüzünden, dünün hikâyecilerinin, şâirlerinin ve ilim adamlarının bize çivi yazısının yazarları gibi yabancılaştığını, onları anlamak için sadeleştirme faaliyetlerinin başladığını, hâlbuki Fransızların dünün büyük yazarlarının eserlerini bugün hiç sadeleştirmeye gitmeden anladıklarını belirtir. Bu tür oyunlarla nesillerin birbirine yabancılaştıklarına ve bunun neticesinde kültür kopukluğu meydana geldiğine işaret eder. Ayrıca Buğra, üç-beş yılda bir sözlük değiştirmeyi, lisan sahibi olmamakla eşdeğer bulur ve bu şekildeki bir hareketi, ihanet olarak görür. Türkçenin alınyazısının soylu edebiyatçılarla, sözde edebiyatçıların, yani üçkâğıtçıların arasındaki gizli savaşın neticesine göre çizileceğini söyleyen Buğra, dilin korunması yönünde bazı tekliflerde bulunur. Meselâ dil şuurunun oluşturulması için önemli eserler, okullarda okutulmalıdır. Alfabeden kaynaklanan telâffuz hatalarını düzeltmek için, Türkçeyi güzel kullananların konuşmaları kaydedilerek okullara dağıtılmalıdır. Türkçeyi koruma kanunu acilen çıkarılmalıdır. Böylece yabancı isimlerle açılmış işyerlerinin önüne geçilmiş olur. Dil ile ilgileri bulunmayanların, özellikle siyasetçilerin, dile el atmalarını karşı çıkılmalıdır. Tarık Buğra, üniversitelerin dilin bozulmaya çalışılması karşısında tepkisiz kalmasını, dil idraksizliği olarak yorumlar ve bu idraksizliğin içinde seviyesizliğin, iptidâîliğin, barbarlığın ve bütün unsurlarıyla medeniyet idraksizliğinin olduğunu söyler. Tarık Buğra kendisinin de ‘hâkim’ yerine ‘yargıç’ gibi uydurukça kelimeler kullandığı yönünde gelen tepkilere ise, ‘Sıkışık zamanlarda o veya bu şekilde kontrol gücümüzü kaybedebiliyoruz.’ diye cevap verir. Bunun aslında vahim bir durum olduğunu, çünkü bu işin açık kapı bırakmaya gelmeyeceğini belirtir. Dilin asıl değerinin ve medeniyet birimi sayılışının ‘yazı’ sayesinde olduğunu söyleyen Buğra, büyük sanat adamlarının dili nasıl zenginleştirdiğini Montaigne’den yaptığı iktibasla anlatır: “Düşünce ve sanat adamları sözleri ve yazılarıyla dile değer kazandırırlar. Bu işi, dile yenilik getirmekten çok, onu bükmek, imkânlarını çoğaltmak, gücünü artırmak yoluyla yaparlar. Yeni ‘sözcükler’ getirmezler. Onları zenginleştirirler, anlamlarını ve kullanımlarını sağlamlaştırır, derinleştirir; onlara alışılmamış bir çeşni verirler; ama bunu da dört bir yanı düşünerek, ustalıkla yaparlar.” Buğra, Montaigne’in yeni yazarların yaptığına ışık tutan cümlelerine de yer verir yazısının ilerleyen bölümlerinde: “Zamanımızın yazarlarına bakınca, bu işin herkesin harcı olamadığı anlaşılıyor (…) Yenilik oldu mu bayılıyorlar; işe yarayıp yaramadığı umurlarında değil: yeni bir kelime kullanabilmek hevesiyle eskisini atıyorlar. Çoğunda da attıkları kelime yenisinden daha kuvvetli, daha diri oluyor.” Dilini kaybeden bir milletin ayakta duramayacağını, devletlerin sağlamlık derecesinin millî dilin sağlamlık derecesine göre anlaşılabileceğini söyleyen Tarık Buğra, kendinden asırlar önce yaşamış olan Konfüçyüs’le aynı noktada birleşir. Konfüçyüs dil ile bir milletin geleceği arasında ne güzel münasebet kurar: “Bir memleketin idaresini ele alsaydım, yapacağım ilk iş, hiç şüphesiz dilini gözden geçirmek olurdu. Çünkü dil kusurlu ise, kelimeler düşünceyi iyi ifade edemez. Düşünce iyi ifade edilmezse, vazife ve hizmetler gerektiği gibi yapılamaz. Vazife ve hizmetin gerektiği şekilde yapılmadığı yerlerde âdet, kaide ve kültür bozulur. Âdet, kaide ve kültür bozulursa adalet yanlış yollara sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilmez. İşte bunun içindir ki, hiçbir şey dil kadar mühim değildir.”
Tarık Buğra’nın bir zamanlar korunması ve sahip çıkılması için çırpındığı Türkçenin bugünkü durumu nedir? Bu mesele çok ciddi araştırmalar isteyen bir husustur. Ancak görünen odur ki, durum pek de iç açıcı değildir. Çünkü bugün, 40-50 yıl önce yazılmış eserleri anlamakta oldukça zorlanan bir lise ve üniversite gençliği var. Türkçenin dünya üzerinde tekrar söz sahibi olması, milletimizin bilimde ve teknikte aldığı yolla eşdeğer olacaktır. Bir milletin yeryüzünde var olmasıyla dili arasındaki münasebeti düşünecek olursak, dilimizin dünyada hak ettiği yere gelebilmesi ve geniş bir alanda konuşulabilmesi için, önce sağlam bir dil şuuruna sahip olmamız, ardından da dilimizi her türlü ilmî araştırmayı ifade edebilecek şekilde zenginleştirmemiz ve işlememiz gerekiyor. Bunun için de hakiki şâirlere, hikâyecilere, romancılara ve ilim adamlarına ihtiyacımız var.
_______________Dipnot
1- Beşir Ayvazoğlu, Tarık Buğra Güneş Rengi Bir Yığın Yaprak, s.88, Ötüken yay., İstanbul. 1995.Kaynaklar
1- Tarık Buğra, Düşman Kazanmak Sanatı, Ötüken yay., İstanbul, 2002.
2- Tarık Buğra, Politika Dışı, Ötüken yay., İstanbul, 1992.
3- Tarık Buğra, Bu Çağın Adı, Ötüken yay., İstanbul, 1990Türk Dilinin Dünya Dilleri Arasındaki Yeri ve Önemi
1) Türk Dilinin Dünya Dilleri Arasındaki Yeri ve Önemi
2) Türk Dilinin Gelişmesi ve Tarihi Devirleri.
3) Türk Dilinin Tarihi Dönemleri
– Eski Türkçe Dönemi
– Orta Türkçe Dönemi
– Yeni Türkçe Dönemi
– Modern Türkçe Dönemi
4) Türk Yazı Dilinin Tarihi GelişimiTÜRK DİLİNİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ VE ÖNEMİ
1. Türk Dilinin Dünya Dilleri Arasındaki Yeri ve Önemi
2. Türk Dilinin Gelişmesi ve Tarihi Devirleri.
a. Eski Türkçe Dönemi
b. Orta Türkçe Dönemi
c. Yeni Türkçe Dönemi
d. Modern Türkçe Dönemi3. Türk Yazı Dilinin Tarihi Gelişimi
A. YAPILARINA GÖRE DİLLER
B. KÖKENLERİNE GÖRE DİLLERA. YAPILARINA GÖRE DİLLER
a. Tek Heceli Diller
Bu gruptaki dillerde, kelimeler, bir heceden oluşmaktadır. Cümleyi meydana getiren kelimeler, ek almazlar ve şekil değişikliğine uğramazlar. Bu dillerde kelimenin görevi cümle içindeki sırasından ve vurgusundan anlaşıldığı için çok zengin bir vurgu ve tonlama sistemi vardır. Kelime çeşitleri özel seslerle ayırt edilmediği için aynı kelime yerine göre hem isim , hem sıfat, hem fiil, hem edat,… olabilmektedir. Çince, Tibetçe, Bazı Himalaya, Afrika dilleriyle Endenozya dilleri ve Vietnam dili gibi.
b. Eklemeli Diller
Bu gruptaki dillerde tek veya çok heceli kelime kökleriyle ekler vardır. Bu dillerde, kelime köklerinden yeni kelimeler türetilirken veya kelimelerin geçici durumları yapılırken kelime köklerine ekler getirilir. Türetme veya çekim sırasında kökte bir değişme olmaz. Köklerle ekler birbirinden kolaylıkla ayrılabilir. Anlam ve görev değişikliği yapan ekler kelime sonuna getirildiği gibi kelime başına getirilen ekler de vardır. Türkçemiz bu grubun en belirgin örneğidir. Dilimizde ön ekler olmadığı hâlde kelime sonuna getirilen eklerde bir zenginlik ve çeşitlilik vardır. Bu özelliğiyle dilimiz, sondan eklemeli bir dildir. Moğolca, Mançuca, Tunguzca, Macarca, Fince ve Samoyetçe gibi.
c. Çekimli Diller
Çekimli dillerde de kelime kökleriyle ekler vardır. Fakat yeni kelimeler türetilirken veya çekim yapılırken kelime kökünde değişiklikler olur. Hint-Avrupa dillerinde kelime kökünde görülen değişiklik kökü tanınmayacak bir şekle sokar, ortaya çıkan yeni kelimede kökü hatırlatacak bir ses, bir işaret bulunmaz.
İngilizce’deki Almanca’daki
Uzanmak : lie / lay / lain,
Yapmak : fiilinin do / did / done,
Gitmek : go / went / gone; atmak, fırlatmak : werfen / warf / geworfen;Yardımcı fiil (sein) : bin, ist, sind, war, waren
Arapça gibi çekimli dillerin bazılarında ise kökteki ünlüler değişirken türetilen yeni kelimeyle kök arasındaki ilgiyi koruyan bir bağ, kendisini hissettirir. Çekimli dillerin tipik bir örneği olan Arapçada, kelimenin çekirdeğini oluşturan ünsüzler değişmezken belli kalıplarla yeni kelimeler türetilir. Aynı kökten olan ders, medrese, müderris, tedrisat kelimelerinde d, r, s ünsüzleri sabit kalırken ünlüler ve bazı gramer unsurları değişmektedir.
B. KÖKENLERİNE GÖRE DİLLER
Köken bakımından birbirine yakın, aynı kaynaktan çıkan akraba diller dil ailelerini oluştururlar. Dillerin birbirleriyle bir dil ailesi oluşturacak şekilde akrabalıklarının saptanmasında o dillerin ses yapısı, şekil yapısı, cümle yapısı, köken bilgisi ve ortak kelimeleri bakımlarından benzerlikleri araştırılır. Bir dil ailesindeki dillerin kökenini oluşturan ana dile ait metinler pek bulunmasa da gruptaki diller arasında yukarıda sayılan noktalar bakımından benzerliklerin bulunması, zamanla birbirinden uzaklaşan dillerin, bilinmeyen bir yerde ve zamanda konuşulan ana dilden ortaya çıktığını göstermektedir. Bir ana dile ait metinler olmasa bile, bu ana dilin bir çok özelliğini, kendisinden türeyen, ailedeki dilleri birbirleriyle karşılaştırarak tespit etmek mümkündür.
Dil ailesi ifadesi, dillerin köken akrabalığını belirtmeye yarar. Bu terim, akraba dilleri konuşan milletlerin aynı soydan geldikleri anlamını taşımaz. “Aynı soydan gelen ve dilleri akraba olan milletler bulunduğu gibi, ırk bakımından birbirleri ile hiçbir ilişkisi bulunmayan fakat aralarında kültür ilişkisi ve kültür bağı görülen milletler de vardır. Nitekim, Hint – Avrupa dil ailesi içinde yer alan diller, birbirleri ile soy bağı bulunmayan birçok millet tarafından konuşulmaktadır. Bu diller herhangi bir soy ve ırk birliğine bağlı olmaksızın, temelde ortak bir ana dile dayanan, birbirinden türemiş; fakat zaman içinde değişip başkalaşmış olan dillerdir. Fransız ve Rumen dillerinin Lâtinceden türemiş olmaları gibi.
Aynı dil ailesinden gelen diller arasındaki akrabalık da derece derecedir. Bir ana dilin ayrı ayrı kollarından gelen diller, İngilizce ile Farsçada olduğu gibi uzak akrabalardır. Aynı ana dilin aynı dalından gelen kollar ise Almanca ve İngilizcede olduğu gibi yakın akrabalardır.”7[2]
Köken Akrabalığına Dayanan Belli Başlı Dil Aileleri Şunlardır:
A. HİNT – AVRUPA DİLLERI AİLESİ:
1. Avrupa Kolu:
a. Germen Dilleri: İngilizce, Almanca, Felemenkçe, İskandinav dilleri.
b. Roman Dilleri: Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, Portekizce, Rumence. Bu kolun ana dili, Lâtincedir.
c. İslâv Dilleri: Rusça, Sırpça, Lehçe, Bulgarca.
d. Yunanca, Litvanca, Arnavutça ve Keltçe, Hint- Avrupa dil ailesinin Avrupa kolundaki diğer dillerdendir.2. Asya Kolu:
Bu kolda Hint – İran dilleri yer almaktadır: Tarihî Sanskritçe ile başlıca Hint dilleri; eski, orta ve yeni Farsça, Ermenicedir.
B. HAMİ – SAMİ DİLLERİ AİLESİ:a. Sami dilleri: Arapça, İbranice, Aramca, eski Suriye, eski Tunus dilleri, Habeş – Zenci dilleri ve ölü bir dil olan Akadca.
b. Mısır dilleri: Eski Mısır dili, Kıptî dili
c. Libya ve Berber dilleri: Libya’da konuşulan dil, çağdaş Berber lehçesi.C. Çin – Tibet Dilleri Ailesi: Çin ve Tibet dilleri bu dil ailesini oluşturur.
D. Bantu Dil Ailesi : Orta ve Güney Afrika’da konuşulan Bantu dilleri.
E. Kafkas Dilleri : Abaza, Çerkez, Çeçen, Lezgi, Gürcü, Lâz dilleri. Bu dillerde ses sistemleri ve iç yapıları bakımından öteki dil ailelerine göre büyük farklılıklar vardır.
F. URAL – ALTAY DİL AİLESİ:
Ural kolunu oluşturan bu dil ailesi kendi içinde iki kola ayrılır:
a. Fin – Ugur kolu: Fince, Lapça, Macarca, Ugurca.
b. Samoyet kolu: Samoyet dilleri.Altay Dil Ailesi: Bu dil ailesinde Türkçe, Moğolca, Mançuca ve Tunguzca, vardır. Altayistik çerçevesindeki çalışmalarda Korece ve Japoncanın da bu dil ailesinden olduğu düşünülmektedir. Korecenin Altay dilleriyle akrabalığına kesinleşmiş gözüyle bakılmakla birlikte Japoncanın akrabalığı henüz kesinleşmemiştir.
Altay dil ailesinin ortak özellikleri şöyle özetlenebilir:
1. Bu gruptaki dillerin hepsi yapı yönüyle eklemeli dildir.
2. Ön ekler (artikeller) yoktur.
3. Kelime türetme ve çekim son eklerle yapılırken köklerde değişme olmaz. Eklerdeki zenginlik ve çeşitlilik dikkat çekicidir.
4. Söz diziminde yardımcı unsurlar (tamlayanlar, belirtenler) önce, asıl unsurlar (tamlananlar, belirtilenler) sonra gelir: insanlık hâli, sözün doğrusu. Mustafa, türkü söylerken kendinden geçiyordu.Sıfatlar isimlerden önce kullanılır. yeşil ördek, anlayışlı öğrenci, kahraman ordu. Sayı bildiren kelimelerden sonra çokluk eki kullanılmaz:, beş kardeş, üç kafadar, bin konut.
Cümleler, cümleyi oluşturan unsurların ilgisi bakımından, gelişmekte olan düşüncelerin akla geliş sırasına göre değil, tamamlanmış bir düşüncenin düzenli bir hiyerarşisi şeklinde kurulur.
5. Bu dillerde gramatik cinsiyet yoktur. Bu sebeple cümlelerde cinsiyet farkından kaynaklanan değişiklik yapılmaz: Müdür – müdire, memur – memure, Halit – Halide; he – she gibi.
6. Soru eki vardır.
7. Aynı şekilden kaynaklandığı saptanan ortak ekler vardır. Türkçe ile Moğolca arasında bu ortaklık daha belirgindir.
8. Altay dilleri ses özeliklerine göre karşılaştırıldığı zaman birtakım ortaklıklar görülmektedir. Bunlardan en belirgin olanı, ünlü uyumudur. Kelime başında l, r ve ñ ünsüzlerinin bulunmaması diğer bir ortaklıktır.Türkçe, dünya dilleri arasında yapı yönüyle sondan eklemeli diller grubunda; köken bakımından da Ural – Altay dil grubunun Altay dilleri ailesinde yer almaktadır.
Ural – Altay dilleri, diğer dil aileleri gibi sağlam bir aile oluşturmazlar. Bu gruptaki diller arasındaki yakınlık, köken akrabalığından ziyade yapı yönüyle benzerlik şeklinde ortaya çıktığı için sınıflandırmanın dil ailesi yerine dil grubu olarak yapılması görüşü benimsenmektedir.
Ural grubu dilleri konusunda derinlemesine yapılan araştırmalar, bu gruptaki dillerin akrabalığını kesinleştirmektedir. Doerfer, Nemeth, Bang, Clauson gibi bilginler, Altay dil ailesine giren dillerin köken akrabalığından ziyade kültür akrabalığı üzerinde dururken Menges, Poppe, Räsänen ve Ramstedt gibi bilginler araştırmalarına dayanarak bu diller arasındaki köken akrabalığını ispatlanmış sayarlar.Bir dilin konuşma dili ve yazı dili olmak üzere iki yönü vardır. Özel bir çalışmayla günlük dile ait konuşma metinleri tespit edilmediği sürece konuşma dilinin tarihî gelişimi, inceleme alanı dışında kalır. Ancak günümüzün teknik imkânlarıyla video kasetlerine, ses bantlarına, CD, VCD ve DVD’lere kaydedilen konuşmalar, ileri bir tarihte konuşma diliyle ilgili çalışmalara malzeme oluşturabilir. Yazı dilinin tarihî gelişimi ise, ancak o dile ait yazılı metinlerle takip edilebilir. Metinlerle takip edilemeyen dönemden öncesi için birtakım tahminlerde bulunmak mümkün olmakla birlikte kesin bilgi vermek zordur.
Konuşma Dili
Konuşma dili, günlük hayatta diğer insanlarla iletişim kurmak için konuşurken kullandığımız dildir. Bu dil, doğal olduğu için konuşurken cümlemizin kurallı olup olmadığına, kelimelerin doğru sıralanıp sıralanmadığına, söyleyişin doğru olup olmadığına pek dikkat etmeyiz. Bu sebeple zaman içinde, bölgeden bölgeye değişen birtakım söyleyiş farklılıkları ve kelime farklılıkları ortaya çıkar. Bu farklılıkların tarihî süreç içinde, bölgelere göre geçirdiği maceradan o dilin lehçeleri ortaya çıkar.Lehçe
Bir dilin değişik bölgelerde, aynı dil grubuna dahil kişiler tarafından konuşulan değişik biçimidir. Lehçede kelime farklılıkları, ses ve yapı yönüyle ayrılıklar bulunur. Türkçe, diğer dillere göre oldukça geniş bir alanda çok hareketli bir macera geçirdiği için Türkçenin yirmi civarında lehçesi vardır. Türkçenin tarihî lehçeleri olan Yakutça ve Çuvaşça bugünkü lehçelerle -ayrı bir dil olduklarını düşündürecek kadar- çok büyük farklılıklar gösterirler. Türkmence, Özbekçe, Gagavuzca, Kazakça, vb. Türkçenin bugünkü lehçelerindendir.Türk dili, lehçelerine göre;
a. Oğuz – Türkmen grubu (Güney – Batı Türkçesi)
b. Kıpçak grubu (Kuzey – Batı Türkçesi)
c. Karluk grubu (Kuzey – Doğu Türkçesi) olmak üzere üç ana grup oluşturur. Bu ana gruplara dahil lehçeler birbirlerinin yakın dalları oldukları için anlaşmada çok büyük farklılıklar görülmez. Aynı grupta yer alan Türkiye Türkçesi ile Azerbaycan Türkçesi buna örnek olarak gösterilebilir.
AğızBir dil veya lehçenin yakın zamanda ayrılmış, bölgeden bölgeye veya şehirden şehire sadece söyleyiş farklılıkları gösteren küçük kollarıdır. Ağızlardaki ayrılıklar çoğu zaman söyleyişten öteye gitmez. Bölge ağzına özgü kelimelerin sayısı, dilin bütün söz varlığı düşünüldüğü zaman fazla bir yer tutmaz. Konuşmada görülen bu durum, zaten yazı diline de yansıtılmaz.
Konya şivesi, Erzurum lehçesi, Urfa şivesi gibi adlandırmalar yanlıştır.
Doğrusu; Konya ağzı, Erzurum ağzı, Urfa ağzı şeklindedir.Yazı Dili
Yazı dili, adından anlaşılacağı üzere yazıda kullanılan dildir. Dilde birliği, anlaşma kolaylığını sağlamak için kullanılan kitap dilidir, kültür dilidir, edebî dildir. Konuşma dilinin her bölgenin doğal, günlük dili olmasına karşılık yazı dili, okuma yazmada kullanılan ortak dildir.
TÜRK DİLİNİN TARİHİ DÖNEMLERİ
Dil tarihi uzmanları, Türk dilinin tarihî gelişimini dönemlere ayırırken metinlerle takip edilen dönemden öncesi için birbirinden az çok farklı ayrımlar ve adlandırmalar yaparlar. Bu farklılıkları bir kenara bırakarak Türk dilinin tarihî dönemlerini şöyle özetleyebiliriz:
1. Altay Dil Birliği Dönemi: Türkçenin Altay dillerinden (Moğolca, Mançuca, Tunguzca, Korece, Japonca) henüz ayrılmadığı karanlık bir dönem olarak değerlendirilir.
2. En Eski Türkçe Dönemi: Türkçenin bağımsız bir dil olarak ana Altaycadan ayrıldığı dönem olarak kabul edilmektedir.
3. İlk Türkçe Dönemi: Hun, Avar, Hazar, Bulgar dillerinin Türkçeden henüz ayrılmadığı dönem olarak gösterilir.
Türkçenin karanlık çağlarına ait dönemleri ana hatlarıyla bu şekildedir. Bundan sonraki dönemlere ait metinler, yazılı kaynaklar olduğu için dilimizin tarihî gelişimi sağlıklı bir şekilde izlenebilmektedir. Türkçenin metinlerle takip edilebilen bu dönemleri sırasıyla şöyledir:ESKİ TÜRKÇE DÖNEMİ (6.–13. yüzyıllar arası)
Türkçenin belgelerle takip edilen ilk dönemi olup 13. yüzyıla kadar olan zamanı içine alır. Türkçenin bütün dönemleri hesaba katıldığında hem ses ve biçim bilgisi hem de söz varlığı bakımından en saf ve duru dönemidir. Dilin gramer özelliklerini, tarihî gelişimini tespit için düzenli ve bol metinlerin olduğu bu dönemde bütün Türkler, Türkçenin bu ilk yazı dilini kullanmışlardır. Eski Türkçe dönemine ait metinler; Köktürk, Uygur ve Karahanlı metinleri olarak üç grupta toplanır:
a) Köktürk metinleri
Köktürklerin kendi icadı olan Köktürk alfabesiyle taşlar (bengü taşlar*) üzerine yazılan metinlerdir. Bir kısmı çeşitli albüm ve dergilerde tanıtılan, bir kısmı ise henüz yayınlanmamış irili ufaklı bu metinlerin sayısı 250’den fazladır. Bengü taşların en meşhurları Kül Tigin, Bilge Kağan, Tonyukuk adına diktirilen ve Köktürk Yazıtları (Orhun Abideleri) adıyla bilinenlerdir. Metin itibariyle daha uzun ve kapsamlı olan bu yazıtlar dışında Köktürk çağına ait diğer bengü taşlar şunlardır: Çoyrın, Hoytu Tamir, Nalayha, Talas, Hangiday, İhe-Nûr, Köl İç Çor (İhe-Huşotu), İşbara Tamgan Tarkan (Ongin), Altun Tamgan Tarkan (İhe-Aşete), Mahan Kağan (Bugut).
Bunlardan “Çoyrın bengü taşının 687-692 yılları arasında dikildiği tahmin edilmektedir. Eğer bu tahmin doğruysa, altı satırlık bu taş, Türkçe yazılmış olan ve Köktürk harflerinin kullanılmış bulunduğu ilk metin olmaktadır.” [1] Ancak son yıllarda yapılan araştırmalar dikkatlerin yeni bir malzeme üzerinde toplanmasına sebep olmuştur: Kazakistanda Esik kurganından çıkan bakır tas üzerindeki Köktürk işaretli kısa yazının okunuşu doğrulanırsa Türk yazı dilinin belgeleri Çoyrın bengü taşından 1200 yıl kadar daha önceye gidecek demektir.
İleri bir tarihte belki yeni malzemeler ortaya çıkabilir. Ancak bugün itibariyle bu döneme ait en önemli belgeler hiç şüphesiz Köktürk Yazıtlarıdır. Bu yazıtların bulunması ve yazısının 1893’te Danimarkalı V. Thomsen tarafından çözülerek okunması, Türk dili araştırmaları için dönüm noktasıdır.b) Uygur metinleri
Köktürk devleti yıkıldıktan sonra tarih sahnesinde Uygurları görürüz. Yeni bir din arayışıyla Budizm’i benimseyen Uygurlar, Uygur yazısı ve Mani, Brahmi yazılarıyla taş ve kâğıt üzerine yazılmış çeşitli metinlerle kütük basması eserler bırakmışlardır. Doğu Türkistan’daki kazılarda ortaya çıkarılan yüzlerce sandık eserin çoğu, dinî nitelikli olmakla beraber aralarında tıp, falcılık, astronomi ve şiirle ilgili olanlar da vardır. En önemlileri şunlardır:Sekiz Yükmek (Sekiz Yığın): Çinceden çevrilen Sekiz Yükmek’te Burkancılığa ait dinî-ahlâkî inanışlar ve bazı pratik bilgiler vardır. Uygurlar arasında çok yayılan bu eser; kısa cümleleriyle, içten anlatımı ve zengin söz varlığıyla dikkati çeker.
Altun Yaruk (Altın Işık): Sıngku Seli Tutung tarafından Çinceden Uygurcaya çevrilen en hacimli sudurdur.* Burkancılığın temellerini, felsefesini ve Buda’nın menkıbelerini içerir. Bunlardan en meşhurları Şehzade ile Aç Pars Hikâyesi (Açlıktan ölmek üzere olan parsı kurtarmak için kendini feda eden şehzadenin hikâyesi), Dantipali Beğ hikâyesi (Maiyetindeki geyikleri kurtarmak için kendini feda eden geyikler beğini Dantipali Beğ öldürür ve korkunç alevler de Dantipali Beğ’i yutar.) ve Çaştani Beğ hikâyesi (Ülkesindeki insanlara hastalık ve bela getiren şeytanlarla Çaştani Beğ’in mücadelesi)dir.Irk Bitig (Fal Kitabı): Köktürk yazısıyla yazılmış bir fal kitabıdır. Her biri ayrı fal olarak yazılan 65 paragraftan oluşur. Çeşitli inanışlar ve masal unsurlarının bulunduğu kitapta günlük dile ait pek çok kelime de vardır.
Kalyanamkara ve Papamkara Hikâyesi (İyi Düşünceli Şehzade ile Kötü Düşünceli Şehzade): Burkancılığa ait bir menkıbenin hikâyesidir: İyi düşünceli şehzadenin bütün canlılara yardım etmek ve canlıların birbirlerini öldürmelerini engellemek için bir mücevheri elde etmek üzere yaptığı maceralı yolculuk anlatılır.
c) Karahanlı metinleri
Eski Türkçenin Karahanlı dönemine ait başlıca eserleri şunlardır:
Kutadgu Bilig (Mutluluk Bilgisi): Yusuf Has Hâcib, 1069-1070 yılında 6645 beyit olarak yazdığı bu eserinde devlet, adalet, insan ve aklı temsil eden dört sembolik kişiyi birbirleriyle konuşturarak insanlara iki cihanda mesut olmanın yolunu göstermiştir. Siyasetname niteliğindeki eserde, ideal bireylerden oluşan bir toplum ve devlet göz önünde canlandırılmıştır. Millî kültürle İslâm kültürünün ustalıkla birleştirildiği bu eser Tabgaç Buğra Karahan’ın iltifatına mazhar olmuş ve yazarına da Has Hâciplik* unvanını kazandırmıştır. Kutadgu Bilig, İslâmlığın etkisindeki Türk edebiyatının ilk ürünüdür. Dil ve edebiyat tarihi yanında kültür tarihi bakımından da en önemli kaynaklardan biridir.
Dîvânü Lûgati’t-Türk : Araplara Türkçeyi öğretmek ve Türk dilinin üstünlüğünü göstermek amacıyla Kaşgarlı Mahmud tarafından 1072’de yazılmaya başlanan ve 1077 yılında halife Ebü’l Kasım Abdullah’a sunulan bu eser, ansiklopedik bir Türk dili sözlüğüdür. Kaşgarlı Mahmud, Türkçeden Arapçaya sözlük tertibinde hazırladığı eserinde madde başı kelimeleri açıklarken kendi derlediği deyimlerden, savlardan (atasözleri), koşuklardan (koşmalar) örnekler de vermiştir. Aynı zamanda, halk edebiyatının ilk ürünleri de ilk defa böyle bir eserde derlenmiştir. Türk toplum hayatından örneklerin de bulunduğu Dîvânü Lûgati’t-Türk, 11. yüzyıl Orta Asya Türk dünyasının en sağlam dil mirası olmasının yanında Türk kültürü ve medeniyetinin eşsiz kaynaklarından biridir.
Atabetü’l-Hakayık : (Gerçeklerin Eşiği): Dinî ve tasavvufî konuların anlatıldığı bu eserin Edib Ahmet tarafından 12. yüzyılın başlarında yazıldığı tahmin edilmektedir. Kitapta; bilginin yararı, cahilliğin zararı, dili tutmanın önemi, cimriliğin kötülüğü, cömertliğin iyiliği, alçak gönüllüğünün güzelliği, kibrin kötülüğü gibi konular işlenmiştir. Eser bu bakımdan öğretici bir özelliğe sahiptir.
Divân-ı Hikmet : Hoca Ahmet Yesevî’nin şiirlerine hikmet, bu şiirlerin toplandığı defterlere Divân-ı Hikmet denmektedir. Bu eserdeki şiirlerin hepsi, Hoca Ahmet Yesevî’ye ait değildir. Kitapta, öğretici yönü ağır basan manzumeler vardır. Hoca Ahmet Yesevî, Türklerin İslâmı daha iyi tanımalarına hizmet etmiş, yaşadığı dönemde birleştirci bir rol üstlenmiş, Hacı Bektâşı Velilerin Yunus Emrelerin, Mahdum Kuluların yetişmesine vesile olmuştur.
ORTA TÜRKÇE DÖNEMİ (13.–15. yüzyıllar arası)
Eski Türkçeyle yeni Türkçeyi birbirine bağlayan geçiş dönemidir. Bu dönemde bütün Orta Asya’da kullanılan Türkçeye, Ortak Türkçe, Müşterek Orta Asya Türkçesi adları da verilmiştir. “Orta-Asya Türk dünyası, XII. yüzyılda başlayan bazı kaynaşma, karışma ve ayrışmaların sonucu olarak, yavaş yavaş Türk dilinin genel yapısında birtakım değişme ve gelişmelere sahne olmuştur. Bu değişme ve gelişmeler yeni yazı dillerinin oluşmasına ortam hazırlamıştır. Böyle bir oluşum ve dallanmaya beşiklik eden asıl bölge Harezm bölgesidir. Bu bölge, dil tarihimizde, bir yandan Karahanlı Türkçesi ile Harezm Türkçesini birbirine bağlayan bir köprü vazifesi görürken, bir yandan da Eski Türkçenin yeni şartlar altında devamını sağlayan ve Doğu Türkçesini başlatan Çağataycanın oluşmasına ortam hazırlamıştır. Edebî gelenek bakımından, Harezm’in kuzeyindeki Altınordu-Kıpçak Türkçesi de Harezm Türkçesine dayandığı için bölgenin Kıpçak Türkçesinin ayrı bir kol hâline gelişinde de büyük katkısı vardır. Horasan ve İran’dan batıya doğru yol alarak XIII. yüzyılda Oğuz Türkçesi temelinde yeni bir kol oluşturan Türk yazı dilinin ilk belirtileri ve filizlenmesi de yine bu bölgede başlamıştır denebilir.
Görülüyor ki, Harezm bölgesinde kurulup gelişmiş olan Harezm Türkçesi, XIII. yüzyıla kadar biribirinin devamı niteliğinde tek kol hâlinde ilerleyen Türk yazı dilinin Çağatay, Oğuz ve Kıpçak temelinde yeni dallanmalarına kaynaklık etmiştir. Bu dallanmanın gerekli kıldığı şartlara elverişli bir ortam hazırlamıştır… Esasen bu devir Türkçesine Orta Türkçe denmesinin sebebi de Eski Türkçe ile Yeni Türk dili kolları arasında bir geçiş devresi niteliği taşımasındandır. Bu bakımdan Türk dili tarihindeki yeri önemlidir.” [2]
Türk dili ve Türk kültüründe önemli değişmelerin olduğu bu dönem, Harezm Türkçesi ile temsil edilir. Harezm Türkçesi, 13. ve 14. yüzyıllarda Batı Türkistandaki yazı diline verilen isimdir. Edebî gelenekler bakımından Karahanlı Türkçesine dayanan bu yazı dili, Oğuz ve Kıpçak lehçelerinden de etkilenmiştir.
Karahanlı Türkçesinden Çağatay Türkçesine geçiş olarak değerlendirilen bu dönemde, dil tarihi bakımından önemli eserler yazılmıştır. Bu dönemin dil yadigârlarını Harezm Türkçesi ve Kıpçak Türkçesi olmak üzere iki grupta değerlendirmek de mümkündür. Bunlardan başlıcaları aşağıda kısaca anılmıştır:
Harezm Türkçesinin Yadigârlari:
Mukaddimetü’l – Edeb: Dîvânü Lûgati’t-Türk’ten sonra Orta Türkçe döneminin en zengin söz varlığına sahip bu eser, Zemahşerî tarafından 1127-1144 yılları arasında pratik bir sözlük tertibinde yazılarak Harizmşah Atsız’a sunulmuştur.
Kısasü’l – Enbiyâ: Rabguzî tarafından bir yılda yazılarak 710 (1310)’da Emir Nasrüddin Tok Buğa’ya sunulan bu eserde; Kur’anıkerim’de adı geçen peygamberlere ait kıssaların yanı sıra Hz. Muhammed, dört halife, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e ait menkıbeler de vardır.
Muînü’l – Mürid: Arapça bilmeyen Türkmenlere İslâm fıkhını ve tasavvufu öğretmek amacıyla İslâm mahlaslı bir şair tarafından 1313 yılında yazılan 900 beyitlik manzum bir eserdir.
Muhabbetnâme: 1353’te Harezmî tarafından yazılan manzum bir eserdir.
Nehcü’l – Ferâdis: Kerderli Mahmut tarafından 1358’de yazılmış, kırk hadis tercümesi niteliğinde dinî, ahlâkî bir eserdir. Sade bir dille kaleme alınan bu eser, Harezm Türkçesinin nesir alanındaki güzel örneklerinden biridir.
Anonim Kur’an Tefsiri bu döneme ait diğer bir eserdir.Kipçak Türkçesinin Yadigârlari:
Kodeks Kumanikus (Codex Cumanicus): İtalyan tüccarlar ve Alman rahipler tarafından derlendiği tahmin edilen, Hristiyanlığa ait ilâhileri, bilmeceleri Türkçe – Almanca – Lâtince – Farsça sözlük parçalarını içine alan ve anonim bir eser olan Kodeks Kumanikus, Kıpçakça için olduğu kadar Türk dili tarihi için de önemli bir kaynaktır. Eserdeki 1303 tarihi eserin yazılış tarihi mi yoksa istinsah tarihi mi olduğu bilinmemektedir.
Tercümanü Türkî ve Arabî: Konyalı Halil b. Muhammed b. Yusuf tarafından 1245’te Mısır’da yazılmış veya istinsah edilmiş bir lügat – gramerdir. Mısır’da yazılan Kıpçakça eserler içinde –şimdilik- tarihi bilinenlerin en eskisidir.
Kitâbü’l-İdrâk li Lisânü’l-Etrâk: Türkçenin bilinen ilk grameridir. Esirü’d-din Ebû-Hayyan tarafından 1312’de yazılmıştır.
Husrev ü Şirin: Nizamî’nin aynı adlı eserinin Türk edebiyatındaki ilk tercümesidir. 1341’de Kutb tarafından yazılmıştır. Kıpçak Türkçesinin temel kaynaklarından biridir.
Gülistan Tercümesi: Sadî’nin Gülistan adlı Farsça eserinden Saraylı Seyf’in yaptığı tercümedir.
Et-Tuhfetü’z-Zekiyye fi’l-Lûgati’t-Türkiyye: Yazılış tarihi kesin belli olmayan Kıpçak gramerlerinden biridir.
El-Kavaninü’l-Külliye li Zabti’l-Lûgati’t-Türkiyye: Kıpçakçanın önemli gramerlerinden olan bu eserin de yazarı bilinmemektedir.
YENİ TÜRKÇE DÖNEMİ (15.–20. yüzyıllar arası)
Orta Türkçe dönemindeki Türk lehçelerinin, edebiyatlarının gelişerek devam ettiği dönemdir. Bu dönemi, dil bilgisi yapısı bakımından belli farklılıklar olmakla birlikte Orta Türkçe Dönemi’nden kesin çizgilerle ayırmak pek mümkün değildir. Ancak Türkçenin dış etkiler sebebiyle bazı değişikliklere uğradığı zamanlar bu dönem içinde değerlendirilebilir.
Bu dönemde bir tarafta Orhun, Uygur, Karahanlı Türkçeleri, Harezm Türkçesi ve onun devamı niteliğinde olan ve geçmişteki ses ve yapı bilgisi özelliklerini koruyan Çağatay Türkçesi gelişmesinini sürdürürken diğer tarafta Anadolu Selçuklularıyla birlikte Oğuz ağzı yazı dili olmaya başlamış ve kısa sürede büyük gelişmeler göstererek Türkçeninin ikinci büyük, edebî yazı dili olmuştur.
Milâttan önceki yüzyıllarda Hazar ve Karadeniz’in kuzeyinden Avrupa içlerine kadar uzanan Türk göçleri, milâttan sonraki yüzyıllarda da devam ederek 15. yüzyıla kadar sürmüştür. Bu göçlerle birlikte birtakım siyasî gelişmeler de yaşanmış, yeni kültür merkezleri kurulmaya başlamış, Türk yazı dilinde dallanmalar ortaya çıkmış, Kuzey-Doğu Türkçesi ve Batı Türkçesi denen lehçeler grubu teşekkül etmiştir.MODERN TÜRKÇE DÖNEMİ
20. yüzyıldan itibaren bugünü de içine alan bütün Türk bölgelerinde devam eden Türkçedir. Geçmişte olduğu gibi bugün de çok geniş bir alanda oldukça hareketli bir görünüm arz eden Türkçe, günümüzde yirmiye yakın yazı diliyle varlığını devam ettirmektedir. (Geniş bilgi için Türkçenin Bugünkü Durumu ve Yayılma Alanları konusuna bakınız.)
TÜRK YAZI DİLİNİN TARİHî GELİŞİMİ
Türkler, 6. yüzyıldan itibaren değişik bölgelerde, farklı alfabelerle yazılı dil yadigârları bırakmışlardır. Bu eserlerde din, alfabe, konu… gibi farklılıkların yanında kullanılan malzemede de çeşitlilik vardır. Bunların bazıları taşlar üzerine, bazıları ağaç kütüklerine, bazıları derilere, kâğıtlara yazılmıştır.
ESKİ TÜRKÇE
Köktürkler döneminden itibaren yazılı metinlerle takip edilen ve gelişmesini 13. yüzyıla kadar tek yazı dili olarak sürdüren Türkçedir. Bu dönemde Türkçenin yayılma alanı ana hatlarıyla kuzeyde Yenisey ırmağı çevresinden ve Moğolistan’dan başlayıp Doğu Türkistan’ın güney sınırına; doğuda Mançurya’dan batıda Aral gölü ve Hazar denizine kadar olan bölgeyi içine alan Orta Asyadır. Eski Türkçe; Köktürk, Uygur ve Karahanlı dönemlerini içine alır. Birbirinden ayrı bölgelerde yeni kültür merkezleri kuran bütün Türkler, hangi boydan olurlarsa olsunlar hep bu yazı dilini kullanmışlardır.
Dil bilgisi yapısı bakımından Köktürk, Uygur ve Karahanlı dönemi eserleri arasında önemsiz bir iki fark dışında değişiklik olmamakla birlikte bu dönemde birbirinin yerine geçen ve birbiri ardından kurulan Türk devletlerinde Türkçeye, devletin girdiği yeni medeniyet dairesinden yabancı kelimeler girmiştir. Meselâ, Köktürklerden sonra yeni bir medeniyet ve din arayışı içinde olan Uygur Türklerinin söz varlığında, Sanskritçe kelimeler, Budizm ve Manihaizme ait Türkçe kelimeler görülmektedir. Karahanlıların İslâmiyet’i kabul etmelerinden sonra ise Türkçeye, Arapça ve Farsçadan yeni kelimeler girmiş, bunun yanında Türkçeden Müslümanlıkla ilgili yeni kelimeler (yapı bilgisinde değişikliğe gitmeden) türetilmiştir. Bunlar dışındaki söz varlığı ise ortaktır.11. yüzyıla kadar Altaylardan Hazar ve Karadeniz’in kuzeyine, hatta Orta Avrupa ve Balkanlara doğru giden Türkler, İslâmiyet’i kabul ettikten sonra ve İran devletlerinin de ortadan kalkmasıyla 11. yüzyılın ilk yıllarından başlayarak bugünkü Azerbaycan, İran üzerinden Anadolu’ya doğru yönelmeye başlamışlardır. Sonunda 13. yüzyılda Azerbaycan ve Anadolu yeni bir Türk yurdu hâline gelmiştir. Türklerin batıda Anadolu’ya, kuzeyde Karadeniz’in kuzeyi ve batısına kadar yayılmaları, buralarda yeni kültür merkezleri oluşturmaları, o bölge halkının ağzı ile eserler yazmaları sonucunda Türk yazı dili çeşitlenerek yayıldığı bölgelere göre biri Kuzey – Doğu Türkçesi, diğeri Batı Türkçesi olmak üzere iki kola ayrıldı. 13. yüzyılda Türkçenin ikinci bir yazı dili ortaya çıktığı için bu yüzyıl Türkçenin bir dönüm noktası olarak da değerlendirilir.
KUZEY – DOĞU TÜRKÇESİ
Orta Türkçe döneminde, Eski Türkçenin bir devamı olarak 13. ve 14. yüzyıllarda Orta Asya ile Hazar denizinin kuzeyindeki Türkler arasında kullanılan yazı dilidir. Eski Türkçenin bir çok izlerini taşımakla birlikte yeni Türkçenin özellikleri de yavaş yavaş şekillenmeye başlamıştır.
Kuzey ve Doğu Türkçesi arasındaki farkların giderek artmasıyla bu yazı dili, 15. yüzyılda Kuzey Türkçesi ve Doğu Türkçesi olarak iki kolda gelişmesini sürdürmüştür:
a) Kuzey Türkçesi
Kıpçak Türkçesi ve Tatar Türkçesi olarak da adlandırılan Kuzey Türkçesi, Hazar denizinin kuzeyinden batıya doğru yayılan Türklerin kullandıkları yazı dilidir. Aslında bu yazı dilinin Doğu Türkçesi yazı dilinden pek de farklı bir yanı yoktur. Ancak Kazan ve çevresinde bilhassa 18. ve 19. yüzyıllarda gelişme göstermiştir. Bu dönemde tarihî yazı dilini kullanan Türk gruplarının yavaş yavaş edebî dillerine kendi ağızlarından kelimeler kattıklarını görürüz. Gaspıralı İsmail’in “Dilde, fikirde, işde birlik.” uranı* ile yayımladığı Tercüman gazetesi Kazan Türkçesini İstanbul ve Taşkent Türkçeleriyle birleştirmeyi amaçlamıştır. Bugünkü Kazan Tatarlarının, Kırgızların ve Kazakların dilleri Kuzey Türkçesinin önde gelen kollarındandır.
b) Doğu Türkçesi
Harezm-Kıpçak Türkçesinin bir devamı olarak 15. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar gelişmesini sürdüren, Orta Asya (yani Doğu) Türklüğünün yazı dilidir. Çağatayca olarak da adlandırılan bu yazı dili, Sekkakî, Lütfî, Gedâî, Ali Şir Nevâyî, Hüseyin Baykara, Şiban Han, Muhammed Salih; Babür; Ebulgazi Bahadır Han gibi şair ve yazarlar tarafından temsil edilir.
“Klâsik devir Çağatay edebiyatının olduğu kadar, bütün Türk edebiyatının da en önemli şahsiyetleri
Dil Bilgisinin Bölümleri
Ses Bilgisi
– Türkçede Sesler ve Sınıflandırılması.
– Türkçenin Ses Özellikleri
A. DİL BİLGİSİNİN BÖLÜMLERİ
Bir dili, seslerinden kelime gruplarına ve cümlelerine varıncaya kadar bütün yönleriyle inceleyen, bunların kurallarını belirleyen bilim dalına dil bilgisi veya gramer denmektedir. Bütün bilim dalları gibi geniş bir araştırma alanı olan dil bilgisi de kendi içerisinde bölümlere ayrılmıştır. Dil bilgisinin bölümlerinden;
1. Ses bilgisi (fonetik) : Dilin seslerini, bunlar arasındaki ilgileri, ses olaylarını;
2. Yapı bilgisi (morfoloji) : Kelime ve kelime çeşitlerinin köklerini, eklerini, yapısını ve görevini;
3. Cümle bilgisi (sentaks) : Kelimelerin birbirleriyle olan ilgilerini ve cümleleri;
4. Anlam bilgisi (semantik) : Kelime ve kelime gruplarının anlamlarını, dildeki anlam olaylarını;
5. Köken bilgisi (etimoloji) : Kelimelerin kaynağını, hangi dilden alındığını, inceler.
Dilin bölümlerini, kesin çizgilerle sınırlamak mümkün olmadığı gibi bunları birbirinden tamamen bağımsız olarak değerlendirmek de imkânsızdır. Özellikle anlam bilgisi, köken bilgisi ve yapı bilgisinin birbiriyle iç içe olması sebebiyle; anlam bilgisi ve köken bilgisi, yapı bilgisinin içinde değerlendirilir. Dil bilgisinin genellikle ses bilgisi, yapı bilgisi ve cümle bilgisi olarak üç bölümde incelenmesinin sebebi de budur.
Dil bilgisi ve dil bilimi terimleri ayrı kavramları ifade ettiği için bu terimlerini birbirinin yerine kullanmamaya dikkat etmek gerekir.
B. SES BİLGİSİ
Ses bilgisi (fonetik); bir dilin seslerini, boğumlanma noktalarını, boğumlanma özellikleri vb. bakımından inceleyen dil bilimi koludur.
Ses : Bir dil bilgisi terimi olarak ses; dilin parçalanamayan en küçük birimidir, temel taşıdır. Dilin, seslerden meydana gelen bir varlık olduğu, dilde asıl olanın konuşma olduğu, yazının sonradan ortaya çıktığı hatırlanırsa sesin dilin temelini oluşturmadaki önemi daha kolay kavranacaktır. Yalnız başına anlamı olmayan sesler birleşerek heceleri, heceler birleşerek kelimeleri, kelimeler de bir araya gelerek cümleyi oluşturur.
Seslerin oluşumu : Konuşma sesi, akciğerlerden itilen havanın; nefes borusu, gırtlak, ağız boşluğu ve burundan geçerek dışarı çıkarken çıkış yolu üzerindeki organların (hançere, boğaz, ses telleri, küçük dil, geniz, damak, dil, dişler, burun kanalı, dudaklar) birbirine yaklaşıp uzaklaşması, daralıp açılması, yatık veya dik şekiller alması sonucunda oluşur.
İnsan hançeresi tarafından belli bir kalıba dökülerek çıkarılan konuşma sesi dışındaki sesler, işlenmemiş, ham seslerdir. İnsan hançeresinin imkânları sınırlı olduğu için ancak sınırlı sayıda şekilli ses çıkarılabilir. Çeşitli dillerdeki seslerin birbirine benzerliği yanında bazı sesler, bazı diller veya diller grubu için tipiktir: Türkçe için ı, ñ (nazal n), ö, ş, ü; Arapça için ayın ve dad gibi. “ç, ı, ö, ş, ü” Türkçeye özgü harfler olduğu için internet ortamında bunlara en çok benzeyen harfler (c, i, o, s, u) kullanılmaktadır. Ancak Türkçe harfleri destekleyen yeni programlar da yavaş yavaş yaygınlaşmaktadır.
Her dilin kendine özgü sesleri vardır. Çocukken, dillenme devresinde işitilen sesler yavaş yavaş taklit edilmeye başlanır ve hançere buna göre olgunlaşır. Bu dönem geçtikten sonra sesleri şekillendirmek güçleşir. Dilsiz veya lâl dediğimiz kişilerin konuşamama problemi işitme engelli olmalarından kaynaklanmaktadır. Bunlar, duyamadıkları için sesleri taklit yoluyla biçimlendirme becerisi gösteremezler. Yabancı bir dil, olgunluk döneminde öğrenilirken de o dile ait seslerin tam manasıyla çıkarılamamasındaki sebep budur.
Mahallî ağız özelliklerini, ilköğretim çağında edebî dile ve yazı diline uydurma işi tamamlanmazsa sonraki yıllarda bu iş oldukça zorlaşacak ve bunun için özel bir gayret gerekecektir.
SES – HARF ILGISI VE ALFABE :
Sesin yazıdaki işareti, harftir. Türkçede ses ile harf arasında birebir ilgi vardır. Bir ses yazıda bir harfle gösterilirken, bir harfin okunuşunda da bir ses çıkarılır. Yani a, b, c, d gibi sesler yazıda birer harfle gösterilir. Almanca’daki ş sesinin, yazıda sch harfleriyle gösterilmesi gibi bir durum Türkçede yoktur. Meselâ, Türk kelimesinde T-ü-r-k olmak üzere dört ses, dolayısıyla dört harf vardır. Dilde esas olan sestir. Aynı ses, farklı alfabelerde farklı harflerle gösterilebilir. Değişen ses değil, harftir. Köktürk alfabesinden bugün kullandığımız alfabeye gelinceye kadar değiştirdiğimiz her yazı sisteminde aynı sesi başka başka şekillerle yazmamız, dilin temelinin ses olduğunu gösteren güzel bir örnektir.
Bir dile ait seslerin yazıdaki işaretleri olan harflerinin belli bir sıraya konmuş bütünü alfabe adını alır. Alfabe terimi, α (alfa), β (beta) harfleriyle başlayan Yunan alfabesinin ilk iki harfinden ortaya çıkmıştır. Arap alfabesinin ilk harfi (elif), ikinci harfi (ba) olduğu için eski yazıda elifba terimi tercih edilmiştir. Bugün bazı dilciler, aynı mantıktan yola çıkarak alfabe yerine abece terimini kullanmaktadırlar.
Milletlerin öğretim ve yayın hayatında kullandıkları ve resmen kabul ettikleri yazı sistemi, resmî alfabe adını alır. Resmî alfabelerde şekil kalabalığını ortadan kaldırmak için çoğu zaman birbirine yakın sesler birleştirilerek harf sayısı en az seviyeye indirilir, kolaylık sağlanmaya çalışılır. Dolayısıyla resmî alfabeler, dildeki bütün sesleri göstermezler. Dil uzmanları, dilin bütün seslerini göstermek için resmî alfabede bulunmayan ilave işaretleri de içine alan zenginleştirilmiş alfabe kullanırlar. Bu alfabeye ilmî alfabe, çeviri yazı alfabesi veya transkripsiyon alfabesi denir. Transkripsiyon alfabesi, bütün sesleri gösterme imkânı tanıdığı için özellikle çevri yazıda ve ağız araştırmalarına ait metinlerde kullanılır.
İlmî yazıların bazılarında ise transkripsiyon yerine transliterasyon kullanılır. Transliterasyon, yabancı yazıların okunuşları dikkate alınmadan harf harf aktarılması, harf çevirisi demektir.
Uyarı: Q, x, w harfleri Türkiye Türkçesinde olmadığı için bunlar Türkçe kelimelerin yazımında kullanılmamalı; “ve” yerine & işareti asla tercih edilmemelidir.
C. TÜRKİYE TÜRKÇESİNDEKİ SES OLAYLARI
Kelimelerde zamana ve sahaya bağlı olarak sürekli değişmelerin, gelişmelerin olması dilin canlılığının bir göstergesidir. Dil durağan değil, dinamik bir yapıya sahiptir. Dilin söz varlığını oluşturan kelimelerdeki sesler, heceleri ve kelimeleri oluştururken tarihî süreç içerisinde düşerler, yer değiştirirler, türerler, başka seslere benzerler. İşte bütün bunlar, ses olayları başlığı altında incelenir. Dilde ses olayları, çeşitli sebeplerden kaynaklanır. Bunlardan başlıcaları aşağıda özetlenmiştir:
Ses Olaylarının Sebepleri :
1. Dilin ses özellikleri: Türkçede kelime sonunda b, c, d, g sesleri olmadığı için Arapça kitâb kelimesi Türkçeye kitap şeklinde geçmiştir. Uzun ünlü olmadığı için de â ünlüsü kısalarak normal a’ya dönüşmüştür.
2. Başka seslerin etkisi: Bazı sesler, yanlarındaki diğer seslere etki ederek onları kendilerine benzetirler, değiştirirler. Meselâ, anbar kelimesindeki b sesi, yanındaki n’ye etki ederek onu, kendisi gibi dudak ünsüzü olan (m) yapmıştır. Böylece kelime, ambar şekline dönüşmüştür.
Yaşıl kelimesinin yeşil’e dönüşmesinin sebebi, y ve ş seslerinin inceltici etkisidir.
3. Vurgu: Türkçede orta hece vurgusu genellikle zayıf olduğu için bu hecedeki ünlüler bazen daralır bazen de düşerler: Tasarıla> tasarla, besileme> besleme, yalınız > yalnız vb. gibi.
4. Zayıf sesler: ğ, h, ı, l, n, r, y, z sesleri zayıf sesler olduğu için bazı ses olaylarına sebep olurlar: ağabey > âbi, hastahane > hastane, pek iyi > peki, bir daha> bi daha, soğan> soan, uğur> uur, ınanmak > inanmak.
5. Söyleyiş güçlüğü ve kakofoni: Bazı seslerin yan yana gelmesi söyleyiş güçlüğüne veya kakofoniye sebep olur. Bu durumda bazı ses olayları olur: büyükcek > büyücek, küçükçük > küçücük, ufakcık > ufacık.
Ses olaylarının sebebini, dildeki en az emek yasasına bağlamak mümkündür.
D. TÜRKÇEDE SESLER VE SINIFLANDIRILMASI
1 Kasım 1928’de kabul edilen resmî alfabede Türkiye Türkçesinin sesleri 29 harfle (a, b, c, ç, d, e, f, g, ğ, h, i, ı, j, k, l, m, n, o, ö, p, r, s, ş, t, u, ü, v, y, z) gösterilmektedir. Ancak Arapçadan, Farsçadan ve batı dillerinden Türkçeye girerek Türkçeleşen kelimelerdeki sesler de bu sayıya eklendiğinde Türkiye Türkçesinde kullanılan seslerin sayısı 40’a yaklaşmaktadır. Yukarıdaki transkripsiyon alfabesi, bu konuda bir fikir verecektir. Türkçede olmayan sesler çıkarıldığında bu sayının azalacağı muhakkaktır.
Resmî alfabede, dilde kolaylık sağlama sebebiyle birbirine yakın seslerden tek harfle gösterilenleri kapı – kelebek; hayâĺ – halı; gezi – galip – kapağı – bebeğe; seni – senin elini gibi kelimelerin söylenişinde sezmek mümkündür. Örneklerde, koyu yazılan seslerin birbirinden farklı sesler olduğuna dikkat ediniz.
Sesler, ses geçidinin açık veya kapalı olmasına göre ünlü (sesli, vokal) ve ünsüz (sessiz, konsonant) olmak üzere ikiye ayrılır:
ÜNLÜLER :
Oluşumları sırasında herhangi bir takıntıya uğramayan, sedalarını sadece ses tellerinin titreşiminden alan seslerdir. a, e, ı, i o, ö, u, ü Türkçedeki ünlülerdir. Bu sesler, dört ölçüye göre sınıflandırılır:
1. Oluşum noktalarına göre: Ağzın gerisinde, dilin arka tarafında oluşan a, ı, o, u sesleri art (kalın) ünlülerdir. Dilin öne sürülmesiyle ağzın ön kısmında oluşan e, i, ö, ü sesleri de ön (ince) ünlülerdir.
2. Dudakların durumuna göre: Oluşumunda dudakların yuvarlak şekil aldığı, büzülmeye uğradığı o, ö, u, ü sesleri yuvarlak ünlülerdir. Oluşumunda dudakların açık kaldığı a, e, ı, i sesleri düz ünlülerdir.
3. Ağız boşluğunun durumuna göre: Oluşumu sırasında ağız boşluğunun geniş olduğu a, e, o, ö sesleri geniş; ağız boşluğunun dar olduğu ı, i, u, ü sesleri dar ünlülerdir.
4. Sesin süreklilik derecesine göre: Söylenişi sürekli olan ünlüler uzun ünlülerdir. Söylenişi bir anda (kısa sürede) olan ünlüler kısa ünlülerdir. Türkiye Türkçesinde uzun ünlülere (ā, ê, î, ū, û) Arapça ve Farsçadan dilimize giren kelimelerde rastlanır. Yakut ve Türkmen Türkçelerinde görülen uzun ünlüler ise ana Türkçeden kalmadır. Türkiye Türkçesindeki ünlüler kısadır.
Ünlüleri bir tabloda şöyle gösterebiliriz:
Düz Yuvarlak
Geniş Dar Geniş Dar
Art (kalın) A I O U
Ön (ince) E İ Ö Ü
ÜNSÜZLER
Oluşumları sırasında ses yolunda (ses telleri, küçük dil, dil, damak, dişler ve dudaklarda) bir engelle karşılaşan, takıntıya uğrayan seslerdir. Oluşum noktalarının çokluğu sebebiyle bütün dillerde ünsüzlerin sayısı ünlülerden fazladır. Türkçede de alfabede gösterilen 29 sesten 21’i ünsüzdür. (b, c, ç, d, f, g, ğ, h, j, k, l, m, n, p, r, s, ş, t, v, y, z)
Ünsüzler, takıntılı sesler olduğu için tek başlarına söylenemezler, tek başlarına hece ve kelime olamazlar. Dillerdeki ünsüz sesler, tek başlarına söylenemediği için önüne veya arkasına bir ünlü getirilerek telaffuz edilirler: ef, el, es, en; ce, de, fe, ge gibi. Dilimizdeki ünsüz sesler ise, tek tek söylenirken Türkçenin ses özelliği ve yapısı dikkate alınarak be, ce, çe, de, fe, ga, ge, ha (he, hı), je, ka (ke), le, me, ne, pe, re, se, şe, te, ve, ye, ze şeklinde söylenmelidir. N harfini en, m harfini em, h harfini aş veya eyç, s’yi es, r’yi ar şeklinde okumak yanlıştır. Özellikle Türkçe kısaltmaları okurken buna dikkat etmek gerekir. Türkçe olmadığı için BBC kısaltması bi bi si; CNN kısaltması si en en şeklinde okunabilir ama Has Bilgi Birikim kısaltmasını (HBB) eyç bi bi; Nergis Televizyonu kısaltmasını (NTV) en ti vi; Türkiye kısaltmasını (TR) ti ar; televizyon kısaltmasını (TV) ti vi şeklinde söylemek de yanlıştır.
Ünsüzler, tonlu – tonsuz oluşlarına göre, temas derecelerine göre ve oluşum noktalarına göre sınıflandırılır:
1. Tonlu – tonsuz oluşlarına göre: Oluşumları sırasında ses tellerini titreştiren b, c, d, g, ğ, j, l, m, n, r, v, y, z sesleri tonlu (sedalı, yumuşak); bunların dışında kalan ve ses tellerini titreştirmeyen ç, f, h, k, p, s, ş, t sesleri tonsuzdur. Tonlu ünsüzlerin tonsuz ünsüzler içinde karşılığı olanlar vardır. Bunlar aşağıdaki tabloda alt alta gelecek şekilde gösterilmiştir. l m n r y ünsüzlerinin ise tonsuz karşılıkları yoktur. Bunlar ayrı bir grup oluşturlar.
2. Temas derecelerine göre: b, c, ç, d, g, k, p, t ünsüzlerinin oluşumu sırasında işleyen organlar birbirine tam temasla hava yolunu kapatarak, geçit vermedikleri için bu sesler, akciğerden gelen havanın, önüne çıkan engeli aşmasıyla (patlamayla) oluşur. Hışırtı veya fısırtı halinde sürekli olarak söylenemeyen bu sesler, süreksiz (patlayıcı) ünsüzlerdir.
f, ğ, h, j, l, m, n, r, s, ş, v, y, z ünsüzlerinin oluşumu sırasında ise ses yolundaki organlar birbirlerine tam temas etmezler. Hava akımının geçişi için az çok bir aralık olur. Bu sesler, hışırtı veya mırıltı (ssss…, şşşşş…, mmmm…,) şeklinde sürekli söylenmeye uygun olduğu için sürekli ünsüzler olarak adlandırılır.
İçinde sürekli ünsüzlerin bulunduğu (peçete, çaput, ketçap, açıkta gibi) bazı sözlerde, söz öbeklerinde çıkakları yakın seslerin art arda gelmesi sonucu söyleyişin güçlüğe uğraması kulağı rahatsız eder. Buna kakofoni de denir. Bu tarzdaki kelimeler, bestelenmeye pek uygun değildir.
Tonlu – tonsuz oluşlarına göre ve temas derecelerine göre ünsüzleri bir tabloda şöyle gösterebiliriz:
Süreksiz Sürekli
Tonsuz (sert, sedasız,) p ç t k f h s ş
Tonlu (yumuşak, sedalı) b c d g v ğ z j l m n r y
3. Oluşum noktalarına göre ünsüzler: Ünsüzler, ses yolundaki oluşum yerlerine göre önden arkaya doğru da sınıflandırılır.
Ünsüzler, tek tek dikkatli bir şekilde söylenirse, bunların nerede ve nasıl oluştukları pratik bir biçimde tespit edilebilir.
E. TÜRKÇENİN SES ÖZELLİKLERİ
1. Türkçeyi diğer dillerden ayıran özelliklerin başında ses uyumları gelir. Türkçede dört çeşit ses uyumu vardır:
a. Büyük ünlü uyumu (Kalınlık-incelik, artlık-önlük uyumu)
Kelimedeki ünlülerin, artlık-önlük (kalınlık-incelik) bakımından gösterdiği uyumdur. Türkçe kelimelerde art (kalın) ünlü (a, ı, o, u) taşıyan heceleri, art ünlülü; ön (ince) ünlü (e, i, ö, ü) taşıyan heceleri de ön ünlülü heceler takip eder: anlayışınızdan, soyunuz; sevgisiyle, güzelliğinizden.
Örneklere dikkat edilirse Türkçe bir kelimedeki ünlülerin hepsi ya art ya ön olmaktadır. Bu sebeple Türkçe kelimeler, art sıradan ünlü taşıyan kelimeler ve ön sıradan ünlü taşıyan kelimeler olmak üzere iki gruba ayrılır. Art sıradan ünlü taşıyan kelimelere art ünlülü; ön sıradan ünlü taşıyan kelimelere ön ünlülü ekler gelmesi bu uyum sebebiyledir: ordu-lar, yiğit-ler; sor-gu, bil-gi.
Türkçede artlık-önlük uyumu her devir ve her sahada çok sağlam olduğu hâlde, aşağıda sıralanan bazı istisnaları vardır:
Ø Aslî şekilleri artlık-önlük uyumuna uyduğu hâlde çeşitli ses olaylarıyla uyum dışında kalan kelimeler: elma < alma, anne < ana, dahi <takı, hani < kanı, hangi < kangı, inanmak < inanmak, kardeş < karındaş, şişman < şışman.
Ø -daş, -ken, -ki, -layın /-leyin, -mtırak, -yor ekleri : dindaş, azken, çokken, iyiyken, yoldaki, onunki, akşamleyin, sabahleyin, yeşilimtırak, biliyor.
b. Küçük ünlü uyumu (düzlük-yuvarlaklık uyumu)
Türkçe kelimelerdeki ünlülerin düzlük-yuvarlaklık bakımından gösterdiği uyumdur.
Düzlük uyumu: Kelimenin ilk hecesindeki düz ünlüyü (a, ı / e, i) sonraki hecede düz ünlü takip eder: açık, sıcak; sevgi, ince.
a → a, ı e → e, i ı → ı, a i → i, e
Yuvarlaklık uyumu: Kelimenin ilk hecesindeki yuvarlak ünlüleri (o, u, ö, ü), sonraki hecede dar yuvarlak (u / ü) veya düz geniş ünlülü heceler (a / e) takip eder: oduncular, unutulmayanlar, gözlerin, gülümse.
o → u, a ö → ü, e u → u, a ü → ü, e
Açıklamaya dikkat edilirse o ve ö ünlülerinin kelimenin sadece ilk hecesinde bulunabileceği anlaşılır.
Özellikle dudak ve diş-dudak ünsüzleri (b, m, p, f, v) avuç, çamur, karpuz, kavun, kavurma, yağmur gibi örneklerde de görüldüğü gibi yuvarlaklaşmaya sebep olurlar. Bu uyum, kalınlık-incelik uyumu kadar sağlam değildir. Anadolu ağızlarında bu gibi kelimeler düzlük – yuvarlaklık uyumuna uydurulur: avıç, çamır, karpız, kavın, kavırma, yağmır.
Uyarı: Türkçe kelimelerde a, ı düz ünlülerinden sonra e, i düz ünlüleri; o, u yuvarlak ünlülerinden sonra ö, ü yuvarlak ünlüleri gelemez. “Anne, elma gibi kelimeler kalınlık-incelik uyumuna uymaz ama düzlük-yuvarlaklık uyumuna uyar.” açıklaması yanlıştır.
Ünlü uyumlarında bir ünlü, kendinden bir önceki ünlüye uymaktadır. Meselâ, sormadı kelimesinde o’dan sonra a’nın gelmesi yuvarlaklık uyumuyla; a’dan sonra ı’nın gelmesi düzlük uyumuyla ilgilidir.
Birleşik kelimelerde, ünlü uyumları aranmaz:
delikanlı, gecekondu, Bakırköy, demirbaş, hanımeli, yelkovan.
c. Ünsüz uyumu
Türkçe kelimelerde tonlu (sedalı) ünsüzler (b, c, d, g, ğ, j, l, m, n, r, v, y, z) tonlu ünsüzlerle; tonsuz (sedasız) ünsüzler (ç, f, h, k, p, s, ş, t) tonsuz ünsüzlerle yan yana gelebilir. Buna ünsüz uyumu veya ünsüz benzeşmesi denir.
aş-çı, at-kı, iş-çi, taş-tan, Türk-çe.
d. Ünlü-ünsüz uyumu
Türkçe kelimelerde art damak ünsüzlerinin art (kalın) ünlülerle (a, ı, o, u); ön damak ünsüzlerinin ön (ince) ünlülerle (e, i, ö, ü) aynı hecede bulunmasından ortaya çıkan bir uyumdur. Yani, a, ı, o, u ünlüleri g, k, ĺ ünsüzleriyle; e, i, ö, ü ünlüleri ġ, k, l ünsüzleriyle aynı hecede bulunmazlar. Bozgun, kuzgun, kapı, kırağı, tatlı; görüntü, gezi, güneşlik kelimelerinin söylenişine dikkat edilirse g, ğ, k, l seslerinin buradaki örneklerde aynı sesler olmadığı sezilebilir.
2. Türkçede o, ö ünlüleri (-yor eki dışında) sadece ilk hecede bulunur. İlk hece dışında o, ö sesleri olan kelimeler yabancı asıllıdır:
balkon, biyografi, fizyoloji, konsol, konsültasyon, monitör, otomobil, profesör, traktör.
3. Türkçede uzun ünlü yoktur. İçinde uzun ünlü bulunan kelimeler yabancı asıllıdır: câhil, mâvi, millî, nâhoş, perîşân, şâir, târîh, vazîfe.
Bazı ses olaylarıyla ortaya çıkan â < ağa, âbi < ağabey, pekî < pek iyi, ile vârolmak, yârın kelimeleri istisnadır.
4. İnce a ve ince l sesleri yoktur: harften, hakikate, saati, sıhhatli, şefkâtini; alkollü, hâlâ, hayâl, normalde, plân. Örneklere dikkat edilirse kelimelere getirilen eklerin ünlü uyumuna uymadığı görülür.
5. Arapçadaki ayın ve hemze sesleri, Türkçede olmadığı için bunlar söylenmez, düşürülür. Bu seslerden önce ünlü olması durumunda ünlü, uzun okunur: bāzen, mānā, mēmur, şāir,tēsir, yâni. Arapçadan alınan kelimelerdeki ayın ve hemze kesme işaretiyle gösterilir. Ancak anlam karışıklığı olmayacak kelimelerde bunların kesmeyle yazılmasından -son zamanlarda- vazgeçilmiştir: san’at, ma’nâ, meb’ûs, me’mûr, neş’e, te’sîr, te’sîs > sanat, mana, mebus, memur, neşe, tesir, tesis.
6. Dilimizde iki ünlü yan yana gelmediği için ünlüyle biten kelimeler, ünlüyle başlayan ekler aldığı zaman araya y koruyucu ünsüzü girer: iki – y – e, soru – y – u, bekle – y – en, söyle – y –ecek.
Yan yana iki ünlünün bulunduğu kelimeler alınmadır: aile, ait, fail, fiil, muamele, şair, şiir, reis vb. gibi.
7. Türkçe bir hecede ancak bir ünlü bulunur. Aynı hecede iki ünlünün bulunduğu kelimeler alınmadır: kau-çuk, kua-för, koo-peratif, sua-re.
8. Kelime kökünde ikiz ünsüz (şedde) yan yana bulunmaz:
dikkat, himmet, şedde, bakkal, dükkan, millet, teşekkür.
Anne (<ana), belli, bellemek, elli (<elig) kelimeleri istisnadır.
9. Kelime kökünde ikiden fazla ünsüz yan yana gelmez:
Elektrik, kontrol, quartz, sfenks, strateji, thyssen…gibi kelimeler batı kaynaklı dillerden alınmadır. Türkçe, sertlik gibi örneklerde yan yana gelen üç ünsüzden ikisinin kelime köküne, üçüncüsünün eke ait olduğuna dikkat ediniz.
10. Türkçe heceler ve kelimeler iki ünsüzle başlamaz: blok, bravo, grup, klâsik, kral, kontrat, spor, stop, stres, plâj, program, tren,…gibi kelimeler, başka dillerden alınmadır. Ağızlarda bu iki ünsüz arasında bir ünlü türetilir:
kıral, sipor, tiren,…
11. Türkçede kelime başında c, ğ, l, m, n, ñ, r, z sesleri bulunmaz. Çocuk dili kelimeleriyle (cici, mama, meme, ninni,…) nine ve ne ile ne’den yapılan kelimeler (nasıl (<ne asıl), ne, neden, nere, nereden, nereye, nice, niçin, nine, nitelik kelimeleri istisna oluşturur.
Alınma kelimelere örnekler: cam, can, cehennem, lâf, limonata, lira, makine, marul, metal, naylon, nohut, numara, reçel, romantik, rol, vakum, vaziyet, vazo, zaman, zarar, zor, zeytin.
12. Türkçe kelimelerin sonunda b, c, d, g ünsüzleri bulunmaz. Alıntı kelimelerdeki bu sesler sert karşılıkları olan p, ç, t, k ünsüzlerine çevrilir: Ahenk (< âheng), fert (< ferd), ihraç (< ihrâc), kitap (< kitâb), kalp (<kalb), levent (< levend).
Kelimenin ünlüyle başlayan bir ek alması hâlinde sert ünsüzler yumuşayarak eski şekline döner: ihtiyâc > ihtiyaç > ihtiyacı; mektûb > mektup > mektuba, reng > renk > rengi gibi.
Ad, sac, od, öd gibi kelimeler istisnadır.
13. Türkçede f, h, j, v sesleri bulunmaz: Fal, film, filiz, fizik; hakikat, hamur, havlu, jeton, jüri, pijama, plâj; vicdan, vida gibi kelimeler alınmadır. Yabancı dillerden alınan kelimelerde görülen j sesi halk ağzında c olarak söylenir. Türkçe kelimelerdeki v sesi, ya b’den, ya g/ğ’dan değişmiştir ya da vur- örneğinde olduğu gibi türemiştir: öfke (<öbke), yufka (< yubka); dahi (< takı), han (< kan), hatun (< katun), hani (< kanı); ev (< eb), var- (< bar-), ver- (< bir) döv- (< döğ-) vur- (<ur-), ev (< eb).
14. Hece ve kelime sonunda, aşağıdaki ünsüz çiftleri dışında ünsüz grupları bulunmaz:
-lç, -lk, -lp, -lt: ölç; ilk, kalk; alp, kulp; alt, bunalt, salt.
-nç, -nk, -nt: dinç, genç, gülünç, sevinç; denk; ant, kunt.
-rç, -rk, -rp, -rs, -rt: sürç, burç; bark, görk, Türk; sarp, serp; sars, pars, ters;art, kart, kurt, ört, yırt, yurt,yoğurt.
-st: ast, üst.
Aşk, arş, çift, disk, felç, film, fötr, harf, lüks, misk, modernizm, popülizm, risk, şevk, tolerans gibi kelimeler, Türkçenin bu ses özelliğine uymayan alınma kelimelerdir.
Arapçadan ve batı dillerinden alınan kelimelerden bu ses özelliğine uymayanlar, araya bir ünlü getirilmek suretiyle Türkçeye uydurulmuştur. Bunlara ünlüyle başlayan bir ek veya kelime gelirse türetilen ünlüler düşer: akıl (< akl) – aklı, fikir (<fikr) – fikre, ömür (<ömr) – ömrü, seyir (<seyr) – seyret-, şükür (< şükr) – şükretmek; film (< film), lüküs (< lüks), moderin (< modern).
15. “ı” ünlüsü Türkçeye özgüdür. Batı dillerinin pek çoğunda, Arapçada ve Farsçada ı yoktur: Çıkış, ılık, sıcak, yıldırım, yıldız gibi kelimeler Türkçedir.
16. Tabiat taklidi kelimeler için ses özellikleri açısından herhangi bir sınırlama yoktur. Bunlar hangi sesle başlarsa başlasın, içinde hangi ses bulunursa bulunsun Türkçe kabul edilir: dank, fıs fıs, fingirti, fiskos, fokurtu, hışırtı, hoppala, horultu, lak lak, lıkır lıkır, melemek, miyavlamak, oh, öf, püf, püfür püfür, rap rap, şırıl şırıl, vıdı vıdı, vızır vızır, zırıl zırıl, zonklamak.
17. Çocuk dili kelimelerinde de ses özellikleri aranmaz: baba, bibi, cici, dede, lala, kaka, nene, mama, meme,…
Türkçeye, diğer dillerden giren kelimelerin pek çoğu bu ses özelliklerinden birine veya birkaçına uymaz. Dolayısıyla Türkçenin ses özelliklerini bilenler, sözlüğe bakmadan kelimenin Türkçe olup olmadığını (tesadüfen uyanlar dışında) kolaylıkla anlayabilirler. Aşağıdaki kelimeler, karşılarında sıralanan sebeplerden dolayı Türkçe değildir:
Vilâyet : 1. Ünlü uyumu yok.
2. â uzun ünlüsü var.
3. v sesi var.
Monitör : 1. Başta m sesi var.
2. Ünlü uyumu yok.
3. İlk heceden sonra ö sesi gelmiştir.
Heyecân: 1. h sesi var.
2. Ünlü uyumu yok.
3. Uzun ünlü var.
İMLÂ KURALLARI VE UYGULAMASI
1. Seslerle İlgili Kurallar
2. Eklerle İlgili Kurallar
3. Kelimelerle İlgili Kurallar
4. Büyük Harflerin Kullanıldığı Yerler
İMLÂ KURALLARI VE UYGULAMASI
İmlâ, kelimelerin ve dil birliklerinin yazımı demektir. Türk imlâsında sese (söyleyişe) bağlı bir imlâ düzeni benimsenmiş olmakla birlikte imlâ konusundaki tartışmalar henüz bitmiş değildir. 1929’da Dil Encümeni tarafından hazırlanan İmlâ Lûgati’nden Türk Dil Kurumu tarafından 2000 yılında yayınlanan İmlâ Kılavuzu’na kadar yazımda epeyce değişiklikler yapılmıştır. Bu macerayı İmlâ Kılavuzu’nun sunuş kısmından okuyabilirsiniz. Burada, tartışmaya girmeden, eğitimde birlik olmalı ilkesinden yola çıkarak, Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanan ve son baskısı 2000 yılında yapılan İmlâ Kılavuzu’nun kurallar bölümü; ana hatlarıyla, öğretimde kolaylık sağlayacağı düşüncesiyle, başlıklar halinde özetlenmiş ve kurallara uygun birkaç örnek ilâve edilmiştir:
SESLERLE İLGİLİ KURALLAR :
1. Bugünkü Türkiye Türkçesinde kökeni Türkçe olan kelimelerin sonunda tonlu b, c, d, g ünsüzleri bulunmaz: ağaç, ak, büyük, ip, ot, saç, yurt.
Dilimizdeki alıntılar da hac, şad, yad gibi birkaç örnek dışında, kelime sonunda yumuşama kuralına uymuştur: kitap (<kitab), muhtaç (<muhtac), cilt (<cild), ahenk (<aheng). Bu gibi alıntılar ünlü ile başlayan bir ek aldıklarında sert sessizler yumuşar:
Sebep > sebebi, Kitap > kitaba, Cilt > cildi, Renk > rengi.
2. Düz, geniş ünlüyle (a ,e) biten fiiller şimdiki zaman çekimi dışında daralmaz.
Beklemek bekliyor,
Anlamak anlamıyor,
saklamak saklıyor.
Söylemek söylüyor
YANLIŞ DOĞRU
anlıyan anlayan
gözlüyecek gözleyecek
geliyim geleyim
söyliyeyim söyleyeyim
ağlıyayım ağlayayım
başlıyayım başlayayım
yatırıyım yatırayım
3. Uzun ünlüler, belli durumlar dışında yazıda gösterilmez :
adalet (ada:let),
işaret (işa:ret),
kaide (ka:ide).
DÜZELTME İŞARETİ
4. Düzeltme (^) işareti aşağıdaki durumlarda kullanılır:
a. Nispet î’sinin belirtme durumu ve iyelik ekiyle karışmasını önlemek için kullanılır.
Türk askeri (iyelik eki). Komutan, asker-i çağırıyor. (Belirtme hâli eki – kimi/neyi) Askerî okul (askere ait, askerle ilgili)
İslam dini
Dinî bilgiler
Fizik ilmi Atatürk’ün resmi
İlmî tartışmalar Resmî kuruluşlar
resmî, insanî, ciddî, mizahî, idarî, iktisadî, meslekî, fizikî.
b. Arapça ve Farsçadan dilimize giren birtakım kelime ve eklerde g, k, l ünsüzlerinin ince okunduğunu göstermek için, bu ünsüzlerden sonra gelen “a” ve “u” sesleri üzerine düzeltme işareti konur:
mezkûr, sükûn, sükût mekân mahkûm kâfir hikâye tezgâh gâvur dergâh, yadigâr, ordugâh, karargâh, imkân, dükkân, kâğıt, sükût, evlât, billûr, üslûp, ahlâk, ilân.
Hakkâri, Elâzığ İslâhiye Lâdik Lâpseki Kâzım, Halûk, Lâle, Nalân, Kâmil
Batı kökenli kelimelerde de “L” ünsüzünün ince okunduğunu göstermek için kullanılır:
plâk, plâj, plân, reklâm.
c. Yazılışları aynı, anlamları ve okunuşları farklı olan kelimeleri ayırmada kullanılır:
adem (yokluk)
âdem (insan)
adet (sayı)
âdet (alışkanlık, gelenek)
aşık (ayak bileğindeki kemik)
âşık (seven,tutkun)
dahi (bile)
dâhi ( deha sahibi,yaratıcı gücü olan)
hal (pazar yeri,çözme)
hâl (durum)
hala (babanın kız kardeşi)
hâlâ (henüz)
kar (bir yağış şekli)
kâr (kazanç)
nar (bir meyve)
nâr (ateş)
şura (şu yer)
şûra (danışma kurulu)
yar (uçurum)
yâr (sevgili)
5. Alıntı kelimelerde “s” ünsüzünden sonra gelen “b” sesi ünsüz benzeşmesine uğrayarak “p”ye dönüşür ve “p” ile yazılır:
ispat, kispet, müspet, nispet, tespih, tespit.
6. Dilimize Farsçadan geçen “–dar” ekindeki “d” sesi sert ünsüzlerden sonra ünsüz benzeşmesine uğrayarak “t” olur:
minnettar, silâhtar, taraftar.
Arapçadan geçen Hayrettin, Seyfettin, Necmettin gibi özel adlarda da “d” sesi “t”ye dönmüştür.
EKLERLE İLGİLİ KURALLAR
1. Soru eki her zaman ayrı yazılır:
Öğreniyor musunuz? Ölür müsün, öldürür müsün? Kalem mi? İnsanlık öldü mü?
2. “-ki” aitlik eki ünlü uyumlarına uymaz ve daima bitişik yazılır:
Yarınki, akşamki, yoldaki, yazıdaki, Turgut’unki.
Birkaç örnekte ünlü uyumlarına uyar: bugünkü, dünkü, öbürkü.
3. “-ma /-me” fiilden isim yapma eki ile biten kelimeler -a, -e, -ı, -i ekleriyle genişletildiğinde araya y koruyucu ünsüzü girer:
kazanma-y-a, okuma-y-a, sevme-y-i.
-mak / -mek ile bitenlere ise -a, -e, -ı, -i eklerinden biri gelirse -k ünsüzü yumuşar: yazmak-a > yazmağa, okumak-a > okumağa. Ancak günümüzde y’li yazılışa doğru güçlü bir eğilim vardır.
4. “-ken” (<iken) eki büyük ünlü uyumuna uymaz. Getirildiği kelimenin ünlüleri kalın da olsa, ekin ünlüsü ince kalır :
okurken, yazarken, durgunken, başlarken.
5. “i”- ek-fiili ayrı yazıldığında ünlü uyumlarına uymaz :
okuyor idik, çalışacak imişiz, yorgun ise.
Ancak, imek fiili bugün daha çok ekleşmiş olarak kullanılmakta ve ünlü uyumlarına uymaktadır: bakıyordu, süslenecekmiş, neyse, güzelmiş, alırsa.
6. “ki” bağlacı her zaman ayrı yazılır :
Demek ki, bilmem ki,
Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer.
Olmaz ki!
Böyle de yatılmaz ki! (Orhan Veli)
7. –da/-de bağlacı ayrı yazılır. Bu bağlacın ayrı yazılacağı çoğu kişi tarafından biliniyor ancak bulunma hâli ekiyle karıştırılıyor. Bunları şöyle ayırt edebiliriz:
ü Bağlaç olan -da/de’nin -ta / -te şekli yoktur.
ü Bir isim, hâl eklerinden sadece birini alabilir. Kelimede hâl eklerinden biri varsa bunu takip eden –da/-de bağlaçtır ve ayrı yazılmalıdır: Bu soruyu da bildi. Size de selâmı var.
ü Hâl eki çıkarılacak olursa belirgin bir şekilde, cümlede kopukluk olur.
ü “ya” sözüyle kullanılan “da” mutlaka ayrı yazılır (ya da). Araba ya da otomobil, ne bulursan tut.
KELİMELERLE İLGİLİ KURALLAR
Dilimizde yeni bir kavramı karşılamak için yararlandığımız yollardan biri, kelime birleştirmesidir. Kelime birleştirmesi yoluyla kurulan sözlere birleşik kelime adı verilir. Bu terim için bileşik kelime denilmesi yanlıştır.
İmlâmızla ilgili tereddütlerin çoğu, kelimelerin ayrı mı, bitişik mi yazılacağı bahsinden kaynaklanmaktadır. Ayrı ve bitişik yazılan kelimeler için uzunca bir açıklama yapmak yerine pratik bir kaç kural vererek ana hatlarıyla bu bölümü özetleyeceğiz:
ü Birleşme sırasında anlam kaymasına uğrayan birleşik kelimeler, bitişik yazılır:
hanımeli, kaynanadili, dokuztaş (oyun), deveboynu (boru).
ü Birleşme sırasında ses olayı görülen birleşik kelimeler bitişik yazılır:
kayın ata > kaynata, sütlü aş > sütlaç, ne için > niçin, emir etmek > emretmek, sabır etmek > sabretmek, kayıp olmak > kaybolmak.
Reddetmek, hissetmek, reddolunmak, affetmek, zannetmek, hiss > his, his-etmek >hissetmek.
1. BİTİŞİK YAZILAN BİRLEŞİK KELİMELER
Birleşik kelimelerden bitişik yazılanlara bitişik kelime diyoruz. Birleşik kelimelerden hangilerinin bitişik yazılacağı aşağıda özetlenmiştir :
a. Kurallı birleşik fiiller bitişik yazılır:
alıverdi, düşeyazdı, bakakaldılar, anlayabilirseniz, yazabilirsiniz.
b. Kelimelerden biri veya ikisi, birleşme sırasında benzetme yoluyla anlam değişmesine uğrarsa bu tür birleşik kelimeler bitişik yazılır:
Aslanağzı, keçisakalı, keçiboynuzu, karagöz (balık), balıkgözü (halka), sıçandişi (dikiş), kadınbudu (köfte), dilberdudağı(tatlı), acemborusu (bitki), kuşyemi (bitki), beştaş (oyun), camgüzeli (bitki), yalıçapkını (kuş), Samanyolu (yıldız kümesi), Demirkazık (yıldız), ayşekadın (fasulye), hafızali (üzüm), karafatma (böcek).
c. –an /-en, -r / -ar / -er, ve –maz / -mez ekleriyle kurulmuş sıfat-fiil gruplarından kalıplaşmış birleşik kelimeler gelenekleşmiş olarak bitişik yazılır:
ağaçkakan, çöpçatan, oyunbozan, saçkıran, gökdelen, akımtoplar, betonkarar, çoksatar, sanatsever, tekerçalar (cd), uçaksavar, kuşkonmaz, varyemez, töretanımaz, değerbilmez.
d. -dı (-di / -du / -dü, -tı / -ti / -tu / -tü ) ekiyle kurulan kalıplaşmış birleşik kelimeler bitişik yazılır:
albastı, ciğerdeldi, gecekondu, günindi, kolbastı, imambayıldı, mirasyedi, zıpçıktı, toprakbastı, şıpsevdi.
e. Her iki ögesi de –dı (-di / -du / -dü, -tı / -ti / -tu/ -tü) veya –r / -ar / -er eklerini almış ve kalıplaşmış birleşik kelimeler bitişik yazılır:
dedikodu, kaptıkaçtı, oldubitti, biçerdöver, uyurgezer, okuryazar, yanardöner, yüzergezer.
f. Hayvan, bitki, organ ve çeşitli nesne adlarıyla kurulan ve içinde renklerden birinin adı veya renk sözü geçmeyen renk adları bitişik yazılır:
baklaçiçeği, balköpüğü, camgöbeği, devetüyü, fildişi, vişneçürüğü.
g. Renk adlarıyla kurulan ve bitki, hayvan veya hastalık türlerinden birini gösteren birleşik kelimeler bitişik yazılır:
akağaç, akkavak, akmantar, karadut, karaçalı, alabalık, karakuş, bozayı, beyazsinek, sarıçiçek.
h. Somut olarak yer bildirmeyen üst ve üzeri sözlerinin sona getirilmesiyle kurulan birleşik kelimeler bitişik yazılır:
akşamüstü, ayaküstü, bayramüstü, ikindiüzeri, olağanüstü, sırtüstü, suçüstü, yüzüstü.
i. Somut olarak yer bildirmeyen alt sözüyle kurulan birleşik kelimeler de bitişik yazılır:
ayakaltı, bilinçaltı, gözaltı, şuuraltı.
j. İki veya daha çok kelimenin birleşmesinden oluşmuş kişi adları, soyadları, lâkaplar ve Türkçe yer adları bitişik yazılır:
Alper, Birol, Gülseren; Atatürk, Adıvar, Tanpınar;Tepedelenli Ali Paşa; Çanakkale, Pınarbaşı, Beşiktaş, Yenişehir, Batıkent, Çengelköy, İncesu, Acıgöl.
k. Şahıs adları ve unvanlarından oluşmuş mahalle, meydan, köy vb. yer ve kuruluş adlarındaki unvan grubu ; unvan kelimesi sonda ise, gelenekleşmiş olarak bitişik yazılır:
Abidinpaşa, Bayrampaşa, Necatibey (Caddesi), Gaziosmanpaşa (Üniversitesi).
l. Ara yönleri belirten kelimeler bitişik yazılır:
güneybatı, güneydoğu, kuzeydoğu,kuzeybatı
m. Senet, çek vb. ticarî belgelerde geçen sayılar bitişik yazılır:
“yediyüzyirmibeşmilyonaltmışsekizbinsekizyüzo n” lira.
n. Her iki ögesi de aslî anlamını koruduğu halde yaygın bir şekilde gelenekleşmiş olarak bitişik yazılan kelimeler de vardır:
ü Baş sözüyle oluşturulan sıfat tamlamaları:
başkomutan, başyazar, başfiyat, başrol, başköşe, başparmak, başkent, başçavuş, başeser.
ü Başı kelimesiyle oluşturulan belirtisiz isim tamlamaları:
aşçıbaşı, binbaşı, onbaşı, çarkçıbaşı, ustabaşı, yüzbaşı..
ü Oğlu, oğulları, kızı sözleriyle oluşturulan belirtisiz isim tamlamaları:
Caferoğlu, Topaloğlu, Osmanoğulları, çapanoğlu, dayıoğlu, eloğlu, hinoğluhin, teyzekızı.
ü Ağa, bey, efendi, hanım, nine vb. sözlerle kurulan birleşik kelimeler:
ağababa, ağabey, beyefendi, efendibaba, hanımanne, hanımefendi, hacıağa.
ü Açıortay, ağırbaşlı, akarsu, akaryakıt, anamal, anaokulu, anapara, anayasa, atasözü, aybaşı, babaanne, basmakalıp, başörtü, birdenbire, bozkır, bugün, buzdolabı, delikanlı, erbaş, gökyüzü, ilkbahar, ilkokul, ilköğretim, ipucu, milletvekili, tıpkıbasım, topyekûn, vazgeçmek, yarıçap, yarımada, yeryüzü, yüzyıl gibi kelime ve deyimler de gelenekleşmiş ve yaygınlaşmış olarak bitişik yazılır.
ü Biraz, birazı, birkaç, birkaçı, birtakım, birçok, birçoğu, hiçbir, hiçbiri, herhangi kelimeleri de bitişik yazılır.
o. Hane kelimesiyle Farsça kurala göre oluşturulan birleşik kelimeler bitişik yazılır:
çayhane, dershane, eczahane, hastahane, postahane, pastahane, yemekhane. Bu sözlerde geçen hane kelimesindeki h’nin yazılmaması yanlıştır.
p. Perver, perest, zade ve name kelimeleriyle Farsça kurala göre oluşturulan birleşik kelimeler bitişik yazılır:
vatanperver, hayalperest, Resulzade, dayızade, beyanname, Oğuzname, Battalname.
q. Kanunda bitişik geçen veya bitişik olarak tescil ettirilen kuruluş adları bitişik yazılır:
İçişleri, Dışişleri, Genelkurmay, Yükseköğretim.
r. oto, tele, matik ögeleriyle kurulan alıntılar da bitişik yazılır:
otobiyografi, otomobil, otogar, otopark, telekart, telekız, telefon, bankamatik.
2. AYRI YAZILAN BİRLEŞİK KELİMELER
a. Deyimler ayrı yazılır:
göze girmek, etekleri zil çalmak, ağzı kulaklarına varmak.
b. İkilemeler ayrı yazılır:
bata çıka, yavaş yavaş, güle oynaya, çoluk çocuk, ev bark, konu komşu, eş dost, kitap mitap, süklüm püklüm, soy sop.
c. Yardımcı fiillerle kurulan birleşik fillerde ses olayı olmuyorsa ayrı yazılır:
arz etmek, adam olmak, dans etmek, soracak olmak, not etmek, oyun etmek, sağır olmak, yok olmak, yardım etmek, yarış etmek.
d. Birleşme sırasında kelimelerden hiçbiri anlam değişikliğine uğramıyorsa bu tür birleşik kelimeler ayrı yazılır:
ü Hayvan türlerinden birinin adıyla kurulanlar:
ada balığı, ardıç kuşu, tarla kuşu, bal arısı, Pekin ördeği.
ü Bitki türlerinden birinin adıyla kurulanlar:
çörek otu, acı ot, yayla çiçeği, yumru kök, kuş üzümü, dağ armudu, Japon gülü, kuru fasulye, kuru incir, yaban gülü.
ü Nesne, eşya ve alet adlarından biriyle kurulanlar:
bakır taşı, dikili taş, Arap sabunu, el kitabı, alt geçit, toplu iğne, dolma kalem, yemek masası, yapma çiçek. yatak örtüsü.
ü Yol ve ulaşımla ilgili birleşik kelimeler:
Arnavut kaldırımı, çevre yolu, deniz yolu, kara yolu, keçi yolu.
ü Durum, olgu ve olay bildiren sözlerden biriyle kurulanlar:
açık oturum, ana dili, dil birliği, baş ağrısı, çıkış yolu, iş bölümü, masa başı, sofra başı, ses uyumu, yer çekimi.
ü Bilim ve bilgi sözleriyle kurulanlar:
anlam bilimi, gök bilimi, dil bilgisi, halk bilimi, ses bilgisi.
ü Yuvar ve küre sözleriyle kurulanlar:
ışık küre, yarı küre, ağır küre, hava yuvarı, göz yuvarı, ısı yuvarı.
ü Yiyecek, içecek adlarından biriyle kurulanlar:
balık yağı, Urfa kebabı, dil peyniri, tas kebabı, İnegöl köftesi, havuçlu kek, çiğ köfte, maden suyu, vişne suyu, işkembe çorbası, koz helvası, kesme şeker, çiğ köfte, dolma biber, kuru yemiş, süzme yoğurt.
ü Gök cisimleri:
Çoban yıldızı, kuyruklu yıldız, gök kuşağı, gök taşı.
ü Organ veya organ yerine geçen sözlerden biriyle kurulanlar:
aç göz, sulu göz, bel kemiği, takma bacak, gaga burun, kuru kafa, karga burun.
ü Benzetme yoluyla insanın bir niteliğini anlatmak üzere bitki, hayvan ve nesne adlarıyla kurulan birleşik kelimeler:
ağır top, çetin ceviz, eksik etek, sağmal inek, deli balta, çöpsüz üzüm, eski toprak.
ü Zamanla ilgili birleşik kelimeler:
bağ bozumu, gece yarısı,gün ortası, hafta başı, hafta sonu, ay sonu, yıl sonu.
e. –r / -ar / -er, -maz / -mez ve –an / -en ekleriyle kurulan sıfat tamlaması yapısındaki birleşik kelimeler ayrı yazılır:
bakar kör, çalar saat, çıkar yol, döner kapı, döner kebap, güler yüz, yazar kasa, çıkmaz sokak, görünmez kaza, tükenmez kalem, uçan daire, uçan top.
f. Renk sözü veya renklerden birinin adıyla kurulmuş isim tamlaması yapısındaki renk adları ayrı yazılır:
bakır rengi, kül rengi, portakal rengi, ten rengi, gece mavisi, limon sarısı, boncuk mavisi, duman rengi,Çingene pembesi.
g. Yer adlarında kullanılan Batı, Doğu, Güney, Kuzey, Kuzeybatı, Kuzeydoğu, Güneydoğu, Güneybatı, Aşağı, Orta, Yukarı, Küçük, Büyük, Eski, Yeni, İç, Yakın, Uzak gibi kelimeler ayrı yazılır:
Orta Asya, Uzak Doğu, Güneydoğu Anadolu, İç Erenköy, Küçük Çamlıca, Büyük Menderes, Aşağı Ayrancı, Yeni Kızılelma.
h. Yer adları :
Yunus Emre Mahallesi, Bahçelievler Mahallesi, Sakarya ırmağı,Van Gölü, İstanbul Boğazı, Erciyes dağı, Ağrı Dağı, İzmir Körfezi, Nene Hatun Caddesi.
i. Şahıs adlarından oluşmuş mahalle, bulvar, cadde, sokak, ilçe, köy vb. yer ve kuruluş adlarında sondaki unvanlar hariç, şahıs adları ayrı yazılır:
Gazi Osmanpaşa Mahallesi, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Sütçü İmam Üniversitesi, Koca Mustafapaşa.
j. Şehirlere sonradan verilen unvanlar ayrı yazılır:
Kahraman Maraş, Gazi Antep, Gazi Magosa, Şanlı Urfa.
k. Ev, ocak, yurt kelimeleriyle kurulan birleşik kelimeler ayrı yazılır:
aş evi, bakım evi, radyo evi, ordu evi, öğretmen evi, yayın evi, aile ocağı, Türk Ocağı, sağlık ocağı, öğrenci yurdu, yetiştirme yurdu.
l. Ara, dış, öte, sıra sözlerinin sona getirilmesiyle oluşturulan birleşik kelime ve terimler ayrı yazılır:
milletler arası, devletler arası, uluslar arası, yasa dışı, din dışı, fizik ötesi, mor ötesi, olağan dışı, aklı sıra, ardı sıra.
m. Somut olarak yer belirten üst sözüyle oluşturulan birleşik kelime ve terimler ayrı yazılır:
arka üstü, böbrek üstü, sırt üstü, tepe üstü.
n. Alt, üst, ana, ön, art, arka, yan, karşı, iç, dış, orta, büyük, küçük, sağ, sol, peşin, bir, iki, tek, çok, çift sözlerinin başa getirilmesiyle oluşturulan birleşik kelime ve terimler ayrı yazılır:
alt yapı, alt yazı, ana bilim dalı, ana fikir, ana vatan, ön lisans, ön söz, art niyet, yan cümle, iç kulak, dış gezi, orta öğrenim, büyük anne, büyük şehir, peşin fikir, çok hücreli.
o. Birden fazla kelimeden oluşan sayılar ayrı yazılır:
bin dokuz yüz yirmi altı, yetmiş sekiz, kırk bir.
p. Kanunda bitişik yazılanlar dışında kuruluş adları ayrı yazılır:
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Devlet Malzeme Ofisi, Türk Dil Kurumu, Yüksek Seçim Kurulu, Emekli Sandığı, Atatürk Orman Çiftliği.
q. Türk devlet ve topluluklarındaki özel adlar ünlüler bakımından Türkiye Türkçesindeki söylenişine göre yazılır:
Azerbaycan, Bakû, Semerkant, İslâm Kerimov.
r. Ünsüzlerin yazılışında özgünlük korunur:
Saparmurad Niyazov.
Büyük Harflerin Kullanıldığı Yerler
KAYNAK : TDK
A. Cümle büyük harfle başlar:
Ak akçe kara gün içindir.
Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir. (Atatürk)
Cümle içinde tırnak veya yay ayraç içine alınan cümleler büyük harfle başlar ve sonlarına uygun noktalama işareti (nokta, soru, ünlem) konur:
Atatürk, “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” diyor.
Anadolu kentlerini, köylerini (Köy sözünü de çekinerek yazıyorum.) gezsek bile görmek için değil, kendimizi göstermek için geziyoruz. (Nurullah Ataç)
Ancak iki çizgi arasındaki açıklama cümleleri büyük harfle başlamaz:
Bir zamanlar -bu zamanlar çok da uzak değildir, bundan on, on iki yıl önce- Türk saltanatının maddi sınırları uçsuz bucaksız denilecek kadar genişti. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
İki noktadan sonra gelen cümleler büyük harfle başlar:
Menfaat sandalyeye benzer: Başında taşırsan seni küçültür, ayağının altına alırsan yükseltir. (Cenap Şahabettin)
Ancak iki noktadan sonra cümle niteliğinde olmayan örnekler sıralandığında bu örnekler büyük harfle başlamaz:
Bu eskiliği siz de çok evde görmüşsünüzdür: duvarlarda çiviler, çivi yerleri, lekeler… (Memduh Şevket Esendal)
UYARI: Rakamla başlayan cümlelerde rakamdan sonra gelen kelime büyük harfle başlamaz: 2005 yılında Türk Dil Kurumunun 73. yılını kutladık.
UYARI: Örnek niteliğindeki kelimelerle başlayan cümlede de ilk harf büyük yazılır:
“Banka, bütçe, devlet, fındık, kanepe, menekşe, şemsiye” gibi yüzlerce kelime, kökenleri yabancı olmakla birlikte artık dilimizin malı olmuştur. “Et-, ol-” fiilleri, dilimizde en sık kullanılan yardımcı fiillerdir.
B. Dizeler büyük harfle başlar:
Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi;
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi. (Muhibbi)
Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. (Mehmet Akif Ersoy)
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik;
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik. (Yahya Kemal Beyatlı)
C. Levhalar ve açıklama yazıları büyük harfle başlar:
Giriş, Çıkış, Müdür, Vezne, Başkan, Doktor, Otobüs Durağı, Dolmuş Durağı, Şehirler Arası Telefon, III. Kat, IV. Sınıf, I. Blok.
Cümle içerisinde sayılardan sonra gelen kelimeler küçük harfle başlar.
D. Bilim dallarında kullanılan terimlerin büyük harfle yazılışı, ilgili dallardaki uygulamaya bağlıdır:
Canis canis, Caris caris, Ardea alba, Populus alba, Prunus domestica, Pinus silvestris.
E. Kitap, bildiri, makale vb.nde ana başlıkta bulunan kelimelerin tamamı, alt başlıkta bulunan kelimelerin ise yalnızca ilk harfleri büyük olarak yazılır.
F. Kitap, dergi vb.nde bulunan resim, çizelge, tablo vb.nin altında yer alan açıklayıcı yazılar büyük harfle başlar
G. Belirli bir tarih bildiren ay ve gün adları büyük harfle başlar:
29 Mayıs 1453 Salı günü, 29 Ekim 1923, 28 Aralık 1982’de göreve başladı. Lale festivali 25 Haziranda başlayacak.
1919 senesi Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım. (Atatürk)
Belirli bir tarihi belirtmeyen ay ve gün adları küçük harfle başlar:
Okullar genellikle eylülün ikinci haftasında öğretime başlar. Yürütme Kurulu toplantılarını perşembe günleri yaparız.
H. Özel adlar büyük harfle başlar:
1. Kişi adlarıyla soyadları büyük harfle başlar:
Mustafa Kemal Atatürk,
Takma adlar da büyük harfle başlar:
Muhibbi (Kanuni Sultan Süleyman), Demirtaş (Ziya Gökalp), Tarhan (Ömer Seyfettin),
2. Kişi adlarından önce ve sonra gelen saygı sözleri, unvanlar, lakaplar, meslek ve rütbe adları büyük harfle başlar:
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Kaymakam Erol Bey, Sayın Prof. Dr. Hasan Eren, Hamdi Bey, Mustafa Efendi,
Akrabalık bildiren kelimeler büyük harfle başlamaz:
Tülay abla, Ayşe teyze, Fatma nine, Kemal dayı, Saim amca, Ali enişte.
Akrabalık bildiren kelimeler başa geldiğinde lakap yerine kullanıldığı için büyük harfle başlar: Nene Hatun, Baba Gündüz, Dayı Kemal, Hala Sultan.
Bazı tarihî ve menkıbevi şahsiyetlerde ise akrabalık bildiren kelime sonda olduğu hâlde unvan değeri kazandığı ve özel ada dâhil olduğu için büyük harfle yazılır:
Gül Baba, Susuz Dede, Adile Hala, Gülsüm Bacı, Sultan Ana.
Resmî yazılarda saygı bildiren sözlerden sonra gelen ve makam, mevki, unvan bildiren kelimeler de büyük harfle başlar:
Sayın Bakan, Sayın Başkan, Sayın Rektör, Sayın Vali,
Hitap kelimeleri de büyük harfle başlar:
Sevgili Kardeşim, Aziz Dostum, Değerli Arkadaşım,
3. Hayvanlara verilen özel adlar büyük harfle başlar:
Sarıkız, Fino, Karabaş, Pamuk, Minnoş, Tekir.
4. Millet, boy, oymak adları büyük harfle başlar:
Türk, Alman, İngiliz, Rus, Arap, Japon; Oğuz, Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar, Karakeçili, Hacımusalı.
5. Dil ve lehçe adları büyük harfle başlar:
Türkçe, Almanca, İngilizce, Rusça, Arapça, Oğuzca, Kazakça, Kırgızca, Özbekçe, Tatarca.
6. Devlet adları büyük harfle başlar:
Türkiye Cumhuriyeti, Amerika Birleşik Devletleri, Suudi Arabistan, Azerbaycan Cumhuriyeti.
7. Din ve mezhep adları ile bunların mensuplarını bildiren sözler büyük harfle başlar:
Müslümanlık, Müslüman; Hristiyanlık, Hristiyan; Musevilik, Musevi; Budizm, Budist; Hanefilik, Hanefi; Malikilik, Maliki; Protestanlık, Protestan; Katoliklik, Katolik.
8. Din ve mitoloji ile ilgili özel adlar büyük harfle başlar:
Tanrı, Allah, Cebrail, Zeus, Oziris, Kibele.
Ancak tanrı kelimesi özel ad olarak kullanılmadığında küçük harfle başlar:
Eski Yunan tanrıları. Bazı dinî terimlerin küçük harfle başlaması gelenekleşmiştir:
cennet, cehennem, uçmak, tamu, peygamber, sırat köprüsü.
9. Gezegen ve yıldız adları büyük harfle başlar:
Merkür, Neptün, Plüton, Halley, Dünya,Güneş, Ay vb.
UYARI: Dünya, güneş, ay kelimeleri gezegen anlamı dışında kullanıldığında küçük harfle başlar.
10. Yer adları (kıta, bölge, il, ilçe, köy, semt, cadde, sokak, semt vb.) büyük harfle başlar:
Asya, Avrupa, İç Anadolu, Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu, Yakın Doğu; Ankara,
UYARI: Doğu ve batı sözleri yön bildirdiğinde küçük olarak yazılır:
Bursa’nın doğusu. Bu sözler düşünce, hayat tarzı, politika vb. anlamlar bildirdiğinde ise büyük olarak yazılır: Batı medeniyeti, Doğu mistisizmi vb.
Yer adlarında ilk isimden sonra gelen deniz, nehir, göl, dağ, boğaz vb. tür bildiren ikinci isimler büyük harfle başlar:
Ağrı Dağı, Aral Gölü, Çanakkale Boğazı,
UYARI: Özel ada dâhil olmayıp tamlama kuran şehir, il, ilçe, bucak, belde, köy vb. sözler küçük harfle başlar:
Konya ili, Etimesgut ilçesi, Taflan köyü vb.
Mahalle, meydan, bulvar, cadde, sokak adlarında geçen mahalle, meydan, bulvar, cadde, sokak kelimeleri büyük harfle başlar:
Gazi Osmanpaşa Mahallesi, Yıldız Mahallesi, Yunus Emre Mahallesi, Karaköy Meydanı, Zafer Meydanı, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Ziya Gökalp Bulvarı, Nene Hatun Caddesi, Cemal Nadir Sokağı, Fevzi Çakmak Sokağı, İnkılap Sokağı, Reşat Nuri Sokağı, Türk Ocağı Sokağı.
UYARI: Yer bildiren özel isimlerde de kısaltmalı söyleyiş söz konusu olduğu zaman, kelime başında büyük harf kullanılır:
Hisar’dan, Boğaz’dan, Bulvar’dan.
11. Saray, köşk, han, kale, köprü, anıt vb. yapı adlarının bütün kelimeleri büyük harfle başlar:
Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, İshakpaşa Sarayı, Çankaya Köşkü, Horozlu Han, Ankara Kalesi, Alanya Kalesi, Galata Köprüsü, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü, Mostar Köprüsü, Beyazıt Kulesi, Zafer Abidesi, Bilge Kağan Anıtı.
12. Kurum, kuruluş ve kurul adlarının her kelimesi büyük harfle başlar:
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türk Dil Kurumu, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Devlet Malzeme Ofisi, Millî Kütüphane, Çocuk Esirgeme Kurumu, Atatürk Orman Çiftliği, Çankaya Lisesi; Anadolu Kulübü, Mavi Köşe Bakkaliyesi; Türk Ocağı, Yeşilay Derneği, Muharip Gaziler Derneği, Emek İnşaat; Bakanlar Kurulu, Danışma Kurulu, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı; Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.
13. Kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge, genelge adlarının her kelimesi büyük harfle başlar:
Medeni Kanun, Borçlar Hukuku (kanun), Atatürk Uluslararası Barış Ödülü Tüzüğü, Telif Hakkı Yayın ve Satış Yönetmeliği.
UYARI: Kurum, kuruluş, kurul, merkez, bakanlık, üniversite, fakülte, bölüm, kanun, tüzük, yönetmelik vb.ni bildiren kelimeler, belli bir kurum vb. kastedildiğinde büyük harfle başlar:
Bu yıl Meclis, yeni döneme erken başlayacaktır. Son aylarda Kurum, yazım konusunda yoğun bir çalışma içine girmiştir. 2876 sayılı Kanun bu yıl yeniden gözden geçiriliyor. Bu madde Yönetmelik’in 4’üncü maddesine aykırı düşmektedir.
14. Kitap, dergi, gazete ve sanat eserlerinin (tablo, heykel, müzik) her kelimesi büyük harfle başlar:
Nutuk, Safahat, Kendi Gök Kubbemiz, Anadolu Notları, Sinekli Bakkal; Türk Dili, Türk Kültürü, Varlık; Resmî Gazete, Hürriyet, Milliyet, Türkiye, Yeni Yüzyıl, Yeni Asır; Saraydan Kız Kaçırma, Onuncu Yıl Marşı.
UYARI: Özel ada dâhil olmayan gazete, dergi, tablo vb. sözler büyük harfle başlamaz:
Milliyet gazetesi, Türk Dili dergisi, Halı Dokuyan Kızlar tablosu.
UYARI: Büyük harflerin kullanıldığı yerlerde bulunan ve, ile, ya, veya, yahut, ki, da, de sözleriyle mı, mi, mu, mü soru eki küçük harfle yazılır:
Mai ve Siyah, Suç ve Ceza, Leyla ile Mecnun, Turfanda mı, Turfa mı? Diyorlar ki, Dünyaya İkinci Geliş yahut Sır İçinde Esrar, Ya Devlet Başa ya Kuzgun Leşe, Ben de Yazdım.
15. Millî ve dinî bayramlarla bayram niteliği kazanmış günlerin adları büyük harfle başlar:
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, Ramazan Bayramı, Kurban Bayramı, Nevruz Bayramı, Anneler Günü, Öğretmenler Günü, 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü, 14 Mart Tıp Bayramı, Hıdırellez.
Kurultay, bilgi şöleni, açık oturum vb. toplantıların adlarında her kelime büyük harfle başlar:
V. Uluslararası Türk Dili Kurultayı, Manas Bilgi Şöleni.
16. Tarihî olay, çağ ve dönem adları büyük harfle başlar:
Kurtuluş Savaşı, Millî Mücadele, Cilalı Taş Devri, İlk Çağ, Yükselme Devri, Millî Edebiyat Dönemi, Servetifünun Dönemi, Tanzimat Dönemi.
UYARI: Tarihî dönem bildirmeyip tür veya tarz bildiren terimler küçük harfle başlar:
divan şiiri, divan edebiyatı, halk şiiri, halk edebiyatı, eski Türk edebiyatı, Türk dili, Türk sanat müziği, Türk halk müziği, tekke edebiyatı.
17. Özel adlardan türetilen bütün kelimeler büyük harfle başlar:
Türklük, Türkleşmek, Türkçü, Türkçülük, Türkçe, Türkolog, Türkoloji, Avrupalı, Avrupalılaşmak, Asyalılık, Darvinci, Konyalı, Bursalı.
UYARI: Özel ad kendi anlamı dışında yeni bir anlam kazanmışsa büyük harfle başlamaz:
acem (Türk müziğinde bir perde), hicaz (Türk müziğinde bir makam), nihavent (Türk müziğinde bir makam), amper (elektrik akımında şiddet birimi), jul (fizikte iş birimi), donkişotluk (gereği yokken kahramanlık göstermeye kalkışmak).
UYARI: Para birimleri büyük harfle başlamaz: avro, dinar, dolar, lira, yeni kuruş, liret.
UYARI: Özel adlar yerine kullanılan “o” zamiri cümle içinde büyük harfle yazılmaz.
UYARI: Müzikte kullanılan makam ve tür adları büyük harfle başlamaz:
acemaşiran, acembuselik, bayati, hicazkâr, türkü, varsağı, bayatı.
18. Yer, millet ve kişi adlarıyla kurulan birleşik kelimelerde özel adlar büyük harfle başlar:
Antep fıstığı, Brüksel lahanası, Frenk gömleği, Hindistan cevizi, İngiliz anahtarı, Japon gülü, Maraş dondurması, Van kedisi
Mürâcaat : 1. Ünlü uyumu yok.
2. Başta m sesi var.
3. İki ünlü yan yana gelmiştir.
4. Uzun ünlü var.
İMLÂ KURALLARI VE UYGULAMASI
1. Seslerle İlgili Kurallar
2. Eklerle İlgili Kurallar
3. Kelimelerle İlgili Kurallar
4. Büyük Harflerin Kullanıldığı Yerler
İMLÂ KURALLARI VE UYGULAMASI
İmlâ, kelimelerin ve dil birliklerinin yazımı demektir. Türk imlâsında sese (söyleyişe) bağlı bir imlâ düzeni benimsenmiş olmakla birlikte imlâ konusundaki tartışmalar henüz bitmiş değildir. 1929’da Dil Encümeni tarafından hazırlanan İmlâ Lûgati’nden Türk Dil Kurumu tarafından 2000 yılında yayınlanan İmlâ Kılavuzu’na kadar yazımda epeyce değişiklikler yapılmıştır. Bu macerayı İmlâ Kılavuzu’nun sunuş kısmından okuyabilirsiniz. Burada, tartışmaya girmeden, eğitimde birlik olmalı ilkesinden yola çıkarak, Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanan ve son baskısı 2000 yılında yapılan İmlâ Kılavuzu’nun kurallar bölümü; ana hatlarıyla, öğretimde kolaylık sağlayacağı düşüncesiyle, başlıklar halinde özetlenmiş ve kurallara uygun birkaç örnek ilâve edilmiştir:
SESLERLE İLGİLİ KURALLAR :
1. Bugünkü Türkiye Türkçesinde kökeni Türkçe olan kelimelerin sonunda tonlu b, c, d, g ünsüzleri bulunmaz: ağaç, ak, büyük, ip, ot, saç, yurt.
Dilimizdeki alıntılar da hac, şad, yad gibi birkaç örnek dışında, kelime sonunda yumuşama kuralına uymuştur: kitap (<kitab), muhtaç (<muhtac), cilt (<cild), ahenk (<aheng). Bu gibi alıntılar ünlü ile başlayan bir ek aldıklarında sert sessizler yumuşar:
Sebep > sebebi, Kitap > kitaba, Cilt > cildi, Renk > rengi.
2. Düz, geniş ünlüyle (a ,e) biten fiiller şimdiki zaman çekimi dışında daralmaz.
Beklemek bekliyor,
Anlamak anlamıyor,
saklamak saklıyor.
Söylemek söylüyor
YANLIŞ DOĞRU
anlıyan anlayan
gözlüyecek gözleyecek
geliyim geleyim
söyliyeyim söyleyeyim
ağlıyayım ağlayayım
başlıyayım başlayayım
yatırıyım yatırayım
3. Uzun ünlüler, belli durumlar dışında yazıda gösterilmez :
adalet (ada:let),
işaret (işa:ret),
kaide (ka:ide).
DÜZELTME İŞARETİ
4. Düzeltme (^) işareti aşağıdaki durumlarda kullanılır:
a. Nispet î’sinin belirtme durumu ve iyelik ekiyle karışmasını önlemek için kullanılır.
Türk askeri (iyelik eki). Komutan, asker-i çağırıyor. (Belirtme hâli eki – kimi/neyi) Askerî okul (askere ait, askerle ilgili)
İslam dini
Dinî bilgiler
Fizik ilmi Atatürk’ün resmi
İlmî tartışmalar Resmî kuruluşlar
resmî, insanî, ciddî, mizahî, idarî, iktisadî, meslekî, fizikî.
b. Arapça ve Farsçadan dilimize giren birtakım kelime ve eklerde g, k, l ünsüzlerinin ince okunduğunu göstermek için, bu ünsüzlerden sonra gelen “a” ve “u” sesleri üzerine düzeltme işareti konur:
mezkûr, sükûn, sükût mekân mahkûm kâfir hikâye tezgâh gâvur dergâh, yadigâr, ordugâh, karargâh, imkân, dükkân, kâğıt, sükût, evlât, billûr, üslûp, ahlâk, ilân.
Hakkâri, Elâzığ İslâhiye Lâdik Lâpseki Kâzım, Halûk, Lâle, Nalân, Kâmil
Batı kökenli kelimelerde de “L” ünsüzünün ince okunduğunu göstermek için kullanılır:
plâk, plâj, plân, reklâm.
c. Yazılışları aynı, anlamları ve okunuşları farklı olan kelimeleri ayırmada kullanılır:
adem (yokluk)
âdem (insan)
adet (sayı)
âdet (alışkanlık, gelenek)
aşık (ayak bileğindeki kemik)
âşık (seven,tutkun)
dahi (bile)
dâhi ( deha sahibi,yaratıcı gücü olan)
hal (pazar yeri,çözme)
hâl (durum)
hala (babanın kız kardeşi)
hâlâ (henüz)
kar (bir yağış şekli)
kâr (kazanç)
nar (bir meyve)
nâr (ateş)
şura (şu yer)
şûra (danışma kurulu)
yar (uçurum)
yâr (sevgili)
5. Alıntı kelimelerde “s” ünsüzünden sonra gelen “b” sesi ünsüz benzeşmesine uğrayarak “p”ye dönüşür ve “p” ile yazılır:
ispat, kispet, müspet, nispet, tespih, tespit.
6. Dilimize Farsçadan geçen “–dar” ekindeki “d” sesi sert ünsüzlerden sonra ünsüz benzeşmesine uğrayarak “t” olur:
minnettar, silâhtar, taraftar.
Arapçadan geçen Hayrettin, Seyfettin, Necmettin gibi özel adlarda da “d” sesi “t”ye dönmüştür.
EKLERLE İLGİLİ KURALLAR
1. Soru eki her zaman ayrı yazılır:
Öğreniyor musunuz? Ölür müsün, öldürür müsün? Kalem mi? İnsanlık öldü mü?
2. “-ki” aitlik eki ünlü uyumlarına uymaz ve daima bitişik yazılır:
Yarınki, akşamki, yoldaki, yazıdaki, Turgut’unki.
Birkaç örnekte ünlü uyumlarına uyar: bugünkü, dünkü, öbürkü.
3. “-ma /-me” fiilden isim yapma eki ile biten kelimeler -a, -e, -ı, -i ekleriyle genişletildiğinde araya y koruyucu ünsüzü girer:
kazanma-y-a, okuma-y-a, sevme-y-i.
-mak / -mek ile bitenlere ise -a, -e, -ı, -i eklerinden biri gelirse -k ünsüzü yumuşar: yazmak-a > yazmağa, okumak-a > okumağa. Ancak günümüzde y’li yazılışa doğru güçlü bir eğilim vardır.
4. “-ken” (<iken) eki büyük ünlü uyumuna uymaz. Getirildiği kelimenin ünlüleri kalın da olsa, ekin ünlüsü ince kalır :
okurken, yazarken, durgunken, başlarken.
5. “i”- ek-fiili ayrı yazıldığında ünlü uyumlarına uymaz :
okuyor idik, çalışacak imişiz, yorgun ise.
Ancak, imek fiili bugün daha çok ekleşmiş olarak kullanılmakta ve ünlü uyumlarına uymaktadır: bakıyordu, süslenecekmiş, neyse, güzelmiş, alırsa.
6. “ki” bağlacı her zaman ayrı yazılır :
Demek ki, bilmem ki,
Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer.
Olmaz ki!
Böyle de yatılmaz ki! (Orhan Veli)
7. –da/-de bağlacı ayrı yazılır. Bu bağlacın ayrı yazılacağı çoğu kişi tarafından biliniyor ancak bulunma hâli ekiyle karıştırılıyor. Bunları şöyle ayırt edebiliriz:
ü Bağlaç olan -da/de’nin -ta / -te şekli yoktur.
ü Bir isim, hâl eklerinden sadece birini alabilir. Kelimede hâl eklerinden biri varsa bunu takip eden –da/-de bağlaçtır ve ayrı yazılmalıdır: Bu soruyu da bildi. Size de selâmı var.
ü Hâl eki çıkarılacak olursa belirgin bir şekilde, cümlede kopukluk olur.
ü “ya” sözüyle kullanılan “da” mutlaka ayrı yazılır (ya da). Araba ya da otomobil, ne bulursan tut.
KELİMELERLE İLGİLİ KURALLAR
Dilimizde yeni bir kavramı karşılamak için yararlandığımız yollardan biri, kelime birleştirmesidir. Kelime birleştirmesi yoluyla kurulan sözlere birleşik kelime adı verilir. Bu terim için bileşik kelime denilmesi yanlıştır.
İmlâmızla ilgili tereddütlerin çoğu, kelimelerin ayrı mı, bitişik mi yazılacağı bahsinden kaynaklanmaktadır. Ayrı ve bitişik yazılan kelimeler için uzunca bir açıklama yapmak yerine pratik bir kaç kural vererek ana hatlarıyla bu bölümü özetleyeceğiz:
ü Birleşme sırasında anlam kaymasına uğrayan birleşik kelimeler, bitişik yazılır:
hanımeli, kaynanadili, dokuztaş (oyun), deveboynu (boru).
ü Birleşme sırasında ses olayı görülen birleşik kelimeler bitişik yazılır:
kayın ata > kaynata, sütlü aş > sütlaç, ne için > niçin, emir etmek > emretmek, sabır etmek > sabretmek, kayıp olmak > kaybolmak.
Reddetmek, hissetmek, reddolunmak, affetmek, zannetmek, hiss > his, his-etmek >hissetmek.
1. BİTİŞİK YAZILAN BİRLEŞİK KELİMELER
Birleşik kelimelerden bitişik yazılanlara bitişik kelime diyoruz. Birleşik kelimelerden hangilerinin bitişik yazılacağı aşağıda özetlenmiştir :
a. Kurallı birleşik fiiller bitişik yazılır:
alıverdi, düşeyazdı, bakakaldılar, anlayabilirseniz, yazabilirsiniz.
b. Kelimelerden biri veya ikisi, birleşme sırasında benzetme yoluyla anlam değişmesine uğrarsa bu tür birleşik kelimeler bitişik yazılır:
Aslanağzı, keçisakalı, keçiboynuzu, karagöz (balık), balıkgözü (halka), sıçandişi (dikiş), kadınbudu (köfte), dilberdudağı(tatlı), acemborusu (bitki), kuşyemi (bitki), beştaş (oyun), camgüzeli (bitki), yalıçapkını (kuş), Samanyolu (yıldız kümesi), Demirkazık (yıldız), ayşekadın (fasulye), hafızali (üzüm), karafatma (böcek).
c. –an /-en, -r / -ar / -er, ve –maz / -mez ekleriyle kurulmuş sıfat-fiil gruplarından kalıplaşmış birleşik kelimeler gelenekleşmiş olarak bitişik yazılır:
ağaçkakan, çöpçatan, oyunbozan, saçkıran, gökdelen, akımtoplar, betonkarar, çoksatar, sanatsever, tekerçalar (cd), uçaksavar, kuşkonmaz, varyemez, töretanımaz, değerbilmez.
d. -dı (-di / -du / -dü, -tı / -ti / -tu / -tü ) ekiyle kurulan kalıplaşmış birleşik kelimeler bitişik yazılır:
albastı, ciğerdeldi, gecekondu, günindi, kolbastı, imambayıldı, mirasyedi, zıpçıktı, toprakbastı, şıpsevdi.
e. Her iki ögesi de –dı (-di / -du / -dü, -tı / -ti / -tu/ -tü) veya –r / -ar / -er eklerini almış ve kalıplaşmış birleşik kelimeler bitişik yazılır:
dedikodu, kaptıkaçtı, oldubitti, biçerdöver, uyurgezer, okuryazar, yanardöner, yüzergezer.
f. Hayvan, bitki, organ ve çeşitli nesne adlarıyla kurulan ve içinde renklerden birinin adı veya renk sözü geçmeyen renk adları bitişik yazılır:
baklaçiçeği, balköpüğü, camgöbeği, devetüyü, fildişi, vişneçürüğü.
g. Renk adlarıyla kurulan ve bitki, hayvan veya hastalık türlerinden birini gösteren birleşik kelimeler bitişik yazılır:
akağaç, akkavak, akmantar, karadut, karaçalı, alabalık, karakuş, bozayı, beyazsinek, sarıçiçek.
h. Somut olarak yer bildirmeyen üst ve üzeri sözlerinin sona getirilmesiyle kurulan birleşik kelimeler bitişik yazılır:
akşamüstü, ayaküstü, bayramüstü, ikindiüzeri, olağanüstü, sırtüstü, suçüstü, yüzüstü.
i. Somut olarak yer bildirmeyen alt sözüyle kurulan birleşik kelimeler de bitişik yazılır:
ayakaltı, bilinçaltı, gözaltı, şuuraltı.
j. İki veya daha çok kelimenin birleşmesinden oluşmuş kişi adları, soyadları, lâkaplar ve Türkçe yer adları bitişik yazılır:
Alper, Birol, Gülseren; Atatürk, Adıvar, Tanpınar;Tepedelenli Ali Paşa; Çanakkale, Pınarbaşı, Beşiktaş, Yenişehir, Batıkent, Çengelköy, İncesu, Acıgöl.
k. Şahıs adları ve unvanlarından oluşmuş mahalle, meydan, köy vb. yer ve kuruluş adlarındaki unvan grubu ; unvan kelimesi sonda ise, gelenekleşmiş olarak bitişik yazılır:
Abidinpaşa, Bayrampaşa, Necatibey (Caddesi), Gaziosmanpaşa (Üniversitesi).
l. Ara yönleri belirten kelimeler bitişik yazılır:
güneybatı, güneydoğu, kuzeydoğu,kuzeybatı
m. Senet, çek vb. ticarî belgelerde geçen sayılar bitişik yazılır:
“yediyüzyirmibeşmilyonaltmışsekizbinsekizyüzo n” lira.
n. Her iki ögesi de aslî anlamını koruduğu halde yaygın bir şekilde gelenekleşmiş olarak bitişik yazılan kelimeler de vardır:
ü Baş sözüyle oluşturulan sıfat tamlamaları:
başkomutan, başyazar, başfiyat, başrol, başköşe, başparmak, başkent, başçavuş, başeser.
ü Başı kelimesiyle oluşturulan belirtisiz isim tamlamaları:
aşçıbaşı, binbaşı, onbaşı, çarkçıbaşı, ustabaşı, yüzbaşı..
ü Oğlu, oğulları, kızı sözleriyle oluşturulan belirtisiz isim tamlamaları:
Caferoğlu, Topaloğlu, Osmanoğulları, çapanoğlu, dayıoğlu, eloğlu, hinoğluhin, teyzekızı.
ü Ağa, bey, efendi, hanım, nine vb. sözlerle kurulan birleşik kelimeler:
ağababa, ağabey, beyefendi, efendibaba, hanımanne, hanımefendi, hacıağa.
ü Açıortay, ağırbaşlı, akarsu, akaryakıt, anamal, anaokulu, anapara, anayasa, atasözü, aybaşı, babaanne, basmakalıp, başörtü, birdenbire, bozkır, bugün, buzdolabı, delikanlı, erbaş, gökyüzü, ilkbahar, ilkokul, ilköğretim, ipucu, milletvekili, tıpkıbasım, topyekûn, vazgeçmek, yarıçap, yarımada, yeryüzü, yüzyıl gibi kelime ve deyimler de gelenekleşmiş ve yaygınlaşmış olarak bitişik yazılır.
ü Biraz, birazı, birkaç, birkaçı, birtakım, birçok, birçoğu, hiçbir, hiçbiri, herhangi kelimeleri de bitişik yazılır.
o. Hane kelimesiyle Farsça kurala göre oluşturulan birleşik kelimeler bitişik yazılır:
çayhane, dershane, eczahane, hastahane, postahane, pastahane, yemekhane. Bu sözlerde geçen hane kelimesindeki h’nin yazılmaması yanlıştır.
p. Perver, perest, zade ve name kelimeleriyle Farsça kurala göre oluşturulan birleşik kelimeler bitişik yazılır:
vatanperver, hayalperest, Resulzade, dayızade, beyanname, Oğuzname, Battalname.
q. Kanunda bitişik geçen veya bitişik olarak tescil ettirilen kuruluş adları bitişik yazılır:
İçişleri, Dışişleri, Genelkurmay, Yükseköğretim.
r. oto, tele, matik ögeleriyle kurulan alıntılar da bitişik yazılır:
otobiyografi, otomobil, otogar, otopark, telekart, telekız, telefon, bankamatik.
2. AYRI YAZILAN BİRLEŞİK KELİMELER
a. Deyimler ayrı yazılır:
göze girmek, etekleri zil çalmak, ağzı kulaklarına varmak.
b. İkilemeler ayrı yazılır:
bata çıka, yavaş yavaş, güle oynaya, çoluk çocuk, ev bark, konu komşu, eş dost, kitap mitap, süklüm püklüm, soy sop.
c. Yardımcı fiillerle kurulan birleşik fillerde ses olayı olmuyorsa ayrı yazılır:
arz etmek, adam olmak, dans etmek, soracak olmak, not etmek, oyun etmek, sağır olmak, yok olmak, yardım etmek, yarış etmek.
d. Birleşme sırasında kelimelerden hiçbiri anlam değişikliğine uğramıyorsa bu tür birleşik kelimeler ayrı yazılır:
ü Hayvan türlerinden birinin adıyla kurulanlar:
ada balığı, ardıç kuşu, tarla kuşu, bal arısı, Pekin ördeği.
ü Bitki türlerinden birinin adıyla kurulanlar:
çörek otu, acı ot, yayla çiçeği, yumru kök, kuş üzümü, dağ armudu, Japon gülü, kuru fasulye, kuru incir, yaban gülü.
ü Nesne, eşya ve alet adlarından biriyle kurulanlar:
bakır taşı, dikili taş, Arap sabunu, el kitabı, alt geçit, toplu iğne, dolma kalem, yemek masası, yapma çiçek. yatak örtüsü.
ü Yol ve ulaşımla ilgili birleşik kelimeler:
Arnavut kaldırımı, çevre yolu, deniz yolu, kara yolu, keçi yolu.
ü Durum, olgu ve olay bildiren sözlerden biriyle kurulanlar:
açık oturum, ana dili, dil birliği, baş ağrısı, çıkış yolu, iş bölümü, masa başı, sofra başı, ses uyumu, yer çekimi.
ü Bilim ve bilgi sözleriyle kurulanlar:
anlam bilimi, gök bilimi, dil bilgisi, halk bilimi, ses bilgisi.
ü Yuvar ve küre sözleriyle kurulanlar:
ışık küre, yarı küre, ağır küre, hava yuvarı, göz yuvarı, ısı yuvarı.
ü Yiyecek, içecek adlarından biriyle kurulanlar:
balık yağı, Urfa kebabı, dil peyniri, tas kebabı, İnegöl köftesi, havuçlu kek, çiğ köfte, maden suyu, vişne suyu, işkembe çorbası, koz helvası, kesme şeker, çiğ köfte, dolma biber, kuru yemiş, süzme yoğurt.
ü Gök cisimleri:
Çoban yıldızı, kuyruklu yıldız, gök kuşağı, gök taşı.
ü Organ veya organ yerine geçen sözlerden biriyle kurulanlar:
aç göz, sulu göz, bel kemiği, takma bacak, gaga burun, kuru kafa, karga burun.
ü Benzetme yoluyla insanın bir niteliğini anlatmak üzere bitki, hayvan ve nesne adlarıyla kurulan birleşik kelimeler:
ağır top, çetin ceviz, eksik etek, sağmal inek, deli balta, çöpsüz üzüm, eski toprak.
ü Zamanla ilgili birleşik kelimeler:
bağ bozumu, gece yarısı,gün ortası, hafta başı, hafta sonu, ay sonu, yıl sonu.
e. –r / -ar / -er, -maz / -mez ve –an / -en ekleriyle kurulan sıfat tamlaması yapısındaki birleşik kelimeler ayrı yazılır:
bakar kör, çalar saat, çıkar yol, döner kapı, döner kebap, güler yüz, yazar kasa, çıkmaz sokak, görünmez kaza, tükenmez kalem, uçan daire, uçan top.
f. Renk sözü veya renklerden birinin adıyla kurulmuş isim tamlaması yapısındaki renk adları ayrı yazılır:
bakır rengi, kül rengi, portakal rengi, ten rengi, gece mavisi, limon sarısı, boncuk mavisi, duman rengi,Çingene pembesi.
g. Yer adlarında kullanılan Batı, Doğu, Güney, Kuzey, Kuzeybatı, Kuzeydoğu, Güneydoğu, Güneybatı, Aşağı, Orta, Yukarı, Küçük, Büyük, Eski, Yeni, İç, Yakın, Uzak gibi kelimeler ayrı yazılır:
Orta Asya, Uzak Doğu, Güneydoğu Anadolu, İç Erenköy, Küçük Çamlıca, Büyük Menderes, Aşağı Ayrancı, Yeni Kızılelma.
h. Yer adları :
Yunus Emre Mahallesi, Bahçelievler Mahallesi, Sakarya ırmağı,Van Gölü, İstanbul Boğazı, Erciyes dağı, Ağrı Dağı, İzmir Körfezi, Nene Hatun Caddesi.
i. Şahıs adlarından oluşmuş mahalle, bulvar, cadde, sokak, ilçe, köy vb. yer ve kuruluş adlarında sondaki unvanlar hariç, şahıs adları ayrı yazılır:
Gazi Osmanpaşa Mahallesi, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Sütçü İmam Üniversitesi, Koca Mustafapaşa.
j. Şehirlere sonradan verilen unvanlar ayrı yazılır:
Kahraman Maraş, Gazi Antep, Gazi Magosa, Şanlı Urfa.
k. Ev, ocak, yurt kelimeleriyle kurulan birleşik kelimeler ayrı yazılır:
aş evi, bakım evi, radyo evi, ordu evi, öğretmen evi, yayın evi, aile ocağı, Türk Ocağı, sağlık ocağı, öğrenci yurdu, yetiştirme yurdu.
l. Ara, dış, öte, sıra sözlerinin sona getirilmesiyle oluşturulan birleşik kelime ve terimler ayrı yazılır:
milletler arası, devletler arası, uluslar arası, yasa dışı, din dışı, fizik ötesi, mor ötesi, olağan dışı, aklı sıra, ardı sıra.
m. Somut olarak yer belirten üst sözüyle oluşturulan birleşik kelime ve terimler ayrı yazılır:
arka üstü, böbrek üstü, sırt üstü, tepe üstü.
n. Alt, üst, ana, ön, art, arka, yan, karşı, iç, dış, orta, büyük, küçük, sağ, sol, peşin, bir, iki, tek, çok, çift sözlerinin başa getirilmesiyle oluşturulan birleşik kelime ve terimler ayrı yazılır:
alt yapı, alt yazı, ana bilim dalı, ana fikir, ana vatan, ön lisans, ön söz, art niyet, yan cümle, iç kulak, dış gezi, orta öğrenim, büyük anne, büyük şehir, peşin fikir, çok hücreli.
o. Birden fazla kelimeden oluşan sayılar ayrı yazılır:
bin dokuz yüz yirmi altı, yetmiş sekiz, kırk bir.
p. Kanunda bitişik yazılanlar dışında kuruluş adları ayrı yazılır:
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Devlet Malzeme Ofisi, Türk Dil Kurumu, Yüksek Seçim Kurulu, Emekli Sandığı, Atatürk Orman Çiftliği.
q. Türk devlet ve topluluklarındaki özel adlar ünlüler bakımından Türkiye Türkçesindeki söylenişine göre yazılır:
Azerbaycan, Bakû, Semerkant, İslâm Kerimov.
r. Ünsüzlerin yazılışında özgünlük korunur:
Saparmurad Niyazov.
Büyük Harflerin Kullanıldığı Yerler
KAYNAK : TDK
A. Cümle büyük harfle başlar:
Ak akçe kara gün içindir.
Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir. (Atatürk)
Cümle içinde tırnak veya yay ayraç içine alınan cümleler büyük harfle başlar ve sonlarına uygun noktalama işareti (nokta, soru, ünlem) konur:
Atatürk, “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” diyor.
Anadolu kentlerini, köylerini (Köy sözünü de çekinerek yazıyorum.) gezsek bile görmek için değil, kendimizi göstermek için geziyoruz. (Nurullah Ataç)
Ancak iki çizgi arasındaki açıklama cümleleri büyük harfle başlamaz:
Bir zamanlar -bu zamanlar çok da uzak değildir, bundan on, on iki yıl önce- Türk saltanatının maddi sınırları uçsuz bucaksız denilecek kadar genişti. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
İki noktadan sonra gelen cümleler büyük harfle başlar:
Menfaat sandalyeye benzer: Başında taşırsan seni küçültür, ayağının altına alırsan yükseltir. (Cenap Şahabettin)
Ancak iki noktadan sonra cümle niteliğinde olmayan örnekler sıralandığında bu örnekler büyük harfle başlamaz:
Bu eskiliği siz de çok evde görmüşsünüzdür: duvarlarda çiviler, çivi yerleri, lekeler… (Memduh Şevket Esendal)
UYARI: Rakamla başlayan cümlelerde rakamdan sonra gelen kelime büyük harfle başlamaz: 2005 yılında Türk Dil Kurumunun 73. yılını kutladık.
UYARI: Örnek niteliğindeki kelimelerle başlayan cümlede de ilk harf büyük yazılır:
“Banka, bütçe, devlet, fındık, kanepe, menekşe, şemsiye” gibi yüzlerce kelime, kökenleri yabancı olmakla birlikte artık dilimizin malı olmuştur. “Et-, ol-” fiilleri, dilimizde en sık kullanılan yardımcı fiillerdir.
B. Dizeler büyük harfle başlar:
Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi;
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi. (Muhibbi)
Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. (Mehmet Akif Ersoy)
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik;
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik. (Yahya Kemal Beyatlı)
C. Levhalar ve açıklama yazıları büyük harfle başlar:
Giriş, Çıkış, Müdür, Vezne, Başkan, Doktor, Otobüs Durağı, Dolmuş Durağı, Şehirler Arası Telefon, III. Kat, IV. Sınıf, I. Blok.
Cümle içerisinde sayılardan sonra gelen kelimeler küçük harfle başlar.
D. Bilim dallarında kullanılan terimlerin büyük harfle yazılışı, ilgili dallardaki uygulamaya bağlıdır:
Canis canis, Caris caris, Ardea alba, Populus alba, Prunus domestica, Pinus silvestris.
E. Kitap, bildiri, makale vb.nde ana başlıkta bulunan kelimelerin tamamı, alt başlıkta bulunan kelimelerin ise yalnızca ilk harfleri büyük olarak yazılır.
F. Kitap, dergi vb.nde bulunan resim, çizelge, tablo vb.nin altında yer alan açıklayıcı yazılar büyük harfle başlar
G. Belirli bir tarih bildiren ay ve gün adları büyük harfle başlar:
29 Mayıs 1453 Salı günü, 29 Ekim 1923, 28 Aralık 1982’de göreve başladı. Lale festivali 25 Haziranda başlayacak.
1919 senesi Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım. (Atatürk)
Belirli bir tarihi belirtmeyen ay ve gün adları küçük harfle başlar:
Okullar genellikle eylülün ikinci haftasında öğretime başlar. Yürütme Kurulu toplantılarını perşembe günleri yaparız.
H. Özel adlar büyük harfle başlar:
1. Kişi adlarıyla soyadları büyük harfle başlar:
Mustafa Kemal Atatürk,
Takma adlar da büyük harfle başlar:
Muhibbi (Kanuni Sultan Süleyman), Demirtaş (Ziya Gökalp), Tarhan (Ömer Seyfettin),
2. Kişi adlarından önce ve sonra gelen saygı sözleri, unvanlar, lakaplar, meslek ve rütbe adları büyük harfle başlar:
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Kaymakam Erol Bey, Sayın Prof. Dr. Hasan Eren, Hamdi Bey, Mustafa Efendi,
Akrabalık bildiren kelimeler büyük harfle başlamaz:
Tülay abla, Ayşe teyze, Fatma nine, Kemal dayı, Saim amca, Ali enişte.
Akrabalık bildiren kelimeler başa geldiğinde lakap yerine kullanıldığı için büyük harfle başlar: Nene Hatun, Baba Gündüz, Dayı Kemal, Hala Sultan.
Bazı tarihî ve menkıbevi şahsiyetlerde ise akrabalık bildiren kelime sonda olduğu hâlde unvan değeri kazandığı ve özel ada dâhil olduğu için büyük harfle yazılır:
Gül Baba, Susuz Dede, Adile Hala, Gülsüm Bacı, Sultan Ana.
Resmî yazılarda saygı bildiren sözlerden sonra gelen ve makam, mevki, unvan bildiren kelimeler de büyük harfle başlar:
Sayın Bakan, Sayın Başkan, Sayın Rektör, Sayın Vali,
Hitap kelimeleri de büyük harfle başlar:
Sevgili Kardeşim, Aziz Dostum, Değerli Arkadaşım,
3. Hayvanlara verilen özel adlar büyük harfle başlar:
Sarıkız, Fino, Karabaş, Pamuk, Minnoş, Tekir.
4. Millet, boy, oymak adları büyük harfle başlar:
Türk, Alman, İngiliz, Rus, Arap, Japon; Oğuz, Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar, Karakeçili, Hacımusalı.
5. Dil ve lehçe adları büyük harfle başlar:
Türkçe, Almanca, İngilizce, Rusça, Arapça, Oğuzca, Kazakça, Kırgızca, Özbekçe, Tatarca.
6. Devlet adları büyük harfle başlar:
Türkiye Cumhuriyeti, Amerika Birleşik Devletleri, Suudi Arabistan, Azerbaycan Cumhuriyeti.
7. Din ve mezhep adları ile bunların mensuplarını bildiren sözler büyük harfle başlar:
Müslümanlık, Müslüman; Hristiyanlık, Hristiyan; Musevilik, Musevi; Budizm, Budist; Hanefilik, Hanefi; Malikilik, Maliki; Protestanlık, Protestan; Katoliklik, Katolik.
8. Din ve mitoloji ile ilgili özel adlar büyük harfle başlar:
Tanrı, Allah, Cebrail, Zeus, Oziris, Kibele.
Ancak tanrı kelimesi özel ad olarak kullanılmadığında küçük harfle başlar:
Eski Yunan tanrıları. Bazı dinî terimlerin küçük harfle başlaması gelenekleşmiştir:
cennet, cehennem, uçmak, tamu, peygamber, sırat köprüsü.
9. Gezegen ve yıldız adları büyük harfle başlar:
Merkür, Neptün, Plüton, Halley, Dünya,Güneş, Ay vb.
UYARI: Dünya, güneş, ay kelimeleri gezegen anlamı dışında kullanıldığında küçük harfle başlar.
10. Yer adları (kıta, bölge, il, ilçe, köy, semt, cadde, sokak, semt vb.) büyük harfle başlar:
Asya, Avrupa, İç Anadolu, Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu, Yakın Doğu; Ankara,
UYARI: Doğu ve batı sözleri yön bildirdiğinde küçük olarak yazılır:
Bursa’nın doğusu. Bu sözler düşünce, hayat tarzı, politika vb. anlamlar bildirdiğinde ise büyük olarak yazılır: Batı medeniyeti, Doğu mistisizmi vb.
Yer adlarında ilk isimden sonra gelen deniz, nehir, göl, dağ, boğaz vb. tür bildiren ikinci isimler büyük harfle başlar:
Ağrı Dağı, Aral Gölü, Çanakkale Boğazı,
UYARI: Özel ada dâhil olmayıp tamlama kuran şehir, il, ilçe, bucak, belde, köy vb. sözler küçük harfle başlar:
Konya ili, Etimesgut ilçesi, Taflan köyü vb.
Mahalle, meydan, bulvar, cadde, sokak adlarında geçen mahalle, meydan, bulvar, cadde, sokak kelimeleri büyük harfle başlar:
Gazi Osmanpaşa Mahallesi, Yıldız Mahallesi, Yunus Emre Mahallesi, Karaköy Meydanı, Zafer Meydanı, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Ziya Gökalp Bulvarı, Nene Hatun Caddesi, Cemal Nadir Sokağı, Fevzi Çakmak Sokağı, İnkılap Sokağı, Reşat Nuri Sokağı, Türk Ocağı Sokağı.
UYARI: Yer bildiren özel isimlerde de kısaltmalı söyleyiş söz konusu olduğu zaman, kelime başında büyük harf kullanılır:
Hisar’dan, Boğaz’dan, Bulvar’dan.
11. Saray, köşk, han, kale, köprü, anıt vb. yapı adlarının bütün kelimeleri büyük harfle başlar:
Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, İshakpaşa Sarayı, Çankaya Köşkü, Horozlu Han, Ankara Kalesi, Alanya Kalesi, Galata Köprüsü, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü, Mostar Köprüsü, Beyazıt Kulesi, Zafer Abidesi, Bilge Kağan Anıtı.
12. Kurum, kuruluş ve kurul adlarının her kelimesi büyük harfle başlar:
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türk Dil Kurumu, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Devlet Malzeme Ofisi, Millî Kütüphane, Çocuk Esirgeme Kurumu, Atatürk Orman Çiftliği, Çankaya Lisesi; Anadolu Kulübü, Mavi Köşe Bakkaliyesi; Türk Ocağı, Yeşilay Derneği, Muharip Gaziler Derneği, Emek İnşaat; Bakanlar Kurulu, Danışma Kurulu, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı; Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.
13. Kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge, genelge adlarının her kelimesi büyük harfle başlar:
Medeni Kanun, Borçlar Hukuku (kanun), Atatürk Uluslararası Barış Ödülü Tüzüğü, Telif Hakkı Yayın ve Satış Yönetmeliği.
UYARI: Kurum, kuruluş, kurul, merkez, bakanlık, üniversite, fakülte, bölüm, kanun, tüzük, yönetmelik vb.ni bildiren kelimeler, belli bir kurum vb. kastedildiğinde büyük harfle başlar:
Bu yıl Meclis, yeni döneme erken başlayacaktır. Son aylarda Kurum, yazım konusunda yoğun bir çalışma içine girmiştir. 2876 sayılı Kanun bu yıl yeniden gözden geçiriliyor. Bu madde Yönetmelik’in 4’üncü maddesine aykırı düşmektedir.
14. Kitap, dergi, gazete ve sanat eserlerinin (tablo, heykel, müzik) her kelimesi büyük harfle başlar:
Nutuk, Safahat, Kendi Gök Kubbemiz, Anadolu Notları, Sinekli Bakkal; Türk Dili, Türk Kültürü, Varlık; Resmî Gazete, Hürriyet, Milliyet, Türkiye, Yeni Yüzyıl, Yeni Asır; Saraydan Kız Kaçırma, Onuncu Yıl Marşı.
UYARI: Özel ada dâhil olmayan gazete, dergi, tablo vb. sözler büyük harfle başlamaz:
Milliyet gazetesi, Türk Dili dergisi, Halı Dokuyan Kızlar tablosu.
UYARI: Büyük harflerin kullanıldığı yerlerde bulunan ve, ile, ya, veya, yahut, ki, da, de sözleriyle mı, mi, mu, mü soru eki küçük harfle yazılır:
Mai ve Siyah, Suç ve Ceza, Leyla ile Mecnun, Turfanda mı, Turfa mı? Diyorlar ki, Dünyaya İkinci Geliş yahut Sır İçinde Esrar, Ya Devlet Başa ya Kuzgun Leşe, Ben de Yazdım.
15. Millî ve dinî bayramlarla bayram niteliği kazanmış günlerin adları büyük harfle başlar:
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, Ramazan Bayramı, Kurban Bayramı, Nevruz Bayramı, Anneler Günü, Öğretmenler Günü, 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü, 14 Mart Tıp Bayramı, Hıdırellez.
Kurultay, bilgi şöleni, açık oturum vb. toplantıların adlarında her kelime büyük harfle başlar:
V. Uluslararası Türk Dili Kurultayı, Manas Bilgi Şöleni.
16. Tarihî olay, çağ ve dönem adları büyük harfle başlar:
Kurtuluş Savaşı, Millî Mücadele, Cilalı Taş Devri, İlk Çağ, Yükselme Devri, Millî Edebiyat Dönemi, Servetifünun Dönemi, Tanzimat Dönemi.
UYARI: Tarihî dönem bildirmeyip tür veya tarz bildiren terimler küçük harfle başlar:
divan şiiri, divan edebiyatı, halk şiiri, halk edebiyatı, eski Türk edebiyatı, Türk dili, Türk sanat müziği, Türk halk müziği, tekke edebiyatı.
17. Özel adlardan türetilen bütün kelimeler büyük harfle başlar:
Türklük, Türkleşmek, Türkçü, Türkçülük, Türkçe, Türkolog, Türkoloji, Avrupalı, Avrupalılaşmak, Asyalılık, Darvinci, Konyalı, Bursalı.
UYARI: Özel ad kendi anlamı dışında yeni bir anlam kazanmışsa büyük harfle başlamaz:
acem (Türk müziğinde bir perde), hicaz (Türk müziğinde bir makam), nihavent (Türk müziğinde bir makam), amper (elektrik akımında şiddet birimi), jul (fizikte iş birimi), donkişotluk (gereği yokken kahramanlık göstermeye kalkışmak).
UYARI: Para birimleri büyük harfle başlamaz: avro, dinar, dolar, lira, yeni kuruş, liret.
UYARI: Özel adlar yerine kullanılan “o” zamiri cümle içinde büyük harfle yazılmaz.
UYARI: Müzikte kullanılan makam ve tür adları büyük harfle başlamaz:
acemaşiran, acembuselik, bayati, hicazkâr, türkü, varsağı, bayatı.
18. Yer, millet ve kişi adlarıyla kurulan birleşik kelimelerde özel adlar büyük harfle başlar:
Antep fıstığı, Brüksel lahanası, Frenk gömleği, Hindistan cevizi, İngiliz anahtarı, Japon gülü, Maraş dondurması, Van kedisi
NOKTALAMA İŞARETLERI VE UYGULAMASI
-Nokta, Virgül, Noktalı Virgül, İki Nokta-Üç Nokta
-Soru İş.,Ünlem İş.,Kısa ve Uzun Çizgi, Eğik Çizgi
-Tırnak İş.,Denden İş.,Yay ve Köşeli Ayraç,Kesme İş.
-Kısaltmalar
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ÖZCAN
NOKTALAMA İŞARETLERİNİN ORTAYA ÇIKMASI
Noktalama işaretlerinin tarihi, dil bilgini Aristophanes ile başlar. Bununla birlikte düzenli olarak kullanımı, XVI. yüzyılda matbaanın bulunuşu ile gerçekleşmiştir. XIX. yüzyılda ise, genelleşerek kesin kurallara bağlanmıştır.
Bizim edebiyatımızda, noktalama işaretleri, ancak Avrupa’yı tanıdıktan sonra, XIX. yüzyıldan itibaren görülmeye başlamıştır. İlk olarak Şinasi, Şair Evlenmesi (1859) adlı tiyatro oyununun başında iki işaretten söz etmektedir: “Mu’tarıza ( ) içinde bulunan kelâm hâli târif içindir. Şöyle bir hatt-ı ufkî – söz başına delâlet eder. Nokta, sözün nihayetine alâmet olur”. Şemsettin Sami de, Kamus-ı Türkî adlı sözlüğünde iki noktaya (noktateyn; virgüle (,), fasıla demektedir.
Önceleri düzyazı metinlerinde kullanılan noktalama işaretlerinin, şiirde kullanılmadığını görüyoruz. Başlangıçta, hem şiir hem düzyazı yazan edebiyatçılarımız, noktalama işaretlerini, düzyazı metinlerinde kullanmışlar, bununla beraber şiir halinde yazdıkları metinlerde noktalama işaretlerini kullanmamışlardır. Sonraları şiirlerde de başarı ile noktalama işaretlerinin kullanıldığı görülmektedir. Örneğin Recaizâde Mahmut Ekrem, hem Araba Sevdası adlı romanında, hem de Zemzeme, Pejmürde gibi şiir kitaplarında bu işaretlere özen göstermiş ve yerli yerinde kullanmıştır. Servet-i Fünûn döneminde, Tevfik Fikret’in şiirlerinde, noktalama işaretlerinin özenle kullanıldığını görmekteyiz.
Cumhuriyet döneminde, noktalama işaretleri daha çok önemsenmiş sayıları ve türleri arttırılmıştır.
Duygu ve düşünceleri daha açık ifade etmek, cümlenin yapısını ve duraklama noktalarını belirlemek, okumayı ve anlamayı kolaylaştırmak, sözün vurgu ve ton gibi özelliklerini belirtmek üzere kullanılan özel işaretlere noktalama işaretleri denir. Noktalama işaretleri, anlamı aydınlatır, yanlış anlaşılmaların önüne geçer, okumayı kolaylaştırır.
A. NOKTA (.)
1. Cümlenin sonuna konur :
Türk Dil Kurumu, 1932 yılında kurulmuştur.
Türk’üm.
2. Kısaltmaların sonuna konur:
Prof., Cad., T.(Türkçe), Ar. (Arapça).
Ancak, büyük harflerin kullanılmasıyla yapılan kısaltmalardan sonra nokta kullanılmaz:
TDK (Türk Dil Kurumu), TBMM, cm (santimetre), g (gram), l (litre).
3. Sayılardan sonra sıra bildirmek için kullanılır:
3.(üçüncü), II. Mehmet, 2. Cadde, 20. Sokak, XV. yüzyıl.
4. Bir yazının maddelerini gösteren rakam veya harflerden sonra kullanılır:
I. 1. A. a. II. 2. B. b.
5. Tarihlerin yazılışında gün, ay ve yılı gösteren sayıları birbirinden ayırmak için konur:
29.5.1453, 29.X.1923.
Tarihlerde ay adları yazıyla da yazılabilir. Bu durumda ay adlarından önce ve sonra nokta kullanılmaz: 29 Mayıs 1453.
6. Saat ve dakika gösteren sayıları birbirinden ayırmak için konur:
Tren 09.15’te kalktı.
Saat ve dakika sayılarını ayırmak için kesinlikle iki nokta işareti kullanılmaz.
7. Bibliyografik künyelerin sonuna konur:
Agâh Sırrı Levend, Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, Ankara, 1960.
8. Üçlü gruplara ayrılarak yazılan büyük sayılarda gruplar arasına konur:
16.551.000, 22.465.660
9. Matematikte çarpı işareti yerine kullanılır: 4.5=20.
B. VİRGÜL ( , )
1. Birbiri ardınca sıralanan eş görevli kelime ve kelime grupları arasına konur:
Fırtınadan, soğuktan, karanlıktan ve biraz da korkudan sonra bu sıcak, aydınlık ve sevimli odanın havasında erir gibi oldum. (H. Edip, Kalp Ağrısı)
Sessiz dereler, solgun ağaçlar, sarı güller
Dillenmiş ağızlarda tutuk dilli gönüller. (F. Nafiz)
2. Sıralı cümleleri birbirinden ayırmak için kullanılır:
Umduk, bekledik, düşündük. Geldim, gördüm, yendim.
Fakat yol otomobillere yasak olduğundan o da herkes gibi tramvaya biner, kimse kendisine dikkat etmez. (F. Rıfkı Atay, Denizaşırı)
3. Cümlede özel olarak vurgulanması gereken ögelerden sonra konur:
Binaenaleyh, biz her vasıtadan, yalnız ve ancak, bir noktainazardan istifade ederiz. ( Atatürk)
4. Uzun cümlelerde yüklemden uzak düşmüş olan ögeleri belirtmek için konur:
Saniye Hanımefendi, merdivenlerde oğlunun ayak seslerini duyar duymaz, hasretlisini karşılamaya atılan bir genç kadın gibi, koltuğundan fırlamış ve ona kapıyı kendi eliyle açmaya gelmişti.
(Y. Kadri, Panoroma)
5. Cümle içinde ara sözleri ve ara cümleleri ayırmak için konur:
Şimdi, efendiler, müsaade buyurursanız, size bir sual sorayım. (Atatürk)
6. Anlama güç kazandırmak için tekrarlanan kelimeler arasına konur:
Akşam, yine akşam, yine akşam,
Göllerde bu dem bir kamış olsam! (Ahmet Haşim)
İkilemelerde kelimeler arasına herhangi bir işaret konmaz.
7. Tırnak içinde olmayan alıntı cümlelerden sonra konur: Datça’ya yarın gideceğim, dedi.
8. Kendisinden sonraki cümleye bağlı olarak ret, kabul ve teşvik bildiren hayır, yok, yoo, evet, peki, pekâlâ, tamam, olur, hayhay, baş üstüne, öyle, haydi, elbette gibi kelimelerden sonra konur:
Peki, gideriz. Hayhay, memnun oluruz. Haydi, geç kalıyoruz.
Evet, kırk seneden beri Türkçe merhale merhale Türkleşiyor.
9. Bir kelimenin kendisinden sonra gelen kelime veya kelime gruplarıyla yapı ve anlam bakımından bağlantısı olmadığını göstermek için kullanılır:
Bu, tek gözlü, genç fakat ihtiyar görünen bir adamcağızdır. (Halit Ziya Uşaklıgil)
Bu gece, eğlenceleri içlerine sinmedi. (Reşat Nuri Güntekin)
10. Hitap için kullanılan kelimelerden sonra konur:
Efendiler, bilirsiniz ki, hayat demek, mücadele, müsademe demektir. (Atatürk)
Sayın Başkan, Sevgili kardeşim,
11. Yazışmalarda, başvurulan makamın adından sonra konur:
Fatih Üniversitesi Rektörlüğüne,
12. Yazışmalarda, yer adlarını tarihlerden ayırmak için konur:
Konya, 25 Eylül 2000
13. Sayıların yazılışında, kesirleri ayırmak için konur: 38,6 (otuz sekiz tam onda altı).
Sayıların kesirli kısımları ayırmak için araya nokta işareti konmaz. Bu şekildeki sayılar usulüne göre okunmalıdır: 6,7 (altı onda yedi).
14. Bibliyografik künyelerde yazar, eser, basım evi vb. maddelerden sonra konur:
Atay, Falih Rıfkı, Tuna Kıyıları, Remzi Kitap Evi, İstanbul 1938.
Metin içinde ve, veya, yahut bağlaçlarından önce de sonra da virgül konmaz.
UYARI: Metin içinde ve, veya, yahut bağlaçlarından önce de sonra da virgül konmaz:
Nihat sabaha kadar uyuyamadı ve şafak sökerken Faik’e bol teşekkürlerle dolu bir kâğıt bırakarak iki gün evvelki cephe dönüşü kıyafeti ile sokağa fırladı. (Peyami Safa)
UYARI: Metin içinde tekrarlı bağlaçlardan önce ve sonra virgül konmaz:
Hem gider hem ağlar.
Ya bu deveyi gütmeli ya bu diyardan gitmeli. (Atasözü)
Gerek nesirde gerek nazımda yeni bir söyleyişe ulaşılmıştır.
Siz ister inanın ister inanmayın, bir gün bile durmam.
Ne kız verir ne dünürü küstürür.
UYARI: Cümlede pekiştirme ve bağlama görevinde kullanılan da / de bağlacından sonra virgül konmaz:
İmlamız, lisanımız düzelince lisanımız da kafamız düzelince düzelecek, çünkü o da ancak onlar kadar bozuktur, fazla değil! (Yahya Kemal Beyatlı)
UYARI: Metin içinde -ınca / -ince anlamında zarf-fiil görevinde kullanılan mı / mi ekinden sonra virgül konmaz:
Ben aç yattım mı kötü kötü rüyalar görürüm nedense. (Orhan Kemal )
Öyle zekiler vardır, konuştular mı ağızlarından bal akıyor sanırsın. (Attila İlhan)
UYARI: Şart ekinden sonra virgül konmaz:
Tenha köşelerde ağız ağıza konuşurken yanlarına biri gelecek olursa hemen susuyorlardı. (Reşat Nuri Güntekin)
Gör gözlerinle de aklın yatarsa anlatıver millete. (Tarık Buğra)
UYARI: Metin içinde zarf-fiil ekleriyle oluşturulmuş kelimelerden sonra virgül konmaz:
Şimdiye dek, ben kendimi bildim bileli kimse Değirmenoluk köyünden kaçıp da başka köyde çobanlık, yanaşmalık etmedi. (Yaşar Kemal)
Meydanlığa varmadan bir iki defa İsmail kendisini gördü mü diye kahveye baktı. (Necati Cumalı)
Ancak yemekte bir karara varıp arkadaşına dikkatli dikkatli bakarak konuştu. (Samim Kocagöz)
C. NOKTALI VİRGÜL ( ; )
1. Cümle içinde virgüllerle ayrılmış tür veya takımları birbirinden ayırmak için konur:
Erkek çocuklara Doğan, Tuğrul, Aslan, Orhan; kız çocuklara ise İnci, Çiçek, Gönül, Yonca adları verilir.
2. Ögeleri arasında virgül bulunan sıralı cümleleri birbirinden ayırmak için konur:
Sevinçten, heyecandan içim içime sığmıyor; bağırmak, kahkahalar atmak, ağlamak istiyorum. Sabahtan beri bekliyorum; ne gelen var, ne giden. İş işten geçti; artık gelse de olur, gelmese de.
3. Virgülle ayrılmış örnekleri farklı örneklerden ayırmak için konur:
Türkiye, İngiltere, Azerbaycan; İstanbul, Londra, Bakû.
4. Kendilerinden evvelki cümleyle ilgi kuran ancak, yalnız, fakat, lâkin, çünkü, yoksa, bundan dolayı, binaenaleyh, sonuç olarak, bununla birlikte, öyleyse vb. cümle başı bağlaçlarından önce konur:
Halis bir şiir fena okunabilir; lâkin sahte bir şiir iyi okunamaz. (Yahya Kemal Beyatlı)
Bir millet ordusunu kaybedebilir, bağımsızlığını da kaybedebilir; fakat dilini sakladıkça, o millet yaşıyor demektir. (N. Atsız)
Sıralı cümleler arasında ancak, fakat, çünkü vb. cümle başı bağlayıcılarından önce yazar, araya nokta, virgül, noktalı virgül koymakta serbesttir. Bu husus, yazarın üslûptaki tercihiyle ilgilidir.
D. İKİ NOKTA ( : ) – ÜÇ NOKTA ( … )
1. Kendisinden sonra örnek verilecek cümlenin sonuna konur: Millî Edebiyat akımının temsilcilerinden bir kısmını sıralayalım: Ömer Seyfettin, Halide Edip Adıvar, Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul, Ali Canip Yöntem.
Yeni harfler alındıktan sonra eski yazı ile bir tek kelime bile yazmayan iki kişi görmüşümdür: Atatürk ve İnönü! (Falih Rıfkı Atay, Çankaya)
2. Kendisinden sonra açıklama yapılacak cümlenin sonuna konur:
Bu kararın istinat ettiği en kuvvetli muhakeme ve mantık şu idi: Esas, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. (Atatürk)
Derler: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük;
Budur âlemde hudutsuz ve hazin öksüzlük (Yahya Kemal)
3. Kütüphanecilik alanında yazar adı ile eser başlığı arasına konur: Yahya Kemal Beyatlı: Kendi Gök Kubbemiz.
4. Ses biliminde uzun ünlüyü göstermek için kullanılır: a:ile, i:cat.
5. Edebî eserlerdeki karşılıklı konuşmalarda, konuşan kişinin adından sonra konur:
Bilge Kağan: Türklerim, işitin!
Üstten gök çökmedikçe
Alttan yer delinmedikçe
Ülkenizi, törenizi kim bozabilir sizin?
Koro : Göğe erer başımız
Başınla senin!
Bilge Kağan: Ulusum birleşip yücelsin diye
Gece uyumadım, gündüz oturmadım. (A. Turan Oflazoğlu)
6. Matematikte bölme işareti olarak kullanılır: 56:8=7.
E. ÜÇ NOKTA ( … )
1. Tamamlanmamış cümlelerin sonuna konur:
Ne çare ki, çirkinliği hemencecik ve herkes tarafından görülüveriyordu da, bu yanı…
(Tarık Buğra, Dönemeçte)
2. Kaba sayıldığı için veya bir başka sebepten ötürü açıklanmak istenmeyen kelime ve bölümlerin yerine konur:
Kılavuzu karga olanın burnu b…tan çıkmaz.
3. Alıntılarda; başta, ortada ve sonda alınmayan kelime ve bölümlerin yerine konur:
Mümtaz, bu dükkâna bakarken hiç farkında olmadan Mallarmé’nin mısraını hatırladı: “Meçhul bir felâketten buraya düşmüş…” (A. Hamdi Tanpınar, Huzur)
Alınmayan kelime ve bölümlerin yerine parantez içinde üç nokta konması da mümkündür.
4. Sözün bir yerde kesilerek geri kalan bölümün okuyucunun muhayyilesine bırakıldığını göstermek veya ifadeye güç katmak için konur:
Karşı sahilde mor, fark olunmaz sisler altındaki dağlar, korular, beyaz yalılar… Ve bütün bunların üzerinde bir esatir rüyasının havaî hakikati gibi uçan martı sürüleri… (Ömer Seyfettin, Bahar ve Kelebekler)
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı… (Faruk Nafiz Çamlıbel, Sanat)
5. Ünlem ve seslenmelerde anlatımı pekiştirmek için konur:
Gölgeler yaklaştılar. Bir adım kalınca onu kıyafetinden tanıdılar:
-Koca Ali… Koca Ali, be!.. (Ömer Seyfettin, Diyet)
6. Karşılıklı konuşmalarda, yeterli olmayan, eksik bırakılan cevaplarda kullanılır:
― Yabancı yok!
― Kimsin?
― Ali…
― Hangi Ali?
― …
― Sen misin, Ali usta?
― Benim!… (Ömer Seyfettin, Diyet)
Türk imlâsında iki nokta yan yana kullanılmaz.
Uyarı: İki nokta üst üste şeklinde bir adlandırma yanlıştır.
F. SORU İŞARETI (?)
1. Soru bildiren cümle veya sözlerin sonuna konur:
Ne zaman tükenecek bu yollar, arabacı? (Faruk Nafiz Çamlıbel)
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer? (Ahmet Haşim)
2. Bilinmeyen yer, tarih vb. durumlar için kullanılır:
Yunus Emre (1240?-1320), (Doğum yeri:?).
3. Bir bilginin şüpheyle karşılandığı veya kesin olmadığı durumlarda yay ayraç (parantez) içinde soru işareti kullanılır:
Ankara’dan Konya’ya 1,5 (?) saatte gitmiş.
1496 (?) yılında doğan Fuzulî …
Soru ifadesi taşıyan sıralı ve bağlı cümlelerde soru işareti en sona konur:
Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı?
Üsküdar’dan mı, Hisar’dan mı, Kavaklar’dan mı? (Yahya Kemal)
Ruhunu karatan neydi, yağmur mu yağıyordu; yoksa şimşekler mi çakıyordu?
Uyarı: mı / mi eki -ınca / -ince anlamında zarf-fiil işleviyle kullanıldığı zaman soru işareti kullanılmaz:
Akşam oldu mu sürüler döner.
UYARI : Soru ifadesi taşıyan sıralı ve bağlı cümlelerde soru işareti en sona konur:
Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı?
Üsküdar’dan mı, Hisar’dan mı, Kavaklar’dan mı? (Yahya Kemal Beyatlı)
G. ÜNLEM İŞARETI (!)
1. Sevinç, kıvanç, acı, korku, şaşma gibi duyguları anlatan cümlelerin sonuna konur:
Ne mutlu Türk’üm diyene! (Atatürk)
Gurbet o kadar acı
Ki ne varsa içimde
Hepsi bana yabancı
Hepsi başka biçimde! (Kemalettin Kamu)
Hava ne kadar da sıcak!
Aşk olsun!
Ne kadar akıllı adamlar var!
2. Seslenme,hitap ve uyarı sözlerinden sonra konur:
Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri! (Atatürk)
Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle! (Yahya Kemal)
Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak bir devrin battığı yerdir. (Necmettin Halil Onan)
UYARI: Ünlem işareti, seslenme ve hitap sözlerinden hemen sonra konulabileceği gibi cümlenin sonuna da konabilir:
Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken
Sana uğurlar olsun… Ayrılıyor yolumuz! (Faruk Nafiz Çamlıbel)
3. Bir söze alay, kinaye veya küçümseme anlamı kazandırmak için ayraç içinde ünlem işareti kullanılır:
İsteseymiş bir günde bitirirmiş (!) ama ne yazık ki vakti yokmuş(!)
Adam, akıllı (!) olduğunu söylüyor.
H. KISA ÇİZGİ (- )
1. Satıra sığmayan kelimeler bölünürken satır sonuna konur:
Soğuktan mı titriyordum, yoksa heyecandan, üzüntüden mi bil-
mem. (Sait Faik)
2. Ara sözleri ve ara cümleleri ayırmak için kullanılır:
Örnek olsun diye -örnek istemez ya- söylüyorum.
3. Dil bilgisinde kökleri ve ekleri ayırmak için konur:
al-ış, dur-ak.
4. Dil bilgisinde fiil kök ve gövdelerini göstermek için kullanılır:
al-, oku-, yazdır-, okut-, bil-, sevdir-, anla-…
5. Dil bilgisinde eklerin başına konur:
-den, -lık, -ış, -t, -m, -sı, -ak…
6. Dil bilgisinde heceleri göstermek için kullanılır:
a-raş-tır-ma.
7. Kelimeler arasında “-den… –a, ve, ile, ilâ, arasında” anlamlarını vermek üzere kullanılır:
Türkçe-Fransızca Sözlük, Aydın-İzmir yolu, Ankara-İstanbul uçak seferleri, Türk-Alman ilişkileri, 10.30-11.30, 2000-2001 öğretim yılı.
8. Bazı terim ve kuruluş adlarında kelimeler arasına konur:
sıfat-fiil, zarf-fiil, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Fen-Edebiyat Fakültesi.
9. Adres yazarken semt ile şehir arasına konur:
Kurtuluş-ANKARA
10. Matematikte çıkarma işareti olarak kullanılır:
50-30=20
İ. UZUN ÇİZGİ ( – )
Yazıda satır başına alınan konuşmaları göstermek için kullanılır. Buna konuşma çizgisi de denir.
-Yoo, güvercinlerime dokunmayınız, dedi. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
Uyarı: Konuşmalar tırnak içinde verildiği zaman uzun çizgi kullanılmaz.
J. EĞIK ÇİZGİ ( / )
1. Şiirlerden yapılan alıntılarda, mısraların yan yana yazılması gereken durumlarda mısraları belirlemek için kullanılır:Ne sen ,ne ben / Ne de hüsnünde toplanan bu mesâ / Ne de âlâm-ı fikre bir mersâ / Olan bu mâî deniz. (Ahmet Haşim)
2. Adres yazarken apartman numarası ile daire numarası arasına konur: Altay Sokağı, Nu:21/6
3. Adres yazarken semt ile şehir arasına konur: Altay Sokağı, Nu:21/6 Kurtuluş/ANKARA
4. Dil bilgisinde eklerin farklı şekillerini göstermek için kullanılır:-a /-e, -an /-en, -madan / -meden.
5. Matematikte bölme işareti olarak kullanılır: 70 / 2=35
K. TIRNAK İŞARETİ (” “)
1. Başka bir kimseden veya yazıdan olduğu gibi aktarılan sözler tırnak içine alınır:
Bakınız, şair vatanı ne güzel tarif ediyor:
“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır.
Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”
Aynen alınmayan söz ve yazılar tırnak içine alınmaz.
2. Özel olarak belirtilmek istenen sözler tırnak içine alınır:
Bugünlerde “iyi bir iş” arıyordu.
Özel olarak belirtilmek istenen sözler tırnak içine alınmadan koyu yazılarak veya altı çizilerek de gösterilebilir:
Höyük sözü Anadolu’da tepe olarak geçer.
3. Kitapların ve yazıların adları ve başlıkları tırnak içine alınır: Yahya Kemal’in bazı şiirleri “Kendi Gök Kubbemiz” adı altında çıktı. (A.H. Tanpınar)
“İmlâ Kuralları” bölümünde bazı uyarılara yer verilmiştir.
Uyarı:Tırnak içine alınan sözlerden sonra kesme işareti kullanılmaz.
L. TEK TIRNAK IŞARETI ( ‘ ’ )
1. Tırnak içinde verilen ve yeniden tırnağa alınması gereken bir sözü belirtmek için kullanılır: Edebiyat öğretmeni “Şiirler içinde ‘Han Duvarları’ gibisi var mı” dedi ve Faruk Nafiz’in bu güzel şiirini okumaya başladı.
UYARI : Tırnak içindeki alıntının sonunda bulunan işaret (nokta, soru işareti, ünlem işareti vb.) tırnak içinde kalır:
“Akıl yaşta değil baştadır.” atasözü yüzyılların tecrübesinden süzülüp gelen bir gerçeği ifade etmiyor mu?
“İzmir üzerine dünyada bir şehir daha yoktur!” diyorlar. (Yahya Kemal Beyatlı)
UYARI : Uzun alıntılarda her paragraf ayrı ayrı tırnak içine alınır.
2. Dil yazılarında verilen örneğin anlamını göstermek için kullanılır:
Göktürk Anıtları’nda geçen, fakat günümüze ulaşmayan bazı örnekler: bodun ‘millet, kavim’, sab ‘söz’, eçü apa ‘ecdat, atalar’, tüketi ‘tamamen, bütünüyle’
UYARI : Tırnak içine alınan sözlerden sonra kesme işareti kullanılmaz:
Yahya Kemal’in “Aziz İstanbul”unu okudunuz mu?
M. DENDEN İŞARETI ( ” )
1. Bir yazıdaki maddelerin sıralanmasında veya bir çizelgede alt alta yazılması gelen aynı sözlerin veya söz gruplarının tekrar yazılmasını önlemek için kullanılır:
a. Etken fiil
b. Edilgen ″
c. Dönüşlü ″
d. İşteş ″
N. YAY VE KÖŞELI AYRAÇ ( [ ] )YAY AYRAÇ (())
1. Cümlenin yapısıyla doğrudan doğruya ilgili olmayan açıklamalar için kullanılır:
Anadolu kentlerini, köylerini (Köy sözünü de çekinerek yazıyorum.) gezsek bile görmek için değil, kendimizi göstermek için geziyoruz. (N. Ataç)
Uyarı: Hakkında açıklama yapılan söze ait ek, ayraç kapandıktan sonra yazılır:
Yunus Emre (1240-1320)’nin…
2. Tiyatro eserlerinde konuşanın hareketlerini, durumunu açıklamak ve göstermek için kullanılır:
İhtiyar ─ (Yavaş yavaş Kaymakama yaklaşır.) Ne oluyor beyefendi? Allah rızası için bana da anlatın…
Kaymakam ─ (hiddetle) Ne olacak baba… (Reşat Nuri Güntekin, İstiklâl)
3. Alıntıların aktarıldığı eseri veya yazarı göstermek için kullanılır:
Eşin var, âşiyânın var, baharın var ki beklerdin
Kıyametler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin? (Safahat)
4. Alıntılarda, başta, ortada ve sonda alınmayan kelime ve bölümlerin yerine konulan üç nokta, yay ayraç içine alınabilir.
5. Bir söze alay, kinaye veya küçümseme anlamı kazandırmak için kullanılan ünlem işareti yay ayraç içine alınır.
6. Bir bilginin şüpheyle karşılandığını veya kesin olmadığını göstermek için kullanılan soru işareti yay ayraç içine alınır.
7. Bir yazının maddelerini gösteren rakam ve harflerden sonra kapama ayracı konur:
I) 1) A) a) II) 2) B) b)
O. KÖŞELI AYRAÇ ( [ ] )
1. Ayraç içinde ayraç kullanılması gereken durumlarda yay ayraçtan önce köşeli ayraç kullanılır.
2. Bibliyografik künyelere ilişkin bazı ayrıntıları göstermek için kullanılır: Reşat Nuri [ Güntekin], Çalıkuşu, Dersaadet 1922.
3. Bilimsel çalışmalarda, metinde bulunmayan veya silinmiş olan,fakat araştırmacı tarafından tamamlanan bölümler köşeli ayraç içine alınır:
Babam kağan öldüğünde küçük kardeşim Kül-tegin ye[di yaşında kaldı…]
P. KESME İŞARETI ( ‘ )
1. Özel adlara getirilen iyelik ve hâl eklerini ayırmak için konur:
Fatih Sultan Mehmet’e, Atatürk’üm, Yunus Emre’yi, Türk’e, Türkiye’m, Kâzım Karabekir’i, Türkiye’de, Anadolu’dan, Ziya Gökalp Bulvarı’nda, Çankaya Köşkü’ne, Sait Halim Paşa Yalısı’ndan, Van Gölü’ne, Ağrı Dağı’nın ;Kiralık Konak’ta, Sinekli Bakkal’ı…
Ancak aşağıda belirtilen özel adlardan sonra kesme işareti kullanılmaz:
a) Kurum ve kuruluş adları: Türk Dil Kurumundan, Selçuk Üniversitesi Rektörlüğüne.
b) Akım, çağ ve dönem adları: Eski Çağın, Millî Edebiyat Akımının.
c) Kişi adlarından sonra kullanılan unvanlar: Mustafa Kemal Paşaya, Zeynep Hanıma, Ayhan Beyden, Ahmet Mithat Efendinin.
ç) Ay ve gün adları: 29 Ekime…, 30 Ağustos Çarşambadan sonra.
d) Deyimlerde geçen özel adlar: Allaha emanet, Alinin külâhını Veliye, Velinin külâhını Aliye.
Uyarı: Özel adlar yerine kullanılan “o” zamiri cümle içinde büyük harfle yazılmaz ve kendisinden sonra gelen ekler kesme işaretiyle ayrılmaz.
Uyarı: Yabancı özel adlar dışındaki özel adlara getirilen yapım ekleri ve çokluk eki kesmeyle ayrılmaz: Türklük, Ahmetler, Avrupalı, Konyalı, Kayserili.
Bu eklerden sonra da kesme işareti kullanılmaz:
Türkleşmekte, Türklüğün, Türkçenin, Türkçeye, Müslümanlıkta, Hrıstiyanlıktan.
2. Kısaltmalara getirilen ekleri ayırmak için:
TBMM’nin, TDK’nin, BM’de, TV’ye.
Uyarı: Küçük harflerle yapılan kısaltmalara getirilen eklerde kelimenin okunuşu; büyük harflerle yapılan kısaltmalara getirilen eklerde kısaltmanın son harfinin okunuşu esas alınır:
kg’dan, cm’yi, mm’den ; BDT’ye, THY’de, TRT’den.
Ancak kısaltması büyük harflerle yapıldığı hâlde bir kelime gibi okunan kısaltmalara getirilen eklerde bu okunuş esas alınır:
ASELSAN’da, BOTAŞ’ın, NATO’dan, UNESCO’ya.
Sonunda nokta bulunan kısaltmalar kesmeyle ayrılmaz. Bu tür kısaltmalarda ek noktadan sonra ve kelimenin okunuşuna uygun olarak yazılır: vb.leri, mad.si, Alm.dan.
3. Sayılara getirilen ekleri ayırmak için konur:
1985’te, 8’inci madde, 2’nci kat, 7,65’lik.
4. Seslerin vezin dolayısıyla şiirde veya konuşma sırasında düştüğünü göstermek için konur:
N’oldu, n’apalım, n’eylesin.
5. Bir ek veya harften sonra gelen ekleri göstermek için konur:
A’dan Z’ye kadar, b’nin m’ye dönüşmesi; -sız, -siz’le yapılan yeni isimler.
6. Özel isimlerden sonra yay ayraç içinde bir açıklama yapıldığı taktirde kesme işareti yay ayraçtan sonra konur:
Yunus Emre (1240-1320)’nin, Yakup Kadri (Karaosmanoğlu)’nin.
7. Bazı alıntı kelimelerde Türkçeye aykırı ses ve hece yapısını göstermek için kesme işareti konur: an’ane, sun’i, kur’a, cür’et, kat’iyet, mel’un, meş’ale, mes’ul, cem’i, nev’i.
Uyarı: “&” işareti İngilizceye özgüdür. Türkçede “ve” için böyle bir işaret kullanılamaz.
1. Aşağıda sıralanan özel adlara getirilen iyelik, durum ve bildirme ekleri kesme işaretiyle ayrılır:
a. Kişi adları, soyadları ve takma adlar:
Atatürk’üm, Fatih Sultan Mehmet’e, Muhibbi’nin, Gül Baba’ya, Sultan Ana’nın, Yurdakul’dan, Kâzım Karabekir’i, Yunus Emre’yi, Ziya Gökalp’tan, Refik Halit Karay’mış, Ahmet Cevat Emre’dir, Namık Kemal’se.
UYARI : Sonunda p, ç, t, k ünsüzlerinden biri bulunan Ahmet, Çelik, Çiçek, Halit, Mehmet, Mesut, Murat, Özbek, Recep, Yiğit, Bosna-Hersek, Gaziantep, Kerkük, Sinop, Tokat, Zonguldak gibi özel adlara ünlüyle başlayan ek getirildiğinde kesme işaretine rağmen Ahmedi, Çeliği, Çiçeği, Halidi, Mehmedi, Mesudu, Muradı, Özbeği, Recebi, Yiğidi, Bosna-Herseği, Gaziantebi, Kerküğü, Sinobu, Tokadı, Zonguldağı biçiminde son ses yumuşatılarak söylenir.
UYARI: Özel adlar için yay ayraç içinde bir açıklama yapıldığında kesme işareti yay ayraçtan sonra konur: Yunus Emre (1240?-1320)’nin, Yakup Kadri (Karaosmanoğlu)’nin.
Ancak cins isimler için yapılan açıklamalarda yay ayraçtan sonra doğal olarak kesme işaretine gerek yoktur:
İmek fiili (ek fiil)nin geniş zamanı şahıs ekleriyle çekilir.
UYARI : Özel adlar yerine kullanılan “o” zamiri cümle içinde büyük harfle yazılmaz ve kendisinden sonra gelen ekler kesme işaretiyle ayrılmaz.
b. Millet, boy, oymak adları:
Türk’üm, Alman’sınız, İngiliz’den, Rus’muş, Oğuz’un, Kazak’a, Kırgız’ım, Özbek’e, Karakeçili’nin, Hacımusalı’ya.
c. Devlet adları:
Türkiye Cumhuriyeti’ni, Osmanlı Devleti’ndeki, Amerika Birleşik Devletleri’ne, Azerbaycan Cumhuriyeti’nden.
d. Din ve mitoloji ile ilgili özel adlar:
Allah’ın, Tanrı’ya, Cebrail’den, Zeus’u.
e. Kıta, deniz, nehir, göl, dağ, boğaz, geçit, yayla; ülke, bölge, il, ilçe, köy, semt, bulvar, cadde, sokak vb. coğrafyayla ilgili yer adları:
Asya’nın, Marmara Denizi’nden, Akdeniz’i, Meriç Nehri’ne, Van Gölü’ne, Ağrı Dağı’nın, Çanakkale Boğazı’nın, Zigana Geçidi’nden, Uzunyayla’ya, Türkiye’dir, İç Anadolu’da, Doğu Anadolu’ya, Ankara’ymış, Sungurlu’ya, Ziya Gökalp Bulvarı’ndan, Yıldız Mahallesi’ne, Taksim Meydanı’ndan, Reşat Nuri Sokağı’na.
UYARI: Yer bildiren özel isimlerde kısaltmalı söyleyiş söz konusu olduğu zaman ekten önce kesme işareti kullanılır: Hisar’dan, Boğaz’dan.
f. Gök bilimiyle ilgili adlar:
Jüpiter’den, Venüs’ü, Halley’in, Merih’e, Büyükayı’da, Yedikardeş’ten, Samanyolu’nda.
g. Saray, köşk, han, kale, köprü, anıt vb. adları:
Dolmabahçe Sarayı’nın, Çankaya Köşkü’ne, Sait Halim Paşa Yalısı’ndan, Ankara Kalesi’nden, Horozlu Han’ın, Galata Köprüsü’nün, Bilge Kağan Abidesi’nde, Çanakkale Şehitleri Anıtı’na.
h. Kitap, dergi, gazete ve sanat eseri (tablo, heykel, müzik vb.) adları:
Nutuk’ta, Safahat’tan, Kiralık Konak’ta, Sinekli Bakkal’ı, Hürriyet’te, Resmî Gazete’de, Onuncu Yıl Marşı’nı, Yunus Emre Oratoryosu’nu, Atatürk Uluslararası Barış Ödülü’nü.
i. Kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge ve genelge adları:
Millî Eğitim Temel Kanunu’na, Medeni Kanun’un, Atatürk Uluslararası Barış Ödülü Tüzüğü’nde, Telif Hakkı Yayın ve Satış Yönetmeliği’nin.
UYARI: Belli bir kanun, tüzük, yönetmelik kastedildiğinde büyük harfle yazılan kanun, tüzük, yönetmelik sözlerinin ek alması durumunda kesme işareti kullanılır: Bu Kanun’un 17. maddesinin c bendi… Yukarıda adı geçen Yönetmelik’in 2’nci maddesine göre… vb.
j. Hayvanlara verilen özel adlar:
Sarıkız’ın, Karabaş’a, Pamuk’u, Minnoş’tan.
UYARI: Kurum, kuruluş, kurul ve iş yeri adlarına gelen ekler kesmeyle ayrılmaz: Türkiye Büyük Millet Meclisine, Türk Dil Kurumundan, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığına, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dekanlığına, Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğüne, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanlığının; Bakanlar Kurulunun, Danışma Kurulundan, Yürütme Kuruluna; Mavi Köşe Bakkaliyesinden, Gimanın.
UYARI : Özel adlara getirilen yapım ekleri, çokluk eki ve bunlardan sonra gelen diğer ekler kesmeyle ayrılmaz: Türklük, Türkleşmek, Türkçü, Türkçülük, Türkçe, Müslümanlık, Hristiyanlık, Avrupalı, Avrupalılaşmak, Aydınlı, Konyalı, Bursalı, Ahmetler, Mehmetler, Yakup Kadriler, Türklerin, Türklüğün, Türkleşmekte, Türkçenin, Müslümanlıkta, Hollandalıdan, Hristiyanlıktan, Atatürkçülüğün.
2. Kişi adlarından sonra gelen saygı sözlerine getirilen ekleri ayırmak için konur:
Nihat Bey’e, Ayşe Hanım’dan, Mahmut Efendi’ye, Enver Paşa’ya vb.
UYARI: Unvanlardan sonra gelen ekler kesmeyle ayrılmaz: Cumhurbaşkanınca, Başbakanca, Türk Dil Kurumu Başkanına göre vb.
3. Kısaltmalara getirilen ekleri ayırmak için konur:
TBMM’nin, TDK’nin, BM’de, ABD’de, TV’ye.
UYARI : Sonunda nokta bulunan kısaltmalarla üs işaretli kısaltmalar kesmeyle ayrılmaz. Bu tür kısaltmalarda ek noktadan ve üs işaretinden sonra, kelimenin ve üs işaretinin okunuşuna uygun olarak yazılır: vb.leri, Alm.dan, İng.yi; cm³e (santimetre küpe), m²ye (metre kareye), 64ten (altı üssü dörtten).
4. Sayılara getirilen ekleri ayırmak için konur:
1985’te, 8’inci madde, 2’nci kat; 7,65’lik, 9,65’lik.
1919 senesi Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım. (Mustafa Kemal Atatürk)
5. Şiirde seslerin ölçü dolayısıyla düştüğünü göstermek için kesme işareti kullanılır:
Bir ok attım karlı dağın ardına
Düştü n’ola sevdiğimin yurduna
İl yanmazken ben yanarım derdine
Engel aramızı açtı n’eyleyim (Karacaoğlan)
6. Bir ek veya harften sonra gelen ekleri ayırmak için konur: a’dan z’ye kadar, b’nin m’ye dönüşmesi, Türkçede -lık’la yapılmış sözler.
UYARI: Akım, çağ ve dönem adlarından sonra gelen ekler kesmeyle ayrılmaz: Eski Çağın, Yükselme Döneminin, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatına
KISALTMALAR
Kısaltmalarda herkesçe uyulan, genel bir sistem bulunmamakla birlikte dilimizde bazı esasların yerleştiği de görülmektedir. Kısaltmalarla ilgili bu esasları şöyle gösterebiliriz:
1. Kuruluş, kitap, dergi ve yön adlarının kısaltmaları genellikle her kelimenin ilk harfinin büyük olarak yazılmasıyla yapılır:
TBMM, TDK (Türk Dil Kurumu), TK (Türk Kültürü), GD (güneydoğu).
Ancak bazı kısaltmalarda, kısaltmanın akılda kalabilmesi için yeni bir kelime türetme amacıyla bazen özellikle son kelimenin birkaç harfinin kısaltmaya alındığı görülür:
İLESAM (İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği), SEKA (Selüloz ve Kâğıt Sanayii Kurumu), TÖMER (Türkçe Öğretim Merkezi.
Büyük harflerle yapılan kısaltmalarda genellikle nokta kullanılmaz. Ancak bazı örneklerde nokta konulması gelenekleşmiştir:
M.Ö., P.K.(Posta Kutusu), T.C.(Türkiye Cumhuriyeti)
2. Kuruluş, kitap, dergi ve yön adlarıyla element ve ölçülerin dışında kalan kelime veya kelime gruplarının kısaltılmasında, ilk harfle birlikte kelimeyi oluşturan temel harfler (genellikle ünsüzler) dikkate alınır. Kısaltılan kelime veya kelime grubu, özel ad, unvan veya rütbe ise ilk harf büyük; cins ismi ise ilk harf küçük olur:
İng.(İngilizce), Alb. (Albay), Kocatepe Mah.,kim. (kimya), sf. (sıfat), çev. (çeviren).
Küçük harflerle yapılan kısaltmalara getirilen eklerde kelimenin okunuşu; büyük harflerle yapılan kısaltmalara getirilen eklerde kısaltmanın son harfinin okunuşu esas alınır:
kg’dan, cm’yi, THY’de, TV’den.
3. Ancak kısaltması büyük harfle yapıldığı hâlde bir kelime gibi okunan kısaltmalara getirilen eklerde bu okunuş esas alınır:
ASELSAN’da, BOTAŞ’ın, NATO’dan, UNESCO’ya.
************************************************** *************
YANLIŞ CÜMLELER :
Çok güzel dediğim kız döndü,bana baktı. (yanlış)
Çok güzel dediğim kız döndü , bana baktı. (yanlış)
Arkadaşlarımla buluşmak için moda’da yürüyordum ki, çok güzel 1 kız gördüm (yanlış)
Çok güzel bir kızdı, benim girlfriendim olmasını isterdim. (yanlış)
Arkadaşlarımla buluşmak yerine o kızla oturmayı ve sevgi ile bana bakmasını isterdim. (yanlış)
O kızda aynı şeyleri ister miydi acaba? (yanlış)
Sanırım kapı da duran kırmızı araba onun du. (yanlış)
Birden gördümki araba aslında erkek arkadaşınındı. (yanlış)
“şey” daima ayrı yazılır.
bir şey, her şey
bir diğer önemli kelime “her”
herhangi ve herhalde hariç diğerleri ayrı yazılır. her zaman, her gün, her biri, her dem, her halükarda.
“şu”
şuara bitişik diğerleri ayrı.
“bir” daima ayrı yazılır. yalnız birçok bitişik yazılır.
bir anda, bir ara, bir an, bir elden, herhangi bir.
pek çok, pek çoğu diye yazılır.
bir diğer önemli nokta: herkes
haletiruhiye, tebdilimekan bitişik yazılır.
ayrıca birleşik fiillerde eğer ses değişmesi(ses düşmesi, ses türemesi) olursa bitişik diğer hallerde ayrı yazılır.
fark etmek, affetmek(ses türemesi) gibi.
bir diğer karıştırılan kelimeler yanlış ve yalnız. bunu ezberleyemiyorum karıştırıyorum diyorsanız:
yanlış, yanılmaktan geliyor. yalnız, yalından.
şu halde kimse bizden türkçe öğretmeni olmamızı beklemiyor ama bunca yaşa gelip de bazı şeyleri bilmemek gerçekten ayıp. ben de bilmiyorum, bazen karıştırıyorum; ama gidip de herkez yazmıyorum, gidiyomusun da yazmıyorum. bu kadar basit şeylerde hata yapan top olsun!
Aşağıdaki cümlelerden hangisinin sonundaki
noktalama işareti yanlış kullanılmıştır?
A) Gece, ayı hilal şeklinde gördüm.
B) Bu iş iki ayda zor biter.
C) Ay, ne sevimli bir çocuksun.
D) Yüzü ay gibi parlıyordu.
Yanlış: “Tatile çıkmadan önce otel de yerimizi ayırttık.”
Yanlış: “Bunun doğru olmadığını sende biliyorsun.”
Yanlış: “Geç olsunda, güç olmasın.”
Yanlış: “Maçı izledimi ki, yorum yapıyor?”
Yanlış: “Urfa’da Oxford vardıda bizmi gitmedik?”
Yanlış: “Tabii ki de”
“Tabii ki” (burada “de” tümüyle gereksiz ve yanlış)
Yanlış: “Ama ben okula gittim ki!”
Doğru: “Ama ben okula gittim!” (Türkçe’de “ki”, anlamı vurgulamak için ancak olumsuz ifadelerde kullanılır, olumlularda değil. “Ama ben okula gitmedim ki!”)
Yanlış: “Ne bugün ne de başka bir zaman, böyle bir şey söylemedim.”
Doğru: “Ne bugün ne de başka bir zaman, böyle bir şey söyledim.” (Bu kalıpta, olumsuzluk vurgusunu zaten “ne …. ne de ….” şablonu verir. Yüklemin olumsuz kullanılmasıysa yanlıştır ve anlamı bütünüyle tersine çevirir.)
Bir örnek daha: “Babam ne liseye ne üniversiteye gitmedi.”
Doğrusu, “Babam ne liseye ne de üniversiteye gitti” olacak.
Yanlış: “Akdeniz’in doyumsuz güzellikteki sahilleri”
Doğru: “Akdeniz’in tadına doyum olmaz güzellikteki sahilleri” ya da “Akdeniz’in, güzelliğine doyum olmayan sahilleri” benzeri bir ifade kullanılmalıydı. “Doyumsuz” ile “doyum olmayan” bütünüyle farklı anlamlara sahiptir ve “doyumsuz”, “tatminsiz” demektir.
Yanlış: “Dünya 1968’li yıllarda büyük çalkantılar yaşadı.”
Doğru: “Dünya 1960’lı yıllarda büyük çalkantılar yaşadı”, “Dünya altmışlarda büyük çalkantılar yaşadı” ya da “Dünya 1968’de büyük çalkantılar yaşadı” biçiminde ifade edilmeli. “1968’li yıllar”, “1987’li yıllar” diye bir şey yoktur. “Altmışlı yıllar” ya da “1960’lı yıllar” ifadeleri, 1960’dan 1969’a dek uzanan on yıllık dönemi (İngilizce’de “decade”) anlatmak için kullanılır. 1968 ya da 1987, 2 vb ise belli bir yıldır ve bir tanedir; “1968’li yıllar” olmaz.
Internet marifetiyle yaygınlaştırdığı hatalar: “Aşağılamak” yerine “aşşaalamak”; “Hava bayağı sıcak” yerine “Hava bayaa sıcak” gibi.
• “Yahu” yerine “yaw”, “yow”, “yaa” gibi söyleniş biçiminden yola çıkarak biçimi bozulmuş sözcükler.
Küçük resimlere pek itibar etmemeli. Dilimize zarar veriyor. Afadedeki güzellikleri silip süpürüyor. Amerikan filmlerinde insanları şartlandırmak için kahkaha efektlerinin yer alması gibi bir şey
Yapım Ekleri ve Uygulaması
1) İsimden İsim Yapım Ekleri
2) İsimden Fiil Yapım Ekleri
Türkçede ekler, yapım ekleri ve çekim ekleri olmak üzere iki grupta toplanır:
Yapım Ekleri
Türkçede, yeni kelimeler türetmenin vazgeçilmez unsurlardan biri yapım ekleridir. Yapım ekleri, kelime köklerine ve gövdelerine gelerek dilin anlatım yeteneğini genişleten, dili zenginleştiren yeni kelimelerin türetilmesinde görev alırlar. Türetme, kökteki anlamla ilgi kurularak bir düzen içinde dilin kanunlarına göre gerçekleştirilir. Matematik gibi kuralları çok sağlam olan dilimizde esasen her köke her türlü ek getirilebilir. Ancak dil mantığı buna izin vermez. Yapım eklerinin türetme görevi dışında kelimeye kattığı anlam incelikleri de vardır. Bu yüzden bir ek, aynı türden bütün kelimelere getirilmez.
Türetme görevini üstlenen yapım ekleri, aynı derecede işlek değildir. Meselâ, fiil köklerine gelerek fiil isimleri (mastar) yapan -mak, -mek eki istisnasız bütün fiillere gelirken fiilden isim yapan -van eki yay-van gibi bir iki örnekte görülür. İşlek olmayan ve daha çok bazı kelimelerde kalıplaşmış olarak bulunan bu tipteki ekler, yeni kelimeler türetmeye pek elverişli değildir.
İsme getirilen yapım eki, fiile getirilmez. Yazılışları, söylenişleri aynı olan yapım eklerini karıştırmamak gerekir. Türetilen kelime isme ait bir çekim eki alıyorsa kelimeye getirilen son yapım eki, isim yapma ekidir. Kelime, fiile ait bir çekim eki alıyorsa kelimedeki son yapım eki, fiil yapmıştır. Bu ayrımı cümlede kullanış biçiminden de anlamak mümkündür: sür-ü-den kelimesinde -ü eki fiilden isim yapmıştır. Kelime isme dönüşmeseydi ayrılma (-den) hâli eki getirilemezdi. sür-ü-dü-k örneğinde ise -ü eki fiilden fiil yapmıştır.
Bir eke ait birden fazla biçimin bulunması (bazı istisnalar dışında) Türkçedeki eklerin genellikle ünlü ve ünsüz uyumlarına uymasından kaynaklanmaktadır: -dır, -dir, -dur, -dür; -tır, -tir, -tur, -tür.
Çekim eklerinde (bir-i-si, hep-i-si gibi bazı istisnalar dışında) aynı gruptan iki veya daha fazla ek üst üste gelemez. Ancak yapım ekleri için böyle bir sınırlama yoktur: yaz-dır-t-tır-ı-l-an.
Türkçenin Yapım Ekleri;
1. İsimden isim yapma ekleri,
2. İsimden fiil yapma ekleri,
3. Fiilden fiil yapma ekleri,
4. Fiilden isim yapma ekleri olmak üzere dört gruba ayrılır.
İSİMDEN İSİM YAPMA EKLERİ
İsim tabanlarından yeni anlamlı başka isimler türetmede kullanılan eklerdir. İşlek olarak kullanılanlardan bazıları aşağıda örnekleriyle birlikte sıralanmıştır:
1. -lık, -lik, -luk, -lük
a. Yer isimleri yapar: orman-lık, saman-lık, taş-lık, zeytin-lik, kum-luk, odun-luk, çöp-lük, gül-lük, kömür-lük vb.
Dut-luk, Et-lik, İncir-lik, Yumurta-lık. (Burada özel isim olarak kullanılmıştır.)
b. Sıfatlar yapar: ay-lık (ücret), baklava-lık (un), bayram-lık (elbise), dolma-lık (biber), gömlek-lik (kumaş), hediye-lik (eşya), mevsim-lik (iş) vb.
c. Alet, araç, gereç isimleri yapar: baş-lık, kulak-lık, sabah-lık, diz-lik, gece-lik, gelin-lik, sebze-lik, buz-luk, tuz-luk, yağmur-luk, ön-lük vb. (çaydan-lık, iğneden-lik, yağdan-lık örneklerinde ise –lık ile aynı işlevdeki Farsça –dan ekinden sonra gelmiştir.)
d. Meslek ve meslek aşaması gösteren adlar yapar: avukat-lık, işçi-lik, demirci-lik, kılavuz-luk, gözlükçü-lük; asistan-lık, binbaşı-lık, doçent-lik, general-lik vb.
e. Rütbe ve makam isimleri yapar: bakan-lık, başkan-lık, kaymakam-lık, komutan-lık, vali-lik, müdür-lük, rektör-lük vb.
f. Soyut isimler ve durum isimleri yapar: aç-lık, arkadaş-lık, ayrı-lık, çocuk-luk, delikanlı-lık, erkek-lik, genç-lik, güven-lik, güzel-lik, ihtiyar-lık, iyi-lik, kadın-lık, kardeş-lik, koca-lık, temiz-lik, vicdansız-lık, yolcu-luk vb.
g. Sayı isimlerinden sonra o sayının toplu olarak bulunduğunu bildiren isimler yapar: altı-lık, beş-lik, bin-lik, on-luk, dört-lük, yüz-lük vb.
h. Renk isimlerine getirilince, o rengin yaygın olarak bulunduğunu bildiren isimler yapar: beyaz-lık, kara-lık, kırmızı-lık, mavi-lik, mor-luk vb.
i. Ana-lık, baba-lık, evlat-lık, oğul-luk gibi kelimelerde üveylik anlamı katar.
j. Bağlılık ve özellik anlamı katan adlar yapar: akılcı-lık, sağcı-lık, devrimci-lik, gerici-lik, milliyetçi-lik, solcu-luk, toplumcu-luk, Atatürkçü-lük vb.
k. Aç-lık tok-luk, az-lık çok-luk, bağ-lık bahçe-lik, var-lık yok-luk, bir-lik beraber-lik, dir-lik düzen-lik, gül-lük gülistan-lık örneklerindeki gibi ikilemeler yapar.
l. Getirildiği isme, çokluk veya topluluk anlamı katar: ağaç-lık, çalı-lık, çam-lık, çayır-lık, kavak-lık, orman-lık, vişne-lik, söğüt-lük vb.
2. -lı, -li, -lu, -lü
a. Sıfat yapar: anlayış-lı (arkadaş), sayı-lı (gün), bilgi-li (öğretmen), gölge-li (yer), renk-li (kâğıt), bulut-lu (hava), gül-lü (bahçe) vb. gibi.
b. Bir yere aitlik, bağlılık anlamı katar: Asya-lı, bura-lı, Konya-lı, Kayseri-li, lise-li, mahalle-li, doğu-lu, Selçuk-lu, köy-lü, üniversite-li vb.
c. Yaygın olarak kullanılmayan kök ve gövdelerle kalıplaşmış olarak, sıfat görevli kelimelerde bulunur: acık-lı, alım-lı, danışık-lı, paha-lı, tutar-lı giz-li, elveriş-li, sevgi-li, yer-li, top-lu, us-lu, söz-lü vb.
d. İkileme kurar: al-lı yeşil-li, an-lı şan-lı, bel-li baş-lı, sağ-lı sol-lu, der-li top-lu, gece-li gündüz-lü, iç-li dış-lı, iri-li ufak-lı vb.
İkilemeler kuran -lı, -li, -lu, -lü ekinin eski biçimi de böyledir. Fakat diğer örneklerdeki ekin eski şekli -lıg, -lig, -lug, -lüg olup başka bir ektir: tat-lıg > tat-lı, küç-lüg > güç-lü örneklerindeki gibi.
3. -sız -siz, -suz, -süz
Olumsuz anlam taşıyan adlar, sıfatlar, zarflar yapar: ahlâk-sızlık, ar-sız, hır-sız, ök-süz (annesiz), tel-siz; bağım-sız (ülke), görgü-süz (adam); kimse-siz (yaşıyor), tutar-sız (davranıyor) vb.
Bu ekle, ikilemeler de yapılır: borç-suz harç-sız, ipsiz sap-sız, iş-siz güç-süz, kayıt-sız şart-sız, ses-siz ses-siz, tat-sız tuz-suz, yer-siz yurt-suz vb.
4. -cı, -ci, -cu, -cü; -çı, -çi, -çu, -çü
Meslek, alışkanlık, taraftarlık isimleri yapar:
araba-cı, bilgisayar-cı, cam-cı, iz-ci, koru-cu, göz-cü, balık-çı, kitap-çı, diş-çi, iş-çi, simit-çi, tost-çu, gözlük-çü; şaka-cı, yalan-cı, geri-ci, kin-ci, kader-ci, sol-cu, uyku-cu, barış-çı, fırsat-çı, halk-çı, inat-çı, yaltak-çı, milliyet-çi, Türk-çü vb.
5. -cık, -cik, -cuk, -cük; -çık, -çik, -çuk, -çük
a. Küçültme, azlık, acıma, sevgi, şefkat bildiren adlar yapar: ada-cık, az(ı)-cık, adam-cık, ağaç-çık, anneciğim (anne-cik-im), Ayhan-cığım, boru-cuk, dere-cik, kadın-cık, kedi-cik, kimse-cik, küçü(k)-cük, teyzeciğim (teyze-cik-im), yavru-cuk, yumuşa-cık (yumuşak-çık), zavallı-cık..
b. Hastalık isimleri yapar: arpa-cık, yılan-cık, kızamık-çık, pamuk-çuk.
c. Bitki isimleri yapar: kızıl-cık, dil-cik, gelin-cik…
d. Organ isimleri yapar: elma-cık (kemiği), karın-cık, badem-cik, kese-cik, köprü-cük (kemiği), kapak-çık…
e. Hayvan isimleri yapar: sığır-cık, tatar-cık…
f. Alet isimleri yapar: dağar-cık, iğne-cik, maymun-cuk, dip-çik…
g. Yer isimleri yapar: Ayva-cık, Çınar-cık, Germen-cik, Harman-cık, Ova-cık, Yaka-cık, Göl-cük…
6. -ca, -ce, -ça, -çe
a. Özellikle sıfatlara ve zarflara çekim eki gibi gelerek asıl işlevi olan eşitlik, benzerlik, görelik, nispet gibi anlamları kazandırır: adam-ca, akıl-ca, ala-ca, bu-n-ca, çılgın-ca, filan-ca, kısa-ca, sarı-ca, soy-ca, yakın-ca, aile-ce, ben-ce, bilgi-ce, bölüm-ce, deli-ce, ekşi-ce, güzel-ce, iyi-ce, kendi-n-ce, siz-ce, çocuk-ça, yaş-ça, açık-ça, ak-ça, adet-çe, geniş-çe, gök-çe…
b. Ayrı-ca, başlı-ca, doğru-ca, düşman-ca, kolay-ca, böyle-ce, erken-ce, gizli-ce, ön-ce, sert-çe, çabuk-ça, hoş-ça, yavaş-ça örneklerindeki gibi adlardan, sıfatlardan bazen de zamirlerden sonra gelerek zarf yapar.
c. Dil ve lehçe isimleri yapar: Alman-ca, İngiliz-ce, Arap-ça, Fars-ça, Rus-ça, Türk-çe; Çuvaş-ça, Yakut-ça…
d. Yer isimleri yapar: Çamlı-ca, Çatal-ca, Çukur-ca, Kozlu-ca, Kumlu-ca, Sapan-ca, Yarım-ca, Derin-ce, Düz-ce, Sütlü-ce, Yeni-ce…
e. Doğrudan doğruya isimler ve sıfatlar yapar: o-n-ca, ılı-ca, kokar-ca; ala-ca (karga), aptal-ca (söz), Kara-ca (Ali) gibi.
7. -daş, -deş, -taş, -teş
Eşlik, ortaklık, bağlılık, aitlik bildiren isimler yapar: adaş (<ad- daş), anlam-daş, arka-daş, çağ-daş, gönül-daş, kardeş (<karın-daş), sır-daş, soy-daş, ülkü-daş, yol-daş, öz-deş, yön-deş, denk-taş, emek-taş, yurt-taş, kök-teş, ses-teş.
8. -ncı, -nci, -ncu, -ncü
Sıralama ve derece bildiren isimler yapar: altı-ncı, bir-i-nci, elli-nci, iki-nci, son-u-ncu, üç-ü-ncü, yüz-ü-ncü gibi.
9. -ar, -er; -şar, -şer
Asıl sayı adlarından üleştirme sayıları yapar. Ünsüzle biten sayılara -ar, -er; ünlüyle biten sayılara -şar, -şer biçimi getirilir: kırk-ar, on-ar, beş-er, bir-er, üç-er; altı-şar, iki-şer, yedi-şer gibi.
10. -sal, -sel
Yapı olarak yanlış olmasına rağmen –sal, -sel eki bugün yaygın olarak kullanılmaktadır. Bilim eseri yerine bilimsel eser, kamu alanı yerine kamusal alan gibi yanlış kullanmalar tercih edilmektedir.
Günümüzde nispet ifade eden î ekinin yerine -l ( doğa-l, özne-l, yasa-l), -al, -el (ulus-al, söz-el) ve –sal, -sel (sayı-sal, bölge-sel) ekleri de kullanılmaktadır. Türkçedeki batı kökenli kelimelerde de nisbet î’si yerine –k eki de (sosyoloji-k, biyoloji-k) kullanılmaktadır.
-sal, -sel eki açı-sal, anıt-sal, doğru-sal, duygu-sal, hayvan-sal, kalıt-sal, kara-sal, kut-sal, onur-sal, tarım-sal, yapı-sal, birey-sel, bitki-sel, bölge-sel, çizgi-sel, evren-sel, gelenek-sel örneklerinde görüldüğü gibi sıkça kullanılmaktadır. Ancak yapı olarak yanlış olan bu şekli yaygın örneklerinin dışında kullanmamaya özen göstermek gerekir.
Bunlardan başka, getirildiği isme değişik anlamlar katan ve sınırlı sayıda örnekte rastlanan isimden isim yapma ekleri de vardır. İsimden türemiş isimler hakkında fikir vermesi düşüncesiyle bunların çoğu aşağıda örnekleriyle birlikte verilmiştir:
-aç, -eç (boz-aç, kır-aç, top-aç), -ak, -ek (baş-ak, sol-ak, top-ak, ben-ek),-an, -en (oğulan>oğlan kız-an, er-en), -cıl, -cil, -cul,-cül; -çıl, -çil, -çul, -çül (tavşan-cıl, ben-cil, ev-cil, ölüm-cül, balık-çıl, kır-çıl, et-çil,ot-çul), -cileyin (ben-cileyin, sen-cileyin), -ç (ana-ç, ata-ç, baba-ç), -gıl, -gil, -gül, -kıl, -kil) (Ali-gil, dayım-gil, kır-kıl, iç-kil, dört-gül), -ka, -ge (baş-ka, öz-ge), -kan, -ken (baş-kan, er-ken), -kek (er-kek), -man, -men (ak-man, ata-man, kara-man, konuk-man, yal-man, dik-men, evci-men, gök-men, köle-men, küçük-men> küçü-men, köse-men, öz-men), -la (kış-la-g>kış-la, yay-la-g>yay-la), -lak, -lek (av-lak, kış-lak, kuş-lak, ot-lak, su-lak, ev-lek), -leyin (akşam-leyin, gece-leyin, sabah-leyin), -msı, -msi, -msu,-msü (acı-msı, ağac-ı-msı, kırmızı-msı, sarı-msı, tatlı-msı, tepe-msi, ekşi-msi, yeşil-i-msi, mor-u-msu), -mtırak (ekşi-mtırak, acı-mtırak, sarı-mtırak, mavi-mtırak, yeşili-mtırak), -rak, -rek (acı-rak, kısa-rak, tatlı-rak, iri-rek), -sak, -sek (bağır-sak, kur-sak, dir-sek, tüm-sek), -sı, -si, -su, -sü (kadın-sı, erkek-si, çocuk-su), -şın, -şin (ak-şın, kara-şın, sarı-şın gök-şin), -t (eş-i-t, yaş-ı-t), -z (altı-z, beş-i-z, dörd-ü-z, iki-z, üç-ü-z)
İSİMDEN FİİL YAPMA EKLERİ
İsim kök ve gövdelerinden fiiller yapmak için kullanılan bu eklerin ayrı ayrı işlevleri yoktur. Hepsinin ortak işlevi, isimleri fiilleştirmek olduğu için türetilen fiilin anlamını ekler değil kök veya gövde konumunda olan isimler belirler. Bunlardan çok kullanılanları örnekleriyle aşağıda gösterilmiştir:
1. -la-, -le-
İsim soylu kelimelerden fiil gövdesi kurar: ak-la-, av-la-, bağ-la-, baş-la-, nokta-la-, suç-la-, ucuz-la-, yaz-la, yok-la-, yol-la-, ateş-le-, belge-le-, dem-le-, demir-le-, diş-le-, giz-le-, kilit-le-, mim-le, ter-le-, ütü-le-; çat-la-, çın-la-, gür-le-, hav-la-, üf-le- vb. gibi.
Bu ekle yapılan fiillerden bazıları bugün bu şekliyle kullanılmazlar. -n-, -ş-, -t- fiilden fiil yapma ekleriyle genişletilmiş olarak yeni bir ek görüntüsüyle ortaya çıkarlar: can-lan-, dik-len-, yaş-lan-, bol-laş-, dinç-leş-, iyi-leş-, makine-leş-, Türkçe-leş-, kir-let- vb. gibi.
Bazı dilciler bu özellik sebebiyle eki, -lan-, -len-; -laş-, -leş-; -lat-, -let- biçiminde de gösterirler.
2. -al-, -el-
İsim kökleri ve gövdelerinden genellikle dönüşlü çatıda fiiller kurar: az-al-, boş-al-, bun-al-, dar-al-, kör-el-, yön-el- gibi
3. -l-
İşlevi, -al- / -el- ekiyle aynıdır: doğru-l-, duru-l-, ince-l-, kısa-l-, sivri-l- vb.
4. -a-, -e-:
İsim soylu kelimelerden fiil gövdeleri kurar: ad-a-, benz-e- (<beniz-e-), boş-a-, kan-a-, oy(u)n-a-, tür-e-, tün-e- (tün: gece), yaş-a- vb.
İsimden fiil yapan ve sınırlı kullanım alanı olan diğer ekler (bazı örnekleriyle) şöyle sıralanabilir: -ar-, -er- (ağ-ar-, baş-ar-, mor-ar-, on-ar-, ev-er-, göğ-er-); -da-, -de- (çatır-da-, fısıl-da-, horul-da-, ışıl-da-, kütür-de- ); -k- (aç-ı-k->ac-ı-k-, bir-i-k-, geç-i-k->gec-i-k-, göz-ü-k-); -kır-, -kir-, -kur-, -kür- (fış-kır-, hıç-kır-, kış-kır-t-, püs-kür-, tü-kür-); -msa-,-mse- (az-ı-msa-, ben-i-mse-, kötü-mse, küçükümse> küçü-mse-); -r- (deli-r-);-sa-, -se- (buğa-sa-, aygır-sa-, su-sa-, umur-sa, mühim-se-, garip-se-, önem-se-).
FİİLDEN FİİL YAPMA EKLERİ
Fiil kök ve gövdelerinden, yeni fiiller türetmek için kullanılan, sayıca az fakat işlek eklerdir.
1. -l-
Dönüşlülük, edilgenlik ve bilinmezlik ifade eden fiiller yapar: boğ-u-l-, büz-ü-l-, üz-ü-l-, yor-u-l-; an-ı-l-, bas-ı-l-, duy-u-l-, gönder-i-l-, kaz-ı-l-, kıy-ı-l-, öv-ü-l-, sar-ı-l-, sök-ü-l-, ver-i-l-, yaz-ı-l-, yüz-ü-l- gibi.
Sonu ünlüyle ve l ünsüzüyle biten fiiller -l- ekini almazlar.
2. -ma-, -me-
Getirildiği bütün fiil kök ve gövdelerine olumsuzluk anlamı katar: duy-ma-, kaç-ma-, sor-ma-, uyu-ma-, yat-ma-, bil-me-, çek-me-, gör-me- vb. gibi.
3. -n-
Dönüşlülük ifade eden fiiller yapar: bak-ı-n-, çek-i-n-, giy-i-n, yet-i-n-…
Dönüşlülük ifade eden -n- ile edilgenlik, bilinmezlik yapan –n- birbirine karıştırılmamalıdır. Bunlar şekil bakımından aynı fakat işlev bakımından farklıdır:
Dönüşlülük Edilgenlik, bilinmezlik
ara-n- (Çok arandı.) ara-n- (Her yer arandı.)
sil-i-n- (Silinmiş, kurulanmış.) sil-i-n- (Tahta silindi.)
yıka-n- (Ali yıkandı.) yıka-n- (Araba yıkandı.)
4. -r-
Fiillere, yaptırma ve oldurma anlamı katan, geçişsiz fiilleri geçişli yapan eklerden biridir. Sonu ünlüyle biten fiillere gelmez. Daha çok, sonu ç, ğ, p, ş, t, y ünsüzleriyle biten tek heceli fiillere gelir: aş-ı-r-, bit-i-r-, doğ-u-r-, duy-u-r-, geç-i-r-, piş-i-r- vb.
5. -ş- :
Fiil tabanlarından işteş ve dönüşlü çatıda * fiiller yapar: at-ı-ş-, bak-ı-ş-, dön-ü-ş-, döv-ü-ş-, gör-ü-ş-, gül-ü-ş-, kalk-ı-ş-, kok-u-ş-, sev-i-ş-, sık-ı-ş- gibi.
6. -t-
Ettirgen çatı kuran çok işlek bir ektir: acı-t-, az-ı-t-, benze-t-, boya-t-, düzel-t-, kapa-t-, kuru-t-, oku-t-, öde-t, sür-t-, uza-t-, ürk-ü-t-,yüksel-t- gibi.
7. -dır-, -dir-, -dur-, -dür-; -tır-, -tir-, -tur-, -tür-
Çok işlek eklerden biridir. Ettirgen çatılı fiiller yapar. Ünlüyle biten tek heceli fiillerle ünsüzle biten bütün fiillere getirilebilir:kay-dır-, yaz-dır-, yıl-dır-, bil-dir-, de-dir-, giy-dir-, sez-dir-, sin-dir-, ver-dir-, ye-dir-, don-dur-, gül-dür-, yüz-dür-; aç-tır-, as-tır-, bık-tır-, tart-tır-, çek-tir-, koş-tur-, öp-tür-, tüt-tür- vb.
Yukarıdakilere göre az işlek olan, fiilden fiil yapma eklerinin diğerleri ise örnekleriyle birlikte şunlardır: -a-, -e- (bul-a-, dol-a-, tık-a-); -ala-, -ele- (dur-ala-, kak-ala-, kov-ala-, şaş-ala-, ov-ala- eş-ele-, gez-ele-, it-ele-, silk-ele-, tep-ele-);-ar-/-er- (kop-ar-, çık-ar-); -ı-, -ü- (kaz-ı-, sür-ü-); -k- (dol-u-k-, kan-ı-k-; bur-k-, kal-k-, sil-k-); -p- (kır-p-, ser-p-)…
FİİLDEN İSİM YAPMA EKLERİ
Fiil kök ve gövdelerinden, isimler yapmakta kullanılan eklerdir. Bu eklerin sayıca çok ve işlek olması, Türkçenin fiilden isim yapmaya elverişli bir dil olduğunun da göstergesidir.
1. -gan, -gen; -kan, -ken
Alışkanlık, özellik, aşırılık anlamı katar: atıl-gan, alış-kan, kay-gan, sıkıl-gan, sürün-gen; çalış-kan, somurt-kan, yalıt-kan, değiş-ken, üret-ken gibi.
2. -gı, -gi, -gu, -gü; -kı, -ki, -ku, -kü
Kullanım alanı çok geniş olan eklerden biridir. Fiilin gösterdiği hareketle ilgili türlü nesneleri, kavramları karşılar. Alet isimleri de yapar: al-gı, çal-gı, sar-gı, say-gı, bil-gi, der-gi, ez-gi, ser-gi, ver-gi, kur-gu, sor-gu, vur-gu, gör-gü, ör-gü, sür-gü; at-kı, bas-kı, biç-ki, bit-ki, seç-ki, iliş-ki, kes-ki, tut-ku, düş-kü, küs-kü vb.
3. -gın, -gin, -gun, -gün; -kın, -kin, -kun, -kün
Aşırılık anlamı taşıyan ve genellikle sıfat gibi kullanılan isimler türetir: az-gın, dal-gın, bez-gin, bil-gin, boz-gun, ol-gun, yor-gun, üz-gün; yat-kın, bit-kin, et-kin, geç-kin, piş-kin, seç-kin, tut-kun, küs-kün gibi.
4. -ı, -i, -u, -ü
Olan, yapan veya yapılanı karşılayan isimler türeten işlek bir ektir: an-ı, başar-ı, bat-ı, çarp-ı, kaz-ı, say-ı, sık-ı, yaz-ı, beğen-i, bildir-i, diz-i, gez-i, doğ-u, dol-u, kork-u, pus-u, sor-u, sun-u, öl-ü, ört-ü gibi.
5. -ıcı, -ici, -ucu, -ücü
Meslek ya da özellik bildiren isimler yapar: ak-ıcı, al-ıcı, bak-ıcı, kurtar-ıcı, yaz-ıcı, çek-ici, gez-ici, tüket-ici, üret-ici, ver-ici, boğ-ucu, oku-y-ucu, soğut-ucu, tut-ucu, güldür-ücü, sür-ücü gibi.
6. -ış, -iş, -uş, -üş *
Sayılı birkaç fiil dışında bütün fiil köklerine ve gövdelerine gelebilen işlek eklerden biridir. Kalıcı isimler de yapar: al-ış, anla-y-ış, bak-ış, davran-ış, sat-ış, yağ-ış, yaratıl-ış, gir-iş, söyle-y-iş, ver-iş, doğ-uş, duy-uş, sun-uş, gör-üş.
7. -k
Fiil kök ve gövdelerinden genellikle sıfat görevinde kullanılan kelimeler türeten işlek eklerden biridir: aç-ı-k, birleş-i-k, boz-u-k, del-i-k, dile-k, don-u-k, ez-i-k, göç-ü-k, iste-k, kes-i-k, kır-ı-k, sök-ü-k, tara-k, uyuş-u-k, yan-ı-k, yerleş-i-k. vb.
8. -m
Kalıcı isimler yapan işlek eklerdendir: al-ı-m, bak-ı-m, bas-ı-m, bil-i-m, çek-i-m, çiz-i-m, doğ-u-m, eğit-i-m, ek-i-m, geç-i-m, giy-i-m, iç-i-m, öl-ü-m, sar-ı-m, sat-ı-m, seç-i-m, sun-u-m, tak-ı-m, tanı-m, tad-ı-m, tüket-i-m, uçur-u-m, üret-i-m, ver-i-m, yud-u-m vb.
9. -ma, -me
Bütün fiil kök ve gövdelerine getirilebilir. Asıl görevi, iş isimleri yapmaktır: oku-ma, sula-ma, soruştur-ma, bekle-me, git-me, gez-me, görüş-me.
As-ma, ayaklan-ma, bas-ma, danış-ma, doku-ma, dol-ma, dondur-ma, kavur-ma, tamla-ma, tonla-ma, yak-ma, yaz-ma, yokla-ma, besle-me, böl-me, bütünle-me, dik-me, iç-me, sür-me örneklerindeki gibi kalıcı isimler de yapar.
10. -mak, -mek
Türkçedeki bütün fiil kökleri ve gövdelerine gelir. Asıl görevi, fiil isimleri yapmaktır: aç-mak, ağla-mak, kaz-mak, ofla-mak, utan-mak, yalvar-mak, bil-mek, derle-mek, gül-mek vb.
Ayrıca çak-mak, kay-mak, tok-mak, ek-mek, il-mek, ye-mek örneklerinde olduğu gibi az sayıda kalıcı isimler de yapar.
11. -tı, -ti, -tu, -tü
Genellikle yansıma tabanlarından ve dönüşlü çatı kuran eklerden sonra gelerek isimler türetir: cayır-tı, cızır-tı, çatır-tı, gıcır-tı, homur-tu, gümbür-tü, kütür-tü; alın-tı, bunal-tı, çarpın-tı, çıkın-tı, kabar-tı, karar-tı, kaşın-tı, kızar-tı, sığın-tı, sıkın-tı, uzan-tı, belir-ti, öden-ti, tiksin-ti, ürper-ti, doğrul-tu, görün-tü, vb. Fiile gelen örneklerde bu eki -ntı, -nti, -ntu, -ntü olarak da düşünebiliriz.
Yukarıda sıralanan fiilden isim yapma ekleri, diğerlerine göre örnekleri çok olan işlek eklerdir. Bunların dışında sınırlı sayıda örnekte rastlanan ve diğerlerine göre daha az işlek olan fiilden isim yapma ekleri de vardır.
Bunlar, aşağıda alfabetik düzende sıralanmıştır:
-a, -e : doğ-a, sap-a, oy-a, yar-a, diz-e, geç-e, gel-e, sür-e…
-ağan, -eğen : dur-ağan, ol-ağan, yat-ağan, gez-eğen..
-ak, -ek : barın-ak, bat-ak, bıç-ak, dur-ak, kaç-ak, kay-ak, kon-ak, sap-ak, tut-ak, yat-ak,
dön-ek, sür-ek, ürk-ek…
-alak, -elek : as-alak, yat-alak, çök-elek.
-amak, -emek : bas-amak, kaç-amak, tut-amak…
-anak, -enek: ol-anak, tut-anak, gel-enek, gör-enek, kes-enek, seç-enek.
-ca, -ce: sakın-ca, dinlen-ce, düşün-ce, eğlen-ce, güven-ce, söylen-ce…
-ç: gülün-ç, iğren-ç, inan-ç, kılın-ç, kıskan-ç, korkun-ç, sevin-ç, usan-ç. Eskiden sadece –n-’li
çatılara gelen bu ek günümüzde ünlüyle biten fiillere de getirilmektedir: bağla-ç, imle-ç,
tümle-ç.
-aç, -eç: kaldır-aç, sark-aç, say-aç, büyüt-eç, gül-eç, sür-eç…
-dı, -di, -du, -dü; -tı, -ti, -tu, -tü: imambayıl-dı, hünkarbeğen-di, şıpsev-di, gecekon-du,
ayakbas-tı, külbas-tı, piş-ti, eltieltiyeküs-tü…
-ga, -ge: dal-ga, yon-ga, bil-ge, böl-ge, diz-ge, göster-ge, sömür-ge, süpür-ge, öner-ge…
-gaç, -geç; -kaç, -keç: solun-gaç, utan-gaç, il-geç, süz-geç, üşen-geç, yüz-geç, kıs-kaç…
-gıç, -giç, -guç, -güç: başlan-gıç, dal-gıç, bil-giç, sor-guç…
-maca, -mece : at-ma-ca, bul-ma-ca, koş-ma-ca, bil-me-ce, çek-me-ce, düz-me-ce, kes-me-
ce, seç-me-ce…
-maç, -meç: al-maç, bula-maç, çığırt-maç, kar-maç, kurut-maç, sık-maç, yak-maç,yanılt-
maç, yırt-maç, böl-meç, de-meç…
-man, -men: az-man, danış-man, okut-man, öğret-men, say-man, seç-men, yaz-man,
yönet-men…
-mık, -mik, -muk, -mük: kıy-mık, il-mik, kus-muk, soy-muk…
-n: ak-ı-n, bas-ı-n, diz-i-n, gel-i-n, say-ı-n, tüt-ü-n, yay-ı-n, yığ-ı-n…
-t : an-ı-t, bin-i-t, dik-i-t, geç-i-t, kes-i-t, öğ-ü-t, um-u-t, kon-u-t, taşı-t, yak-ı-t, yap-ı-t, yaz-ı-t…
Buram, tutam, çatal, dolanbaç>dolambaç, saklanbaç>saklambaç, göçeri, uçarı, ışıl, kaypak,
sürünceme, tutsak, yağmur, yayvan kelimelerinde koyu yazılan ekler ise (neredeyse) bu
örneklerle sınırlıdır.
1. Ek, Kök, gövde nedir?
2. -mak/-mek her yere, van eki bazen (yayvan)
3. İsme getirilen yapım eki, fiile getirilmez.
4. Yazılışları aynı ama karıştırma
Sürmek – sürümek
Sürüden – sürüdüm TÜRK DİLİ DERSİNE
HOŞ GELDİNİZ
İSİMDEN İSİM YAPMA EKLERİ
LIK
saman-lık
bayramlık
buzluk
demircilik
rektörlük
temizlik
yüzlük
babalık, evlatlık
açlık, tokluk
LI
Bilgili, renkli
Konyalı, köylü
Yerli, sözlü
Sağlı-sollu
SIZ
Ahlaksız
CI
Bilgisayarcı, camcı
CIK
Kedicik,
Kızamıkçık, pamukçuk
Gelincik, kızılcık
Köprücük, bademcik
CA
Adamca, güzelce – nispet katar
Düşmanca, yavaşça – zarf yaptı.
Romence, İngilizce
Çukurca, Çamlıca
DAŞ
Özdeş, soydaş
NCI
İkinci, yirminci
AR
İkişer, yirmişer
SAL
Bitkisel,
İSİMDEN FİİL YAPMA EKLERİ
LA
Terle, ütüle
AL
Boşal
Azal
L
Doğrul, incel
A
Boşa, kana
AR
Kızar, başar
YAZIM YANLIŞLARI
Ø İnsanoğlu ana dilini konuşmayı çevresinde duyduğu seslere anlam vererek öğrenir.
Ø Yazım yanlışlarına dikkat etmek sadece Türkçe öğretmenlerinin işi değildir.
ana dili
dil bilgisi
dizüstü bilgisayar
birkaç
bir çok
her şey – bir şey şey‘ sözcüğünün her zaman ayrı yazılması gerekir.
ya da
şarj
katliam – katliyam
iri yarı – iriyarı
hiçbir
Sözcüğün yanlış kullanımı Doğrusu (!)
neden olmak
(Bu başarıya ulaşmama o neden oldu) Neden olmak olumsuzluk içerir.
(Bu başarıya ulaşmamı o sağladı.)
(Bu duruma düşmeme o neden oldu.)
tekrardan tekrar veya yeniden
MERAK ETME ATA’M, DİLİN VE TARİHİN ÖNEMİNİ ANLADIK. ONLARA MUTLAKA SAHİP ÇIKACAĞIZ.
RESİMLER
Efendim, artık dükkanlarımıza koyacak Türkçe isim bulamıyoruz
Gel vatandaş gel… Alış-veriş megaymış. O ne demekse?…
Sormakta bir sakınca görmüyorum. Outlet ne demek?… Kendi memleketimizde yabancı olduk!…
Afedersiniz. Acaba burası Türkiye mi???
KAYNAK:
TDK Sitesi
http://www.edubilim.com/forum/turk_dili_ders_notlari-t15037
TÜRK DİLİ DERS NOTLARI
TÜRK DİLİ METİN HAKVERDİOĞLU
Atatürk’ün Türkçenin yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarılmasını istemesinin en önemli nedeni Dilin, bir toplumda düşünce birliğini yarattığını ve o toplumun ulusal benliğini kazanmasında en etkili araç olduğunu bilmesidir.
Yazı dilinin Kalıcı olması özelliği toplumun kültürel birikimlerini kuşaktan kuşağa taşımasına yol açmıştır.
Lehçe ya da ağız denilen dil birliklerinin oluşması dilin şu temel özelliğiyle açıklanabilir: Dilin gelişen ve değişen canlı bir varlık olmasıyla
Genel dilin toplumsal çevreye, yaşa ve kültür düzeyine, mesleklere bağlı olarak kullanılması özel dillerin ortaya çıkmasında etkili olmuştur.
Konuşma dili kişiden kişiye farklılıklar gösterir, sese dayanan bir eylemdir, El yüz hareketleri konuşmaya doğallık katar, dilin gelişimine temel oluşturur.
Yazılı iletişim araçlarında bulunması gereken biçimsel özellikler: Yalınlık, Dengelik, Akla uygunluk, Birörneklik
Araştırma raporlarındaki şekil çeşitleri: Çizgi grafiği, Harita, Örgüt şeması, Sütun grafiği
Araştırma raporlarının giriş bölümünde Problem, Sınırlılıklar, Amaç, Önem yer alır.
Bilim dili ile argo arasında, özel dil olmaları bakımından bir benzerlik vardır.
Bireylerin toplumla olan bağlarını güçlendiren öğelerden biri de anadilidir.
Konuşma organları, anadilin ses özelliklerini yansıtacak biçimde gelişir.
Lehçe ve ağız, bir dilin değişikliğe uğramış türleridir.
Yazılı anlatımın özellikleri: Yazım kurallarına uyma gerekliliği, Yazılı anlatımın kalıcı olması, Bilimin ve kültürün gelecek kuşaklara aktarılmasında önemli bir rol oynaması, Her dilin genel yazma kurallarının olması
Yaratıcı yazmanın gerçekleştiği alanlar: Şiir, Roman, Öykü, Destan
Bir duygunun ya da düşüncenin, zihinde tasarlanan bir konunun sözle ya da yazıyla bildirilmesine Anlatım denir.
Anadilin özellikleri: Bireylerin toplumla en güçlü bağlarını oluşturur, Bilinçaltına inen “düşünme dili”dir, Her ulusun dili o ulusa ait kişilerin ana dilidir, Anadil ulusal niteliktedir.
Uzun çizgi, karşılıklı konuşmalarda kullanılır.
Bir çizelgede bulunan öğeler: Çizelge dipnotları, İçerik, Çerçeve, Numara ve başlık
A. Dilin Özellikleri
B. Dilin Millet Hayatındaki Yeri ve Önemi
C. DİLİN ÖZELLİKLERİ
Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabiî bir vasıta; kendisine mahsus kanunları olan ve ancak bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş içtimaî bir müessesedir.” (Muharrem Ergin)
Dil, bir anda düşünemeyeceğimiz kadar çok yönlü, değişik açılardan bakınca başka başka nitelikleri beliren, kimi sırlarını bugün de çözemediğimiz büyülü bir varlıktır” (Doğan Aksan)
“Bir toplumu oluşturan kişilerin düşünce ve duygularının o toplumda ses ve anlam bakımından ortak ögeler ve kurallardan yararlanarak başkalarına aktarılmasını sağlayan çok yönlü ve gelişmiş bir sistem.” (Zeynep Korkmaz)
“Dil, insanların aralarında haberleşmelerini, duygu ve düşüncelerini, arzularını, isteklerini bir takım mesajlarla birbirlerine nakletmelerini temin eden her çeşit işaretler topluluğuna verilen isimdir.”(Ayhan Songar)
1. Anlaşma Aracıdır :
Dilin birinci ve asıl işlevi anlaşma aracı olmasıdır. “Ancak onun vasıtalığını yanlış anlamamak lâzımdır. Zira dil, tabiî bir vasıtadır. Gelişigüzel bir vasıta, maddî bir vasıta, gelip geçici iğreti bir vasıta, bir alet değildir. Dil, canlı bir vasıta gibidir. İnsanlara, fertlere hizmet eder; fakat insanların, fertlerin keyfine tâbi değildir. İnsanlar, onu istedikleri biçime sokamazlar, ona değişik bir şekil veremezler. Onu olduğu gibi kabul etmeğe, onun hususiyetlerine dikkat etmeğe, onun tabiatına uymağa, onun kanunlarına boyun eğmeğe mecburdurlar.”[1]
İnsanlar aynı mekânda saatlerce, günlerce, aylarca, hatta yıllarca birlikte kalsalar bile duygu ve düşüncelerini belirtmedikleri zaman aralarında iletişim sağlanamaz. Duygular, düşünceler, istekler ancak açığa vurmak suretiyle başkalarına taşınabilir. İşte insanlar arasındaki bu iletişimi en kolay ve doğal şekliyle sağlayan, dildir.
2. Doğallık:
Dilin önemli özelliklerinden biri de doğal olmasıdır. Çevremizde doğal olarak nitelendirdiğimiz (ağaç, su, toprak, güneş, deniz, at… gibi) varlıkların tabiatını değiştirmek mümkün olmadığı gibi öz itibariyle dilin tabiatı da değiştirilmez. Nitekim dil yapay olsaydı, insanlar farklı farklı dillerle konuşmak ve yazmak yerine ortak bir dil yaparlar, onu kullanırlardı.[2]
3. Kuralları Vardır:
Her dilin kendine özgü kuralları vardır. Bu kurallar dilin tabiatından ortaya çıkmaktadır. Daha açık bir ifadeyle söylemek gerekirse biz önce kuralları koyup bu kurallara göre konuşmuyoruz. Mevcut kuralları, dilin doğal yapısından tespit ediyoruz. Meselâ; Türkiye Türkçesinde fiilin, gelecek zamanda yapılacağını belirtmek için –acak, -ecek ekini kullanıyoruz. Bu eki değiştirmek, yeni bir ek kural ortaya atmak gibi bir tasarrufumuz olamaz.
4. Canlıdır :
Dil, kendi kanunları içerisinde yaşayan canlı bir varlıktır. Canlıların ortak özelliklerinden olan doğma, büyüme, gelişme gibi özellikler dil için de geçerlidir. Ahmet Haşim, dilin kelimelerini yapraklara benzetiyor. Yapraklar ilkbaharda büyümeye başlıyor; yazın hâlâ dallardadır; sonbaharda sararmaya başlıyor ve kış gelirken dökülüyor; bir anlamda ölüyor. Bunun gibi dilde de bir kelime ihtiyaçtan ortaya çıkıyor bir süre kullanılıyor ve belli bir zaman sonra kullanımdan kalkıyor. Meselâ; kağnı’nın kullanımdan kalkmasıyla birlikte kağnı kelimesi ve kağnıyı oluşturan parçaların her birine verilen adlar da kullanımdan kalkmaktadır. Yalnız bu demek değildir ki şimdi kullandığımız kelimelerin hepsi de bir gün tamamen unutulacak. Dil, gelişmesini doğal olarak gösterecektir. Ölü bir kelimeyi zorla günlük dile sokmaya çalışmak bir ölüyü diriltmeye benzer ve bir netice vermez. Meselâ, aslı Arapça olan kitab kelimesini biz kitap şeklinde kullanıyoruz. “Eski Türkçede kitabı ifade eden betik kelimesi varsa, biz bu kelimeyi niçin kullanmıyoruz” demek, dilin canlılık özelliğine uymaz.
5. Gizli Anlaşmalar Sistemidir:
Dilin doğuşu konusunda çeşitli teoriler ortaya atılmış ve bu teorilerle ilgili tartışmalar bugün de devam etmektedir: Acaba ilk insanlar nasıl anlaşıyorlardı? Niçin milletlerin dilleri farklı farklıdır? gibi soruların sayısı artırılabilir. Bu sorulara verilecek cevaplar da birbirinden farklı olacaktır. Şurası bir gerçektir ki bir dildeki kelimeler ve kelime dizileri konusunda o milletin bütün fertleri tarihin bilinmeyen döneminde gizli bir anlaşma yapmış gibi; kavramların, nesnelerin, eylemlerin… anlatımında aynı kelimeleri kullanırlar. Aynı nesneler farklı milletlerin dilinde farklı kelimelerle ifade edilir: Türklerin taş; Arapların hacer; Farsların seng; Rusların kamen, İngilizlerin stone demesi gibi.
6. Milletin Ortak Malıdır:
Milleti millet yapan unsurların başında dil yer alır. Her milletin konuştuğu dil kendi milletinin adıyla anılır: Türk-Türkçe, Rus- Rusça gibi. “Dil bazı insanların veya zümrelerin değil, bütün bir milletin ortak malıdır…O yalnız, yaşayan neslin değil, ecdadın da torunların da üzerinde hakkı olan derinliğine ve genişliğine bütün bir millet malıdır, millet emanetidir, millet mirasıdır, millet istikbâlidir.”[1]
7. Sosyal Bir Varlıktır :
Dilin kuralları ve söz varlığı, onun sosyalliğini gösteren özelliklerdendir. Dil, bütün yönleriyle toplumdan topluma değişiklik gösterir. Dilin yapısı, kuralları ve kelime hazinesi; milletin anlayışı, dünya görüşü ve felsefesiyle yakından ilgilidir. Bir anlamda milletin karakteri, kültürü, yaşadığı coğrafya… diline yansımaktadır. “Söz gelişi Türkçede devenin rengini gösteren bir tek deve tüyü kelimesi bulunduğu hâlde, Arapçada bu rengin ton farklarını gösteren yüze yakın kelimenin varlığından söz edilmesi; Aymara Kızılderililerinin patates çeşitlerini anlatmak için 200 ayrı kelime kullanması; Eskimoların karın yağış şekillerinden her birini ayrı kelimelerle anlatması dilin; toplumların duygu ve düşünce tarzına, sosyal durumlarına, oturdukları yerlere ve iklim şartlarına, tarihteki geçmişlerine, zaman içinde uğradıkları değişime ve gelişmelere göre, şekil ve işleyiş bakımından birbirinden ayrı biçimlenmeye uğradığını göstermektedir.”[2]
D. DİLİN MİLLET HAYATINDAKİ YERİ VE ÖNEMİ
Bir millet ayakta tutan, onun varlığını ve devamını sağlayan, millî şuuru besleyen, bir millet mensubu olma hazzını veren ve bireylerini birbirine yaklaştırarak, onlar arasında birlik yaratan millet olarak, dil çok önemlidir. Öyle ki milletin varlığı, dilin varlığıyla mümkündür.
İnsanın geçmişini öğrenmesinde, gününü yaşamasında, geleceğine yön vermesinde, kişiliğini kazanmasında, aynı dili konuşan diğer insanlarla iletişim kurmasında ve kendisini ifade etmesinde dilin çok önemli bir araç olduğu muhakkaktır. Bu bakımdan dil bir anlamda bireye hizmet eder. Ancak, ore tabiatı gereği toplu hâlde yaşamaya ihtiyaç duyar. Çevresinde kendiyle aynı değerleri paylaşan insanların bulunmasını ister. Bu ortak değerlerin oluşturulmasında, paylaşılmasında, nesilden nesile aktarılmasında, milletin varlığını devam ettirmesinde dil, çok önemli bir görevi yerine getirir. Çünkü millet olmanın birinci şartı, aynı dili konuşmaktır.
Dil, milletin ortak kültürüyle yol alarak varlığını devam ettirir. Milleti oluşturan bireyler arasında birleştirici bir rol üstlenen dil, aynı zamanda ortak şuurun, millî şuurun ortaya çıkmasına hizmet eder. Millî birliği ve beraberliği sağlar. Dilin bu özelliği Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyetini kuran; Türk halkı, Türk milletidir. Türk ore demek, Türk dili demektir. Türk dili Türk ore için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk ore , geçirdiği nihayetsiz felâketler içinde ahlâkının, an’anelerinin, hatıralarının, menfaatlerinin, kısacası, bugün kendi milliyetini yapan her şeyinin dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.” Sözlerinde veciz ifadesini bulmuştur.
Millî varlığın korunmasıyla dilin korunması arasında çok sıkı bir ilgi vardır. Dilini unutmayan fakat bağımsızlığını kaybeden bir toplum milliyetini koruyor demektir. Bu toplum, bağımsızlığını kazanıp bir devlet kurarak, bir millet olarak yeniden tarih sahnesine çıkabilir. Sovyet Rusya’nın dağılmasıyla Türklerin ve diğer milletlerin bağımsız birer devlet olarak yeniden tarih sahnesine çıkmaları bunun en yeni örneğidir. Tarihte bunun başka pek çok örneği vardır. Ancak dilini kaybeden milletlerin tarih sahnesinden silindikleri de bilinmektedir.
Bir milletin dili bozulursa kültüründe sıkıntılar ortaya çıkar. Düşünce, sanat ve edebiyat alanlarında çöküntü başlar. Dil asıl işlevini (insanlar arasında anlaşma aracı olma) yerine getiremez. Kitleler birbirlerini anlayamaz ore gelir ve yavaş yavaş kopmalar başlar. Bu gerçek, tecrübeyle sabit olduğu için bir ore içten yıkma yönteminde işe ore dilden başlanır.Yeni neslin kültürel değerleri öğrenmemesi ve bireylerin, kuşakların birbiriyle sağlıklı iletişim kurmalarını engellemek için ne gerekiyorsa yapılır. Bu yüzden dil üzerinde oynanan oyunlara karşı her zaman uyanık olmak gerekir. Adres bulmada kolaylık olsun gibi bir bahaneyle meselâ; Yunus Emre Caddesi’ni 4. Cadde şeklinde değiştirmek bile kültür bakımından son derece yanlıştır. Çünkü, cadde adını rakamla ifade ettiğiniz zaman bu tabelayı okuyan kimsenin buradan caddenin numarası dışında öğrenebileceği bir şey yoktur. Fakat Yunus Emre adının yaşatılması hâlinde en azından yetişen nesil Yunus Emre’nin kim olduğunu, bu caddeye neden bu ismin verildiğini merak edecektir, öğrenmek isteyecektir ve sonuçta kendi kültüründen birşeyler bulacaktır.
Bir milletin ruhu, karakteri, anlayışı… çoğunlukla sanatkârların ortaya koydukları eserlere yansıdığından bu yönüyle de dil, sosyal yapının ve kültürün aynası durumundadır. Dolayısıyla bu eserlerin dikkatle incelenmesi o milletin karakteri hakkında sağlam ipuçları verecektir. Gelişmiş ülkelerin kendi kültürlerini ve başka kültürleri öğrenmek için araştırmalar yaptırmalarını, bunlar için bütçelerinden önemli paylar ayırmalarını yabana atmamak lâzımdır. Her milletin kendine ore birtakım kültür özellikleri olduğu gibi milletlerin zayıf ve güçlü olduğu yönler de vardır. Kültür araştırmalarıyla bunların tespiti mümkündür. İzlenecek politikaların belirlenmesine bu araştırmalardan elde edilen veriler ışık tutmaktadır. Sömürgeci ülkeler günümüzde stratejik araştırma enstitüleri adı altında dünyanın dört bir tarafında yaptıkları araştırmalarda o ülkenin veya bölgenin etnik yapısını, özellikle de yerel dilleri gündeme getirmektedirler. Tarihte ve günümüzde bunun pek çok örneğini görmek mümkündür.Özetlemek gerekirse dil, milletin manevî gücünün aynasıdır. Bir milletin kültürel değerlerini oluşturan ve o ore ayakta tutan; edebiyatı, sanatı, bilim ve tekniği, dünya görüşü, ahlâk anlayışı, müziği… geçmişten günümüze ancak dil sayesinde aktarılmaktadır. Dolayısıyla dilin korunmasıyla millî varlığın korunmasını aynı seviyede algılamak gerekir.
EĞİTİM VE DİL
Bireyler dünyaya geldiği anda sosyal olmayan varlıklardır. Fakat toplum öyle bir çevredir ki, bu sosyal olmayan varlıkları, içine girdiği andan itibaren kendisine benzetmeye çalışır. Bireylerin toplumu benimsemesi yani sosyalleşmesi toplumun bekası için gereklidir. Bir toplum, bireylerine lisanını, ahlakını, estetik zevkini, ilmi mantığını, teknik vetirelerini aşılamazsa yaşayamaz.(19) Bunların bireylere aktarımında ise en etkin kurumların başında eğitim gelmektedir.
Dil, çevremizdeki her türlü iletişim aracı ve kültür taşıyıcılarından çok daha belirgin olarak zihniyetimizin sözcüsüdür ve bu nedenle de onun belirleyici bir konumu vardır. Bilim, felsefe ve sanat eserlerinde de yapı taşı olarak ortaya çıkan ve bir çok işlevi birden gören dilin önemli özelliği, kültür taşıyıcılığıdır.(20) En sıradan bir haberi dinlerken, en sıradan bir yazıyı, gazeteyi vb. okurken insanların elinde sözlük bulundurma zorunluluğunu hisseder hale gelmesi önemli çağrışımları da beraberinde getirmektedir. Öyle ki, insanlar kimi zaman kendilerinin çok bildiğini kanıtlamak, komplekslerini tatmin etmek, kimi zaman kasıtlı olarak dilde tahribata yol açmak, kimi zaman da farkında olmadan insanların anlayamayacağı, ne olduğu belli olmayan çok değişik cümleler ya da kelimeler kullanabilmektedir. Özellikle bu tür tavırların eğitim ve öğretim faaliyetlerinde yapılması çok olumsuz etki yapmaktadır. Zaten bilmediği bir şeyleri öğrenmeye çalışan birey, üstüne birde bilmediği kelimelerle ya da anlaşılmayan cümlelerle karşılaşınca öğretilenlere tamamen yabancı kalmaktadır.
Doktorun hastasına hastalığını anlatırken kullandığı dil, siyasetçinin seçmenini bilinçlendirirken kullandığı dil, bilim adamının-aydının insanları aydınlatırken kullandığı dil ve de eğitimcinin kitlesini eğitirken kullandığı dil kitlelere yabancı olursa yapılan gayretler boşa gitmekte, konuşanla dinleyenin birbirine yabancılaşması ortaya çıkmaktadır. Böyle olunca da haklın kendini yetiştirmesi ve geliştirmesi gerçekleşememektedir. İşte bütün bu nedenler, toplumun çağı yakalamasında olumsuz etkenler olabilmektedir. Gerçek anlamından sapmış kelimeler, yanlış kullanılan, anlamında farklılıklar ortaya çıkarılarak ifade edilen sözcükler anlatılmak istenilenin anlaşılmasını zorlaştırmaktadır.
Hem sağlıklı bir iletişim için, hem de Atatürk’ün üzerine titrediği ve kültürel bağımsızlığı da içine alan tam bağımsızlık için dil en temel öge olma özelliğine sahiptir. Hiç kuşkusuz millî bir eğitim için millî bir dil gereklidir. Bu nedenle de dilin millîleşmesi, halka yaklaşması amacı önde gelmelidir. Millî bir his ile dil arasında önemli bir bağ vardır. Dilin millîliği, millî hissin ortaya çıkmasını etkiler.
Ülkemizde ilkokuldan üniversiteye kadar eğitimin her kademesinde Türkçe eğitim ve öğretimi verilmektedir. Buna rağmen, Türkçe’yi doğru ve güzel kullananların oranının gittikçe düştüğü görülmektedir. Bu ters durum, Türkçe eğitim ve öğretimindeki eksikliğin, yetersizliğin, metotsuzluğun bir sonucu olduğu kadar; kültür politikalarının, insanlarımızdaki millî şuur ve dil kültürü eksikliğinin, yabancı dil hayranlığının da bir sonucudur. Bu sonuçta, Türkçe eğitim ve öğretimi ile görevli olanların, dil ve Türkçe konusunda yeterli eğitimi alamamış televizyon programcı ve sunucularının, basının sorumluluğu herkesten fazladır.
Atatürk “Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir.” Diyor. Gerçekten dil, millî varlık, millî birlik, millî duygu, bakımından son derece önemlidir. Dil meselesi, millî şuur meselesidir. Atatürk’ün Cumhuriyet rejimini yerleştirdikten sonra ilk iş olarak Türk tarihi ile birlikte Türkçe meselesine eğilmesi kültür ve dilin millet varlığı açısından önemini iyi anlayan bir devlet adamı olmasındandır. Dil, millî varlık açısından, göründüğünden daha önemlidir. Onun için millî vicdan ve sorumluluk sahibi her Türk vatandaşının Türkçe üzerine titremesi gerekir.
“Vatanın bölünmez bütünlüğü” fikir ve inancı gibi, “dilin bozulmazlığı” üzerinde de ittifak etmeliyiz. Çünkü Yahya Kemal’in dediği gibi “Türkçe’nin çekilmediği yerler vatandır. Ancak çekildiği yerler vatanlıktan çıkar.(…) Vatanın gövde ve ruhu Türkçe’dir.”
İsmail ACAR
Balıkesir Üniversitesi
TARIK BUĞRA’NIN TÜRKÇE SEVDASI
Osman DÖNMEZ
Türk edebiyatının önemli şahsiyetlerinden biri olan Tarık Buğra, hikâye, roman ve tiyatroda kendine sağlam bir yer edinirken, bütün bu alanların temel taşı olan Türkçe üzerinde de dönemine göre çok önemli fikirler ileri sürmüştür. Tarık Buğra, gazete ve dergilerde yazdığı yazılarda, belirli aralıklarla Türkçenin önemine, Türkçe üzerinde oynanmak istenen oyunlara ve bunların gâyesine yönelik, dönemin ilim adamlarına, eğitimcilerine, siyasetçilerine önemli ikazlarda bulunmuştur. Tarık Buğra, edebiyat ve sanatta soylu bir duruş sahibi olabilmenin ilk ve bırakılamaz şartının bağımsız bir kafaya sahip olmaktan, yani hâdiselere, meselelere, insana ve insanlar arası münasebetlere peşin hükümlere saplanmadan bakabilmekten geçtiğini görmüştür. Bu tavrını Türkçe ile ilgili yazdığı makalelerinde de sergilediğinden, ‘öztürkçeciler’ ve dilde ‘arılaşma’yı savunanlar tarafından dışlanmıştır.
“Türkçenin Genç Kalemler dergisiyle birlikte doğru yola girdiğini, bu yolda halkın edebiyat ve düşünce hayatıyla bütünleşmeye başladığını düşünen Tarık Buğra, Tek Parti döneminde başlayan dil ırkçılığının son derece tahrip edici neticeler doğurduğu kanaatindedir. Bunun için kendi neslinden birçok yazarı da peşinden sürükleyen ve kısırlaştıran ‘öztürkçe’ macerasından uzak durmuş, özellikle ‘kültür kelimeleri’ dediği, bugünü geçmişe bağlayan kelimelerden yazarlık hayatı boyunca vazgeçmemiştir.”1 Tarık Buğra’ya göre yalnız edebiyatta değil, diğer sanat dallarında, teknikte, bilimde kısaca ‘kafa’ ile ilgili faaliyetlerin hepsinde insanın seviyesi ve kaderi dile bağlıdır. Çünkü ilk çağlardan beri ‘insanın kelimelerle düşündüğü’ anlayışı, ortak bir hakikat olarak kabul görmektedir. Yakasını ‘kelime anarşisine’ kaptırmış bir eğitimle, matematikte ve fizikte bile karşılıkları iki de bir değişen kavramlarla ilim, felsefe ve tefekkür yapılamaz. Tarık Buğra’ya göre Türkçenin bugünkü görünüşü, dil şuurunun kaybolduğunu haber vermektedir.
Tarık Buğra’nın Türkçeyle ilgili yazılarında söz dönüp dolaşır bir şekilde dönemin dil kurumuna gelir. Bu kurumu bir çiftliğe, kurumda görev yapanları da çiftlik ağalarına benzeten Buğra, bu kişilerin birbirlerini çok tuttuklarını, kendi anlayışlarına göre müesseseleştiklerini, dergilerinde kendi anlayışlarına göre, bilgin, sanatkâr ve münekkit yetiştirdiklerini belirtir. Bu kurumun yetiştirdiği hikâyeci, romancı ve şairlerin başarısının da dilimizi bozdukları, fakirleştirdikleri ölçüde arttığını söyler. Bir ülkenin anadili üzerinde oynanan kötü emelli oyunları, o ülkenin kendi kendine harp açması olarak değerlendiren Tarık Buğra, Türkçeyi korumaya yönelik faaliyetlere acilen başlanmadığı takdirde, Türkçenin nerede ise jest, mimik ve tek heceli nidalardan, birtakım işaretlerden müteşekkil kaba bir anlaşma vasıtası hâline geleceğini söyler. Tarık Buğra arı bir dil meydana getirmek iddiasını ‘dil ırkçılığı’ ve tasfiyecilik olarak görür. Birkaç yüz kelimelik Orta Afrika ve Avustralya’daki kabile dilleri hariç, ‘arı dil’ olmadığını söyleyen Buğra, Mustafa Kemal’in son dönemlerindeki dil anlayışıyla, ‘öztürkçecilerin’ yaptıkları arasında en küçük bir ilgi bulunmadığını belirtir. Buğra, Mustafa Kemal’in dilde girilen çıkmazın farkına vardığını Falih Rıfkı’ya söylediği şu sözle hatırlatır: “Çocuk, çıkmaza girilmiştir. Türkçeyi bu çıkmazda bırakamayız, tabiî yola gireceğiz.” Tarık Buğra, ‘Atatürk ve Türkçe’ başlıklı 10 Kasım 1974 tarihli Tercüman gazetesinde yayımlanan yazısında, kuruluş yıldönümü dolayısıyla Atatürk’ün 1934 ve 1937 yıllarında ‘Türk Dili Araştırma Kurumu’na gönderdiği iki mesajına yer verir. Aynı kuruma, üç yıl arayla, aynı gâye için gönderilen bu iki farklı mesajda, Atatürk’ün dil konusuna bakışını net bir şekilde okumak mümkündür.
Atatürk’ün 26 Eylül 1934 tarihli mesajı şöyledir: “Dil bayramından ötürü, Türk Dili Araştırma Kurumu Genel Özeliğinden, ulusal kurumlardan kutunbilikler aldım. Gösterilen güzel duygulardan kıvanç duydum. Ben de kamuyu kutlularım.”
Atatürk’ün 26 Eylül 1937 tarihli mesajı ise şöyledir: “Dil bayramı münasebetiyle Türk Dil Kurumu’nun hakkımdaki duygularını bildiren telgrafınızdan çok mütehassis oldum. Teşekkür eder, değerli çalışmalarınızda muvaffakiyetlerinizin temadisini dilerim.”
Tarık Buğra, Servet-i Fünûn edebiyatının dilde yaptıklarıyla ‘öztürkçecilerin’ dilde yaptıklarını birbirine benzetir. Buğra’ya göre her iki grup da iktidara karşı mücadelesini devleti ve devletin temellerini yıkacak şekilde yürütmüştür. Tarık Buğra, ‘öztürkçecilerin’ dilin ne olduğunu bilmediklerini, dolayısıyla dili bir kelimeler ambarı sandıklarını belirtir. Bu anlayışın yanlış olduğunu şu cümlelerle ortaya koyar Tarık Buğra: “Öyle bir cümle yazarsınız ki, içinde bir tek Türkçe kelime bulunmaz, ama Türkçedir, gene öyle bir cümle yazarsınız ki, bütün kelimeleri aba en ced Türkçedir, ama kendisi Türkçe olmaz; öztürkçeciler işte bunu bilmiyorlar. Daha kötüsü aralarında bilmek, anlamak istemeyenler de var. Bu yüzden de yapmak istedikleri veya yapacakları şey -düpedüz- Türk düşünce ve sanat hayatını, kitaplarını ateşe vermekten, yani Timur veya Hülâgû barbarlığından, Vandallığından (eski kültür ve sanat eserlerini yakıp yıkma düşünce ve davranışı) başka bir şey olmuyor.” Bu düşüncesini şöyle bir örnekle anlatmak ister Buğra: “Değiştirin ‘aşk’ kelimesini -veya unutturun- Yunus Emre’den, Karacaoğlan’dan bugüne kadar yazılmış birçok büyük mısraı, yazarlarıyla birlikte öldürdünüz demektir. Romanlar, hikâyeler, ilim eserleri ve piyesler de caba.” Tarık Buğra Servet-i Fünûncuları mücadelelerinde ‘öztürkçecilerden’ daha samimi bulur. Çünkü Servet-i Fünuncular bu mücadeleyi kaybettiklerinde, kaybedecekleri bir ‘Sis’ bir ‘Aşk-ı Memnû’ları vardır. Arıcıların ise kaybedeceği bir şey yoktur. Bazıları zaten mirasyedidir, bazıları da sırf kitapları baltalamak için kitap çıkarmıştır. Tarık Buğra, 4 Nisan 1969 tarihli Tercüman gazetesindeki yazısına ‘öztürkçecileri’ kastederek “Kiralık Kâtiller” başlığını koyar ve yazısını şöyle bitirir: “Sözün kısası bu arıcılar, bu öztürkçeciler başka hiçbir şey değil, kiralık kâtillerdir: kitaplarımızı kundaklamak için tutulmuş – veya kandırılmış- kiralık kâtiller. Ne kadar usta ve üstün sanatçımız varsa arkadan bıçaklamak, kitaplarını ateşlemek için tutulmuş – veya kandırılmış- kâtiller. (…) Yuf olsun bu oyunu -oynayanlara ve oynatanlara değil- uykulu gözlerle seyreden sanatçılara ve devlet sorumlularına. Onlar bu ‘yuf’tan yakalarını kurturamayacaklardır. Şimdi ve yarın. Tarih de yapışacaktır yakalarına onların.”
Tarık Buğra kelimeler üzerinden toplumu parçalama gayretlerine de dikkatleri çeker. Bazı odakların bazı kelimeler üzerinden nasıl bölücülük yaptıklarını Buğra şöyle anlatır: “Şehir mi diyeceksiniz, kent mi? Şehir dediniz mi, gericisiniz, Osmanlıcayı tutuyorsunuz, Türkçenin ve Türklüğün düşmanısınız. Kent deyince de ilerici olursunuz, devrimci olursunuz, Türkçeden ve Türkiye’den yana olursunuz.” Bu sözlerin insanı çileden çıkardığını söyler Buğra; çünkü ortada kötü ve sarsak bir eğitimin av hâline getirdiği milyonlarca genç ve Türkiye’nin yarınları vardır. ‘Şehir’ kelimesini atıp onun yerine ‘kent’i koyarak Türkçeyi yabancı dillerin baskısından kurtarıp arı bir dil yapacaklarının söyleyenleri ‘zibidi’ olarak niteleyen Buğra, ‘kent’ kelimesinin arıcıların iddia ettiği gibi, Türkçe olmadığını belirterek asıl ‘şehir’in Türkçe olduğunu söyler. Şehir kelimesini unutmakla ne kaybedeceğimize dâir küçük bir zihin yolculuğu yaptırır: “Biz de biliyoruz ‘şehir’ yerine ‘kent’ dersek kıyamet kopmaz; hatta köy evinden bir sıva parçası bile dökülmez. Ama ‘şehir’ kelimesini bir kere gömdük mü Tanpınar’ın bir büyük eseri yani Türk kültürünün o eşsiz ‘Beş Şehir’i Varto yıkıntılarının altında (1966 yılında Muş’un Varto ilçesinde meydana gelen depremi kastediyor) kaybolup gitmişe döner. Siz şimdi ‘Hayal Şehir’den tutun da ‘Şehir Kâhya’sından Eskişehir’e kadar neler yitireceğimizi düşünün. Viranşehir bile kalmaz elimizde.” Tarık Buğra’ya göre “bir kelimenin ölümünü beklemeden fırına atmak, o kelime ile kurulmuş on binlerce Türk mısraından, duygu ve düşüncesinden gelecek nesilleri mahrum bırakmak” demektir. Tarık Buğra, kelimelerin temsilciliklerini yaptıkları hakikatlere de dikkatleri çeker ve tarihine, kültürüne, medeniyet ve sanatına yabancı olanların bu hakikatleri yıkmaya kalkışacağını söyler: “Böyleleri için Malazgirt herhangi bir ova, Rumelihisarı herhangi bir duvar, Bursa şehirlerden bir şehir, Sakarya da rastgele bir ırmaktır. İşte bu kültürsüzlük, bu soysuzluktur ki, kelimeleri kravatlara, mendillere döndürüyor, onlar, böylece de ‘kent’i şehir, ‘koşul’u şart, Farsça ‘zor’dan zorlama ‘zorunluk’ ucûbesini mecburiyet yerine koymaktan çekinmiyor.”
Tarık Buğra, “Anadil bile kavga sebebi, bölünme sebebi yapıldıktan sonra millî birlik dediğimiz yaşama ve gelişme şansına ürpermeden bakmak elden gelir mi?” diye sorar. Dildeki parçalanmışlığın millî birlikteki parçalanmışlığa sebep olabileceğine işaret eder. Ona göre Türkçenin bugün aldığı darbeler, yarının yaralarıdır. Tarık Buğra dilde oynanan oyunların belirli bir gâyeye yönelik olduğunu söyler. Çünkü bu işi yapanlar; ‘sebep, bütün, şiir, hikâye, millet, şehir, hürriyet, kitap, fikir, hakikat…’ gibi aralarında özbeöz Türkçeleri de bulunan binlerce kültür kelimesi üzerinden bu emellerini gerçekleştirmektedir. Asıl maksat kültür ve medeniyet mirasımızı dinamitleyerek halkımızı köksüz bırakmaktır. Kelimelerin öldürülüşü demek, o kelimeyi kullanmış olan nesillerin öldürülüşü demektir. Kültür ile dil arasında sıkı bir münasebet vardır: “Kültürü dilden ayrı düşünmek, bu iki kavrama birden aykırı düşer. Kültür ile dil iç içedir; kaderleri ikizdir: birbirinin seviyelerini, zenginliklerini, soyluluklarını sınırlarlar. Dil kültürü yetiştirir, kültür de onu geliştirir, sağlamlaştırır, millîleştirir.”
Dilde arıcılık düşüncesindekilerin kültür kelimelerine saldırmasına rağmen, gelişen teknolojinin bir neticesi olarak dile giren yabancı kelimelere gecikmiş olarak karşılık bulmaya kalkışmasını bir samimiyetsizlik olarak görür. Karşılık bulmaya çalıştıkları kelimeler ‘otobüs’ kelimesinde olduğu gibi köylere kadar ulaşmıştır, öyle veya böyle binlerce yazıya girmiştir. Bu tür teknolojinin getirdiği kelimelere hemen karşılık bulunması gerektiğini belirten Tarık Buğra, bu hususta Fransa Dil Akademisi’nin bir faaliyetine dikkatleri çeker: “Amerika ilk atom denemesini yaptığı zaman, haberi alan Fransız Dil Akademisi, vaktin gece olmasına rağmen toplandı ve bu hâdisenin getireceği ve getirdiği terimlerin Fransızca karşılıklarını bulmak, bu işi de onlar halka intikal etmeden yapmak kararı aldı.” Tarık Buğra yabancı kelimelerin alışkanlık hâline gelmeden Türkçe karşılıklarının bulunmasını ister. Dilin korunması ve kendi gücüyle gelişmesi için bu önemlidir. Tarık Buğra, ‘bütün, hep, hepsi, her’ kelimelerinin hepsinin ‘tüm’le karşılanmaya çalışıldığının altını çizerek dildeki nüansların yok edilmeye çalışıldığını belirtir. Nüansların ve deyim ayrıntılarının kaybolmasıyla kafanın yozlaşacağını, çölleşeceğini söyler. Dille ilgili yazılarında, bir televizyon programında kendisine yöneltilen, ‘Hakikatin yerine gerçeği koysak ne kaybederiz?’ sorusunu sık sık hatırlatan Buğra, bu soruya verdiği ‘Hakikati kaybederiz!’ cevabını tekrarlamaktan zevk duyar gibidir. Başka bir yazısında, ‘hakikat’ ile ‘gerçek’ kelimeleri arasındaki nüansın altını şöyle çizer: “Bir dil ırkçılığı psikozu içinde, gerçeğe sırt çeviren bir eğitim, büyük bir ihtimalle, hakikat ile bağlantı kurması çok zor insanlar yetiştirmeye mahkûm düşecektir; yani insan öğütecektir.’
“Türkçe, Türkçe, elbette her şeyden önce ve doğru yol tutulana kadar Türkçe. İnsanlarımızdan bilgi, düşünce ve seviye beklemeye ancak ondan sonra hakkımız olabilir.” diyen Tarık Buğra, dilin dokunulmazlığını kurtarmak mecburiyetinde olduğumuzu belirtir. Bu olmadıkça akademi ve üniversitelerin unvan dağıtmaktan başka bir fonksiyonlarının kalmayacağını söyler. Çünkü bozuk dil, bozuk düşünce üretilmesi demektir. Tarık Buğra, Türkçenin kullanımı hususunda dönemin TRT’sini de tenkit eder. Ona göre bu kurum, dili bozmaya uğraşanlarla ortak hareket etmektedir. TRT’nin ‘Anayasa’ dilini kullandığı iddia edilmektedir. Bu iddiayı ileri sürenlere göre, anayasa diline uymak sadece TRT’nin değil, bütün herkesin boyun borcudur. Hâlbuki Buğra bunun bir samimiyetsizlik olduğunu belirtir. Bu iddiasına bazı misaller getirir: “Başta ‘neşir ve ilân’ tarihi yazılıdır. Sonra ‘neşir’ birden bakarsınız ‘yayın’ olmuş. Demek ki, TRT neşir dese de, ilân veya kanun dese de Anayasa diline aykırı konuşmuş olmayacak.”
Tarık Buğra, dilde oynanan oyunlar yüzünden, dünün hikâyecilerinin, şâirlerinin ve ilim adamlarının bize çivi yazısının yazarları gibi yabancılaştığını, onları anlamak için sadeleştirme faaliyetlerinin başladığını, hâlbuki Fransızların dünün büyük yazarlarının eserlerini bugün hiç sadeleştirmeye gitmeden anladıklarını belirtir. Bu tür oyunlarla nesillerin birbirine yabancılaştıklarına ve bunun neticesinde kültür kopukluğu meydana geldiğine işaret eder. Ayrıca Buğra, üç-beş yılda bir sözlük değiştirmeyi, lisan sahibi olmamakla eşdeğer bulur ve bu şekildeki bir hareketi, ihanet olarak görür. Türkçenin alınyazısının soylu edebiyatçılarla, sözde edebiyatçıların, yani üçkâğıtçıların arasındaki gizli savaşın neticesine göre çizileceğini söyleyen Buğra, dilin korunması yönünde bazı tekliflerde bulunur. Meselâ dil şuurunun oluşturulması için önemli eserler, okullarda okutulmalıdır. Alfabeden kaynaklanan telâffuz hatalarını düzeltmek için, Türkçeyi güzel kullananların konuşmaları kaydedilerek okullara dağıtılmalıdır. Türkçeyi koruma kanunu acilen çıkarılmalıdır. Böylece yabancı isimlerle açılmış işyerlerinin önüne geçilmiş olur. Dil ile ilgileri bulunmayanların, özellikle siyasetçilerin, dile el atmalarını karşı çıkılmalıdır. Tarık Buğra, üniversitelerin dilin bozulmaya çalışılması karşısında tepkisiz kalmasını, dil idraksizliği olarak yorumlar ve bu idraksizliğin içinde seviyesizliğin, iptidâîliğin, barbarlığın ve bütün unsurlarıyla medeniyet idraksizliğinin olduğunu söyler. Tarık Buğra kendisinin de ‘hâkim’ yerine ‘yargıç’ gibi uydurukça kelimeler kullandığı yönünde gelen tepkilere ise, ‘Sıkışık zamanlarda o veya bu şekilde kontrol gücümüzü kaybedebiliyoruz.’ diye cevap verir. Bunun aslında vahim bir durum olduğunu, çünkü bu işin açık kapı bırakmaya gelmeyeceğini belirtir. Dilin asıl değerinin ve medeniyet birimi sayılışının ‘yazı’ sayesinde olduğunu söyleyen Buğra, büyük sanat adamlarının dili nasıl zenginleştirdiğini Montaigne’den yaptığı iktibasla anlatır: “Düşünce ve sanat adamları sözleri ve yazılarıyla dile değer kazandırırlar. Bu işi, dile yenilik getirmekten çok, onu bükmek, imkânlarını çoğaltmak, gücünü artırmak yoluyla yaparlar. Yeni ‘sözcükler’ getirmezler. Onları zenginleştirirler, anlamlarını ve kullanımlarını sağlamlaştırır, derinleştirir; onlara alışılmamış bir çeşni verirler; ama bunu da dört bir yanı düşünerek, ustalıkla yaparlar.” Buğra, Montaigne’in yeni yazarların yaptığına ışık tutan cümlelerine de yer verir yazısının ilerleyen bölümlerinde: “Zamanımızın yazarlarına bakınca, bu işin herkesin harcı olamadığı anlaşılıyor (…) Yenilik oldu mu bayılıyorlar; işe yarayıp yaramadığı umurlarında değil: yeni bir kelime kullanabilmek hevesiyle eskisini atıyorlar. Çoğunda da attıkları kelime yenisinden daha kuvvetli, daha diri oluyor.” Dilini kaybeden bir milletin ayakta duramayacağını, devletlerin sağlamlık derecesinin millî dilin sağlamlık derecesine göre anlaşılabileceğini söyleyen Tarık Buğra, kendinden asırlar önce yaşamış olan Konfüçyüs’le aynı noktada birleşir. Konfüçyüs dil ile bir milletin geleceği arasında ne güzel münasebet kurar: “Bir memleketin idaresini ele alsaydım, yapacağım ilk iş, hiç şüphesiz dilini gözden geçirmek olurdu. Çünkü dil kusurlu ise, kelimeler düşünceyi iyi ifade edemez. Düşünce iyi ifade edilmezse, vazife ve hizmetler gerektiği gibi yapılamaz. Vazife ve hizmetin gerektiği şekilde yapılmadığı yerlerde âdet, kaide ve kültür bozulur. Âdet, kaide ve kültür bozulursa adalet yanlış yollara sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilmez. İşte bunun içindir ki, hiçbir şey dil kadar mühim değildir.”
Tarık Buğra’nın bir zamanlar korunması ve sahip çıkılması için çırpındığı Türkçenin bugünkü durumu nedir? Bu mesele çok ciddi araştırmalar isteyen bir husustur. Ancak görünen odur ki, durum pek de iç açıcı değildir. Çünkü bugün, 40-50 yıl önce yazılmış eserleri anlamakta oldukça zorlanan bir lise ve üniversite gençliği var. Türkçenin dünya üzerinde tekrar söz sahibi olması, milletimizin bilimde ve teknikte aldığı yolla eşdeğer olacaktır. Bir milletin yeryüzünde var olmasıyla dili arasındaki münasebeti düşünecek olursak, dilimizin dünyada hak ettiği yere gelebilmesi ve geniş bir alanda konuşulabilmesi için, önce sağlam bir dil şuuruna sahip olmamız, ardından da dilimizi her türlü ilmî araştırmayı ifade edebilecek şekilde zenginleştirmemiz ve işlememiz gerekiyor. Bunun için de hakiki şâirlere, hikâyecilere, romancılara ve ilim adamlarına ihtiyacımız var.
_______________
Dipnot
1- Beşir Ayvazoğlu, Tarık Buğra Güneş Rengi Bir Yığın Yaprak, s.88, Ötüken yay., İstanbul. 1995.
Kaynaklar
1- Tarık Buğra, Düşman Kazanmak Sanatı, Ötüken yay., İstanbul, 2002.
2- Tarık Buğra, Politika Dışı, Ötüken yay., İstanbul, 1992.
3- Tarık Buğra, Bu Çağın Adı, Ötüken yay., İstanbul, 1990
Türk Dilinin Dünya Dilleri Arasındaki Yeri ve Önemi
1) Türk Dilinin Dünya Dilleri Arasındaki Yeri ve Önemi
2) Türk Dilinin Gelişmesi ve Tarihi Devirleri.
3) Türk Dilinin Tarihi Dönemleri
– Eski Türkçe Dönemi
– Orta Türkçe Dönemi
– Yeni Türkçe Dönemi
– Modern Türkçe Dönemi
4) Türk Yazı Dilinin Tarihi GelişimiTÜRK DİLİNİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ VE ÖNEMİ
1. Türk Dilinin Dünya Dilleri Arasındaki Yeri ve Önemi
2. Türk Dilinin Gelişmesi ve Tarihi Devirleri.
a. Eski Türkçe Dönemi
b. Orta Türkçe Dönemi
c. Yeni Türkçe Dönemi
d. Modern Türkçe Dönemi
3. Türk Yazı Dilinin Tarihi Gelişimi
A. YAPILARINA GÖRE DİLLER
B. KÖKENLERİNE GÖRE DİLLER
A. YAPILARINA GÖRE DİLLER
a. Tek Heceli Diller
Bu gruptaki dillerde, kelimeler, bir heceden oluşmaktadır. Cümleyi meydana getiren kelimeler, ek almazlar ve şekil değişikliğine uğramazlar. Bu dillerde kelimenin görevi cümle içindeki sırasından ve vurgusundan anlaşıldığı için çok zengin bir vurgu ve tonlama sistemi vardır. Kelime çeşitleri özel seslerle ayırt edilmediği için aynı kelime yerine göre hem isim , hem sıfat, hem fiil, hem edat,… olabilmektedir. Çince, Tibetçe, Bazı Himalaya, Afrika dilleriyle Endenozya dilleri ve Vietnam dili gibi.
b. Eklemeli Diller
Bu gruptaki dillerde tek veya çok heceli kelime kökleriyle ekler vardır. Bu dillerde, kelime köklerinden yeni kelimeler türetilirken veya kelimelerin geçici durumları yapılırken kelime köklerine ekler getirilir. Türetme veya çekim sırasında kökte bir değişme olmaz. Köklerle ekler birbirinden kolaylıkla ayrılabilir. Anlam ve görev değişikliği yapan ekler kelime sonuna getirildiği gibi kelime başına getirilen ekler de vardır. Türkçemiz bu grubun en belirgin örneğidir. Dilimizde ön ekler olmadığı hâlde kelime sonuna getirilen eklerde bir zenginlik ve çeşitlilik vardır. Bu özelliğiyle dilimiz, sondan eklemeli bir dildir. Moğolca, Mançuca, Tunguzca, Macarca, Fince ve Samoyetçe gibi.
c. Çekimli Diller
Çekimli dillerde de kelime kökleriyle ekler vardır. Fakat yeni kelimeler türetilirken veya çekim yapılırken kelime kökünde değişiklikler olur. Hint-Avrupa dillerinde kelime kökünde görülen değişiklik kökü tanınmayacak bir şekle sokar, ortaya çıkan yeni kelimede kökü hatırlatacak bir ses, bir işaret bulunmaz.
İngilizce’deki Almanca’daki
Uzanmak : lie / lay / lain,
Yapmak : fiilinin do / did / done,
Gitmek : go / went / gone; atmak, fırlatmak : werfen / warf / geworfen;
Yardımcı fiil (sein) : bin, ist, sind, war, waren
Arapça gibi çekimli dillerin bazılarında ise kökteki ünlüler değişirken türetilen yeni kelimeyle kök arasındaki ilgiyi koruyan bir bağ, kendisini hissettirir. Çekimli dillerin tipik bir örneği olan Arapçada, kelimenin çekirdeğini oluşturan ünsüzler değişmezken belli kalıplarla yeni kelimeler türetilir. Aynı kökten olan ders, medrese, müderris, tedrisat kelimelerinde d, r, s ünsüzleri sabit kalırken ünlüler ve bazı gramer unsurları değişmektedir.
B. KÖKENLERİNE GÖRE DİLLER
Köken bakımından birbirine yakın, aynı kaynaktan çıkan akraba diller dil ailelerini oluştururlar. Dillerin birbirleriyle bir dil ailesi oluşturacak şekilde akrabalıklarının saptanmasında o dillerin ses yapısı, şekil yapısı, cümle yapısı, köken bilgisi ve ortak kelimeleri bakımlarından benzerlikleri araştırılır. Bir dil ailesindeki dillerin kökenini oluşturan ana dile ait metinler pek bulunmasa da gruptaki diller arasında yukarıda sayılan noktalar bakımından benzerliklerin bulunması, zamanla birbirinden uzaklaşan dillerin, bilinmeyen bir yerde ve zamanda konuşulan ana dilden ortaya çıktığını göstermektedir. Bir ana dile ait metinler olmasa bile, bu ana dilin bir çok özelliğini, kendisinden türeyen, ailedeki dilleri birbirleriyle karşılaştırarak tespit etmek mümkündür.
Dil ailesi ifadesi, dillerin köken akrabalığını belirtmeye yarar. Bu terim, akraba dilleri konuşan milletlerin aynı soydan geldikleri anlamını taşımaz. “Aynı soydan gelen ve dilleri akraba olan milletler bulunduğu gibi, ırk bakımından birbirleri ile hiçbir ilişkisi bulunmayan fakat aralarında kültür ilişkisi ve kültür bağı görülen milletler de vardır. Nitekim, Hint – Avrupa dil ailesi içinde yer alan diller, birbirleri ile soy bağı bulunmayan birçok millet tarafından konuşulmaktadır. Bu diller herhangi bir soy ve ırk birliğine bağlı olmaksızın, temelde ortak bir ana dile dayanan, birbirinden türemiş; fakat zaman içinde değişip başkalaşmış olan dillerdir. Fransız ve Rumen dillerinin Lâtinceden türemiş olmaları gibi.
Aynı dil ailesinden gelen diller arasındaki akrabalık da derece derecedir. Bir ana dilin ayrı ayrı kollarından gelen diller, İngilizce ile Farsçada olduğu gibi uzak akrabalardır. Aynı ana dilin aynı dalından gelen kollar ise Almanca ve İngilizcede olduğu gibi yakın akrabalardır.”7[2]
Köken Akrabalığına Dayanan Belli Başlı Dil Aileleri Şunlardır:
A. HİNT – AVRUPA DİLLERI AİLESİ:
1. Avrupa Kolu:
a. Germen Dilleri: İngilizce, Almanca, Felemenkçe, İskandinav dilleri.
b. Roman Dilleri: Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, Portekizce, Rumence. Bu kolun ana dili, Lâtincedir.
c. İslâv Dilleri: Rusça, Sırpça, Lehçe, Bulgarca.
d. Yunanca, Litvanca, Arnavutça ve Keltçe, Hint- Avrupa dil ailesinin Avrupa kolundaki diğer dillerdendir.
2. Asya Kolu:
Bu kolda Hint – İran dilleri yer almaktadır: Tarihî Sanskritçe ile başlıca Hint dilleri; eski, orta ve yeni Farsça, Ermenicedir.
B. HAMİ – SAMİ DİLLERİ AİLESİ:
a. Sami dilleri: Arapça, İbranice, Aramca, eski Suriye, eski Tunus dilleri, Habeş – Zenci dilleri ve ölü bir dil olan Akadca.
b. Mısır dilleri: Eski Mısır dili, Kıptî dili
c. Libya ve Berber dilleri: Libya’da konuşulan dil, çağdaş Berber lehçesi.
C. Çin – Tibet Dilleri Ailesi: Çin ve Tibet dilleri bu dil ailesini oluşturur.
D. Bantu Dil Ailesi : Orta ve Güney Afrika’da konuşulan Bantu dilleri.
E. Kafkas Dilleri : Abaza, Çerkez, Çeçen, Lezgi, Gürcü, Lâz dilleri. Bu dillerde ses sistemleri ve iç yapıları bakımından öteki dil ailelerine göre büyük farklılıklar vardır.
F. URAL – ALTAY DİL AİLESİ:
Ural kolunu oluşturan bu dil ailesi kendi içinde iki kola ayrılır:
a. Fin – Ugur kolu: Fince, Lapça, Macarca, Ugurca.
b. Samoyet kolu: Samoyet dilleri.
Altay Dil Ailesi: Bu dil ailesinde Türkçe, Moğolca, Mançuca ve Tunguzca, vardır. Altayistik çerçevesindeki çalışmalarda Korece ve Japoncanın da bu dil ailesinden olduğu düşünülmektedir. Korecenin Altay dilleriyle akrabalığına kesinleşmiş gözüyle bakılmakla birlikte Japoncanın akrabalığı henüz kesinleşmemiştir.
Altay dil ailesinin ortak özellikleri şöyle özetlenebilir:
1. Bu gruptaki dillerin hepsi yapı yönüyle eklemeli dildir.
2. Ön ekler (artikeller) yoktur.
3. Kelime türetme ve çekim son eklerle yapılırken köklerde değişme olmaz. Eklerdeki zenginlik ve çeşitlilik dikkat çekicidir.
4. Söz diziminde yardımcı unsurlar (tamlayanlar, belirtenler) önce, asıl unsurlar (tamlananlar, belirtilenler) sonra gelir: insanlık hâli, sözün doğrusu. Mustafa, türkü söylerken kendinden geçiyordu.
Sıfatlar isimlerden önce kullanılır. yeşil ördek, anlayışlı öğrenci, kahraman ordu. Sayı bildiren kelimelerden sonra çokluk eki kullanılmaz:, beş kardeş, üç kafadar, bin konut.
Cümleler, cümleyi oluşturan unsurların ilgisi bakımından, gelişmekte olan düşüncelerin akla geliş sırasına göre değil, tamamlanmış bir düşüncenin düzenli bir hiyerarşisi şeklinde kurulur.
5. Bu dillerde gramatik cinsiyet yoktur. Bu sebeple cümlelerde cinsiyet farkından kaynaklanan değişiklik yapılmaz: Müdür – müdire, memur – memure, Halit – Halide; he – she gibi.
6. Soru eki vardır.
7. Aynı şekilden kaynaklandığı saptanan ortak ekler vardır. Türkçe ile Moğolca arasında bu ortaklık daha belirgindir.
8. Altay dilleri ses özeliklerine göre karşılaştırıldığı zaman birtakım ortaklıklar görülmektedir. Bunlardan en belirgin olanı, ünlü uyumudur. Kelime başında l, r ve ñ ünsüzlerinin bulunmaması diğer bir ortaklıktır.
Türkçe, dünya dilleri arasında yapı yönüyle sondan eklemeli diller grubunda; köken bakımından da Ural – Altay dil grubunun Altay dilleri ailesinde yer almaktadır.
Ural – Altay dilleri, diğer dil aileleri gibi sağlam bir aile oluşturmazlar. Bu gruptaki diller arasındaki yakınlık, köken akrabalığından ziyade yapı yönüyle benzerlik şeklinde ortaya çıktığı için sınıflandırmanın dil ailesi yerine dil grubu olarak yapılması görüşü benimsenmektedir.
Ural grubu dilleri konusunda derinlemesine yapılan araştırmalar, bu gruptaki dillerin akrabalığını kesinleştirmektedir. Doerfer, Nemeth, Bang, Clauson gibi bilginler, Altay dil ailesine giren dillerin köken akrabalığından ziyade kültür akrabalığı üzerinde dururken Menges, Poppe, Räsänen ve Ramstedt gibi bilginler araştırmalarına dayanarak bu diller arasındaki köken akrabalığını ispatlanmış sayarlar.
Bir dilin konuşma dili ve yazı dili olmak üzere iki yönü vardır. Özel bir çalışmayla günlük dile ait konuşma metinleri tespit edilmediği sürece konuşma dilinin tarihî gelişimi, inceleme alanı dışında kalır. Ancak günümüzün teknik imkânlarıyla video kasetlerine, ses bantlarına, CD, VCD ve DVD’lere kaydedilen konuşmalar, ileri bir tarihte konuşma diliyle ilgili çalışmalara malzeme oluşturabilir. Yazı dilinin tarihî gelişimi ise, ancak o dile ait yazılı metinlerle takip edilebilir. Metinlerle takip edilemeyen dönemden öncesi için birtakım tahminlerde bulunmak mümkün olmakla birlikte kesin bilgi vermek zordur.
Konuşma Dili
Konuşma dili, günlük hayatta diğer insanlarla iletişim kurmak için konuşurken kullandığımız dildir. Bu dil, doğal olduğu için konuşurken cümlemizin kurallı olup olmadığına, kelimelerin doğru sıralanıp sıralanmadığına, söyleyişin doğru olup olmadığına pek dikkat etmeyiz. Bu sebeple zaman içinde, bölgeden bölgeye değişen birtakım söyleyiş farklılıkları ve kelime farklılıkları ortaya çıkar. Bu farklılıkların tarihî süreç içinde, bölgelere göre geçirdiği maceradan o dilin lehçeleri ortaya çıkar.
Lehçe
Bir dilin değişik bölgelerde, aynı dil grubuna dahil kişiler tarafından konuşulan değişik biçimidir. Lehçede kelime farklılıkları, ses ve yapı yönüyle ayrılıklar bulunur. Türkçe, diğer dillere göre oldukça geniş bir alanda çok hareketli bir macera geçirdiği için Türkçenin yirmi civarında lehçesi vardır. Türkçenin tarihî lehçeleri olan Yakutça ve Çuvaşça bugünkü lehçelerle -ayrı bir dil olduklarını düşündürecek kadar- çok büyük farklılıklar gösterirler. Türkmence, Özbekçe, Gagavuzca, Kazakça, vb. Türkçenin bugünkü lehçelerindendir.
Türk dili, lehçelerine göre;
a. Oğuz – Türkmen grubu (Güney – Batı Türkçesi)
b. Kıpçak grubu (Kuzey – Batı Türkçesi)
c. Karluk grubu (Kuzey – Doğu Türkçesi) olmak üzere üç ana grup oluşturur. Bu ana gruplara dahil lehçeler birbirlerinin yakın dalları oldukları için anlaşmada çok büyük farklılıklar görülmez. Aynı grupta yer alan Türkiye Türkçesi ile Azerbaycan Türkçesi buna örnek olarak gösterilebilir.
Ağız
Bir dil veya lehçenin yakın zamanda ayrılmış, bölgeden bölgeye veya şehirden şehire sadece söyleyiş farklılıkları gösteren küçük kollarıdır. Ağızlardaki ayrılıklar çoğu zaman söyleyişten öteye gitmez. Bölge ağzına özgü kelimelerin sayısı, dilin bütün söz varlığı düşünüldüğü zaman fazla bir yer tutmaz. Konuşmada görülen bu durum, zaten yazı diline de yansıtılmaz.
Konya şivesi, Erzurum lehçesi, Urfa şivesi gibi adlandırmalar yanlıştır.
Doğrusu; Konya ağzı, Erzurum ağzı, Urfa ağzı şeklindedir.
Yazı Dili
Yazı dili, adından anlaşılacağı üzere yazıda kullanılan dildir. Dilde birliği, anlaşma kolaylığını sağlamak için kullanılan kitap dilidir, kültür dilidir, edebî dildir. Konuşma dilinin her bölgenin doğal, günlük dili olmasına karşılık yazı dili, okuma yazmada kullanılan ortak dildir.
TÜRK DİLİNİN TARİHİ DÖNEMLERİ
Dil tarihi uzmanları, Türk dilinin tarihî gelişimini dönemlere ayırırken metinlerle takip edilen dönemden öncesi için birbirinden az çok farklı ayrımlar ve adlandırmalar yaparlar. Bu farklılıkları bir kenara bırakarak Türk dilinin tarihî dönemlerini şöyle özetleyebiliriz:
1. Altay Dil Birliği Dönemi: Türkçenin Altay dillerinden (Moğolca, Mançuca, Tunguzca, Korece, Japonca) henüz ayrılmadığı karanlık bir dönem olarak değerlendirilir.
2. En Eski Türkçe Dönemi: Türkçenin bağımsız bir dil olarak ana Altaycadan ayrıldığı dönem olarak kabul edilmektedir.
3. İlk Türkçe Dönemi: Hun, Avar, Hazar, Bulgar dillerinin Türkçeden henüz ayrılmadığı dönem olarak gösterilir.
Türkçenin karanlık çağlarına ait dönemleri ana hatlarıyla bu şekildedir. Bundan sonraki dönemlere ait metinler, yazılı kaynaklar olduğu için dilimizin tarihî gelişimi sağlıklı bir şekilde izlenebilmektedir. Türkçenin metinlerle takip edilebilen bu dönemleri sırasıyla şöyledir:
ESKİ TÜRKÇE DÖNEMİ (6.–13. yüzyıllar arası)
Türkçenin belgelerle takip edilen ilk dönemi olup 13. yüzyıla kadar olan zamanı içine alır. Türkçenin bütün dönemleri hesaba katıldığında hem ses ve biçim bilgisi hem de söz varlığı bakımından en saf ve duru dönemidir. Dilin gramer özelliklerini, tarihî gelişimini tespit için düzenli ve bol metinlerin olduğu bu dönemde bütün Türkler, Türkçenin bu ilk yazı dilini kullanmışlardır. Eski Türkçe dönemine ait metinler; Köktürk, Uygur ve Karahanlı metinleri olarak üç grupta toplanır:
a) Köktürk metinleri
Köktürklerin kendi icadı olan Köktürk alfabesiyle taşlar (bengü taşlar*) üzerine yazılan metinlerdir. Bir kısmı çeşitli albüm ve dergilerde tanıtılan, bir kısmı ise henüz yayınlanmamış irili ufaklı bu metinlerin sayısı 250’den fazladır. Bengü taşların en meşhurları Kül Tigin, Bilge Kağan, Tonyukuk adına diktirilen ve Köktürk Yazıtları (Orhun Abideleri) adıyla bilinenlerdir. Metin itibariyle daha uzun ve kapsamlı olan bu yazıtlar dışında Köktürk çağına ait diğer bengü taşlar şunlardır: Çoyrın, Hoytu Tamir, Nalayha, Talas, Hangiday, İhe-Nûr, Köl İç Çor (İhe-Huşotu), İşbara Tamgan Tarkan (Ongin), Altun Tamgan Tarkan (İhe-Aşete), Mahan Kağan (Bugut).
Bunlardan “Çoyrın bengü taşının 687-692 yılları arasında dikildiği tahmin edilmektedir. Eğer bu tahmin doğruysa, altı satırlık bu taş, Türkçe yazılmış olan ve Köktürk harflerinin kullanılmış bulunduğu ilk metin olmaktadır.” [1] Ancak son yıllarda yapılan araştırmalar dikkatlerin yeni bir malzeme üzerinde toplanmasına sebep olmuştur: Kazakistanda Esik kurganından çıkan bakır tas üzerindeki Köktürk işaretli kısa yazının okunuşu doğrulanırsa Türk yazı dilinin belgeleri Çoyrın bengü taşından 1200 yıl kadar daha önceye gidecek demektir.
İleri bir tarihte belki yeni malzemeler ortaya çıkabilir. Ancak bugün itibariyle bu döneme ait en önemli belgeler hiç şüphesiz Köktürk Yazıtlarıdır. Bu yazıtların bulunması ve yazısının 1893’te Danimarkalı V. Thomsen tarafından çözülerek okunması, Türk dili araştırmaları için dönüm noktasıdır.
b) Uygur metinleri
Köktürk devleti yıkıldıktan sonra tarih sahnesinde Uygurları görürüz. Yeni bir din arayışıyla Budizm’i benimseyen Uygurlar, Uygur yazısı ve Mani, Brahmi yazılarıyla taş ve kâğıt üzerine yazılmış çeşitli metinlerle kütük basması eserler bırakmışlardır. Doğu Türkistan’daki kazılarda ortaya çıkarılan yüzlerce sandık eserin çoğu, dinî nitelikli olmakla beraber aralarında tıp, falcılık, astronomi ve şiirle ilgili olanlar da vardır. En önemlileri şunlardır:
Sekiz Yükmek (Sekiz Yığın): Çinceden çevrilen Sekiz Yükmek’te Burkancılığa ait dinî-ahlâkî inanışlar ve bazı pratik bilgiler vardır. Uygurlar arasında çok yayılan bu eser; kısa cümleleriyle, içten anlatımı ve zengin söz varlığıyla dikkati çeker.
Altun Yaruk (Altın Işık): Sıngku Seli Tutung tarafından Çinceden Uygurcaya çevrilen en hacimli sudurdur.* Burkancılığın temellerini, felsefesini ve Buda’nın menkıbelerini içerir. Bunlardan en meşhurları Şehzade ile Aç Pars Hikâyesi (Açlıktan ölmek üzere olan parsı kurtarmak için kendini feda eden şehzadenin hikâyesi), Dantipali Beğ hikâyesi (Maiyetindeki geyikleri kurtarmak için kendini feda eden geyikler beğini Dantipali Beğ öldürür ve korkunç alevler de Dantipali Beğ’i yutar.) ve Çaştani Beğ hikâyesi (Ülkesindeki insanlara hastalık ve bela getiren şeytanlarla Çaştani Beğ’in mücadelesi)dir.
Irk Bitig (Fal Kitabı): Köktürk yazısıyla yazılmış bir fal kitabıdır. Her biri ayrı fal olarak yazılan 65 paragraftan oluşur. Çeşitli inanışlar ve masal unsurlarının bulunduğu kitapta günlük dile ait pek çok kelime de vardır.
Kalyanamkara ve Papamkara Hikâyesi (İyi Düşünceli Şehzade ile Kötü Düşünceli Şehzade): Burkancılığa ait bir menkıbenin hikâyesidir: İyi düşünceli şehzadenin bütün canlılara yardım etmek ve canlıların birbirlerini öldürmelerini engellemek için bir mücevheri elde etmek üzere yaptığı maceralı yolculuk anlatılır.
c) Karahanlı metinleri
Eski Türkçenin Karahanlı dönemine ait başlıca eserleri şunlardır:
Kutadgu Bilig (Mutluluk Bilgisi): Yusuf Has Hâcib, 1069-1070 yılında 6645 beyit olarak yazdığı bu eserinde devlet, adalet, insan ve aklı temsil eden dört sembolik kişiyi birbirleriyle konuşturarak insanlara iki cihanda mesut olmanın yolunu göstermiştir. Siyasetname niteliğindeki eserde, ideal bireylerden oluşan bir toplum ve devlet göz önünde canlandırılmıştır. Millî kültürle İslâm kültürünün ustalıkla birleştirildiği bu eser Tabgaç Buğra Karahan’ın iltifatına mazhar olmuş ve yazarına da Has Hâciplik* unvanını kazandırmıştır. Kutadgu Bilig, İslâmlığın etkisindeki Türk edebiyatının ilk ürünüdür. Dil ve edebiyat tarihi yanında kültür tarihi bakımından da en önemli kaynaklardan biridir.
Dîvânü Lûgati’t-Türk : Araplara Türkçeyi öğretmek ve Türk dilinin üstünlüğünü göstermek amacıyla Kaşgarlı Mahmud tarafından 1072’de yazılmaya başlanan ve 1077 yılında halife Ebü’l Kasım Abdullah’a sunulan bu eser, ansiklopedik bir Türk dili sözlüğüdür. Kaşgarlı Mahmud, Türkçeden Arapçaya sözlük tertibinde hazırladığı eserinde madde başı kelimeleri açıklarken kendi derlediği deyimlerden, savlardan (atasözleri), koşuklardan (koşmalar) örnekler de vermiştir. Aynı zamanda, halk edebiyatının ilk ürünleri de ilk defa böyle bir eserde derlenmiştir. Türk toplum hayatından örneklerin de bulunduğu Dîvânü Lûgati’t-Türk, 11. yüzyıl Orta Asya Türk dünyasının en sağlam dil mirası olmasının yanında Türk kültürü ve medeniyetinin eşsiz kaynaklarından biridir.
Atabetü’l-Hakayık : (Gerçeklerin Eşiği): Dinî ve tasavvufî konuların anlatıldığı bu eserin Edib Ahmet tarafından 12. yüzyılın başlarında yazıldığı tahmin edilmektedir. Kitapta; bilginin yararı, cahilliğin zararı, dili tutmanın önemi, cimriliğin kötülüğü, cömertliğin iyiliği, alçak gönüllüğünün güzelliği, kibrin kötülüğü gibi konular işlenmiştir. Eser bu bakımdan öğretici bir özelliğe sahiptir.
Divân-ı Hikmet : Hoca Ahmet Yesevî’nin şiirlerine hikmet, bu şiirlerin toplandığı defterlere Divân-ı Hikmet denmektedir. Bu eserdeki şiirlerin hepsi, Hoca Ahmet Yesevî’ye ait değildir. Kitapta, öğretici yönü ağır basan manzumeler vardır. Hoca Ahmet Yesevî, Türklerin İslâmı daha iyi tanımalarına hizmet etmiş, yaşadığı dönemde birleştirci bir rol üstlenmiş, Hacı Bektâşı Velilerin Yunus Emrelerin, Mahdum Kuluların yetişmesine vesile olmuştur.
ORTA TÜRKÇE DÖNEMİ (13.–15. yüzyıllar arası)
Eski Türkçeyle yeni Türkçeyi birbirine bağlayan geçiş dönemidir. Bu dönemde bütün Orta Asya’da kullanılan Türkçeye, Ortak Türkçe, Müşterek Orta Asya Türkçesi adları da verilmiştir. “Orta-Asya Türk dünyası, XII. yüzyılda başlayan bazı kaynaşma, karışma ve ayrışmaların sonucu olarak, yavaş yavaş Türk dilinin genel yapısında birtakım değişme ve gelişmelere sahne olmuştur. Bu değişme ve gelişmeler yeni yazı dillerinin oluşmasına ortam hazırlamıştır. Böyle bir oluşum ve dallanmaya beşiklik eden asıl bölge Harezm bölgesidir. Bu bölge, dil tarihimizde, bir yandan Karahanlı Türkçesi ile Harezm Türkçesini birbirine bağlayan bir köprü vazifesi görürken, bir yandan da Eski Türkçenin yeni şartlar altında devamını sağlayan ve Doğu Türkçesini başlatan Çağataycanın oluşmasına ortam hazırlamıştır. Edebî gelenek bakımından, Harezm’in kuzeyindeki Altınordu-Kıpçak Türkçesi de Harezm Türkçesine dayandığı için bölgenin Kıpçak Türkçesinin ayrı bir kol hâline gelişinde de büyük katkısı vardır. Horasan ve İran’dan batıya doğru yol alarak XIII. yüzyılda Oğuz Türkçesi temelinde yeni bir kol oluşturan Türk yazı dilinin ilk belirtileri ve filizlenmesi de yine bu bölgede başlamıştır denebilir.
Görülüyor ki, Harezm bölgesinde kurulup gelişmiş olan Harezm Türkçesi, XIII. yüzyıla kadar biribirinin devamı niteliğinde tek kol hâlinde ilerleyen Türk yazı dilinin Çağatay, Oğuz ve Kıpçak temelinde yeni dallanmalarına kaynaklık etmiştir. Bu dallanmanın gerekli kıldığı şartlara elverişli bir ortam hazırlamıştır… Esasen bu devir Türkçesine Orta Türkçe denmesinin sebebi de Eski Türkçe ile Yeni Türk dili kolları arasında bir geçiş devresi niteliği taşımasındandır. Bu bakımdan Türk dili tarihindeki yeri önemlidir.” [2]
Türk dili ve Türk kültüründe önemli değişmelerin olduğu bu dönem, Harezm Türkçesi ile temsil edilir. Harezm Türkçesi, 13. ve 14. yüzyıllarda Batı Türkistandaki yazı diline verilen isimdir. Edebî gelenekler bakımından Karahanlı Türkçesine dayanan bu yazı dili, Oğuz ve Kıpçak lehçelerinden de etkilenmiştir.
Karahanlı Türkçesinden Çağatay Türkçesine geçiş olarak değerlendirilen bu dönemde, dil tarihi bakımından önemli eserler yazılmıştır. Bu dönemin dil yadigârlarını Harezm Türkçesi ve Kıpçak Türkçesi olmak üzere iki grupta değerlendirmek de mümkündür. Bunlardan başlıcaları aşağıda kısaca anılmıştır:
Harezm Türkçesinin Yadigârlari:
Mukaddimetü’l – Edeb: Dîvânü Lûgati’t-Türk’ten sonra Orta Türkçe döneminin en zengin söz varlığına sahip bu eser, Zemahşerî tarafından 1127-1144 yılları arasında pratik bir sözlük tertibinde yazılarak Harizmşah Atsız’a sunulmuştur.
Kısasü’l – Enbiyâ: Rabguzî tarafından bir yılda yazılarak 710 (1310)’da Emir Nasrüddin Tok Buğa’ya sunulan bu eserde; Kur’anıkerim’de adı geçen peygamberlere ait kıssaların yanı sıra Hz. Muhammed, dört halife, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e ait menkıbeler de vardır.
Muînü’l – Mürid: Arapça bilmeyen Türkmenlere İslâm fıkhını ve tasavvufu öğretmek amacıyla İslâm mahlaslı bir şair tarafından 1313 yılında yazılan 900 beyitlik manzum bir eserdir.
Muhabbetnâme: 1353’te Harezmî tarafından yazılan manzum bir eserdir.
Nehcü’l – Ferâdis: Kerderli Mahmut tarafından 1358’de yazılmış, kırk hadis tercümesi niteliğinde dinî, ahlâkî bir eserdir. Sade bir dille kaleme alınan bu eser, Harezm Türkçesinin nesir alanındaki güzel örneklerinden biridir.
Anonim Kur’an Tefsiri bu döneme ait diğer bir eserdir.
Kipçak Türkçesinin Yadigârlari:
Kodeks Kumanikus (Codex Cumanicus): İtalyan tüccarlar ve Alman rahipler tarafından derlendiği tahmin edilen, Hristiyanlığa ait ilâhileri, bilmeceleri Türkçe – Almanca – Lâtince – Farsça sözlük parçalarını içine alan ve anonim bir eser olan Kodeks Kumanikus, Kıpçakça için olduğu kadar Türk dili tarihi için de önemli bir kaynaktır. Eserdeki 1303 tarihi eserin yazılış tarihi mi yoksa istinsah tarihi mi olduğu bilinmemektedir.
Tercümanü Türkî ve Arabî: Konyalı Halil b. Muhammed b. Yusuf tarafından 1245’te Mısır’da yazılmış veya istinsah edilmiş bir lügat – gramerdir. Mısır’da yazılan Kıpçakça eserler içinde –şimdilik- tarihi bilinenlerin en eskisidir.
Kitâbü’l-İdrâk li Lisânü’l-Etrâk: Türkçenin bilinen ilk grameridir. Esirü’d-din Ebû-Hayyan tarafından 1312’de yazılmıştır.
Husrev ü Şirin: Nizamî’nin aynı adlı eserinin Türk edebiyatındaki ilk tercümesidir. 1341’de Kutb tarafından yazılmıştır. Kıpçak Türkçesinin temel kaynaklarından biridir.
Gülistan Tercümesi: Sadî’nin Gülistan adlı Farsça eserinden Saraylı Seyf’in yaptığı tercümedir.
Et-Tuhfetü’z-Zekiyye fi’l-Lûgati’t-Türkiyye: Yazılış tarihi kesin belli olmayan Kıpçak gramerlerinden biridir.
El-Kavaninü’l-Külliye li Zabti’l-Lûgati’t-Türkiyye: Kıpçakçanın önemli gramerlerinden olan bu eserin de yazarı bilinmemektedir.
YENİ TÜRKÇE DÖNEMİ (15.–20. yüzyıllar arası)
Orta Türkçe dönemindeki Türk lehçelerinin, edebiyatlarının gelişerek devam ettiği dönemdir. Bu dönemi, dil bilgisi yapısı bakımından belli farklılıklar olmakla birlikte Orta Türkçe Dönemi’nden kesin çizgilerle ayırmak pek mümkün değildir. Ancak Türkçenin dış etkiler sebebiyle bazı değişikliklere uğradığı zamanlar bu dönem içinde değerlendirilebilir.
Bu dönemde bir tarafta Orhun, Uygur, Karahanlı Türkçeleri, Harezm Türkçesi ve onun devamı niteliğinde olan ve geçmişteki ses ve yapı bilgisi özelliklerini koruyan Çağatay Türkçesi gelişmesinini sürdürürken diğer tarafta Anadolu Selçuklularıyla birlikte Oğuz ağzı yazı dili olmaya başlamış ve kısa sürede büyük gelişmeler göstererek Türkçeninin ikinci büyük, edebî yazı dili olmuştur.
Milâttan önceki yüzyıllarda Hazar ve Karadeniz’in kuzeyinden Avrupa içlerine kadar uzanan Türk göçleri, milâttan sonraki yüzyıllarda da devam ederek 15. yüzyıla kadar sürmüştür. Bu göçlerle birlikte birtakım siyasî gelişmeler de yaşanmış, yeni kültür merkezleri kurulmaya başlamış, Türk yazı dilinde dallanmalar ortaya çıkmış, Kuzey-Doğu Türkçesi ve Batı Türkçesi denen lehçeler grubu teşekkül etmiştir.
MODERN TÜRKÇE DÖNEMİ
20. yüzyıldan itibaren bugünü de içine alan bütün Türk bölgelerinde devam eden Türkçedir. Geçmişte olduğu gibi bugün de çok geniş bir alanda oldukça hareketli bir görünüm arz eden Türkçe, günümüzde yirmiye yakın yazı diliyle varlığını devam ettirmektedir. (Geniş bilgi için Türkçenin Bugünkü Durumu ve Yayılma Alanları konusuna bakınız.)
TÜRK YAZI DİLİNİN TARİHî GELİŞİMİ
Türkler, 6. yüzyıldan itibaren değişik bölgelerde, farklı alfabelerle yazılı dil yadigârları bırakmışlardır. Bu eserlerde din, alfabe, konu… gibi farklılıkların yanında kullanılan malzemede de çeşitlilik vardır. Bunların bazıları taşlar üzerine, bazıları ağaç kütüklerine, bazıları derilere, kâğıtlara yazılmıştır.
ESKİ TÜRKÇE
Köktürkler döneminden itibaren yazılı metinlerle takip edilen ve gelişmesini 13. yüzyıla kadar tek yazı dili olarak sürdüren Türkçedir. Bu dönemde Türkçenin yayılma alanı ana hatlarıyla kuzeyde Yenisey ırmağı çevresinden ve Moğolistan’dan başlayıp Doğu Türkistan’ın güney sınırına; doğuda Mançurya’dan batıda Aral gölü ve Hazar denizine kadar olan bölgeyi içine alan Orta Asyadır. Eski Türkçe; Köktürk, Uygur ve Karahanlı dönemlerini içine alır. Birbirinden ayrı bölgelerde yeni kültür merkezleri kuran bütün Türkler, hangi boydan olurlarsa olsunlar hep bu yazı dilini kullanmışlardır.
Dil bilgisi yapısı bakımından Köktürk, Uygur ve Karahanlı dönemi eserleri arasında önemsiz bir iki fark dışında değişiklik olmamakla birlikte bu dönemde birbirinin yerine geçen ve birbiri ardından kurulan Türk devletlerinde Türkçeye, devletin girdiği yeni medeniyet dairesinden yabancı kelimeler girmiştir. Meselâ, Köktürklerden sonra yeni bir medeniyet ve din arayışı içinde olan Uygur Türklerinin söz varlığında, Sanskritçe kelimeler, Budizm ve Manihaizme ait Türkçe kelimeler görülmektedir. Karahanlıların İslâmiyet’i kabul etmelerinden sonra ise Türkçeye, Arapça ve Farsçadan yeni kelimeler girmiş, bunun yanında Türkçeden Müslümanlıkla ilgili yeni kelimeler (yapı bilgisinde değişikliğe gitmeden) türetilmiştir. Bunlar dışındaki söz varlığı ise ortaktır.
11. yüzyıla kadar Altaylardan Hazar ve Karadeniz’in kuzeyine, hatta Orta Avrupa ve Balkanlara doğru giden Türkler, İslâmiyet’i kabul ettikten sonra ve İran devletlerinin de ortadan kalkmasıyla 11. yüzyılın ilk yıllarından başlayarak bugünkü Azerbaycan, İran üzerinden Anadolu’ya doğru yönelmeye başlamışlardır. Sonunda 13. yüzyılda Azerbaycan ve Anadolu yeni bir Türk yurdu hâline gelmiştir. Türklerin batıda Anadolu’ya, kuzeyde Karadeniz’in kuzeyi ve batısına kadar yayılmaları, buralarda yeni kültür merkezleri oluşturmaları, o bölge halkının ağzı ile eserler yazmaları sonucunda Türk yazı dili çeşitlenerek yayıldığı bölgelere göre biri Kuzey – Doğu Türkçesi, diğeri Batı Türkçesi olmak üzere iki kola ayrıldı. 13. yüzyılda Türkçenin ikinci bir yazı dili ortaya çıktığı için bu yüzyıl Türkçenin bir dönüm noktası olarak da değerlendirilir.
KUZEY – DOĞU TÜRKÇESİ
Orta Türkçe döneminde, Eski Türkçenin bir devamı olarak 13. ve 14. yüzyıllarda Orta Asya ile Hazar denizinin kuzeyindeki Türkler arasında kullanılan yazı dilidir. Eski Türkçenin bir çok izlerini taşımakla birlikte yeni Türkçenin özellikleri de yavaş yavaş şekillenmeye başlamıştır.
Kuzey ve Doğu Türkçesi arasındaki farkların giderek artmasıyla bu yazı dili, 15. yüzyılda Kuzey Türkçesi ve Doğu Türkçesi olarak iki kolda gelişmesini sürdürmüştür:
a) Kuzey Türkçesi
Kıpçak Türkçesi ve Tatar Türkçesi olarak da adlandırılan Kuzey Türkçesi, Hazar denizinin kuzeyinden batıya doğru yayılan Türklerin kullandıkları yazı dilidir. Aslında bu yazı dilinin Doğu Türkçesi yazı dilinden pek de farklı bir yanı yoktur. Ancak Kazan ve çevresinde bilhassa 18. ve 19. yüzyıllarda gelişme göstermiştir. Bu dönemde tarihî yazı dilini kullanan Türk gruplarının yavaş yavaş edebî dillerine kendi ağızlarından kelimeler kattıklarını görürüz. Gaspıralı İsmail’in “Dilde, fikirde, işde birlik.” uranı* ile yayımladığı Tercüman gazetesi Kazan Türkçesini İstanbul ve Taşkent Türkçeleriyle birleştirmeyi amaçlamıştır. Bugünkü Kazan Tatarlarının, Kırgızların ve Kazakların dilleri Kuzey Türkçesinin önde gelen kollarındandır.
b) Doğu Türkçesi
Harezm-Kıpçak Türkçesinin bir devamı olarak 15. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar gelişmesini sürdüren, Orta Asya (yani Doğu) Türklüğünün yazı dilidir. Çağatayca olarak da adlandırılan bu yazı dili, Sekkakî, Lütfî, Gedâî, Ali Şir Nevâyî, Hüseyin Baykara, Şiban Han, Muhammed Salih; Babür; Ebulgazi Bahadır Han gibi şair ve yazarlar tarafından temsil edilir.
“Klâsik devir Çağatay edebiyatının olduğu kadar, bütün Türk edebiyatının da en önemli şahsiyetleri
Dil Bilgisinin Bölümleri
Ses Bilgisi
– Türkçede Sesler ve Sınıflandırılması.
– Türkçenin Ses Özellikleri
A. DİL BİLGİSİNİN BÖLÜMLERİ
Bir dili, seslerinden kelime gruplarına ve cümlelerine varıncaya kadar bütün yönleriyle inceleyen, bunların kurallarını belirleyen bilim dalına dil bilgisi veya gramer denmektedir. Bütün bilim dalları gibi geniş bir araştırma alanı olan dil bilgisi de kendi içerisinde bölümlere ayrılmıştır. Dil bilgisinin bölümlerinden;
1. Ses bilgisi (fonetik) : Dilin seslerini, bunlar arasındaki ilgileri, ses olaylarını;
2. Yapı bilgisi (morfoloji) : Kelime ve kelime çeşitlerinin köklerini, eklerini, yapısını ve görevini;
3. Cümle bilgisi (sentaks) : Kelimelerin birbirleriyle olan ilgilerini ve cümleleri;
4. Anlam bilgisi (semantik) : Kelime ve kelime gruplarının anlamlarını, dildeki anlam olaylarını;
5. Köken bilgisi (etimoloji) : Kelimelerin kaynağını, hangi dilden alındığını, inceler.
Dilin bölümlerini, kesin çizgilerle sınırlamak mümkün olmadığı gibi bunları birbirinden tamamen bağımsız olarak değerlendirmek de imkânsızdır. Özellikle anlam bilgisi, köken bilgisi ve yapı bilgisinin birbiriyle iç içe olması sebebiyle; anlam bilgisi ve köken bilgisi, yapı bilgisinin içinde değerlendirilir. Dil bilgisinin genellikle ses bilgisi, yapı bilgisi ve cümle bilgisi olarak üç bölümde incelenmesinin sebebi de budur.
Dil bilgisi ve dil bilimi terimleri ayrı kavramları ifade ettiği için bu terimlerini birbirinin yerine kullanmamaya dikkat etmek gerekir.
B. SES BİLGİSİ
Ses bilgisi (fonetik); bir dilin seslerini, boğumlanma noktalarını, boğumlanma özellikleri vb. bakımından inceleyen dil bilimi koludur.
Ses : Bir dil bilgisi terimi olarak ses; dilin parçalanamayan en küçük birimidir, temel taşıdır. Dilin, seslerden meydana gelen bir varlık olduğu, dilde asıl olanın konuşma olduğu, yazının sonradan ortaya çıktığı hatırlanırsa sesin dilin temelini oluşturmadaki önemi daha kolay kavranacaktır. Yalnız başına anlamı olmayan sesler birleşerek heceleri, heceler birleşerek kelimeleri, kelimeler de bir araya gelerek cümleyi oluşturur.
Seslerin oluşumu : Konuşma sesi, akciğerlerden itilen havanın; nefes borusu, gırtlak, ağız boşluğu ve burundan geçerek dışarı çıkarken çıkış yolu üzerindeki organların (hançere, boğaz, ses telleri, küçük dil, geniz, damak, dil, dişler, burun kanalı, dudaklar) birbirine yaklaşıp uzaklaşması, daralıp açılması, yatık veya dik şekiller alması sonucunda oluşur.
İnsan hançeresi tarafından belli bir kalıba dökülerek çıkarılan konuşma sesi dışındaki sesler, işlenmemiş, ham seslerdir. İnsan hançeresinin imkânları sınırlı olduğu için ancak sınırlı sayıda şekilli ses çıkarılabilir. Çeşitli dillerdeki seslerin birbirine benzerliği yanında bazı sesler, bazı diller veya diller grubu için tipiktir: Türkçe için ı, ñ (nazal n), ö, ş, ü; Arapça için ayın ve dad gibi. “ç, ı, ö, ş, ü” Türkçeye özgü harfler olduğu için internet ortamında bunlara en çok benzeyen harfler (c, i, o, s, u) kullanılmaktadır. Ancak Türkçe harfleri destekleyen yeni programlar da yavaş yavaş yaygınlaşmaktadır.
Her dilin kendine özgü sesleri vardır. Çocukken, dillenme devresinde işitilen sesler yavaş yavaş taklit edilmeye başlanır ve hançere buna göre olgunlaşır. Bu dönem geçtikten sonra sesleri şekillendirmek güçleşir. Dilsiz veya lâl dediğimiz kişilerin konuşamama problemi işitme engelli olmalarından kaynaklanmaktadır. Bunlar, duyamadıkları için sesleri taklit yoluyla biçimlendirme becerisi gösteremezler. Yabancı bir dil, olgunluk döneminde öğrenilirken de o dile ait seslerin tam manasıyla çıkarılamamasındaki sebep budur.
Mahallî ağız özelliklerini, ilköğretim çağında edebî dile ve yazı diline uydurma işi tamamlanmazsa sonraki yıllarda bu iş oldukça zorlaşacak ve bunun için özel bir gayret gerekecektir.
SES – HARF ILGISI VE ALFABE :
Sesin yazıdaki işareti, harftir. Türkçede ses ile harf arasında birebir ilgi vardır. Bir ses yazıda bir harfle gösterilirken, bir harfin okunuşunda da bir ses çıkarılır. Yani a, b, c, d gibi sesler yazıda birer harfle gösterilir. Almanca’daki ş sesinin, yazıda sch harfleriyle gösterilmesi gibi bir durum Türkçede yoktur. Meselâ, Türk kelimesinde T-ü-r-k olmak üzere dört ses, dolayısıyla dört harf vardır. Dilde esas olan sestir. Aynı ses, farklı alfabelerde farklı harflerle gösterilebilir. Değişen ses değil, harftir. Köktürk alfabesinden bugün kullandığımız alfabeye gelinceye kadar değiştirdiğimiz her yazı sisteminde aynı sesi başka başka şekillerle yazmamız, dilin temelinin ses olduğunu gösteren güzel bir örnektir.
Bir dile ait seslerin yazıdaki işaretleri olan harflerinin belli bir sıraya konmuş bütünü alfabe adını alır. Alfabe terimi, α (alfa), β (beta) harfleriyle başlayan Yunan alfabesinin ilk iki harfinden ortaya çıkmıştır. Arap alfabesinin ilk harfi (elif), ikinci harfi (ba) olduğu için eski yazıda elifba terimi tercih edilmiştir. Bugün bazı dilciler, aynı mantıktan yola çıkarak alfabe yerine abece terimini kullanmaktadırlar.
Milletlerin öğretim ve yayın hayatında kullandıkları ve resmen kabul ettikleri yazı sistemi, resmî alfabe adını alır. Resmî alfabelerde şekil kalabalığını ortadan kaldırmak için çoğu zaman birbirine yakın sesler birleştirilerek harf sayısı en az seviyeye indirilir, kolaylık sağlanmaya çalışılır. Dolayısıyla resmî alfabeler, dildeki bütün sesleri göstermezler. Dil uzmanları, dilin bütün seslerini göstermek için resmî alfabede bulunmayan ilave işaretleri de içine alan zenginleştirilmiş alfabe kullanırlar. Bu alfabeye ilmî alfabe, çeviri yazı alfabesi veya transkripsiyon alfabesi denir. Transkripsiyon alfabesi, bütün sesleri gösterme imkânı tanıdığı için özellikle çevri yazıda ve ağız araştırmalarına ait metinlerde kullanılır.
İlmî yazıların bazılarında ise transkripsiyon yerine transliterasyon kullanılır. Transliterasyon, yabancı yazıların okunuşları dikkate alınmadan harf harf aktarılması, harf çevirisi demektir.
Uyarı: Q, x, w harfleri Türkiye Türkçesinde olmadığı için bunlar Türkçe kelimelerin yazımında kullanılmamalı; “ve” yerine & işareti asla tercih edilmemelidir.
C. TÜRKİYE TÜRKÇESİNDEKİ SES OLAYLARI
Kelimelerde zamana ve sahaya bağlı olarak sürekli değişmelerin, gelişmelerin olması dilin canlılığının bir göstergesidir. Dil durağan değil, dinamik bir yapıya sahiptir. Dilin söz varlığını oluşturan kelimelerdeki sesler, heceleri ve kelimeleri oluştururken tarihî süreç içerisinde düşerler, yer değiştirirler, türerler, başka seslere benzerler. İşte bütün bunlar, ses olayları başlığı altında incelenir. Dilde ses olayları, çeşitli sebeplerden kaynaklanır. Bunlardan başlıcaları aşağıda özetlenmiştir:
Ses Olaylarının Sebepleri :
1. Dilin ses özellikleri: Türkçede kelime sonunda b, c, d, g sesleri olmadığı için Arapça kitâb kelimesi Türkçeye kitap şeklinde geçmiştir. Uzun ünlü olmadığı için de â ünlüsü kısalarak normal a’ya dönüşmüştür.
2. Başka seslerin etkisi: Bazı sesler, yanlarındaki diğer seslere etki ederek onları kendilerine benzetirler, değiştirirler. Meselâ, anbar kelimesindeki b sesi, yanındaki n’ye etki ederek onu, kendisi gibi dudak ünsüzü olan (m) yapmıştır. Böylece kelime, ambar şekline dönüşmüştür.
Yaşıl kelimesinin yeşil’e dönüşmesinin sebebi, y ve ş seslerinin inceltici etkisidir.
3. Vurgu: Türkçede orta hece vurgusu genellikle zayıf olduğu için bu hecedeki ünlüler bazen daralır bazen de düşerler: Tasarıla> tasarla, besileme> besleme, yalınız > yalnız vb. gibi.
4. Zayıf sesler: ğ, h, ı, l, n, r, y, z sesleri zayıf sesler olduğu için bazı ses olaylarına sebep olurlar: ağabey > âbi, hastahane > hastane, pek iyi > peki, bir daha> bi daha, soğan> soan, uğur> uur, ınanmak > inanmak.
5. Söyleyiş güçlüğü ve kakofoni: Bazı seslerin yan yana gelmesi söyleyiş güçlüğüne veya kakofoniye sebep olur. Bu durumda bazı ses olayları olur: büyükcek > büyücek, küçükçük > küçücük, ufakcık > ufacık.
Ses olaylarının sebebini, dildeki en az emek yasasına bağlamak mümkündür.
D. TÜRKÇEDE SESLER VE SINIFLANDIRILMASI
1 Kasım 1928’de kabul edilen resmî alfabede Türkiye Türkçesinin sesleri 29 harfle (a, b, c, ç, d, e, f, g, ğ, h, i, ı, j, k, l, m, n, o, ö, p, r, s, ş, t, u, ü, v, y, z) gösterilmektedir. Ancak Arapçadan, Farsçadan ve batı dillerinden Türkçeye girerek Türkçeleşen kelimelerdeki sesler de bu sayıya eklendiğinde Türkiye Türkçesinde kullanılan seslerin sayısı 40’a yaklaşmaktadır. Yukarıdaki transkripsiyon alfabesi, bu konuda bir fikir verecektir. Türkçede olmayan sesler çıkarıldığında bu sayının azalacağı muhakkaktır.
Resmî alfabede, dilde kolaylık sağlama sebebiyle birbirine yakın seslerden tek harfle gösterilenleri kapı – kelebek; hayâĺ – halı; gezi – galip – kapağı – bebeğe; seni – senin elini gibi kelimelerin söylenişinde sezmek mümkündür. Örneklerde, koyu yazılan seslerin birbirinden farklı sesler olduğuna dikkat ediniz.
Sesler, ses geçidinin açık veya kapalı olmasına göre ünlü (sesli, vokal) ve ünsüz (sessiz, konsonant) olmak üzere ikiye ayrılır:
ÜNLÜLER :
Oluşumları sırasında herhangi bir takıntıya uğramayan, sedalarını sadece ses tellerinin titreşiminden alan seslerdir. a, e, ı, i o, ö, u, ü Türkçedeki ünlülerdir. Bu sesler, dört ölçüye göre sınıflandırılır:
1. Oluşum noktalarına göre: Ağzın gerisinde, dilin arka tarafında oluşan a, ı, o, u sesleri art (kalın) ünlülerdir. Dilin öne sürülmesiyle ağzın ön kısmında oluşan e, i, ö, ü sesleri de ön (ince) ünlülerdir.
2. Dudakların durumuna göre: Oluşumunda dudakların yuvarlak şekil aldığı, büzülmeye uğradığı o, ö, u, ü sesleri yuvarlak ünlülerdir. Oluşumunda dudakların açık kaldığı a, e, ı, i sesleri düz ünlülerdir.
3. Ağız boşluğunun durumuna göre: Oluşumu sırasında ağız boşluğunun geniş olduğu a, e, o, ö sesleri geniş; ağız boşluğunun dar olduğu ı, i, u, ü sesleri dar ünlülerdir.
4. Sesin süreklilik derecesine göre: Söylenişi sürekli olan ünlüler uzun ünlülerdir. Söylenişi bir anda (kısa sürede) olan ünlüler kısa ünlülerdir. Türkiye Türkçesinde uzun ünlülere (ā, ê, î, ū, û) Arapça ve Farsçadan dilimize giren kelimelerde rastlanır. Yakut ve Türkmen Türkçelerinde görülen uzun ünlüler ise ana Türkçeden kalmadır. Türkiye Türkçesindeki ünlüler kısadır.
Ünlüleri bir tabloda şöyle gösterebiliriz:
Düz Yuvarlak
Geniş Dar Geniş Dar
Art (kalın) A I O U
Ön (ince) E İ Ö Ü
ÜNSÜZLER
Oluşumları sırasında ses yolunda (ses telleri, küçük dil, dil, damak, dişler ve dudaklarda) bir engelle karşılaşan, takıntıya uğrayan seslerdir. Oluşum noktalarının çokluğu sebebiyle bütün dillerde ünsüzlerin sayısı ünlülerden fazladır. Türkçede de alfabede gösterilen 29 sesten 21’i ünsüzdür. (b, c, ç, d, f, g, ğ, h, j, k, l, m, n, p, r, s, ş, t, v, y, z)
Ünsüzler, takıntılı sesler olduğu için tek başlarına söylenemezler, tek başlarına hece ve kelime olamazlar. Dillerdeki ünsüz sesler, tek başlarına söylenemediği için önüne veya arkasına bir ünlü getirilerek telaffuz edilirler: ef, el, es, en; ce, de, fe, ge gibi. Dilimizdeki ünsüz sesler ise, tek tek söylenirken Türkçenin ses özelliği ve yapısı dikkate alınarak be, ce, çe, de, fe, ga, ge, ha (he, hı), je, ka (ke), le, me, ne, pe, re, se, şe, te, ve, ye, ze şeklinde söylenmelidir. N harfini en, m harfini em, h harfini aş veya eyç, s’yi es, r’yi ar şeklinde okumak yanlıştır. Özellikle Türkçe kısaltmaları okurken buna dikkat etmek gerekir. Türkçe olmadığı için BBC kısaltması bi bi si; CNN kısaltması si en en şeklinde okunabilir ama Has Bilgi Birikim kısaltmasını (HBB) eyç bi bi; Nergis Televizyonu kısaltmasını (NTV) en ti vi; Türkiye kısaltmasını (TR) ti ar; televizyon kısaltmasını (TV) ti vi şeklinde söylemek de yanlıştır.
Ünsüzler, tonlu – tonsuz oluşlarına göre, temas derecelerine göre ve oluşum noktalarına göre sınıflandırılır:
1. Tonlu – tonsuz oluşlarına göre: Oluşumları sırasında ses tellerini titreştiren b, c, d, g, ğ, j, l, m, n, r, v, y, z sesleri tonlu (sedalı, yumuşak); bunların dışında kalan ve ses tellerini titreştirmeyen ç, f, h, k, p, s, ş, t sesleri tonsuzdur. Tonlu ünsüzlerin tonsuz ünsüzler içinde karşılığı olanlar vardır. Bunlar aşağıdaki tabloda alt alta gelecek şekilde gösterilmiştir. l m n r y ünsüzlerinin ise tonsuz karşılıkları yoktur. Bunlar ayrı bir grup oluşturlar.
2. Temas derecelerine göre: b, c, ç, d, g, k, p, t ünsüzlerinin oluşumu sırasında işleyen organlar birbirine tam temasla hava yolunu kapatarak, geçit vermedikleri için bu sesler, akciğerden gelen havanın, önüne çıkan engeli aşmasıyla (patlamayla) oluşur. Hışırtı veya fısırtı halinde sürekli olarak söylenemeyen bu sesler, süreksiz (patlayıcı) ünsüzlerdir.
f, ğ, h, j, l, m, n, r, s, ş, v, y, z ünsüzlerinin oluşumu sırasında ise ses yolundaki organlar birbirlerine tam temas etmezler. Hava akımının geçişi için az çok bir aralık olur. Bu sesler, hışırtı veya mırıltı (ssss…, şşşşş…, mmmm…,) şeklinde sürekli söylenmeye uygun olduğu için sürekli ünsüzler olarak adlandırılır.
İçinde sürekli ünsüzlerin bulunduğu (peçete, çaput, ketçap, açıkta gibi) bazı sözlerde, söz öbeklerinde çıkakları yakın seslerin art arda gelmesi sonucu söyleyişin güçlüğe uğraması kulağı rahatsız eder. Buna kakofoni de denir. Bu tarzdaki kelimeler, bestelenmeye pek uygun değildir.
Tonlu – tonsuz oluşlarına göre ve temas derecelerine göre ünsüzleri bir tabloda şöyle gösterebiliriz:
Süreksiz Sürekli
Tonsuz (sert, sedasız,) p ç t k f h s ş
Tonlu (yumuşak, sedalı) b c d g v ğ z j l m n r y
3. Oluşum noktalarına göre ünsüzler: Ünsüzler, ses yolundaki oluşum yerlerine göre önden arkaya doğru da sınıflandırılır.
Ünsüzler, tek tek dikkatli bir şekilde söylenirse, bunların nerede ve nasıl oluştukları pratik bir biçimde tespit edilebilir.
E. TÜRKÇENİN SES ÖZELLİKLERİ
1. Türkçeyi diğer dillerden ayıran özelliklerin başında ses uyumları gelir. Türkçede dört çeşit ses uyumu vardır:
a. Büyük ünlü uyumu (Kalınlık-incelik, artlık-önlük uyumu)
Kelimedeki ünlülerin, artlık-önlük (kalınlık-incelik) bakımından gösterdiği uyumdur. Türkçe kelimelerde art (kalın) ünlü (a, ı, o, u) taşıyan heceleri, art ünlülü; ön (ince) ünlü (e, i, ö, ü) taşıyan heceleri de ön ünlülü heceler takip eder: anlayışınızdan, soyunuz; sevgisiyle, güzelliğinizden.
Örneklere dikkat edilirse Türkçe bir kelimedeki ünlülerin hepsi ya art ya ön olmaktadır. Bu sebeple Türkçe kelimeler, art sıradan ünlü taşıyan kelimeler ve ön sıradan ünlü taşıyan kelimeler olmak üzere iki gruba ayrılır. Art sıradan ünlü taşıyan kelimelere art ünlülü; ön sıradan ünlü taşıyan kelimelere ön ünlülü ekler gelmesi bu uyum sebebiyledir: ordu-lar, yiğit-ler; sor-gu, bil-gi.
Türkçede artlık-önlük uyumu her devir ve her sahada çok sağlam olduğu hâlde, aşağıda sıralanan bazı istisnaları vardır:
Ø Aslî şekilleri artlık-önlük uyumuna uyduğu hâlde çeşitli ses olaylarıyla uyum dışında kalan kelimeler: elma < alma, anne < ana, dahi <takı, hani < kanı, hangi < kangı, inanmak < inanmak, kardeş < karındaş, şişman < şışman.
Ø -daş, -ken, -ki, -layın /-leyin, -mtırak, -yor ekleri : dindaş, azken, çokken, iyiyken, yoldaki, onunki, akşamleyin, sabahleyin, yeşilimtırak, biliyor.
b. Küçük ünlü uyumu (düzlük-yuvarlaklık uyumu)
Türkçe kelimelerdeki ünlülerin düzlük-yuvarlaklık bakımından gösterdiği uyumdur.
Düzlük uyumu: Kelimenin ilk hecesindeki düz ünlüyü (a, ı / e, i) sonraki hecede düz ünlü takip eder: açık, sıcak; sevgi, ince.
a → a, ı e → e, i ı → ı, a i → i, e
Yuvarlaklık uyumu: Kelimenin ilk hecesindeki yuvarlak ünlüleri (o, u, ö, ü), sonraki hecede dar yuvarlak (u / ü) veya düz geniş ünlülü heceler (a / e) takip eder: oduncular, unutulmayanlar, gözlerin, gülümse.
o → u, a ö → ü, e u → u, a ü → ü, e
Açıklamaya dikkat edilirse o ve ö ünlülerinin kelimenin sadece ilk hecesinde bulunabileceği anlaşılır.
Özellikle dudak ve diş-dudak ünsüzleri (b, m, p, f, v) avuç, çamur, karpuz, kavun, kavurma, yağmur gibi örneklerde de görüldüğü gibi yuvarlaklaşmaya sebep olurlar. Bu uyum, kalınlık-incelik uyumu kadar sağlam değildir. Anadolu ağızlarında bu gibi kelimeler düzlük – yuvarlaklık uyumuna uydurulur: avıç, çamır, karpız, kavın, kavırma, yağmır.
Uyarı: Türkçe kelimelerde a, ı düz ünlülerinden sonra e, i düz ünlüleri; o, u yuvarlak ünlülerinden sonra ö, ü yuvarlak ünlüleri gelemez. “Anne, elma gibi kelimeler kalınlık-incelik uyumuna uymaz ama düzlük-yuvarlaklık uyumuna uyar.” açıklaması yanlıştır.
Ünlü uyumlarında bir ünlü, kendinden bir önceki ünlüye uymaktadır. Meselâ, sormadı kelimesinde o’dan sonra a’nın gelmesi yuvarlaklık uyumuyla; a’dan sonra ı’nın gelmesi düzlük uyumuyla ilgilidir.
Birleşik kelimelerde, ünlü uyumları aranmaz:
delikanlı, gecekondu, Bakırköy, demirbaş, hanımeli, yelkovan.
c. Ünsüz uyumu
Türkçe kelimelerde tonlu (sedalı) ünsüzler (b, c, d, g, ğ, j, l, m, n, r, v, y, z) tonlu ünsüzlerle; tonsuz (sedasız) ünsüzler (ç, f, h, k, p, s, ş, t) tonsuz ünsüzlerle yan yana gelebilir. Buna ünsüz uyumu veya ünsüz benzeşmesi denir.
aş-çı, at-kı, iş-çi, taş-tan, Türk-çe.
d. Ünlü-ünsüz uyumu
Türkçe kelimelerde art damak ünsüzlerinin art (kalın) ünlülerle (a, ı, o, u); ön damak ünsüzlerinin ön (ince) ünlülerle (e, i, ö, ü) aynı hecede bulunmasından ortaya çıkan bir uyumdur. Yani, a, ı, o, u ünlüleri g, k, ĺ ünsüzleriyle; e, i, ö, ü ünlüleri ġ, k, l ünsüzleriyle aynı hecede bulunmazlar. Bozgun, kuzgun, kapı, kırağı, tatlı; görüntü, gezi, güneşlik kelimelerinin söylenişine dikkat edilirse g, ğ, k, l seslerinin buradaki örneklerde aynı sesler olmadığı sezilebilir.
2. Türkçede o, ö ünlüleri (-yor eki dışında) sadece ilk hecede bulunur. İlk hece dışında o, ö sesleri olan kelimeler yabancı asıllıdır:
balkon, biyografi, fizyoloji, konsol, konsültasyon, monitör, otomobil, profesör, traktör.
3. Türkçede uzun ünlü yoktur. İçinde uzun ünlü bulunan kelimeler yabancı asıllıdır: câhil, mâvi, millî, nâhoş, perîşân, şâir, târîh, vazîfe.
Bazı ses olaylarıyla ortaya çıkan â < ağa, âbi < ağabey, pekî < pek iyi, ile vârolmak, yârın kelimeleri istisnadır.
4. İnce a ve ince l sesleri yoktur: harften, hakikate, saati, sıhhatli, şefkâtini; alkollü, hâlâ, hayâl, normalde, plân. Örneklere dikkat edilirse kelimelere getirilen eklerin ünlü uyumuna uymadığı görülür.
5. Arapçadaki ayın ve hemze sesleri, Türkçede olmadığı için bunlar söylenmez, düşürülür. Bu seslerden önce ünlü olması durumunda ünlü, uzun okunur: bāzen, mānā, mēmur, şāir,tēsir, yâni. Arapçadan alınan kelimelerdeki ayın ve hemze kesme işaretiyle gösterilir. Ancak anlam karışıklığı olmayacak kelimelerde bunların kesmeyle yazılmasından -son zamanlarda- vazgeçilmiştir: san’at, ma’nâ, meb’ûs, me’mûr, neş’e, te’sîr, te’sîs > sanat, mana, mebus, memur, neşe, tesir, tesis.
6. Dilimizde iki ünlü yan yana gelmediği için ünlüyle biten kelimeler, ünlüyle başlayan ekler aldığı zaman araya y koruyucu ünsüzü girer: iki – y – e, soru – y – u, bekle – y – en, söyle – y –ecek.
Yan yana iki ünlünün bulunduğu kelimeler alınmadır: aile, ait, fail, fiil, muamele, şair, şiir, reis vb. gibi.
7. Türkçe bir hecede ancak bir ünlü bulunur. Aynı hecede iki ünlünün bulunduğu kelimeler alınmadır: kau-çuk, kua-för, koo-peratif, sua-re.
8. Kelime kökünde ikiz ünsüz (şedde) yan yana bulunmaz:
dikkat, himmet, şedde, bakkal, dükkan, millet, teşekkür.
Anne (<ana), belli, bellemek, elli (<elig) kelimeleri istisnadır.
9. Kelime kökünde ikiden fazla ünsüz yan yana gelmez:
Elektrik, kontrol, quartz, sfenks, strateji, thyssen…gibi kelimeler batı kaynaklı dillerden alınmadır. Türkçe, sertlik gibi örneklerde yan yana gelen üç ünsüzden ikisinin kelime köküne, üçüncüsünün eke ait olduğuna dikkat ediniz.
10. Türkçe heceler ve kelimeler iki ünsüzle başlamaz: blok, bravo, grup, klâsik, kral, kontrat, spor, stop, stres, plâj, program, tren,…gibi kelimeler, başka dillerden alınmadır. Ağızlarda bu iki ünsüz arasında bir ünlü türetilir:
kıral, sipor, tiren,…
11. Türkçede kelime başında c, ğ, l, m, n, ñ, r, z sesleri bulunmaz. Çocuk dili kelimeleriyle (cici, mama, meme, ninni,…) nine ve ne ile ne’den yapılan kelimeler (nasıl (<ne asıl), ne, neden, nere, nereden, nereye, nice, niçin, nine, nitelik kelimeleri istisna oluşturur.
Alınma kelimelere örnekler: cam, can, cehennem, lâf, limonata, lira, makine, marul, metal, naylon, nohut, numara, reçel, romantik, rol, vakum, vaziyet, vazo, zaman, zarar, zor, zeytin.
12. Türkçe kelimelerin sonunda b, c, d, g ünsüzleri bulunmaz. Alıntı kelimelerdeki bu sesler sert karşılıkları olan p, ç, t, k ünsüzlerine çevrilir: Ahenk (< âheng), fert (< ferd), ihraç (< ihrâc), kitap (< kitâb), kalp (<kalb), levent (< levend).
Kelimenin ünlüyle başlayan bir ek alması hâlinde sert ünsüzler yumuşayarak eski şekline döner: ihtiyâc > ihtiyaç > ihtiyacı; mektûb > mektup > mektuba, reng > renk > rengi gibi.
Ad, sac, od, öd gibi kelimeler istisnadır.
13. Türkçede f, h, j, v sesleri bulunmaz: Fal, film, filiz, fizik; hakikat, hamur, havlu, jeton, jüri, pijama, plâj; vicdan, vida gibi kelimeler alınmadır. Yabancı dillerden alınan kelimelerde görülen j sesi halk ağzında c olarak söylenir. Türkçe kelimelerdeki v sesi, ya b’den, ya g/ğ’dan değişmiştir ya da vur- örneğinde olduğu gibi türemiştir: öfke (<öbke), yufka (< yubka); dahi (< takı), han (< kan), hatun (< katun), hani (< kanı); ev (< eb), var- (< bar-), ver- (< bir) döv- (< döğ-) vur- (<ur-), ev (< eb).
14. Hece ve kelime sonunda, aşağıdaki ünsüz çiftleri dışında ünsüz grupları bulunmaz:
-lç, -lk, -lp, -lt: ölç; ilk, kalk; alp, kulp; alt, bunalt, salt.
-nç, -nk, -nt: dinç, genç, gülünç, sevinç; denk; ant, kunt.
-rç, -rk, -rp, -rs, -rt: sürç, burç; bark, görk, Türk; sarp, serp; sars, pars, ters;art, kart, kurt, ört, yırt, yurt,yoğurt.
-st: ast, üst.
Aşk, arş, çift, disk, felç, film, fötr, harf, lüks, misk, modernizm, popülizm, risk, şevk, tolerans gibi kelimeler, Türkçenin bu ses özelliğine uymayan alınma kelimelerdir.
Arapçadan ve batı dillerinden alınan kelimelerden bu ses özelliğine uymayanlar, araya bir ünlü getirilmek suretiyle Türkçeye uydurulmuştur. Bunlara ünlüyle başlayan bir ek veya kelime gelirse türetilen ünlüler düşer: akıl (< akl) – aklı, fikir (<fikr) – fikre, ömür (<ömr) – ömrü, seyir (<seyr) – seyret-, şükür (< şükr) – şükretmek; film (< film), lüküs (< lüks), moderin (< modern).
15. “ı” ünlüsü Türkçeye özgüdür. Batı dillerinin pek çoğunda, Arapçada ve Farsçada ı yoktur: Çıkış, ılık, sıcak, yıldırım, yıldız gibi kelimeler Türkçedir.
16. Tabiat taklidi kelimeler için ses özellikleri açısından herhangi bir sınırlama yoktur. Bunlar hangi sesle başlarsa başlasın, içinde hangi ses bulunursa bulunsun Türkçe kabul edilir: dank, fıs fıs, fingirti, fiskos, fokurtu, hışırtı, hoppala, horultu, lak lak, lıkır lıkır, melemek, miyavlamak, oh, öf, püf, püfür püfür, rap rap, şırıl şırıl, vıdı vıdı, vızır vızır, zırıl zırıl, zonklamak.
17. Çocuk dili kelimelerinde de ses özellikleri aranmaz: baba, bibi, cici, dede, lala, kaka, nene, mama, meme,…
Türkçeye, diğer dillerden giren kelimelerin pek çoğu bu ses özelliklerinden birine veya birkaçına uymaz. Dolayısıyla Türkçenin ses özelliklerini bilenler, sözlüğe bakmadan kelimenin Türkçe olup olmadığını (tesadüfen uyanlar dışında) kolaylıkla anlayabilirler. Aşağıdaki kelimeler, karşılarında sıralanan sebeplerden dolayı Türkçe değildir:
Vilâyet : 1. Ünlü uyumu yok.
2. â uzun ünlüsü var.
3. v sesi var.
Monitör : 1. Başta m sesi var.
2. Ünlü uyumu yok.
3. İlk heceden sonra ö sesi gelmiştir.
Heyecân: 1. h sesi var.
2. Ünlü uyumu yok.
3. Uzun ünlü var.
İMLÂ KURALLARI VE UYGULAMASI
1. Seslerle İlgili Kurallar
2. Eklerle İlgili Kurallar
3. Kelimelerle İlgili Kurallar
4. Büyük Harflerin Kullanıldığı Yerler
İMLÂ KURALLARI VE UYGULAMASI
İmlâ, kelimelerin ve dil birliklerinin yazımı demektir. Türk imlâsında sese (söyleyişe) bağlı bir imlâ düzeni benimsenmiş olmakla birlikte imlâ konusundaki tartışmalar henüz bitmiş değildir. 1929’da Dil Encümeni tarafından hazırlanan İmlâ Lûgati’nden Türk Dil Kurumu tarafından 2000 yılında yayınlanan İmlâ Kılavuzu’na kadar yazımda epeyce değişiklikler yapılmıştır. Bu macerayı İmlâ Kılavuzu’nun sunuş kısmından okuyabilirsiniz. Burada, tartışmaya girmeden, eğitimde birlik olmalı ilkesinden yola çıkarak, Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanan ve son baskısı 2000 yılında yapılan İmlâ Kılavuzu’nun kurallar bölümü; ana hatlarıyla, öğretimde kolaylık sağlayacağı düşüncesiyle, başlıklar halinde özetlenmiş ve kurallara uygun birkaç örnek ilâve edilmiştir:
SESLERLE İLGİLİ KURALLAR :
1. Bugünkü Türkiye Türkçesinde kökeni Türkçe olan kelimelerin sonunda tonlu b, c, d, g ünsüzleri bulunmaz: ağaç, ak, büyük, ip, ot, saç, yurt.
Dilimizdeki alıntılar da hac, şad, yad gibi birkaç örnek dışında, kelime sonunda yumuşama kuralına uymuştur: kitap (<kitab), muhtaç (<muhtac), cilt (<cild), ahenk (<aheng). Bu gibi alıntılar ünlü ile başlayan bir ek aldıklarında sert sessizler yumuşar:
Sebep > sebebi, Kitap > kitaba, Cilt > cildi, Renk > rengi.
2. Düz, geniş ünlüyle (a ,e) biten fiiller şimdiki zaman çekimi dışında daralmaz.
Beklemek bekliyor,
Anlamak anlamıyor,
saklamak saklıyor.
Söylemek söylüyor
YANLIŞ DOĞRU
anlıyan anlayan
gözlüyecek gözleyecek
geliyim geleyim
söyliyeyim söyleyeyim
ağlıyayım ağlayayım
başlıyayım başlayayım
yatırıyım yatırayım
3. Uzun ünlüler, belli durumlar dışında yazıda gösterilmez :
adalet (ada:let),
işaret (işa:ret),
kaide (ka:ide).
DÜZELTME İŞARETİ
4. Düzeltme (^) işareti aşağıdaki durumlarda kullanılır:
a. Nispet î’sinin belirtme durumu ve iyelik ekiyle karışmasını önlemek için kullanılır.
Türk askeri (iyelik eki). Komutan, asker-i çağırıyor. (Belirtme hâli eki – kimi/neyi) Askerî okul (askere ait, askerle ilgili)
İslam dini
Dinî bilgiler
Fizik ilmi Atatürk’ün resmi
İlmî tartışmalar Resmî kuruluşlar
resmî, insanî, ciddî, mizahî, idarî, iktisadî, meslekî, fizikî.
b. Arapça ve Farsçadan dilimize giren birtakım kelime ve eklerde g, k, l ünsüzlerinin ince okunduğunu göstermek için, bu ünsüzlerden sonra gelen “a” ve “u” sesleri üzerine düzeltme işareti konur:
mezkûr, sükûn, sükût mekân mahkûm kâfir hikâye tezgâh gâvur dergâh, yadigâr, ordugâh, karargâh, imkân, dükkân, kâğıt, sükût, evlât, billûr, üslûp, ahlâk, ilân.
Hakkâri, Elâzığ İslâhiye Lâdik Lâpseki Kâzım, Halûk, Lâle, Nalân, Kâmil
Batı kökenli kelimelerde de “L” ünsüzünün ince okunduğunu göstermek için kullanılır:
plâk, plâj, plân, reklâm.
c. Yazılışları aynı, anlamları ve okunuşları farklı olan kelimeleri ayırmada kullanılır:
adem (yokluk)
âdem (insan)
adet (sayı)
âdet (alışkanlık, gelenek)
aşık (ayak bileğindeki kemik)
âşık (seven,tutkun)
dahi (bile)
dâhi ( deha sahibi,yaratıcı gücü olan)
hal (pazar yeri,çözme)
hâl (durum)
hala (babanın kız kardeşi)
hâlâ (henüz)
kar (bir yağış şekli)
kâr (kazanç)
nar (bir meyve)
nâr (ateş)
şura (şu yer)
şûra (danışma kurulu)
yar (uçurum)
yâr (sevgili)
5. Alıntı kelimelerde “s” ünsüzünden sonra gelen “b” sesi ünsüz benzeşmesine uğrayarak “p”ye dönüşür ve “p” ile yazılır:
ispat, kispet, müspet, nispet, tespih, tespit.
6. Dilimize Farsçadan geçen “–dar” ekindeki “d” sesi sert ünsüzlerden sonra ünsüz benzeşmesine uğrayarak “t” olur:
minnettar, silâhtar, taraftar.
Arapçadan geçen Hayrettin, Seyfettin, Necmettin gibi özel adlarda da “d” sesi “t”ye dönmüştür.
EKLERLE İLGİLİ KURALLAR
1. Soru eki her zaman ayrı yazılır:
Öğreniyor musunuz? Ölür müsün, öldürür müsün? Kalem mi? İnsanlık öldü mü?
2. “-ki” aitlik eki ünlü uyumlarına uymaz ve daima bitişik yazılır:
Yarınki, akşamki, yoldaki, yazıdaki, Turgut’unki.
Birkaç örnekte ünlü uyumlarına uyar: bugünkü, dünkü, öbürkü.
3. “-ma /-me” fiilden isim yapma eki ile biten kelimeler -a, -e, -ı, -i ekleriyle genişletildiğinde araya y koruyucu ünsüzü girer:
kazanma-y-a, okuma-y-a, sevme-y-i.
-mak / -mek ile bitenlere ise -a, -e, -ı, -i eklerinden biri gelirse -k ünsüzü yumuşar: yazmak-a > yazmağa, okumak-a > okumağa. Ancak günümüzde y’li yazılışa doğru güçlü bir eğilim vardır.
4. “-ken” (<iken) eki büyük ünlü uyumuna uymaz. Getirildiği kelimenin ünlüleri kalın da olsa, ekin ünlüsü ince kalır :
okurken, yazarken, durgunken, başlarken.
5. “i”- ek-fiili ayrı yazıldığında ünlü uyumlarına uymaz :
okuyor idik, çalışacak imişiz, yorgun ise.
Ancak, imek fiili bugün daha çok ekleşmiş olarak kullanılmakta ve ünlü uyumlarına uymaktadır: bakıyordu, süslenecekmiş, neyse, güzelmiş, alırsa.
6. “ki” bağlacı her zaman ayrı yazılır :
Demek ki, bilmem ki,
Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer.
Olmaz ki!
Böyle de yatılmaz ki! (Orhan Veli)
7. –da/-de bağlacı ayrı yazılır. Bu bağlacın ayrı yazılacağı çoğu kişi tarafından biliniyor ancak bulunma hâli ekiyle karıştırılıyor. Bunları şöyle ayırt edebiliriz:
ü Bağlaç olan -da/de’nin -ta / -te şekli yoktur.
ü Bir isim, hâl eklerinden sadece birini alabilir. Kelimede hâl eklerinden biri varsa bunu takip eden –da/-de bağlaçtır ve ayrı yazılmalıdır: Bu soruyu da bildi. Size de selâmı var.
ü Hâl eki çıkarılacak olursa belirgin bir şekilde, cümlede kopukluk olur.
ü “ya” sözüyle kullanılan “da” mutlaka ayrı yazılır (ya da). Araba ya da otomobil, ne bulursan tut.
KELİMELERLE İLGİLİ KURALLAR
Dilimizde yeni bir kavramı karşılamak için yararlandığımız yollardan biri, kelime birleştirmesidir. Kelime birleştirmesi yoluyla kurulan sözlere birleşik kelime adı verilir. Bu terim için bileşik kelime denilmesi yanlıştır.
İmlâmızla ilgili tereddütlerin çoğu, kelimelerin ayrı mı, bitişik mi yazılacağı bahsinden kaynaklanmaktadır. Ayrı ve bitişik yazılan kelimeler için uzunca bir açıklama yapmak yerine pratik bir kaç kural vererek ana hatlarıyla bu bölümü özetleyeceğiz:
ü Birleşme sırasında anlam kaymasına uğrayan birleşik kelimeler, bitişik yazılır:
hanımeli, kaynanadili, dokuztaş (oyun), deveboynu (boru).
ü Birleşme sırasında ses olayı görülen birleşik kelimeler bitişik yazılır:
kayın ata > kaynata, sütlü aş > sütlaç, ne için > niçin, emir etmek > emretmek, sabır etmek > sabretmek, kayıp olmak > kaybolmak.
Reddetmek, hissetmek, reddolunmak, affetmek, zannetmek, hiss > his, his-etmek >hissetmek.
1. BİTİŞİK YAZILAN BİRLEŞİK KELİMELER
Birleşik kelimelerden bitişik yazılanlara bitişik kelime diyoruz. Birleşik kelimelerden hangilerinin bitişik yazılacağı aşağıda özetlenmiştir :
a. Kurallı birleşik fiiller bitişik yazılır:
alıverdi, düşeyazdı, bakakaldılar, anlayabilirseniz, yazabilirsiniz.
b. Kelimelerden biri veya ikisi, birleşme sırasında benzetme yoluyla anlam değişmesine uğrarsa bu tür birleşik kelimeler bitişik yazılır:
Aslanağzı, keçisakalı, keçiboynuzu, karagöz (balık), balıkgözü (halka), sıçandişi (dikiş), kadınbudu (köfte), dilberdudağı(tatlı), acemborusu (bitki), kuşyemi (bitki), beştaş (oyun), camgüzeli (bitki), yalıçapkını (kuş), Samanyolu (yıldız kümesi), Demirkazık (yıldız), ayşekadın (fasulye), hafızali (üzüm), karafatma (böcek).
c. –an /-en, -r / -ar / -er, ve –maz / -mez ekleriyle kurulmuş sıfat-fiil gruplarından kalıplaşmış birleşik kelimeler gelenekleşmiş olarak bitişik yazılır:
ağaçkakan, çöpçatan, oyunbozan, saçkıran, gökdelen, akımtoplar, betonkarar, çoksatar, sanatsever, tekerçalar (cd), uçaksavar, kuşkonmaz, varyemez, töretanımaz, değerbilmez.
d. -dı (-di / -du / -dü, -tı / -ti / -tu / -tü ) ekiyle kurulan kalıplaşmış birleşik kelimeler bitişik yazılır:
albastı, ciğerdeldi, gecekondu, günindi, kolbastı, imambayıldı, mirasyedi, zıpçıktı, toprakbastı, şıpsevdi.
e. Her iki ögesi de –dı (-di / -du / -dü, -tı / -ti / -tu/ -tü) veya –r / -ar / -er eklerini almış ve kalıplaşmış birleşik kelimeler bitişik yazılır:
dedikodu, kaptıkaçtı, oldubitti, biçerdöver, uyurgezer, okuryazar, yanardöner, yüzergezer.
f. Hayvan, bitki, organ ve çeşitli nesne adlarıyla kurulan ve içinde renklerden birinin adı veya renk sözü geçmeyen renk adları bitişik yazılır:
baklaçiçeği, balköpüğü, camgöbeği, devetüyü, fildişi, vişneçürüğü.
g. Renk adlarıyla kurulan ve bitki, hayvan veya hastalık türlerinden birini gösteren birleşik kelimeler bitişik yazılır:
akağaç, akkavak, akmantar, karadut, karaçalı, alabalık, karakuş, bozayı, beyazsinek, sarıçiçek.
h. Somut olarak yer bildirmeyen üst ve üzeri sözlerinin sona getirilmesiyle kurulan birleşik kelimeler bitişik yazılır:
akşamüstü, ayaküstü, bayramüstü, ikindiüzeri, olağanüstü, sırtüstü, suçüstü, yüzüstü.
i. Somut olarak yer bildirmeyen alt sözüyle kurulan birleşik kelimeler de bitişik yazılır:
ayakaltı, bilinçaltı, gözaltı, şuuraltı.
j. İki veya daha çok kelimenin birleşmesinden oluşmuş kişi adları, soyadları, lâkaplar ve Türkçe yer adları bitişik yazılır:
Alper, Birol, Gülseren; Atatürk, Adıvar, Tanpınar;Tepedelenli Ali Paşa; Çanakkale, Pınarbaşı, Beşiktaş, Yenişehir, Batıkent, Çengelköy, İncesu, Acıgöl.
k. Şahıs adları ve unvanlarından oluşmuş mahalle, meydan, köy vb. yer ve kuruluş adlarındaki unvan grubu ; unvan kelimesi sonda ise, gelenekleşmiş olarak bitişik yazılır:
Abidinpaşa, Bayrampaşa, Necatibey (Caddesi), Gaziosmanpaşa (Üniversitesi).
l. Ara yönleri belirten kelimeler bitişik yazılır:
güneybatı, güneydoğu, kuzeydoğu,kuzeybatı
m. Senet, çek vb. ticarî belgelerde geçen sayılar bitişik yazılır:
“yediyüzyirmibeşmilyonaltmışsekizbinsekizyüzo n” lira.
n. Her iki ögesi de aslî anlamını koruduğu halde yaygın bir şekilde gelenekleşmiş olarak bitişik yazılan kelimeler de vardır:
ü Baş sözüyle oluşturulan sıfat tamlamaları:
başkomutan, başyazar, başfiyat, başrol, başköşe, başparmak, başkent, başçavuş, başeser.
ü Başı kelimesiyle oluşturulan belirtisiz isim tamlamaları:
aşçıbaşı, binbaşı, onbaşı, çarkçıbaşı, ustabaşı, yüzbaşı..
ü Oğlu, oğulları, kızı sözleriyle oluşturulan belirtisiz isim tamlamaları:
Caferoğlu, Topaloğlu, Osmanoğulları, çapanoğlu, dayıoğlu, eloğlu, hinoğluhin, teyzekızı.
ü Ağa, bey, efendi, hanım, nine vb. sözlerle kurulan birleşik kelimeler:
ağababa, ağabey, beyefendi, efendibaba, hanımanne, hanımefendi, hacıağa.
ü Açıortay, ağırbaşlı, akarsu, akaryakıt, anamal, anaokulu, anapara, anayasa, atasözü, aybaşı, babaanne, basmakalıp, başörtü, birdenbire, bozkır, bugün, buzdolabı, delikanlı, erbaş, gökyüzü, ilkbahar, ilkokul, ilköğretim, ipucu, milletvekili, tıpkıbasım, topyekûn, vazgeçmek, yarıçap, yarımada, yeryüzü, yüzyıl gibi kelime ve deyimler de gelenekleşmiş ve yaygınlaşmış olarak bitişik yazılır.
ü Biraz, birazı, birkaç, birkaçı, birtakım, birçok, birçoğu, hiçbir, hiçbiri, herhangi kelimeleri de bitişik yazılır.
o. Hane kelimesiyle Farsça kurala göre oluşturulan birleşik kelimeler bitişik yazılır:
çayhane, dershane, eczahane, hastahane, postahane, pastahane, yemekhane. Bu sözlerde geçen hane kelimesindeki h’nin yazılmaması yanlıştır.
p. Perver, perest, zade ve name kelimeleriyle Farsça kurala göre oluşturulan birleşik kelimeler bitişik yazılır:
vatanperver, hayalperest, Resulzade, dayızade, beyanname, Oğuzname, Battalname.
q. Kanunda bitişik geçen veya bitişik olarak tescil ettirilen kuruluş adları bitişik yazılır:
İçişleri, Dışişleri, Genelkurmay, Yükseköğretim.
r. oto, tele, matik ögeleriyle kurulan alıntılar da bitişik yazılır:
otobiyografi, otomobil, otogar, otopark, telekart, telekız, telefon, bankamatik.
2. AYRI YAZILAN BİRLEŞİK KELİMELER
a. Deyimler ayrı yazılır:
göze girmek, etekleri zil çalmak, ağzı kulaklarına varmak.
b. İkilemeler ayrı yazılır:
bata çıka, yavaş yavaş, güle oynaya, çoluk çocuk, ev bark, konu komşu, eş dost, kitap mitap, süklüm püklüm, soy sop.
c. Yardımcı fiillerle kurulan birleşik fillerde ses olayı olmuyorsa ayrı yazılır:
arz etmek, adam olmak, dans etmek, soracak olmak, not etmek, oyun etmek, sağır olmak, yok olmak, yardım etmek, yarış etmek.
d. Birleşme sırasında kelimelerden hiçbiri anlam değişikliğine uğramıyorsa bu tür birleşik kelimeler ayrı yazılır:
ü Hayvan türlerinden birinin adıyla kurulanlar:
ada balığı, ardıç kuşu, tarla kuşu, bal arısı, Pekin ördeği.
ü Bitki türlerinden birinin adıyla kurulanlar:
çörek otu, acı ot, yayla çiçeği, yumru kök, kuş üzümü, dağ armudu, Japon gülü, kuru fasulye, kuru incir, yaban gülü.
ü Nesne, eşya ve alet adlarından biriyle kurulanlar:
bakır taşı, dikili taş, Arap sabunu, el kitabı, alt geçit, toplu iğne, dolma kalem, yemek masası, yapma çiçek. yatak örtüsü.
ü Yol ve ulaşımla ilgili birleşik kelimeler:
Arnavut kaldırımı, çevre yolu, deniz yolu, kara yolu, keçi yolu.
ü Durum, olgu ve olay bildiren sözlerden biriyle kurulanlar:
açık oturum, ana dili, dil birliği, baş ağrısı, çıkış yolu, iş bölümü, masa başı, sofra başı, ses uyumu, yer çekimi.
ü Bilim ve bilgi sözleriyle kurulanlar:
anlam bilimi, gök bilimi, dil bilgisi, halk bilimi, ses bilgisi.
ü Yuvar ve küre sözleriyle kurulanlar:
ışık küre, yarı küre, ağır küre, hava yuvarı, göz yuvarı, ısı yuvarı.
ü Yiyecek, içecek adlarından biriyle kurulanlar:
balık yağı, Urfa kebabı, dil peyniri, tas kebabı, İnegöl köftesi, havuçlu kek, çiğ köfte, maden suyu, vişne suyu, işkembe çorbası, koz helvası, kesme şeker, çiğ köfte, dolma biber, kuru yemiş, süzme yoğurt.
ü Gök cisimleri:
Çoban yıldızı, kuyruklu yıldız, gök kuşağı, gök taşı.
ü Organ veya organ yerine geçen sözlerden biriyle kurulanlar:
aç göz, sulu göz, bel kemiği, takma bacak, gaga burun, kuru kafa, karga burun.
ü Benzetme yoluyla insanın bir niteliğini anlatmak üzere bitki, hayvan ve nesne adlarıyla kurulan birleşik kelimeler:
ağır top, çetin ceviz, eksik etek, sağmal inek, deli balta, çöpsüz üzüm, eski toprak.
ü Zamanla ilgili birleşik kelimeler:
bağ bozumu, gece yarısı,gün ortası, hafta başı, hafta sonu, ay sonu, yıl sonu.
e. –r / -ar / -er, -maz / -mez ve –an / -en ekleriyle kurulan sıfat tamlaması yapısındaki birleşik kelimeler ayrı yazılır:
bakar kör, çalar saat, çıkar yol, döner kapı, döner kebap, güler yüz, yazar kasa, çıkmaz sokak, görünmez kaza, tükenmez kalem, uçan daire, uçan top.
f. Renk sözü veya renklerden birinin adıyla kurulmuş isim tamlaması yapısındaki renk adları ayrı yazılır:
bakır rengi, kül rengi, portakal rengi, ten rengi, gece mavisi, limon sarısı, boncuk mavisi, duman rengi,Çingene pembesi.
g. Yer adlarında kullanılan Batı, Doğu, Güney, Kuzey, Kuzeybatı, Kuzeydoğu, Güneydoğu, Güneybatı, Aşağı, Orta, Yukarı, Küçük, Büyük, Eski, Yeni, İç, Yakın, Uzak gibi kelimeler ayrı yazılır:
Orta Asya, Uzak Doğu, Güneydoğu Anadolu, İç Erenköy, Küçük Çamlıca, Büyük Menderes, Aşağı Ayrancı, Yeni Kızılelma.
h. Yer adları :
Yunus Emre Mahallesi, Bahçelievler Mahallesi, Sakarya ırmağı,Van Gölü, İstanbul Boğazı, Erciyes dağı, Ağrı Dağı, İzmir Körfezi, Nene Hatun Caddesi.
i. Şahıs adlarından oluşmuş mahalle, bulvar, cadde, sokak, ilçe, köy vb. yer ve kuruluş adlarında sondaki unvanlar hariç, şahıs adları ayrı yazılır:
Gazi Osmanpaşa Mahallesi, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Sütçü İmam Üniversitesi, Koca Mustafapaşa.
j. Şehirlere sonradan verilen unvanlar ayrı yazılır:
Kahraman Maraş, Gazi Antep, Gazi Magosa, Şanlı Urfa.
k. Ev, ocak, yurt kelimeleriyle kurulan birleşik kelimeler ayrı yazılır:
aş evi, bakım evi, radyo evi, ordu evi, öğretmen evi, yayın evi, aile ocağı, Türk Ocağı, sağlık ocağı, öğrenci yurdu, yetiştirme yurdu.
l. Ara, dış, öte, sıra sözlerinin sona getirilmesiyle oluşturulan birleşik kelime ve terimler ayrı yazılır:
milletler arası, devletler arası, uluslar arası, yasa dışı, din dışı, fizik ötesi, mor ötesi, olağan dışı, aklı sıra, ardı sıra.
m. Somut olarak yer belirten üst sözüyle oluşturulan birleşik kelime ve terimler ayrı yazılır:
arka üstü, böbrek üstü, sırt üstü, tepe üstü.
n. Alt, üst, ana, ön, art, arka, yan, karşı, iç, dış, orta, büyük, küçük, sağ, sol, peşin, bir, iki, tek, çok, çift sözlerinin başa getirilmesiyle oluşturulan birleşik kelime ve terimler ayrı yazılır:
alt yapı, alt yazı, ana bilim dalı, ana fikir, ana vatan, ön lisans, ön söz, art niyet, yan cümle, iç kulak, dış gezi, orta öğrenim, büyük anne, büyük şehir, peşin fikir, çok hücreli.
o. Birden fazla kelimeden oluşan sayılar ayrı yazılır:
bin dokuz yüz yirmi altı, yetmiş sekiz, kırk bir.
p. Kanunda bitişik yazılanlar dışında kuruluş adları ayrı yazılır:
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Devlet Malzeme Ofisi, Türk Dil Kurumu, Yüksek Seçim Kurulu, Emekli Sandığı, Atatürk Orman Çiftliği.
q. Türk devlet ve topluluklarındaki özel adlar ünlüler bakımından Türkiye Türkçesindeki söylenişine göre yazılır:
Azerbaycan, Bakû, Semerkant, İslâm Kerimov.
r. Ünsüzlerin yazılışında özgünlük korunur:
Saparmurad Niyazov.
Büyük Harflerin Kullanıldığı Yerler
KAYNAK : TDK
A. Cümle büyük harfle başlar:
Ak akçe kara gün içindir.
Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir. (Atatürk)
Cümle içinde tırnak veya yay ayraç içine alınan cümleler büyük harfle başlar ve sonlarına uygun noktalama işareti (nokta, soru, ünlem) konur:
Atatürk, “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” diyor.
Anadolu kentlerini, köylerini (Köy sözünü de çekinerek yazıyorum.) gezsek bile görmek için değil, kendimizi göstermek için geziyoruz. (Nurullah Ataç)
Ancak iki çizgi arasındaki açıklama cümleleri büyük harfle başlamaz:
Bir zamanlar -bu zamanlar çok da uzak değildir, bundan on, on iki yıl önce- Türk saltanatının maddi sınırları uçsuz bucaksız denilecek kadar genişti. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
İki noktadan sonra gelen cümleler büyük harfle başlar:
Menfaat sandalyeye benzer: Başında taşırsan seni küçültür, ayağının altına alırsan yükseltir. (Cenap Şahabettin)
Ancak iki noktadan sonra cümle niteliğinde olmayan örnekler sıralandığında bu örnekler büyük harfle başlamaz:
Bu eskiliği siz de çok evde görmüşsünüzdür: duvarlarda çiviler, çivi yerleri, lekeler… (Memduh Şevket Esendal)
UYARI: Rakamla başlayan cümlelerde rakamdan sonra gelen kelime büyük harfle başlamaz: 2005 yılında Türk Dil Kurumunun 73. yılını kutladık.
UYARI: Örnek niteliğindeki kelimelerle başlayan cümlede de ilk harf büyük yazılır:
“Banka, bütçe, devlet, fındık, kanepe, menekşe, şemsiye” gibi yüzlerce kelime, kökenleri yabancı olmakla birlikte artık dilimizin malı olmuştur. “Et-, ol-” fiilleri, dilimizde en sık kullanılan yardımcı fiillerdir.
B. Dizeler büyük harfle başlar:
Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi;
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi. (Muhibbi)
Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. (Mehmet Akif Ersoy)
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik;
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik. (Yahya Kemal Beyatlı)
C. Levhalar ve açıklama yazıları büyük harfle başlar:
Giriş, Çıkış, Müdür, Vezne, Başkan, Doktor, Otobüs Durağı, Dolmuş Durağı, Şehirler Arası Telefon, III. Kat, IV. Sınıf, I. Blok.
Cümle içerisinde sayılardan sonra gelen kelimeler küçük harfle başlar.
D. Bilim dallarında kullanılan terimlerin büyük harfle yazılışı, ilgili dallardaki uygulamaya bağlıdır:
Canis canis, Caris caris, Ardea alba, Populus alba, Prunus domestica, Pinus silvestris.
E. Kitap, bildiri, makale vb.nde ana başlıkta bulunan kelimelerin tamamı, alt başlıkta bulunan kelimelerin ise yalnızca ilk harfleri büyük olarak yazılır.
F. Kitap, dergi vb.nde bulunan resim, çizelge, tablo vb.nin altında yer alan açıklayıcı yazılar büyük harfle başlar
G. Belirli bir tarih bildiren ay ve gün adları büyük harfle başlar:
29 Mayıs 1453 Salı günü, 29 Ekim 1923, 28 Aralık 1982’de göreve başladı. Lale festivali 25 Haziranda başlayacak.
1919 senesi Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım. (Atatürk)
Belirli bir tarihi belirtmeyen ay ve gün adları küçük harfle başlar:
Okullar genellikle eylülün ikinci haftasında öğretime başlar. Yürütme Kurulu toplantılarını perşembe günleri yaparız.
H. Özel adlar büyük harfle başlar:
1. Kişi adlarıyla soyadları büyük harfle başlar:
Mustafa Kemal Atatürk,
Takma adlar da büyük harfle başlar:
Muhibbi (Kanuni Sultan Süleyman), Demirtaş (Ziya Gökalp), Tarhan (Ömer Seyfettin),
2. Kişi adlarından önce ve sonra gelen saygı sözleri, unvanlar, lakaplar, meslek ve rütbe adları büyük harfle başlar:
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Kaymakam Erol Bey, Sayın Prof. Dr. Hasan Eren, Hamdi Bey, Mustafa Efendi,
Akrabalık bildiren kelimeler büyük harfle başlamaz:
Tülay abla, Ayşe teyze, Fatma nine, Kemal dayı, Saim amca, Ali enişte.
Akrabalık bildiren kelimeler başa geldiğinde lakap yerine kullanıldığı için büyük harfle başlar: Nene Hatun, Baba Gündüz, Dayı Kemal, Hala Sultan.
Bazı tarihî ve menkıbevi şahsiyetlerde ise akrabalık bildiren kelime sonda olduğu hâlde unvan değeri kazandığı ve özel ada dâhil olduğu için büyük harfle yazılır:
Gül Baba, Susuz Dede, Adile Hala, Gülsüm Bacı, Sultan Ana.
Resmî yazılarda saygı bildiren sözlerden sonra gelen ve makam, mevki, unvan bildiren kelimeler de büyük harfle başlar:
Sayın Bakan, Sayın Başkan, Sayın Rektör, Sayın Vali,
Hitap kelimeleri de büyük harfle başlar:
Sevgili Kardeşim, Aziz Dostum, Değerli Arkadaşım,
3. Hayvanlara verilen özel adlar büyük harfle başlar:
Sarıkız, Fino, Karabaş, Pamuk, Minnoş, Tekir.
4. Millet, boy, oymak adları büyük harfle başlar:
Türk, Alman, İngiliz, Rus, Arap, Japon; Oğuz, Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar, Karakeçili, Hacımusalı.
5. Dil ve lehçe adları büyük harfle başlar:
Türkçe, Almanca, İngilizce, Rusça, Arapça, Oğuzca, Kazakça, Kırgızca, Özbekçe, Tatarca.
6. Devlet adları büyük harfle başlar:
Türkiye Cumhuriyeti, Amerika Birleşik Devletleri, Suudi Arabistan, Azerbaycan Cumhuriyeti.
7. Din ve mezhep adları ile bunların mensuplarını bildiren sözler büyük harfle başlar:
Müslümanlık, Müslüman; Hristiyanlık, Hristiyan; Musevilik, Musevi; Budizm, Budist; Hanefilik, Hanefi; Malikilik, Maliki; Protestanlık, Protestan; Katoliklik, Katolik.
8. Din ve mitoloji ile ilgili özel adlar büyük harfle başlar:
Tanrı, Allah, Cebrail, Zeus, Oziris, Kibele.
Ancak tanrı kelimesi özel ad olarak kullanılmadığında küçük harfle başlar:
Eski Yunan tanrıları. Bazı dinî terimlerin küçük harfle başlaması gelenekleşmiştir:
cennet, cehennem, uçmak, tamu, peygamber, sırat köprüsü.
9. Gezegen ve yıldız adları büyük harfle başlar:
Merkür, Neptün, Plüton, Halley, Dünya,Güneş, Ay vb.
UYARI: Dünya, güneş, ay kelimeleri gezegen anlamı dışında kullanıldığında küçük harfle başlar.
10. Yer adları (kıta, bölge, il, ilçe, köy, semt, cadde, sokak, semt vb.) büyük harfle başlar:
Asya, Avrupa, İç Anadolu, Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu, Yakın Doğu; Ankara,
UYARI: Doğu ve batı sözleri yön bildirdiğinde küçük olarak yazılır:
Bursa’nın doğusu. Bu sözler düşünce, hayat tarzı, politika vb. anlamlar bildirdiğinde ise büyük olarak yazılır: Batı medeniyeti, Doğu mistisizmi vb.
Yer adlarında ilk isimden sonra gelen deniz, nehir, göl, dağ, boğaz vb. tür bildiren ikinci isimler büyük harfle başlar:
Ağrı Dağı, Aral Gölü, Çanakkale Boğazı,
UYARI: Özel ada dâhil olmayıp tamlama kuran şehir, il, ilçe, bucak, belde, köy vb. sözler küçük harfle başlar:
Konya ili, Etimesgut ilçesi, Taflan köyü vb.
Mahalle, meydan, bulvar, cadde, sokak adlarında geçen mahalle, meydan, bulvar, cadde, sokak kelimeleri büyük harfle başlar:
Gazi Osmanpaşa Mahallesi, Yıldız Mahallesi, Yunus Emre Mahallesi, Karaköy Meydanı, Zafer Meydanı, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Ziya Gökalp Bulvarı, Nene Hatun Caddesi, Cemal Nadir Sokağı, Fevzi Çakmak Sokağı, İnkılap Sokağı, Reşat Nuri Sokağı, Türk Ocağı Sokağı.
UYARI: Yer bildiren özel isimlerde de kısaltmalı söyleyiş söz konusu olduğu zaman, kelime başında büyük harf kullanılır:
Hisar’dan, Boğaz’dan, Bulvar’dan.
11. Saray, köşk, han, kale, köprü, anıt vb. yapı adlarının bütün kelimeleri büyük harfle başlar:
Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, İshakpaşa Sarayı, Çankaya Köşkü, Horozlu Han, Ankara Kalesi, Alanya Kalesi, Galata Köprüsü, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü, Mostar Köprüsü, Beyazıt Kulesi, Zafer Abidesi, Bilge Kağan Anıtı.
12. Kurum, kuruluş ve kurul adlarının her kelimesi büyük harfle başlar:
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türk Dil Kurumu, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Devlet Malzeme Ofisi, Millî Kütüphane, Çocuk Esirgeme Kurumu, Atatürk Orman Çiftliği, Çankaya Lisesi; Anadolu Kulübü, Mavi Köşe Bakkaliyesi; Türk Ocağı, Yeşilay Derneği, Muharip Gaziler Derneği, Emek İnşaat; Bakanlar Kurulu, Danışma Kurulu, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı; Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.
13. Kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge, genelge adlarının her kelimesi büyük harfle başlar:
Medeni Kanun, Borçlar Hukuku (kanun), Atatürk Uluslararası Barış Ödülü Tüzüğü, Telif Hakkı Yayın ve Satış Yönetmeliği.
UYARI: Kurum, kuruluş, kurul, merkez, bakanlık, üniversite, fakülte, bölüm, kanun, tüzük, yönetmelik vb.ni bildiren kelimeler, belli bir kurum vb. kastedildiğinde büyük harfle başlar:
Bu yıl Meclis, yeni döneme erken başlayacaktır. Son aylarda Kurum, yazım konusunda yoğun bir çalışma içine girmiştir. 2876 sayılı Kanun bu yıl yeniden gözden geçiriliyor. Bu madde Yönetmelik’in 4’üncü maddesine aykırı düşmektedir.
14. Kitap, dergi, gazete ve sanat eserlerinin (tablo, heykel, müzik) her kelimesi büyük harfle başlar:
Nutuk, Safahat, Kendi Gök Kubbemiz, Anadolu Notları, Sinekli Bakkal; Türk Dili, Türk Kültürü, Varlık; Resmî Gazete, Hürriyet, Milliyet, Türkiye, Yeni Yüzyıl, Yeni Asır; Saraydan Kız Kaçırma, Onuncu Yıl Marşı.
UYARI: Özel ada dâhil olmayan gazete, dergi, tablo vb. sözler büyük harfle başlamaz:
Milliyet gazetesi, Türk Dili dergisi, Halı Dokuyan Kızlar tablosu.
UYARI: Büyük harflerin kullanıldığı yerlerde bulunan ve, ile, ya, veya, yahut, ki, da, de sözleriyle mı, mi, mu, mü soru eki küçük harfle yazılır:
Mai ve Siyah, Suç ve Ceza, Leyla ile Mecnun, Turfanda mı, Turfa mı? Diyorlar ki, Dünyaya İkinci Geliş yahut Sır İçinde Esrar, Ya Devlet Başa ya Kuzgun Leşe, Ben de Yazdım.
15. Millî ve dinî bayramlarla bayram niteliği kazanmış günlerin adları büyük harfle başlar:
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, Ramazan Bayramı, Kurban Bayramı, Nevruz Bayramı, Anneler Günü, Öğretmenler Günü, 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü, 14 Mart Tıp Bayramı, Hıdırellez.
Kurultay, bilgi şöleni, açık oturum vb. toplantıların adlarında her kelime büyük harfle başlar:
V. Uluslararası Türk Dili Kurultayı, Manas Bilgi Şöleni.
16. Tarihî olay, çağ ve dönem adları büyük harfle başlar:
Kurtuluş Savaşı, Millî Mücadele, Cilalı Taş Devri, İlk Çağ, Yükselme Devri, Millî Edebiyat Dönemi, Servetifünun Dönemi, Tanzimat Dönemi.
UYARI: Tarihî dönem bildirmeyip tür veya tarz bildiren terimler küçük harfle başlar:
divan şiiri, divan edebiyatı, halk şiiri, halk edebiyatı, eski Türk edebiyatı, Türk dili, Türk sanat müziği, Türk halk müziği, tekke edebiyatı.
17. Özel adlardan türetilen bütün kelimeler büyük harfle başlar:
Türklük, Türkleşmek, Türkçü, Türkçülük, Türkçe, Türkolog, Türkoloji, Avrupalı, Avrupalılaşmak, Asyalılık, Darvinci, Konyalı, Bursalı.
UYARI: Özel ad kendi anlamı dışında yeni bir anlam kazanmışsa büyük harfle başlamaz:
acem (Türk müziğinde bir perde), hicaz (Türk müziğinde bir makam), nihavent (Türk müziğinde bir makam), amper (elektrik akımında şiddet birimi), jul (fizikte iş birimi), donkişotluk (gereği yokken kahramanlık göstermeye kalkışmak).
UYARI: Para birimleri büyük harfle başlamaz: avro, dinar, dolar, lira, yeni kuruş, liret.
UYARI: Özel adlar yerine kullanılan “o” zamiri cümle içinde büyük harfle yazılmaz.
UYARI: Müzikte kullanılan makam ve tür adları büyük harfle başlamaz:
acemaşiran, acembuselik, bayati, hicazkâr, türkü, varsağı, bayatı.
18. Yer, millet ve kişi adlarıyla kurulan birleşik kelimelerde özel adlar büyük harfle başlar:
Antep fıstığı, Brüksel lahanası, Frenk gömleği, Hindistan cevizi, İngiliz anahtarı, Japon gülü, Maraş dondurması, Van kedisi
Mürâcaat : 1. Ünlü uyumu yok.
2. Başta m sesi var.
3. İki ünlü yan yana gelmiştir.
4. Uzun ünlü var.
İMLÂ KURALLARI VE UYGULAMASI
1. Seslerle İlgili Kurallar
2. Eklerle İlgili Kurallar
3. Kelimelerle İlgili Kurallar
4. Büyük Harflerin Kullanıldığı Yerler
İMLÂ KURALLARI VE UYGULAMASI
İmlâ, kelimelerin ve dil birliklerinin yazımı demektir. Türk imlâsında sese (söyleyişe) bağlı bir imlâ düzeni benimsenmiş olmakla birlikte imlâ konusundaki tartışmalar henüz bitmiş değildir. 1929’da Dil Encümeni tarafından hazırlanan İmlâ Lûgati’nden Türk Dil Kurumu tarafından 2000 yılında yayınlanan İmlâ Kılavuzu’na kadar yazımda epeyce değişiklikler yapılmıştır. Bu macerayı İmlâ Kılavuzu’nun sunuş kısmından okuyabilirsiniz. Burada, tartışmaya girmeden, eğitimde birlik olmalı ilkesinden yola çıkarak, Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanan ve son baskısı 2000 yılında yapılan İmlâ Kılavuzu’nun kurallar bölümü; ana hatlarıyla, öğretimde kolaylık sağlayacağı düşüncesiyle, başlıklar halinde özetlenmiş ve kurallara uygun birkaç örnek ilâve edilmiştir:
SESLERLE İLGİLİ KURALLAR :
1. Bugünkü Türkiye Türkçesinde kökeni Türkçe olan kelimelerin sonunda tonlu b, c, d, g ünsüzleri bulunmaz: ağaç, ak, büyük, ip, ot, saç, yurt.
Dilimizdeki alıntılar da hac, şad, yad gibi birkaç örnek dışında, kelime sonunda yumuşama kuralına uymuştur: kitap (<kitab), muhtaç (<muhtac), cilt (<cild), ahenk (<aheng). Bu gibi alıntılar ünlü ile başlayan bir ek aldıklarında sert sessizler yumuşar:
Sebep > sebebi, Kitap > kitaba, Cilt > cildi, Renk > rengi.
2. Düz, geniş ünlüyle (a ,e) biten fiiller şimdiki zaman çekimi dışında daralmaz.
Beklemek bekliyor,
Anlamak anlamıyor,
saklamak saklıyor.
Söylemek söylüyor
YANLIŞ DOĞRU
anlıyan anlayan
gözlüyecek gözleyecek
geliyim geleyim
söyliyeyim söyleyeyim
ağlıyayım ağlayayım
başlıyayım başlayayım
yatırıyım yatırayım
3. Uzun ünlüler, belli durumlar dışında yazıda gösterilmez :
adalet (ada:let),
işaret (işa:ret),
kaide (ka:ide).
DÜZELTME İŞARETİ
4. Düzeltme (^) işareti aşağıdaki durumlarda kullanılır:
a. Nispet î’sinin belirtme durumu ve iyelik ekiyle karışmasını önlemek için kullanılır.
Türk askeri (iyelik eki). Komutan, asker-i çağırıyor. (Belirtme hâli eki – kimi/neyi) Askerî okul (askere ait, askerle ilgili)
İslam dini
Dinî bilgiler
Fizik ilmi Atatürk’ün resmi
İlmî tartışmalar Resmî kuruluşlar
resmî, insanî, ciddî, mizahî, idarî, iktisadî, meslekî, fizikî.
b. Arapça ve Farsçadan dilimize giren birtakım kelime ve eklerde g, k, l ünsüzlerinin ince okunduğunu göstermek için, bu ünsüzlerden sonra gelen “a” ve “u” sesleri üzerine düzeltme işareti konur:
mezkûr, sükûn, sükût mekân mahkûm kâfir hikâye tezgâh gâvur dergâh, yadigâr, ordugâh, karargâh, imkân, dükkân, kâğıt, sükût, evlât, billûr, üslûp, ahlâk, ilân.
Hakkâri, Elâzığ İslâhiye Lâdik Lâpseki Kâzım, Halûk, Lâle, Nalân, Kâmil
Batı kökenli kelimelerde de “L” ünsüzünün ince okunduğunu göstermek için kullanılır:
plâk, plâj, plân, reklâm.
c. Yazılışları aynı, anlamları ve okunuşları farklı olan kelimeleri ayırmada kullanılır:
adem (yokluk)
âdem (insan)
adet (sayı)
âdet (alışkanlık, gelenek)
aşık (ayak bileğindeki kemik)
âşık (seven,tutkun)
dahi (bile)
dâhi ( deha sahibi,yaratıcı gücü olan)
hal (pazar yeri,çözme)
hâl (durum)
hala (babanın kız kardeşi)
hâlâ (henüz)
kar (bir yağış şekli)
kâr (kazanç)
nar (bir meyve)
nâr (ateş)
şura (şu yer)
şûra (danışma kurulu)
yar (uçurum)
yâr (sevgili)
5. Alıntı kelimelerde “s” ünsüzünden sonra gelen “b” sesi ünsüz benzeşmesine uğrayarak “p”ye dönüşür ve “p” ile yazılır:
ispat, kispet, müspet, nispet, tespih, tespit.
6. Dilimize Farsçadan geçen “–dar” ekindeki “d” sesi sert ünsüzlerden sonra ünsüz benzeşmesine uğrayarak “t” olur:
minnettar, silâhtar, taraftar.
Arapçadan geçen Hayrettin, Seyfettin, Necmettin gibi özel adlarda da “d” sesi “t”ye dönmüştür.
EKLERLE İLGİLİ KURALLAR
1. Soru eki her zaman ayrı yazılır:
Öğreniyor musunuz? Ölür müsün, öldürür müsün? Kalem mi? İnsanlık öldü mü?
2. “-ki” aitlik eki ünlü uyumlarına uymaz ve daima bitişik yazılır:
Yarınki, akşamki, yoldaki, yazıdaki, Turgut’unki.
Birkaç örnekte ünlü uyumlarına uyar: bugünkü, dünkü, öbürkü.
3. “-ma /-me” fiilden isim yapma eki ile biten kelimeler -a, -e, -ı, -i ekleriyle genişletildiğinde araya y koruyucu ünsüzü girer:
kazanma-y-a, okuma-y-a, sevme-y-i.
-mak / -mek ile bitenlere ise -a, -e, -ı, -i eklerinden biri gelirse -k ünsüzü yumuşar: yazmak-a > yazmağa, okumak-a > okumağa. Ancak günümüzde y’li yazılışa doğru güçlü bir eğilim vardır.
4. “-ken” (<iken) eki büyük ünlü uyumuna uymaz. Getirildiği kelimenin ünlüleri kalın da olsa, ekin ünlüsü ince kalır :
okurken, yazarken, durgunken, başlarken.
5. “i”- ek-fiili ayrı yazıldığında ünlü uyumlarına uymaz :
okuyor idik, çalışacak imişiz, yorgun ise.
Ancak, imek fiili bugün daha çok ekleşmiş olarak kullanılmakta ve ünlü uyumlarına uymaktadır: bakıyordu, süslenecekmiş, neyse, güzelmiş, alırsa.
6. “ki” bağlacı her zaman ayrı yazılır :
Demek ki, bilmem ki,
Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer.
Olmaz ki!
Böyle de yatılmaz ki! (Orhan Veli)
7. –da/-de bağlacı ayrı yazılır. Bu bağlacın ayrı yazılacağı çoğu kişi tarafından biliniyor ancak bulunma hâli ekiyle karıştırılıyor. Bunları şöyle ayırt edebiliriz:
ü Bağlaç olan -da/de’nin -ta / -te şekli yoktur.
ü Bir isim, hâl eklerinden sadece birini alabilir. Kelimede hâl eklerinden biri varsa bunu takip eden –da/-de bağlaçtır ve ayrı yazılmalıdır: Bu soruyu da bildi. Size de selâmı var.
ü Hâl eki çıkarılacak olursa belirgin bir şekilde, cümlede kopukluk olur.
ü “ya” sözüyle kullanılan “da” mutlaka ayrı yazılır (ya da). Araba ya da otomobil, ne bulursan tut.
KELİMELERLE İLGİLİ KURALLAR
Dilimizde yeni bir kavramı karşılamak için yararlandığımız yollardan biri, kelime birleştirmesidir. Kelime birleştirmesi yoluyla kurulan sözlere birleşik kelime adı verilir. Bu terim için bileşik kelime denilmesi yanlıştır.
İmlâmızla ilgili tereddütlerin çoğu, kelimelerin ayrı mı, bitişik mi yazılacağı bahsinden kaynaklanmaktadır. Ayrı ve bitişik yazılan kelimeler için uzunca bir açıklama yapmak yerine pratik bir kaç kural vererek ana hatlarıyla bu bölümü özetleyeceğiz:
ü Birleşme sırasında anlam kaymasına uğrayan birleşik kelimeler, bitişik yazılır:
hanımeli, kaynanadili, dokuztaş (oyun), deveboynu (boru).
ü Birleşme sırasında ses olayı görülen birleşik kelimeler bitişik yazılır:
kayın ata > kaynata, sütlü aş > sütlaç, ne için > niçin, emir etmek > emretmek, sabır etmek > sabretmek, kayıp olmak > kaybolmak.
Reddetmek, hissetmek, reddolunmak, affetmek, zannetmek, hiss > his, his-etmek >hissetmek.
1. BİTİŞİK YAZILAN BİRLEŞİK KELİMELER
Birleşik kelimelerden bitişik yazılanlara bitişik kelime diyoruz. Birleşik kelimelerden hangilerinin bitişik yazılacağı aşağıda özetlenmiştir :
a. Kurallı birleşik fiiller bitişik yazılır:
alıverdi, düşeyazdı, bakakaldılar, anlayabilirseniz, yazabilirsiniz.
b. Kelimelerden biri veya ikisi, birleşme sırasında benzetme yoluyla anlam değişmesine uğrarsa bu tür birleşik kelimeler bitişik yazılır:
Aslanağzı, keçisakalı, keçiboynuzu, karagöz (balık), balıkgözü (halka), sıçandişi (dikiş), kadınbudu (köfte), dilberdudağı(tatlı), acemborusu (bitki), kuşyemi (bitki), beştaş (oyun), camgüzeli (bitki), yalıçapkını (kuş), Samanyolu (yıldız kümesi), Demirkazık (yıldız), ayşekadın (fasulye), hafızali (üzüm), karafatma (böcek).
c. –an /-en, -r / -ar / -er, ve –maz / -mez ekleriyle kurulmuş sıfat-fiil gruplarından kalıplaşmış birleşik kelimeler gelenekleşmiş olarak bitişik yazılır:
ağaçkakan, çöpçatan, oyunbozan, saçkıran, gökdelen, akımtoplar, betonkarar, çoksatar, sanatsever, tekerçalar (cd), uçaksavar, kuşkonmaz, varyemez, töretanımaz, değerbilmez.
d. -dı (-di / -du / -dü, -tı / -ti / -tu / -tü ) ekiyle kurulan kalıplaşmış birleşik kelimeler bitişik yazılır:
albastı, ciğerdeldi, gecekondu, günindi, kolbastı, imambayıldı, mirasyedi, zıpçıktı, toprakbastı, şıpsevdi.
e. Her iki ögesi de –dı (-di / -du / -dü, -tı / -ti / -tu/ -tü) veya –r / -ar / -er eklerini almış ve kalıplaşmış birleşik kelimeler bitişik yazılır:
dedikodu, kaptıkaçtı, oldubitti, biçerdöver, uyurgezer, okuryazar, yanardöner, yüzergezer.
f. Hayvan, bitki, organ ve çeşitli nesne adlarıyla kurulan ve içinde renklerden birinin adı veya renk sözü geçmeyen renk adları bitişik yazılır:
baklaçiçeği, balköpüğü, camgöbeği, devetüyü, fildişi, vişneçürüğü.
g. Renk adlarıyla kurulan ve bitki, hayvan veya hastalık türlerinden birini gösteren birleşik kelimeler bitişik yazılır:
akağaç, akkavak, akmantar, karadut, karaçalı, alabalık, karakuş, bozayı, beyazsinek, sarıçiçek.
h. Somut olarak yer bildirmeyen üst ve üzeri sözlerinin sona getirilmesiyle kurulan birleşik kelimeler bitişik yazılır:
akşamüstü, ayaküstü, bayramüstü, ikindiüzeri, olağanüstü, sırtüstü, suçüstü, yüzüstü.
i. Somut olarak yer bildirmeyen alt sözüyle kurulan birleşik kelimeler de bitişik yazılır:
ayakaltı, bilinçaltı, gözaltı, şuuraltı.
j. İki veya daha çok kelimenin birleşmesinden oluşmuş kişi adları, soyadları, lâkaplar ve Türkçe yer adları bitişik yazılır:
Alper, Birol, Gülseren; Atatürk, Adıvar, Tanpınar;Tepedelenli Ali Paşa; Çanakkale, Pınarbaşı, Beşiktaş, Yenişehir, Batıkent, Çengelköy, İncesu, Acıgöl.
k. Şahıs adları ve unvanlarından oluşmuş mahalle, meydan, köy vb. yer ve kuruluş adlarındaki unvan grubu ; unvan kelimesi sonda ise, gelenekleşmiş olarak bitişik yazılır:
Abidinpaşa, Bayrampaşa, Necatibey (Caddesi), Gaziosmanpaşa (Üniversitesi).
l. Ara yönleri belirten kelimeler bitişik yazılır:
güneybatı, güneydoğu, kuzeydoğu,kuzeybatı
m. Senet, çek vb. ticarî belgelerde geçen sayılar bitişik yazılır:
“yediyüzyirmibeşmilyonaltmışsekizbinsekizyüzo n” lira.
n. Her iki ögesi de aslî anlamını koruduğu halde yaygın bir şekilde gelenekleşmiş olarak bitişik yazılan kelimeler de vardır:
ü Baş sözüyle oluşturulan sıfat tamlamaları:
başkomutan, başyazar, başfiyat, başrol, başköşe, başparmak, başkent, başçavuş, başeser.
ü Başı kelimesiyle oluşturulan belirtisiz isim tamlamaları:
aşçıbaşı, binbaşı, onbaşı, çarkçıbaşı, ustabaşı, yüzbaşı..
ü Oğlu, oğulları, kızı sözleriyle oluşturulan belirtisiz isim tamlamaları:
Caferoğlu, Topaloğlu, Osmanoğulları, çapanoğlu, dayıoğlu, eloğlu, hinoğluhin, teyzekızı.
ü Ağa, bey, efendi, hanım, nine vb. sözlerle kurulan birleşik kelimeler:
ağababa, ağabey, beyefendi, efendibaba, hanımanne, hanımefendi, hacıağa.
ü Açıortay, ağırbaşlı, akarsu, akaryakıt, anamal, anaokulu, anapara, anayasa, atasözü, aybaşı, babaanne, basmakalıp, başörtü, birdenbire, bozkır, bugün, buzdolabı, delikanlı, erbaş, gökyüzü, ilkbahar, ilkokul, ilköğretim, ipucu, milletvekili, tıpkıbasım, topyekûn, vazgeçmek, yarıçap, yarımada, yeryüzü, yüzyıl gibi kelime ve deyimler de gelenekleşmiş ve yaygınlaşmış olarak bitişik yazılır.
ü Biraz, birazı, birkaç, birkaçı, birtakım, birçok, birçoğu, hiçbir, hiçbiri, herhangi kelimeleri de bitişik yazılır.
o. Hane kelimesiyle Farsça kurala göre oluşturulan birleşik kelimeler bitişik yazılır:
çayhane, dershane, eczahane, hastahane, postahane, pastahane, yemekhane. Bu sözlerde geçen hane kelimesindeki h’nin yazılmaması yanlıştır.
p. Perver, perest, zade ve name kelimeleriyle Farsça kurala göre oluşturulan birleşik kelimeler bitişik yazılır:
vatanperver, hayalperest, Resulzade, dayızade, beyanname, Oğuzname, Battalname.
q. Kanunda bitişik geçen veya bitişik olarak tescil ettirilen kuruluş adları bitişik yazılır:
İçişleri, Dışişleri, Genelkurmay, Yükseköğretim.
r. oto, tele, matik ögeleriyle kurulan alıntılar da bitişik yazılır:
otobiyografi, otomobil, otogar, otopark, telekart, telekız, telefon, bankamatik.
2. AYRI YAZILAN BİRLEŞİK KELİMELER
a. Deyimler ayrı yazılır:
göze girmek, etekleri zil çalmak, ağzı kulaklarına varmak.
b. İkilemeler ayrı yazılır:
bata çıka, yavaş yavaş, güle oynaya, çoluk çocuk, ev bark, konu komşu, eş dost, kitap mitap, süklüm püklüm, soy sop.
c. Yardımcı fiillerle kurulan birleşik fillerde ses olayı olmuyorsa ayrı yazılır:
arz etmek, adam olmak, dans etmek, soracak olmak, not etmek, oyun etmek, sağır olmak, yok olmak, yardım etmek, yarış etmek.
d. Birleşme sırasında kelimelerden hiçbiri anlam değişikliğine uğramıyorsa bu tür birleşik kelimeler ayrı yazılır:
ü Hayvan türlerinden birinin adıyla kurulanlar:
ada balığı, ardıç kuşu, tarla kuşu, bal arısı, Pekin ördeği.
ü Bitki türlerinden birinin adıyla kurulanlar:
çörek otu, acı ot, yayla çiçeği, yumru kök, kuş üzümü, dağ armudu, Japon gülü, kuru fasulye, kuru incir, yaban gülü.
ü Nesne, eşya ve alet adlarından biriyle kurulanlar:
bakır taşı, dikili taş, Arap sabunu, el kitabı, alt geçit, toplu iğne, dolma kalem, yemek masası, yapma çiçek. yatak örtüsü.
ü Yol ve ulaşımla ilgili birleşik kelimeler:
Arnavut kaldırımı, çevre yolu, deniz yolu, kara yolu, keçi yolu.
ü Durum, olgu ve olay bildiren sözlerden biriyle kurulanlar:
açık oturum, ana dili, dil birliği, baş ağrısı, çıkış yolu, iş bölümü, masa başı, sofra başı, ses uyumu, yer çekimi.
ü Bilim ve bilgi sözleriyle kurulanlar:
anlam bilimi, gök bilimi, dil bilgisi, halk bilimi, ses bilgisi.
ü Yuvar ve küre sözleriyle kurulanlar:
ışık küre, yarı küre, ağır küre, hava yuvarı, göz yuvarı, ısı yuvarı.
ü Yiyecek, içecek adlarından biriyle kurulanlar:
balık yağı, Urfa kebabı, dil peyniri, tas kebabı, İnegöl köftesi, havuçlu kek, çiğ köfte, maden suyu, vişne suyu, işkembe çorbası, koz helvası, kesme şeker, çiğ köfte, dolma biber, kuru yemiş, süzme yoğurt.
ü Gök cisimleri:
Çoban yıldızı, kuyruklu yıldız, gök kuşağı, gök taşı.
ü Organ veya organ yerine geçen sözlerden biriyle kurulanlar:
aç göz, sulu göz, bel kemiği, takma bacak, gaga burun, kuru kafa, karga burun.
ü Benzetme yoluyla insanın bir niteliğini anlatmak üzere bitki, hayvan ve nesne adlarıyla kurulan birleşik kelimeler:
ağır top, çetin ceviz, eksik etek, sağmal inek, deli balta, çöpsüz üzüm, eski toprak.
ü Zamanla ilgili birleşik kelimeler:
bağ bozumu, gece yarısı,gün ortası, hafta başı, hafta sonu, ay sonu, yıl sonu.
e. –r / -ar / -er, -maz / -mez ve –an / -en ekleriyle kurulan sıfat tamlaması yapısındaki birleşik kelimeler ayrı yazılır:
bakar kör, çalar saat, çıkar yol, döner kapı, döner kebap, güler yüz, yazar kasa, çıkmaz sokak, görünmez kaza, tükenmez kalem, uçan daire, uçan top.
f. Renk sözü veya renklerden birinin adıyla kurulmuş isim tamlaması yapısındaki renk adları ayrı yazılır:
bakır rengi, kül rengi, portakal rengi, ten rengi, gece mavisi, limon sarısı, boncuk mavisi, duman rengi,Çingene pembesi.
g. Yer adlarında kullanılan Batı, Doğu, Güney, Kuzey, Kuzeybatı, Kuzeydoğu, Güneydoğu, Güneybatı, Aşağı, Orta, Yukarı, Küçük, Büyük, Eski, Yeni, İç, Yakın, Uzak gibi kelimeler ayrı yazılır:
Orta Asya, Uzak Doğu, Güneydoğu Anadolu, İç Erenköy, Küçük Çamlıca, Büyük Menderes, Aşağı Ayrancı, Yeni Kızılelma.
h. Yer adları :
Yunus Emre Mahallesi, Bahçelievler Mahallesi, Sakarya ırmağı,Van Gölü, İstanbul Boğazı, Erciyes dağı, Ağrı Dağı, İzmir Körfezi, Nene Hatun Caddesi.
i. Şahıs adlarından oluşmuş mahalle, bulvar, cadde, sokak, ilçe, köy vb. yer ve kuruluş adlarında sondaki unvanlar hariç, şahıs adları ayrı yazılır:
Gazi Osmanpaşa Mahallesi, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Sütçü İmam Üniversitesi, Koca Mustafapaşa.
j. Şehirlere sonradan verilen unvanlar ayrı yazılır:
Kahraman Maraş, Gazi Antep, Gazi Magosa, Şanlı Urfa.
k. Ev, ocak, yurt kelimeleriyle kurulan birleşik kelimeler ayrı yazılır:
aş evi, bakım evi, radyo evi, ordu evi, öğretmen evi, yayın evi, aile ocağı, Türk Ocağı, sağlık ocağı, öğrenci yurdu, yetiştirme yurdu.
l. Ara, dış, öte, sıra sözlerinin sona getirilmesiyle oluşturulan birleşik kelime ve terimler ayrı yazılır:
milletler arası, devletler arası, uluslar arası, yasa dışı, din dışı, fizik ötesi, mor ötesi, olağan dışı, aklı sıra, ardı sıra.
m. Somut olarak yer belirten üst sözüyle oluşturulan birleşik kelime ve terimler ayrı yazılır:
arka üstü, böbrek üstü, sırt üstü, tepe üstü.
n. Alt, üst, ana, ön, art, arka, yan, karşı, iç, dış, orta, büyük, küçük, sağ, sol, peşin, bir, iki, tek, çok, çift sözlerinin başa getirilmesiyle oluşturulan birleşik kelime ve terimler ayrı yazılır:
alt yapı, alt yazı, ana bilim dalı, ana fikir, ana vatan, ön lisans, ön söz, art niyet, yan cümle, iç kulak, dış gezi, orta öğrenim, büyük anne, büyük şehir, peşin fikir, çok hücreli.
o. Birden fazla kelimeden oluşan sayılar ayrı yazılır:
bin dokuz yüz yirmi altı, yetmiş sekiz, kırk bir.
p. Kanunda bitişik yazılanlar dışında kuruluş adları ayrı yazılır:
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Devlet Malzeme Ofisi, Türk Dil Kurumu, Yüksek Seçim Kurulu, Emekli Sandığı, Atatürk Orman Çiftliği.
q. Türk devlet ve topluluklarındaki özel adlar ünlüler bakımından Türkiye Türkçesindeki söylenişine göre yazılır:
Azerbaycan, Bakû, Semerkant, İslâm Kerimov.
r. Ünsüzlerin yazılışında özgünlük korunur:
Saparmurad Niyazov.
Büyük Harflerin Kullanıldığı Yerler
KAYNAK : TDK
A. Cümle büyük harfle başlar:
Ak akçe kara gün içindir.
Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir. (Atatürk)
Cümle içinde tırnak veya yay ayraç içine alınan cümleler büyük harfle başlar ve sonlarına uygun noktalama işareti (nokta, soru, ünlem) konur:
Atatürk, “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” diyor.
Anadolu kentlerini, köylerini (Köy sözünü de çekinerek yazıyorum.) gezsek bile görmek için değil, kendimizi göstermek için geziyoruz. (Nurullah Ataç)
Ancak iki çizgi arasındaki açıklama cümleleri büyük harfle başlamaz:
Bir zamanlar -bu zamanlar çok da uzak değildir, bundan on, on iki yıl önce- Türk saltanatının maddi sınırları uçsuz bucaksız denilecek kadar genişti. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
İki noktadan sonra gelen cümleler büyük harfle başlar:
Menfaat sandalyeye benzer: Başında taşırsan seni küçültür, ayağının altına alırsan yükseltir. (Cenap Şahabettin)
Ancak iki noktadan sonra cümle niteliğinde olmayan örnekler sıralandığında bu örnekler büyük harfle başlamaz:
Bu eskiliği siz de çok evde görmüşsünüzdür: duvarlarda çiviler, çivi yerleri, lekeler… (Memduh Şevket Esendal)
UYARI: Rakamla başlayan cümlelerde rakamdan sonra gelen kelime büyük harfle başlamaz: 2005 yılında Türk Dil Kurumunun 73. yılını kutladık.
UYARI: Örnek niteliğindeki kelimelerle başlayan cümlede de ilk harf büyük yazılır:
“Banka, bütçe, devlet, fındık, kanepe, menekşe, şemsiye” gibi yüzlerce kelime, kökenleri yabancı olmakla birlikte artık dilimizin malı olmuştur. “Et-, ol-” fiilleri, dilimizde en sık kullanılan yardımcı fiillerdir.
B. Dizeler büyük harfle başlar:
Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi;
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi. (Muhibbi)
Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. (Mehmet Akif Ersoy)
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik;
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik. (Yahya Kemal Beyatlı)
C. Levhalar ve açıklama yazıları büyük harfle başlar:
Giriş, Çıkış, Müdür, Vezne, Başkan, Doktor, Otobüs Durağı, Dolmuş Durağı, Şehirler Arası Telefon, III. Kat, IV. Sınıf, I. Blok.
Cümle içerisinde sayılardan sonra gelen kelimeler küçük harfle başlar.
D. Bilim dallarında kullanılan terimlerin büyük harfle yazılışı, ilgili dallardaki uygulamaya bağlıdır:
Canis canis, Caris caris, Ardea alba, Populus alba, Prunus domestica, Pinus silvestris.
E. Kitap, bildiri, makale vb.nde ana başlıkta bulunan kelimelerin tamamı, alt başlıkta bulunan kelimelerin ise yalnızca ilk harfleri büyük olarak yazılır.
F. Kitap, dergi vb.nde bulunan resim, çizelge, tablo vb.nin altında yer alan açıklayıcı yazılar büyük harfle başlar
G. Belirli bir tarih bildiren ay ve gün adları büyük harfle başlar:
29 Mayıs 1453 Salı günü, 29 Ekim 1923, 28 Aralık 1982’de göreve başladı. Lale festivali 25 Haziranda başlayacak.
1919 senesi Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım. (Atatürk)
Belirli bir tarihi belirtmeyen ay ve gün adları küçük harfle başlar:
Okullar genellikle eylülün ikinci haftasında öğretime başlar. Yürütme Kurulu toplantılarını perşembe günleri yaparız.
H. Özel adlar büyük harfle başlar:
1. Kişi adlarıyla soyadları büyük harfle başlar:
Mustafa Kemal Atatürk,
Takma adlar da büyük harfle başlar:
Muhibbi (Kanuni Sultan Süleyman), Demirtaş (Ziya Gökalp), Tarhan (Ömer Seyfettin),
2. Kişi adlarından önce ve sonra gelen saygı sözleri, unvanlar, lakaplar, meslek ve rütbe adları büyük harfle başlar:
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Kaymakam Erol Bey, Sayın Prof. Dr. Hasan Eren, Hamdi Bey, Mustafa Efendi,
Akrabalık bildiren kelimeler büyük harfle başlamaz:
Tülay abla, Ayşe teyze, Fatma nine, Kemal dayı, Saim amca, Ali enişte.
Akrabalık bildiren kelimeler başa geldiğinde lakap yerine kullanıldığı için büyük harfle başlar: Nene Hatun, Baba Gündüz, Dayı Kemal, Hala Sultan.
Bazı tarihî ve menkıbevi şahsiyetlerde ise akrabalık bildiren kelime sonda olduğu hâlde unvan değeri kazandığı ve özel ada dâhil olduğu için büyük harfle yazılır:
Gül Baba, Susuz Dede, Adile Hala, Gülsüm Bacı, Sultan Ana.
Resmî yazılarda saygı bildiren sözlerden sonra gelen ve makam, mevki, unvan bildiren kelimeler de büyük harfle başlar:
Sayın Bakan, Sayın Başkan, Sayın Rektör, Sayın Vali,
Hitap kelimeleri de büyük harfle başlar:
Sevgili Kardeşim, Aziz Dostum, Değerli Arkadaşım,
3. Hayvanlara verilen özel adlar büyük harfle başlar:
Sarıkız, Fino, Karabaş, Pamuk, Minnoş, Tekir.
4. Millet, boy, oymak adları büyük harfle başlar:
Türk, Alman, İngiliz, Rus, Arap, Japon; Oğuz, Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar, Karakeçili, Hacımusalı.
5. Dil ve lehçe adları büyük harfle başlar:
Türkçe, Almanca, İngilizce, Rusça, Arapça, Oğuzca, Kazakça, Kırgızca, Özbekçe, Tatarca.
6. Devlet adları büyük harfle başlar:
Türkiye Cumhuriyeti, Amerika Birleşik Devletleri, Suudi Arabistan, Azerbaycan Cumhuriyeti.
7. Din ve mezhep adları ile bunların mensuplarını bildiren sözler büyük harfle başlar:
Müslümanlık, Müslüman; Hristiyanlık, Hristiyan; Musevilik, Musevi; Budizm, Budist; Hanefilik, Hanefi; Malikilik, Maliki; Protestanlık, Protestan; Katoliklik, Katolik.
8. Din ve mitoloji ile ilgili özel adlar büyük harfle başlar:
Tanrı, Allah, Cebrail, Zeus, Oziris, Kibele.
Ancak tanrı kelimesi özel ad olarak kullanılmadığında küçük harfle başlar:
Eski Yunan tanrıları. Bazı dinî terimlerin küçük harfle başlaması gelenekleşmiştir:
cennet, cehennem, uçmak, tamu, peygamber, sırat köprüsü.
9. Gezegen ve yıldız adları büyük harfle başlar:
Merkür, Neptün, Plüton, Halley, Dünya,Güneş, Ay vb.
UYARI: Dünya, güneş, ay kelimeleri gezegen anlamı dışında kullanıldığında küçük harfle başlar.
10. Yer adları (kıta, bölge, il, ilçe, köy, semt, cadde, sokak, semt vb.) büyük harfle başlar:
Asya, Avrupa, İç Anadolu, Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu, Yakın Doğu; Ankara,
UYARI: Doğu ve batı sözleri yön bildirdiğinde küçük olarak yazılır:
Bursa’nın doğusu. Bu sözler düşünce, hayat tarzı, politika vb. anlamlar bildirdiğinde ise büyük olarak yazılır: Batı medeniyeti, Doğu mistisizmi vb.
Yer adlarında ilk isimden sonra gelen deniz, nehir, göl, dağ, boğaz vb. tür bildiren ikinci isimler büyük harfle başlar:
Ağrı Dağı, Aral Gölü, Çanakkale Boğazı,
UYARI: Özel ada dâhil olmayıp tamlama kuran şehir, il, ilçe, bucak, belde, köy vb. sözler küçük harfle başlar:
Konya ili, Etimesgut ilçesi, Taflan köyü vb.
Mahalle, meydan, bulvar, cadde, sokak adlarında geçen mahalle, meydan, bulvar, cadde, sokak kelimeleri büyük harfle başlar:
Gazi Osmanpaşa Mahallesi, Yıldız Mahallesi, Yunus Emre Mahallesi, Karaköy Meydanı, Zafer Meydanı, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, Ziya Gökalp Bulvarı, Nene Hatun Caddesi, Cemal Nadir Sokağı, Fevzi Çakmak Sokağı, İnkılap Sokağı, Reşat Nuri Sokağı, Türk Ocağı Sokağı.
UYARI: Yer bildiren özel isimlerde de kısaltmalı söyleyiş söz konusu olduğu zaman, kelime başında büyük harf kullanılır:
Hisar’dan, Boğaz’dan, Bulvar’dan.
11. Saray, köşk, han, kale, köprü, anıt vb. yapı adlarının bütün kelimeleri büyük harfle başlar:
Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, İshakpaşa Sarayı, Çankaya Köşkü, Horozlu Han, Ankara Kalesi, Alanya Kalesi, Galata Köprüsü, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü, Mostar Köprüsü, Beyazıt Kulesi, Zafer Abidesi, Bilge Kağan Anıtı.
12. Kurum, kuruluş ve kurul adlarının her kelimesi büyük harfle başlar:
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türk Dil Kurumu, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Devlet Malzeme Ofisi, Millî Kütüphane, Çocuk Esirgeme Kurumu, Atatürk Orman Çiftliği, Çankaya Lisesi; Anadolu Kulübü, Mavi Köşe Bakkaliyesi; Türk Ocağı, Yeşilay Derneği, Muharip Gaziler Derneği, Emek İnşaat; Bakanlar Kurulu, Danışma Kurulu, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı; Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.
13. Kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge, genelge adlarının her kelimesi büyük harfle başlar:
Medeni Kanun, Borçlar Hukuku (kanun), Atatürk Uluslararası Barış Ödülü Tüzüğü, Telif Hakkı Yayın ve Satış Yönetmeliği.
UYARI: Kurum, kuruluş, kurul, merkez, bakanlık, üniversite, fakülte, bölüm, kanun, tüzük, yönetmelik vb.ni bildiren kelimeler, belli bir kurum vb. kastedildiğinde büyük harfle başlar:
Bu yıl Meclis, yeni döneme erken başlayacaktır. Son aylarda Kurum, yazım konusunda yoğun bir çalışma içine girmiştir. 2876 sayılı Kanun bu yıl yeniden gözden geçiriliyor. Bu madde Yönetmelik’in 4’üncü maddesine aykırı düşmektedir.
14. Kitap, dergi, gazete ve sanat eserlerinin (tablo, heykel, müzik) her kelimesi büyük harfle başlar:
Nutuk, Safahat, Kendi Gök Kubbemiz, Anadolu Notları, Sinekli Bakkal; Türk Dili, Türk Kültürü, Varlık; Resmî Gazete, Hürriyet, Milliyet, Türkiye, Yeni Yüzyıl, Yeni Asır; Saraydan Kız Kaçırma, Onuncu Yıl Marşı.
UYARI: Özel ada dâhil olmayan gazete, dergi, tablo vb. sözler büyük harfle başlamaz:
Milliyet gazetesi, Türk Dili dergisi, Halı Dokuyan Kızlar tablosu.
UYARI: Büyük harflerin kullanıldığı yerlerde bulunan ve, ile, ya, veya, yahut, ki, da, de sözleriyle mı, mi, mu, mü soru eki küçük harfle yazılır:
Mai ve Siyah, Suç ve Ceza, Leyla ile Mecnun, Turfanda mı, Turfa mı? Diyorlar ki, Dünyaya İkinci Geliş yahut Sır İçinde Esrar, Ya Devlet Başa ya Kuzgun Leşe, Ben de Yazdım.
15. Millî ve dinî bayramlarla bayram niteliği kazanmış günlerin adları büyük harfle başlar:
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, Ramazan Bayramı, Kurban Bayramı, Nevruz Bayramı, Anneler Günü, Öğretmenler Günü, 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü, 14 Mart Tıp Bayramı, Hıdırellez.
Kurultay, bilgi şöleni, açık oturum vb. toplantıların adlarında her kelime büyük harfle başlar:
V. Uluslararası Türk Dili Kurultayı, Manas Bilgi Şöleni.
16. Tarihî olay, çağ ve dönem adları büyük harfle başlar:
Kurtuluş Savaşı, Millî Mücadele, Cilalı Taş Devri, İlk Çağ, Yükselme Devri, Millî Edebiyat Dönemi, Servetifünun Dönemi, Tanzimat Dönemi.
UYARI: Tarihî dönem bildirmeyip tür veya tarz bildiren terimler küçük harfle başlar:
divan şiiri, divan edebiyatı, halk şiiri, halk edebiyatı, eski Türk edebiyatı, Türk dili, Türk sanat müziği, Türk halk müziği, tekke edebiyatı.
17. Özel adlardan türetilen bütün kelimeler büyük harfle başlar:
Türklük, Türkleşmek, Türkçü, Türkçülük, Türkçe, Türkolog, Türkoloji, Avrupalı, Avrupalılaşmak, Asyalılık, Darvinci, Konyalı, Bursalı.
UYARI: Özel ad kendi anlamı dışında yeni bir anlam kazanmışsa büyük harfle başlamaz:
acem (Türk müziğinde bir perde), hicaz (Türk müziğinde bir makam), nihavent (Türk müziğinde bir makam), amper (elektrik akımında şiddet birimi), jul (fizikte iş birimi), donkişotluk (gereği yokken kahramanlık göstermeye kalkışmak).
UYARI: Para birimleri büyük harfle başlamaz: avro, dinar, dolar, lira, yeni kuruş, liret.
UYARI: Özel adlar yerine kullanılan “o” zamiri cümle içinde büyük harfle yazılmaz.
UYARI: Müzikte kullanılan makam ve tür adları büyük harfle başlamaz:
acemaşiran, acembuselik, bayati, hicazkâr, türkü, varsağı, bayatı.
18. Yer, millet ve kişi adlarıyla kurulan birleşik kelimelerde özel adlar büyük harfle başlar:
Antep fıstığı, Brüksel lahanası, Frenk gömleği, Hindistan cevizi, İngiliz anahtarı, Japon gülü, Maraş dondurması, Van kedisi
NOKTALAMA İŞARETLERI VE UYGULAMASI
-Nokta, Virgül, Noktalı Virgül, İki Nokta-Üç Nokta
-Soru İş.,Ünlem İş.,Kısa ve Uzun Çizgi, Eğik Çizgi
-Tırnak İş.,Denden İş.,Yay ve Köşeli Ayraç,Kesme İş.
-Kısaltmalar
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ÖZCAN
NOKTALAMA İŞARETLERİNİN ORTAYA ÇIKMASI
Noktalama işaretlerinin tarihi, dil bilgini Aristophanes ile başlar. Bununla birlikte düzenli olarak kullanımı, XVI. yüzyılda matbaanın bulunuşu ile gerçekleşmiştir. XIX. yüzyılda ise, genelleşerek kesin kurallara bağlanmıştır.
Bizim edebiyatımızda, noktalama işaretleri, ancak Avrupa’yı tanıdıktan sonra, XIX. yüzyıldan itibaren görülmeye başlamıştır. İlk olarak Şinasi, Şair Evlenmesi (1859) adlı tiyatro oyununun başında iki işaretten söz etmektedir: “Mu’tarıza ( ) içinde bulunan kelâm hâli târif içindir. Şöyle bir hatt-ı ufkî – söz başına delâlet eder. Nokta, sözün nihayetine alâmet olur”. Şemsettin Sami de, Kamus-ı Türkî adlı sözlüğünde iki noktaya (noktateyn; virgüle (,), fasıla demektedir.
Önceleri düzyazı metinlerinde kullanılan noktalama işaretlerinin, şiirde kullanılmadığını görüyoruz. Başlangıçta, hem şiir hem düzyazı yazan edebiyatçılarımız, noktalama işaretlerini, düzyazı metinlerinde kullanmışlar, bununla beraber şiir halinde yazdıkları metinlerde noktalama işaretlerini kullanmamışlardır. Sonraları şiirlerde de başarı ile noktalama işaretlerinin kullanıldığı görülmektedir. Örneğin Recaizâde Mahmut Ekrem, hem Araba Sevdası adlı romanında, hem de Zemzeme, Pejmürde gibi şiir kitaplarında bu işaretlere özen göstermiş ve yerli yerinde kullanmıştır. Servet-i Fünûn döneminde, Tevfik Fikret’in şiirlerinde, noktalama işaretlerinin özenle kullanıldığını görmekteyiz.
Cumhuriyet döneminde, noktalama işaretleri daha çok önemsenmiş sayıları ve türleri arttırılmıştır.
Duygu ve düşünceleri daha açık ifade etmek, cümlenin yapısını ve duraklama noktalarını belirlemek, okumayı ve anlamayı kolaylaştırmak, sözün vurgu ve ton gibi özelliklerini belirtmek üzere kullanılan özel işaretlere noktalama işaretleri denir. Noktalama işaretleri, anlamı aydınlatır, yanlış anlaşılmaların önüne geçer, okumayı kolaylaştırır.
A. NOKTA (.)
1. Cümlenin sonuna konur :
Türk Dil Kurumu, 1932 yılında kurulmuştur.
Türk’üm.
2. Kısaltmaların sonuna konur:
Prof., Cad., T.(Türkçe), Ar. (Arapça).
Ancak, büyük harflerin kullanılmasıyla yapılan kısaltmalardan sonra nokta kullanılmaz:
TDK (Türk Dil Kurumu), TBMM, cm (santimetre), g (gram), l (litre).
3. Sayılardan sonra sıra bildirmek için kullanılır:
3.(üçüncü), II. Mehmet, 2. Cadde, 20. Sokak, XV. yüzyıl.
4. Bir yazının maddelerini gösteren rakam veya harflerden sonra kullanılır:
I. 1. A. a. II. 2. B. b.
5. Tarihlerin yazılışında gün, ay ve yılı gösteren sayıları birbirinden ayırmak için konur:
29.5.1453, 29.X.1923.
Tarihlerde ay adları yazıyla da yazılabilir. Bu durumda ay adlarından önce ve sonra nokta kullanılmaz: 29 Mayıs 1453.
6. Saat ve dakika gösteren sayıları birbirinden ayırmak için konur:
Tren 09.15’te kalktı.
Saat ve dakika sayılarını ayırmak için kesinlikle iki nokta işareti kullanılmaz.
7. Bibliyografik künyelerin sonuna konur:
Agâh Sırrı Levend, Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, Ankara, 1960.
8. Üçlü gruplara ayrılarak yazılan büyük sayılarda gruplar arasına konur:
16.551.000, 22.465.660
9. Matematikte çarpı işareti yerine kullanılır: 4.5=20.
B. VİRGÜL ( , )
1. Birbiri ardınca sıralanan eş görevli kelime ve kelime grupları arasına konur:
Fırtınadan, soğuktan, karanlıktan ve biraz da korkudan sonra bu sıcak, aydınlık ve sevimli odanın havasında erir gibi oldum. (H. Edip, Kalp Ağrısı)
Sessiz dereler, solgun ağaçlar, sarı güller
Dillenmiş ağızlarda tutuk dilli gönüller. (F. Nafiz)
2. Sıralı cümleleri birbirinden ayırmak için kullanılır:
Umduk, bekledik, düşündük. Geldim, gördüm, yendim.
Fakat yol otomobillere yasak olduğundan o da herkes gibi tramvaya biner, kimse kendisine dikkat etmez. (F. Rıfkı Atay, Denizaşırı)
3. Cümlede özel olarak vurgulanması gereken ögelerden sonra konur:
Binaenaleyh, biz her vasıtadan, yalnız ve ancak, bir noktainazardan istifade ederiz. ( Atatürk)
4. Uzun cümlelerde yüklemden uzak düşmüş olan ögeleri belirtmek için konur:
Saniye Hanımefendi, merdivenlerde oğlunun ayak seslerini duyar duymaz, hasretlisini karşılamaya atılan bir genç kadın gibi, koltuğundan fırlamış ve ona kapıyı kendi eliyle açmaya gelmişti.
(Y. Kadri, Panoroma)
5. Cümle içinde ara sözleri ve ara cümleleri ayırmak için konur:
Şimdi, efendiler, müsaade buyurursanız, size bir sual sorayım. (Atatürk)
6. Anlama güç kazandırmak için tekrarlanan kelimeler arasına konur:
Akşam, yine akşam, yine akşam,
Göllerde bu dem bir kamış olsam! (Ahmet Haşim)
İkilemelerde kelimeler arasına herhangi bir işaret konmaz.
7. Tırnak içinde olmayan alıntı cümlelerden sonra konur: Datça’ya yarın gideceğim, dedi.
8. Kendisinden sonraki cümleye bağlı olarak ret, kabul ve teşvik bildiren hayır, yok, yoo, evet, peki, pekâlâ, tamam, olur, hayhay, baş üstüne, öyle, haydi, elbette gibi kelimelerden sonra konur:
Peki, gideriz. Hayhay, memnun oluruz. Haydi, geç kalıyoruz.
Evet, kırk seneden beri Türkçe merhale merhale Türkleşiyor.
9. Bir kelimenin kendisinden sonra gelen kelime veya kelime gruplarıyla yapı ve anlam bakımından bağlantısı olmadığını göstermek için kullanılır:
Bu, tek gözlü, genç fakat ihtiyar görünen bir adamcağızdır. (Halit Ziya Uşaklıgil)
Bu gece, eğlenceleri içlerine sinmedi. (Reşat Nuri Güntekin)
10. Hitap için kullanılan kelimelerden sonra konur:
Efendiler, bilirsiniz ki, hayat demek, mücadele, müsademe demektir. (Atatürk)
Sayın Başkan, Sevgili kardeşim,
11. Yazışmalarda, başvurulan makamın adından sonra konur:
Fatih Üniversitesi Rektörlüğüne,
12. Yazışmalarda, yer adlarını tarihlerden ayırmak için konur:
Konya, 25 Eylül 2000
13. Sayıların yazılışında, kesirleri ayırmak için konur: 38,6 (otuz sekiz tam onda altı).
Sayıların kesirli kısımları ayırmak için araya nokta işareti konmaz. Bu şekildeki sayılar usulüne göre okunmalıdır: 6,7 (altı onda yedi).
14. Bibliyografik künyelerde yazar, eser, basım evi vb. maddelerden sonra konur:
Atay, Falih Rıfkı, Tuna Kıyıları, Remzi Kitap Evi, İstanbul 1938.
Metin içinde ve, veya, yahut bağlaçlarından önce de sonra da virgül konmaz.
UYARI: Metin içinde ve, veya, yahut bağlaçlarından önce de sonra da virgül konmaz:
Nihat sabaha kadar uyuyamadı ve şafak sökerken Faik’e bol teşekkürlerle dolu bir kâğıt bırakarak iki gün evvelki cephe dönüşü kıyafeti ile sokağa fırladı. (Peyami Safa)
UYARI: Metin içinde tekrarlı bağlaçlardan önce ve sonra virgül konmaz:
Hem gider hem ağlar.
Ya bu deveyi gütmeli ya bu diyardan gitmeli. (Atasözü)
Gerek nesirde gerek nazımda yeni bir söyleyişe ulaşılmıştır.
Siz ister inanın ister inanmayın, bir gün bile durmam.
Ne kız verir ne dünürü küstürür.
UYARI: Cümlede pekiştirme ve bağlama görevinde kullanılan da / de bağlacından sonra virgül konmaz:
İmlamız, lisanımız düzelince lisanımız da kafamız düzelince düzelecek, çünkü o da ancak onlar kadar bozuktur, fazla değil! (Yahya Kemal Beyatlı)
UYARI: Metin içinde -ınca / -ince anlamında zarf-fiil görevinde kullanılan mı / mi ekinden sonra virgül konmaz:
Ben aç yattım mı kötü kötü rüyalar görürüm nedense. (Orhan Kemal )
Öyle zekiler vardır, konuştular mı ağızlarından bal akıyor sanırsın. (Attila İlhan)
UYARI: Şart ekinden sonra virgül konmaz:
Tenha köşelerde ağız ağıza konuşurken yanlarına biri gelecek olursa hemen susuyorlardı. (Reşat Nuri Güntekin)
Gör gözlerinle de aklın yatarsa anlatıver millete. (Tarık Buğra)
UYARI: Metin içinde zarf-fiil ekleriyle oluşturulmuş kelimelerden sonra virgül konmaz:
Şimdiye dek, ben kendimi bildim bileli kimse Değirmenoluk köyünden kaçıp da başka köyde çobanlık, yanaşmalık etmedi. (Yaşar Kemal)
Meydanlığa varmadan bir iki defa İsmail kendisini gördü mü diye kahveye baktı. (Necati Cumalı)
Ancak yemekte bir karara varıp arkadaşına dikkatli dikkatli bakarak konuştu. (Samim Kocagöz)
C. NOKTALI VİRGÜL ( ; )
1. Cümle içinde virgüllerle ayrılmış tür veya takımları birbirinden ayırmak için konur:
Erkek çocuklara Doğan, Tuğrul, Aslan, Orhan; kız çocuklara ise İnci, Çiçek, Gönül, Yonca adları verilir.
2. Ögeleri arasında virgül bulunan sıralı cümleleri birbirinden ayırmak için konur:
Sevinçten, heyecandan içim içime sığmıyor; bağırmak, kahkahalar atmak, ağlamak istiyorum. Sabahtan beri bekliyorum; ne gelen var, ne giden. İş işten geçti; artık gelse de olur, gelmese de.
3. Virgülle ayrılmış örnekleri farklı örneklerden ayırmak için konur:
Türkiye, İngiltere, Azerbaycan; İstanbul, Londra, Bakû.
4. Kendilerinden evvelki cümleyle ilgi kuran ancak, yalnız, fakat, lâkin, çünkü, yoksa, bundan dolayı, binaenaleyh, sonuç olarak, bununla birlikte, öyleyse vb. cümle başı bağlaçlarından önce konur:
Halis bir şiir fena okunabilir; lâkin sahte bir şiir iyi okunamaz. (Yahya Kemal Beyatlı)
Bir millet ordusunu kaybedebilir, bağımsızlığını da kaybedebilir; fakat dilini sakladıkça, o millet yaşıyor demektir. (N. Atsız)
Sıralı cümleler arasında ancak, fakat, çünkü vb. cümle başı bağlayıcılarından önce yazar, araya nokta, virgül, noktalı virgül koymakta serbesttir. Bu husus, yazarın üslûptaki tercihiyle ilgilidir.
D. İKİ NOKTA ( : ) – ÜÇ NOKTA ( … )
1. Kendisinden sonra örnek verilecek cümlenin sonuna konur: Millî Edebiyat akımının temsilcilerinden bir kısmını sıralayalım: Ömer Seyfettin, Halide Edip Adıvar, Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul, Ali Canip Yöntem.
Yeni harfler alındıktan sonra eski yazı ile bir tek kelime bile yazmayan iki kişi görmüşümdür: Atatürk ve İnönü! (Falih Rıfkı Atay, Çankaya)
2. Kendisinden sonra açıklama yapılacak cümlenin sonuna konur:
Bu kararın istinat ettiği en kuvvetli muhakeme ve mantık şu idi: Esas, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. (Atatürk)
Derler: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük;
Budur âlemde hudutsuz ve hazin öksüzlük (Yahya Kemal)
3. Kütüphanecilik alanında yazar adı ile eser başlığı arasına konur: Yahya Kemal Beyatlı: Kendi Gök Kubbemiz.
4. Ses biliminde uzun ünlüyü göstermek için kullanılır: a:ile, i:cat.
5. Edebî eserlerdeki karşılıklı konuşmalarda, konuşan kişinin adından sonra konur:
Bilge Kağan: Türklerim, işitin!
Üstten gök çökmedikçe
Alttan yer delinmedikçe
Ülkenizi, törenizi kim bozabilir sizin?
Koro : Göğe erer başımız
Başınla senin!
Bilge Kağan: Ulusum birleşip yücelsin diye
Gece uyumadım, gündüz oturmadım. (A. Turan Oflazoğlu)
6. Matematikte bölme işareti olarak kullanılır: 56:8=7.
E. ÜÇ NOKTA ( … )
1. Tamamlanmamış cümlelerin sonuna konur:
Ne çare ki, çirkinliği hemencecik ve herkes tarafından görülüveriyordu da, bu yanı…
(Tarık Buğra, Dönemeçte)
2. Kaba sayıldığı için veya bir başka sebepten ötürü açıklanmak istenmeyen kelime ve bölümlerin yerine konur:
Kılavuzu karga olanın burnu b…tan çıkmaz.
3. Alıntılarda; başta, ortada ve sonda alınmayan kelime ve bölümlerin yerine konur:
Mümtaz, bu dükkâna bakarken hiç farkında olmadan Mallarmé’nin mısraını hatırladı: “Meçhul bir felâketten buraya düşmüş…” (A. Hamdi Tanpınar, Huzur)
Alınmayan kelime ve bölümlerin yerine parantez içinde üç nokta konması da mümkündür.
4. Sözün bir yerde kesilerek geri kalan bölümün okuyucunun muhayyilesine bırakıldığını göstermek veya ifadeye güç katmak için konur:
Karşı sahilde mor, fark olunmaz sisler altındaki dağlar, korular, beyaz yalılar… Ve bütün bunların üzerinde bir esatir rüyasının havaî hakikati gibi uçan martı sürüleri… (Ömer Seyfettin, Bahar ve Kelebekler)
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı… (Faruk Nafiz Çamlıbel, Sanat)
5. Ünlem ve seslenmelerde anlatımı pekiştirmek için konur:
Gölgeler yaklaştılar. Bir adım kalınca onu kıyafetinden tanıdılar:
-Koca Ali… Koca Ali, be!.. (Ömer Seyfettin, Diyet)
6. Karşılıklı konuşmalarda, yeterli olmayan, eksik bırakılan cevaplarda kullanılır:
― Yabancı yok!
― Kimsin?
― Ali…
― Hangi Ali?
― …
― Sen misin, Ali usta?
― Benim!… (Ömer Seyfettin, Diyet)
Türk imlâsında iki nokta yan yana kullanılmaz.
Uyarı: İki nokta üst üste şeklinde bir adlandırma yanlıştır.
F. SORU İŞARETI (?)
1. Soru bildiren cümle veya sözlerin sonuna konur:
Ne zaman tükenecek bu yollar, arabacı? (Faruk Nafiz Çamlıbel)
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer? (Ahmet Haşim)
2. Bilinmeyen yer, tarih vb. durumlar için kullanılır:
Yunus Emre (1240?-1320), (Doğum yeri:?).
3. Bir bilginin şüpheyle karşılandığı veya kesin olmadığı durumlarda yay ayraç (parantez) içinde soru işareti kullanılır:
Ankara’dan Konya’ya 1,5 (?) saatte gitmiş.
1496 (?) yılında doğan Fuzulî …
Soru ifadesi taşıyan sıralı ve bağlı cümlelerde soru işareti en sona konur:
Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı?
Üsküdar’dan mı, Hisar’dan mı, Kavaklar’dan mı? (Yahya Kemal)
Ruhunu karatan neydi, yağmur mu yağıyordu; yoksa şimşekler mi çakıyordu?
Uyarı: mı / mi eki -ınca / -ince anlamında zarf-fiil işleviyle kullanıldığı zaman soru işareti kullanılmaz:
Akşam oldu mu sürüler döner.
UYARI : Soru ifadesi taşıyan sıralı ve bağlı cümlelerde soru işareti en sona konur:
Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı?
Üsküdar’dan mı, Hisar’dan mı, Kavaklar’dan mı? (Yahya Kemal Beyatlı)
G. ÜNLEM İŞARETI (!)
1. Sevinç, kıvanç, acı, korku, şaşma gibi duyguları anlatan cümlelerin sonuna konur:
Ne mutlu Türk’üm diyene! (Atatürk)
Gurbet o kadar acı
Ki ne varsa içimde
Hepsi bana yabancı
Hepsi başka biçimde! (Kemalettin Kamu)
Hava ne kadar da sıcak!
Aşk olsun!
Ne kadar akıllı adamlar var!
2. Seslenme,hitap ve uyarı sözlerinden sonra konur:
Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri! (Atatürk)
Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle! (Yahya Kemal)
Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak bir devrin battığı yerdir. (Necmettin Halil Onan)
UYARI: Ünlem işareti, seslenme ve hitap sözlerinden hemen sonra konulabileceği gibi cümlenin sonuna da konabilir:
Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken
Sana uğurlar olsun… Ayrılıyor yolumuz! (Faruk Nafiz Çamlıbel)
3. Bir söze alay, kinaye veya küçümseme anlamı kazandırmak için ayraç içinde ünlem işareti kullanılır:
İsteseymiş bir günde bitirirmiş (!) ama ne yazık ki vakti yokmuş(!)
Adam, akıllı (!) olduğunu söylüyor.
H. KISA ÇİZGİ (- )
1. Satıra sığmayan kelimeler bölünürken satır sonuna konur:
Soğuktan mı titriyordum, yoksa heyecandan, üzüntüden mi bil-
mem. (Sait Faik)
2. Ara sözleri ve ara cümleleri ayırmak için kullanılır:
Örnek olsun diye -örnek istemez ya- söylüyorum.
3. Dil bilgisinde kökleri ve ekleri ayırmak için konur:
al-ış, dur-ak.
4. Dil bilgisinde fiil kök ve gövdelerini göstermek için kullanılır:
al-, oku-, yazdır-, okut-, bil-, sevdir-, anla-…
5. Dil bilgisinde eklerin başına konur:
-den, -lık, -ış, -t, -m, -sı, -ak…
6. Dil bilgisinde heceleri göstermek için kullanılır:
a-raş-tır-ma.
7. Kelimeler arasında “-den… –a, ve, ile, ilâ, arasında” anlamlarını vermek üzere kullanılır:
Türkçe-Fransızca Sözlük, Aydın-İzmir yolu, Ankara-İstanbul uçak seferleri, Türk-Alman ilişkileri, 10.30-11.30, 2000-2001 öğretim yılı.
8. Bazı terim ve kuruluş adlarında kelimeler arasına konur:
sıfat-fiil, zarf-fiil, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Fen-Edebiyat Fakültesi.
9. Adres yazarken semt ile şehir arasına konur:
Kurtuluş-ANKARA
10. Matematikte çıkarma işareti olarak kullanılır:
50-30=20
İ. UZUN ÇİZGİ ( – )
Yazıda satır başına alınan konuşmaları göstermek için kullanılır. Buna konuşma çizgisi de denir.
–Yoo, güvercinlerime dokunmayınız, dedi. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
Uyarı: Konuşmalar tırnak içinde verildiği zaman uzun çizgi kullanılmaz.
J. EĞIK ÇİZGİ ( / )
1. Şiirlerden yapılan alıntılarda, mısraların yan yana yazılması gereken durumlarda mısraları belirlemek için kullanılır:Ne sen ,ne ben / Ne de hüsnünde toplanan bu mesâ / Ne de âlâm-ı fikre bir mersâ / Olan bu mâî deniz. (Ahmet Haşim)
2. Adres yazarken apartman numarası ile daire numarası arasına konur: Altay Sokağı, Nu:21/6
3. Adres yazarken semt ile şehir arasına konur: Altay Sokağı, Nu:21/6 Kurtuluş/ANKARA
4. Dil bilgisinde eklerin farklı şekillerini göstermek için kullanılır:-a /-e, -an /-en, -madan / -meden.
5. Matematikte bölme işareti olarak kullanılır: 70 / 2=35
K. TIRNAK İŞARETİ (” “)
1. Başka bir kimseden veya yazıdan olduğu gibi aktarılan sözler tırnak içine alınır:
Bakınız, şair vatanı ne güzel tarif ediyor:
“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır.
Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”
Aynen alınmayan söz ve yazılar tırnak içine alınmaz.
2. Özel olarak belirtilmek istenen sözler tırnak içine alınır:
Bugünlerde “iyi bir iş” arıyordu.
Özel olarak belirtilmek istenen sözler tırnak içine alınmadan koyu yazılarak veya altı çizilerek de gösterilebilir:
Höyük sözü Anadolu’da tepe olarak geçer.
3. Kitapların ve yazıların adları ve başlıkları tırnak içine alınır: Yahya Kemal’in bazı şiirleri “Kendi Gök Kubbemiz” adı altında çıktı. (A.H. Tanpınar)
“İmlâ Kuralları” bölümünde bazı uyarılara yer verilmiştir.
Uyarı:Tırnak içine alınan sözlerden sonra kesme işareti kullanılmaz.
L. TEK TIRNAK IŞARETI ( ‘ ’ )
1. Tırnak içinde verilen ve yeniden tırnağa alınması gereken bir sözü belirtmek için kullanılır: Edebiyat öğretmeni “Şiirler içinde ‘Han Duvarları’ gibisi var mı” dedi ve Faruk Nafiz’in bu güzel şiirini okumaya başladı.
UYARI : Tırnak içindeki alıntının sonunda bulunan işaret (nokta, soru işareti, ünlem işareti vb.) tırnak içinde kalır:
“Akıl yaşta değil baştadır.” atasözü yüzyılların tecrübesinden süzülüp gelen bir gerçeği ifade etmiyor mu?
“İzmir üzerine dünyada bir şehir daha yoktur!” diyorlar. (Yahya Kemal Beyatlı)
UYARI : Uzun alıntılarda her paragraf ayrı ayrı tırnak içine alınır.
2. Dil yazılarında verilen örneğin anlamını göstermek için kullanılır:
Göktürk Anıtları’nda geçen, fakat günümüze ulaşmayan bazı örnekler: bodun ‘millet, kavim’, sab ‘söz’, eçü apa ‘ecdat, atalar’, tüketi ‘tamamen, bütünüyle’
UYARI : Tırnak içine alınan sözlerden sonra kesme işareti kullanılmaz:
Yahya Kemal’in “Aziz İstanbul”unu okudunuz mu?
M. DENDEN İŞARETI ( ” )
1. Bir yazıdaki maddelerin sıralanmasında veya bir çizelgede alt alta yazılması gelen aynı sözlerin veya söz gruplarının tekrar yazılmasını önlemek için kullanılır:
a. Etken fiil
b. Edilgen ″
c. Dönüşlü ″
d. İşteş ″
N. YAY VE KÖŞELI AYRAÇ ( [ ] )YAY AYRAÇ (())
1. Cümlenin yapısıyla doğrudan doğruya ilgili olmayan açıklamalar için kullanılır:
Anadolu kentlerini, köylerini (Köy sözünü de çekinerek yazıyorum.) gezsek bile görmek için değil, kendimizi göstermek için geziyoruz. (N. Ataç)
Uyarı: Hakkında açıklama yapılan söze ait ek, ayraç kapandıktan sonra yazılır:
Yunus Emre (1240-1320)’nin…
2. Tiyatro eserlerinde konuşanın hareketlerini, durumunu açıklamak ve göstermek için kullanılır:
İhtiyar ─ (Yavaş yavaş Kaymakama yaklaşır.) Ne oluyor beyefendi? Allah rızası için bana da anlatın…
Kaymakam ─ (hiddetle) Ne olacak baba… (Reşat Nuri Güntekin, İstiklâl)
3. Alıntıların aktarıldığı eseri veya yazarı göstermek için kullanılır:
Eşin var, âşiyânın var, baharın var ki beklerdin
Kıyametler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin? (Safahat)
4. Alıntılarda, başta, ortada ve sonda alınmayan kelime ve bölümlerin yerine konulan üç nokta, yay ayraç içine alınabilir.
5. Bir söze alay, kinaye veya küçümseme anlamı kazandırmak için kullanılan ünlem işareti yay ayraç içine alınır.
6. Bir bilginin şüpheyle karşılandığını veya kesin olmadığını göstermek için kullanılan soru işareti yay ayraç içine alınır.
7. Bir yazının maddelerini gösteren rakam ve harflerden sonra kapama ayracı konur:
I) 1) A) a) II) 2) B) b)
O. KÖŞELI AYRAÇ ( [ ] )
1. Ayraç içinde ayraç kullanılması gereken durumlarda yay ayraçtan önce köşeli ayraç kullanılır.
2. Bibliyografik künyelere ilişkin bazı ayrıntıları göstermek için kullanılır: Reşat Nuri [ Güntekin], Çalıkuşu, Dersaadet 1922.
3. Bilimsel çalışmalarda, metinde bulunmayan veya silinmiş olan,fakat araştırmacı tarafından tamamlanan bölümler köşeli ayraç içine alınır:
Babam kağan öldüğünde küçük kardeşim Kül-tegin ye[di yaşında kaldı…]
P. KESME İŞARETI ( ‘ )
1. Özel adlara getirilen iyelik ve hâl eklerini ayırmak için konur:
Fatih Sultan Mehmet’e, Atatürk’üm, Yunus Emre’yi, Türk’e, Türkiye’m, Kâzım Karabekir’i, Türkiye’de, Anadolu’dan, Ziya Gökalp Bulvarı’nda, Çankaya Köşkü’ne, Sait Halim Paşa Yalısı’ndan, Van Gölü’ne, Ağrı Dağı’nın ;Kiralık Konak’ta, Sinekli Bakkal’ı…
Ancak aşağıda belirtilen özel adlardan sonra kesme işareti kullanılmaz:
a) Kurum ve kuruluş adları: Türk Dil Kurumundan, Selçuk Üniversitesi Rektörlüğüne.
b) Akım, çağ ve dönem adları: Eski Çağın, Millî Edebiyat Akımının.
c) Kişi adlarından sonra kullanılan unvanlar: Mustafa Kemal Paşaya, Zeynep Hanıma, Ayhan Beyden, Ahmet Mithat Efendinin.
ç) Ay ve gün adları: 29 Ekime…, 30 Ağustos Çarşambadan sonra.
d) Deyimlerde geçen özel adlar: Allaha emanet, Alinin külâhını Veliye, Velinin külâhını Aliye.
Uyarı: Özel adlar yerine kullanılan “o” zamiri cümle içinde büyük harfle yazılmaz ve kendisinden sonra gelen ekler kesme işaretiyle ayrılmaz.
Uyarı: Yabancı özel adlar dışındaki özel adlara getirilen yapım ekleri ve çokluk eki kesmeyle ayrılmaz: Türklük, Ahmetler, Avrupalı, Konyalı, Kayserili.
Bu eklerden sonra da kesme işareti kullanılmaz:
Türkleşmekte, Türklüğün, Türkçenin, Türkçeye, Müslümanlıkta, Hrıstiyanlıktan.
2. Kısaltmalara getirilen ekleri ayırmak için:
TBMM’nin, TDK’nin, BM’de, TV’ye.
Uyarı: Küçük harflerle yapılan kısaltmalara getirilen eklerde kelimenin okunuşu; büyük harflerle yapılan kısaltmalara getirilen eklerde kısaltmanın son harfinin okunuşu esas alınır:
kg’dan, cm’yi, mm’den ; BDT’ye, THY’de, TRT’den.
Ancak kısaltması büyük harflerle yapıldığı hâlde bir kelime gibi okunan kısaltmalara getirilen eklerde bu okunuş esas alınır:
ASELSAN’da, BOTAŞ’ın, NATO’dan, UNESCO’ya.
Sonunda nokta bulunan kısaltmalar kesmeyle ayrılmaz. Bu tür kısaltmalarda ek noktadan sonra ve kelimenin okunuşuna uygun olarak yazılır: vb.leri, mad.si, Alm.dan.
3. Sayılara getirilen ekleri ayırmak için konur:
1985’te, 8’inci madde, 2’nci kat, 7,65’lik.
4. Seslerin vezin dolayısıyla şiirde veya konuşma sırasında düştüğünü göstermek için konur:
N’oldu, n’apalım, n’eylesin.
5. Bir ek veya harften sonra gelen ekleri göstermek için konur:
A’dan Z’ye kadar, b’nin m’ye dönüşmesi; -sız, -siz’le yapılan yeni isimler.
6. Özel isimlerden sonra yay ayraç içinde bir açıklama yapıldığı taktirde kesme işareti yay ayraçtan sonra konur:
Yunus Emre (1240-1320)’nin, Yakup Kadri (Karaosmanoğlu)’nin.
7. Bazı alıntı kelimelerde Türkçeye aykırı ses ve hece yapısını göstermek için kesme işareti konur: an’ane, sun’i, kur’a, cür’et, kat’iyet, mel’un, meş’ale, mes’ul, cem’i, nev’i.
Uyarı: “&” işareti İngilizceye özgüdür. Türkçede “ve” için böyle bir işaret kullanılamaz.
1. Aşağıda sıralanan özel adlara getirilen iyelik, durum ve bildirme ekleri kesme işaretiyle ayrılır:
a. Kişi adları, soyadları ve takma adlar:
Atatürk’üm, Fatih Sultan Mehmet’e, Muhibbi’nin, Gül Baba’ya, Sultan Ana’nın, Yurdakul’dan, Kâzım Karabekir’i, Yunus Emre’yi, Ziya Gökalp’tan, Refik Halit Karay’mış, Ahmet Cevat Emre’dir, Namık Kemal’se.
UYARI : Sonunda p, ç, t, k ünsüzlerinden biri bulunan Ahmet, Çelik, Çiçek, Halit, Mehmet, Mesut, Murat, Özbek, Recep, Yiğit, Bosna-Hersek, Gaziantep, Kerkük, Sinop, Tokat, Zonguldak gibi özel adlara ünlüyle başlayan ek getirildiğinde kesme işaretine rağmen Ahmedi, Çeliği, Çiçeği, Halidi, Mehmedi, Mesudu, Muradı, Özbeği, Recebi, Yiğidi, Bosna-Herseği, Gaziantebi, Kerküğü, Sinobu, Tokadı, Zonguldağı biçiminde son ses yumuşatılarak söylenir.
UYARI: Özel adlar için yay ayraç içinde bir açıklama yapıldığında kesme işareti yay ayraçtan sonra konur: Yunus Emre (1240?-1320)’nin, Yakup Kadri (Karaosmanoğlu)’nin.
Ancak cins isimler için yapılan açıklamalarda yay ayraçtan sonra doğal olarak kesme işaretine gerek yoktur:
İmek fiili (ek fiil)nin geniş zamanı şahıs ekleriyle çekilir.
UYARI : Özel adlar yerine kullanılan “o” zamiri cümle içinde büyük harfle yazılmaz ve kendisinden sonra gelen ekler kesme işaretiyle ayrılmaz.
b. Millet, boy, oymak adları:
Türk’üm, Alman’sınız, İngiliz’den, Rus’muş, Oğuz’un, Kazak’a, Kırgız’ım, Özbek’e, Karakeçili’nin, Hacımusalı’ya.
c. Devlet adları:
Türkiye Cumhuriyeti’ni, Osmanlı Devleti’ndeki, Amerika Birleşik Devletleri’ne, Azerbaycan Cumhuriyeti’nden.
d. Din ve mitoloji ile ilgili özel adlar:
Allah’ın, Tanrı’ya, Cebrail’den, Zeus’u.
e. Kıta, deniz, nehir, göl, dağ, boğaz, geçit, yayla; ülke, bölge, il, ilçe, köy, semt, bulvar, cadde, sokak vb. coğrafyayla ilgili yer adları:
Asya’nın, Marmara Denizi’nden, Akdeniz’i, Meriç Nehri’ne, Van Gölü’ne, Ağrı Dağı’nın, Çanakkale Boğazı’nın, Zigana Geçidi’nden, Uzunyayla’ya, Türkiye’dir, İç Anadolu’da, Doğu Anadolu’ya, Ankara’ymış, Sungurlu’ya, Ziya Gökalp Bulvarı’ndan, Yıldız Mahallesi’ne, Taksim Meydanı’ndan, Reşat Nuri Sokağı’na.
UYARI: Yer bildiren özel isimlerde kısaltmalı söyleyiş söz konusu olduğu zaman ekten önce kesme işareti kullanılır: Hisar’dan, Boğaz’dan.
f. Gök bilimiyle ilgili adlar:
Jüpiter’den, Venüs’ü, Halley’in, Merih’e, Büyükayı’da, Yedikardeş’ten, Samanyolu’nda.
g. Saray, köşk, han, kale, köprü, anıt vb. adları:
Dolmabahçe Sarayı’nın, Çankaya Köşkü’ne, Sait Halim Paşa Yalısı’ndan, Ankara Kalesi’nden, Horozlu Han’ın, Galata Köprüsü’nün, Bilge Kağan Abidesi’nde, Çanakkale Şehitleri Anıtı’na.
h. Kitap, dergi, gazete ve sanat eseri (tablo, heykel, müzik vb.) adları:
Nutuk’ta, Safahat’tan, Kiralık Konak’ta, Sinekli Bakkal’ı, Hürriyet’te, Resmî Gazete’de, Onuncu Yıl Marşı’nı, Yunus Emre Oratoryosu’nu, Atatürk Uluslararası Barış Ödülü’nü.
i. Kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge ve genelge adları:
Millî Eğitim Temel Kanunu’na, Medeni Kanun’un, Atatürk Uluslararası Barış Ödülü Tüzüğü’nde, Telif Hakkı Yayın ve Satış Yönetmeliği’nin.
UYARI: Belli bir kanun, tüzük, yönetmelik kastedildiğinde büyük harfle yazılan kanun, tüzük, yönetmelik sözlerinin ek alması durumunda kesme işareti kullanılır: Bu Kanun’un 17. maddesinin c bendi… Yukarıda adı geçen Yönetmelik’in 2’nci maddesine göre… vb.
j. Hayvanlara verilen özel adlar:
Sarıkız’ın, Karabaş’a, Pamuk’u, Minnoş’tan.
UYARI: Kurum, kuruluş, kurul ve iş yeri adlarına gelen ekler kesmeyle ayrılmaz: Türkiye Büyük Millet Meclisine, Türk Dil Kurumundan, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığına, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dekanlığına, Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğüne, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanlığının; Bakanlar Kurulunun, Danışma Kurulundan, Yürütme Kuruluna; Mavi Köşe Bakkaliyesinden, Gimanın.
UYARI : Özel adlara getirilen yapım ekleri, çokluk eki ve bunlardan sonra gelen diğer ekler kesmeyle ayrılmaz: Türklük, Türkleşmek, Türkçü, Türkçülük, Türkçe, Müslümanlık, Hristiyanlık, Avrupalı, Avrupalılaşmak, Aydınlı, Konyalı, Bursalı, Ahmetler, Mehmetler, Yakup Kadriler, Türklerin, Türklüğün, Türkleşmekte, Türkçenin, Müslümanlıkta, Hollandalıdan, Hristiyanlıktan, Atatürkçülüğün.
2. Kişi adlarından sonra gelen saygı sözlerine getirilen ekleri ayırmak için konur:
Nihat Bey’e, Ayşe Hanım’dan, Mahmut Efendi’ye, Enver Paşa’ya vb.
UYARI: Unvanlardan sonra gelen ekler kesmeyle ayrılmaz: Cumhurbaşkanınca, Başbakanca, Türk Dil Kurumu Başkanına göre vb.
3. Kısaltmalara getirilen ekleri ayırmak için konur:
TBMM’nin, TDK’nin, BM’de, ABD’de, TV’ye.
UYARI : Sonunda nokta bulunan kısaltmalarla üs işaretli kısaltmalar kesmeyle ayrılmaz. Bu tür kısaltmalarda ek noktadan ve üs işaretinden sonra, kelimenin ve üs işaretinin okunuşuna uygun olarak yazılır: vb.leri, Alm.dan, İng.yi; cm³e (santimetre küpe), m²ye (metre kareye), 64ten (altı üssü dörtten).
4. Sayılara getirilen ekleri ayırmak için konur:
1985’te, 8’inci madde, 2’nci kat; 7,65’lik, 9,65’lik.
1919 senesi Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım. (Mustafa Kemal Atatürk)
5. Şiirde seslerin ölçü dolayısıyla düştüğünü göstermek için kesme işareti kullanılır:
Bir ok attım karlı dağın ardına
Düştü n’ola sevdiğimin yurduna
İl yanmazken ben yanarım derdine
Engel aramızı açtı n’eyleyim (Karacaoğlan)
6. Bir ek veya harften sonra gelen ekleri ayırmak için konur: a’dan z’ye kadar, b’nin m’ye dönüşmesi, Türkçede -lık’la yapılmış sözler.
UYARI: Akım, çağ ve dönem adlarından sonra gelen ekler kesmeyle ayrılmaz: Eski Çağın, Yükselme Döneminin, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatına
KISALTMALAR
Kısaltmalarda herkesçe uyulan, genel bir sistem bulunmamakla birlikte dilimizde bazı esasların yerleştiği de görülmektedir. Kısaltmalarla ilgili bu esasları şöyle gösterebiliriz:
1. Kuruluş, kitap, dergi ve yön adlarının kısaltmaları genellikle her kelimenin ilk harfinin büyük olarak yazılmasıyla yapılır:
TBMM, TDK (Türk Dil Kurumu), TK (Türk Kültürü), GD (güneydoğu).
Ancak bazı kısaltmalarda, kısaltmanın akılda kalabilmesi için yeni bir kelime türetme amacıyla bazen özellikle son kelimenin birkaç harfinin kısaltmaya alındığı görülür:
İLESAM (İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği), SEKA (Selüloz ve Kâğıt Sanayii Kurumu), TÖMER (Türkçe Öğretim Merkezi.
Büyük harflerle yapılan kısaltmalarda genellikle nokta kullanılmaz. Ancak bazı örneklerde nokta konulması gelenekleşmiştir:
M.Ö., P.K.(Posta Kutusu), T.C.(Türkiye Cumhuriyeti)
2. Kuruluş, kitap, dergi ve yön adlarıyla element ve ölçülerin dışında kalan kelime veya kelime gruplarının kısaltılmasında, ilk harfle birlikte kelimeyi oluşturan temel harfler (genellikle ünsüzler) dikkate alınır. Kısaltılan kelime veya kelime grubu, özel ad, unvan veya rütbe ise ilk harf büyük; cins ismi ise ilk harf küçük olur:
İng.(İngilizce), Alb. (Albay), Kocatepe Mah.,kim. (kimya), sf. (sıfat), çev. (çeviren).
Küçük harflerle yapılan kısaltmalara getirilen eklerde kelimenin okunuşu; büyük harflerle yapılan kısaltmalara getirilen eklerde kısaltmanın son harfinin okunuşu esas alınır:
kg’dan, cm’yi, THY’de, TV’den.
3. Ancak kısaltması büyük harfle yapıldığı hâlde bir kelime gibi okunan kısaltmalara getirilen eklerde bu okunuş esas alınır:
ASELSAN’da, BOTAŞ’ın, NATO’dan, UNESCO’ya.
************************************************** *************
YANLIŞ CÜMLELER :
Çok güzel dediğim kız döndü,bana baktı. (yanlış)
Çok güzel dediğim kız döndü , bana baktı. (yanlış)
Arkadaşlarımla buluşmak için moda’da yürüyordum ki, çok güzel 1 kız gördüm (yanlış)
Çok güzel bir kızdı, benim girlfriendim olmasını isterdim. (yanlış)
Arkadaşlarımla buluşmak yerine o kızla oturmayı ve sevgi ile bana bakmasını isterdim. (yanlış)
O kızda aynı şeyleri ister miydi acaba? (yanlış)
Sanırım kapı da duran kırmızı araba onun du. (yanlış)
Birden gördümki araba aslında erkek arkadaşınındı. (yanlış)
“şey” daima ayrı yazılır.
bir şey, her şey
bir diğer önemli kelime “her”
herhangi ve herhalde hariç diğerleri ayrı yazılır. her zaman, her gün, her biri, her dem, her halükarda.
“şu”
şuara bitişik diğerleri ayrı.
“bir” daima ayrı yazılır. yalnız birçok bitişik yazılır.
bir anda, bir ara, bir an, bir elden, herhangi bir.
pek çok, pek çoğu diye yazılır.
bir diğer önemli nokta: herkes
haletiruhiye, tebdilimekan bitişik yazılır.
ayrıca birleşik fiillerde eğer ses değişmesi(ses düşmesi, ses türemesi) olursa bitişik diğer hallerde ayrı yazılır.
fark etmek, affetmek(ses türemesi) gibi.
bir diğer karıştırılan kelimeler yanlış ve yalnız. bunu ezberleyemiyorum karıştırıyorum diyorsanız:
yanlış, yanılmaktan geliyor. yalnız, yalından.
şu halde kimse bizden türkçe öğretmeni olmamızı beklemiyor ama bunca yaşa gelip de bazı şeyleri bilmemek gerçekten ayıp. ben de bilmiyorum, bazen karıştırıyorum; ama gidip de herkez yazmıyorum, gidiyomusun da yazmıyorum. bu kadar basit şeylerde hata yapan top olsun!
Aşağıdaki cümlelerden hangisinin sonundaki
noktalama işareti yanlış kullanılmıştır?
A) Gece, ayı hilal şeklinde gördüm.
B) Bu iş iki ayda zor biter.
C) Ay, ne sevimli bir çocuksun.
D) Yüzü ay gibi parlıyordu.
Yanlış: “Tatile çıkmadan önce otel de yerimizi ayırttık.”
Yanlış: “Bunun doğru olmadığını sende biliyorsun.”
Yanlış: “Geç olsunda, güç olmasın.”
Yanlış: “Maçı izledimi ki, yorum yapıyor?”
Yanlış: “Urfa’da Oxford vardıda bizmi gitmedik?”
Yanlış: “Tabii ki de”
“Tabii ki” (burada “de” tümüyle gereksiz ve yanlış)
Yanlış: “Ama ben okula gittim ki!”
Doğru: “Ama ben okula gittim!” (Türkçe’de “ki”, anlamı vurgulamak için ancak olumsuz ifadelerde kullanılır, olumlularda değil. “Ama ben okula gitmedim ki!”)
Yanlış: “Ne bugün ne de başka bir zaman, böyle bir şey söylemedim.”
Doğru: “Ne bugün ne de başka bir zaman, böyle bir şey söyledim.” (Bu kalıpta, olumsuzluk vurgusunu zaten “ne …. ne de ….” şablonu verir. Yüklemin olumsuz kullanılmasıysa yanlıştır ve anlamı bütünüyle tersine çevirir.)
Bir örnek daha: “Babam ne liseye ne üniversiteye gitmedi.”
Doğrusu, “Babam ne liseye ne de üniversiteye gitti” olacak.
Yanlış: “Akdeniz’in doyumsuz güzellikteki sahilleri”
Doğru: “Akdeniz’in tadına doyum olmaz güzellikteki sahilleri” ya da “Akdeniz’in, güzelliğine doyum olmayan sahilleri” benzeri bir ifade kullanılmalıydı. “Doyumsuz” ile “doyum olmayan” bütünüyle farklı anlamlara sahiptir ve “doyumsuz”, “tatminsiz” demektir.
Yanlış: “Dünya 1968’li yıllarda büyük çalkantılar yaşadı.”
Doğru: “Dünya 1960’lı yıllarda büyük çalkantılar yaşadı”, “Dünya altmışlarda büyük çalkantılar yaşadı” ya da “Dünya 1968’de büyük çalkantılar yaşadı” biçiminde ifade edilmeli. “1968’li yıllar”, “1987’li yıllar” diye bir şey yoktur. “Altmışlı yıllar” ya da “1960’lı yıllar” ifadeleri, 1960’dan 1969’a dek uzanan on yıllık dönemi (İngilizce’de “decade”) anlatmak için kullanılır. 1968 ya da 1987, 2 vb ise belli bir yıldır ve bir tanedir; “1968’li yıllar” olmaz.
Internet marifetiyle yaygınlaştırdığı hatalar: “Aşağılamak” yerine “aşşaalamak”; “Hava bayağı sıcak” yerine “Hava bayaa sıcak” gibi.
• “Yahu” yerine “yaw”, “yow”, “yaa” gibi söyleniş biçiminden yola çıkarak biçimi bozulmuş sözcükler.
Küçük resimlere pek itibar etmemeli. Dilimize zarar veriyor. Afadedeki güzellikleri silip süpürüyor. Amerikan filmlerinde insanları şartlandırmak için kahkaha efektlerinin yer alması gibi bir şey
Yapım Ekleri ve Uygulaması
1) İsimden İsim Yapım Ekleri
2) İsimden Fiil Yapım Ekleri
Türkçede ekler, yapım ekleri ve çekim ekleri olmak üzere iki grupta toplanır:
Yapım Ekleri
Türkçede, yeni kelimeler türetmenin vazgeçilmez unsurlardan biri yapım ekleridir. Yapım ekleri, kelime köklerine ve gövdelerine gelerek dilin anlatım yeteneğini genişleten, dili zenginleştiren yeni kelimelerin türetilmesinde görev alırlar. Türetme, kökteki anlamla ilgi kurularak bir düzen içinde dilin kanunlarına göre gerçekleştirilir. Matematik gibi kuralları çok sağlam olan dilimizde esasen her köke her türlü ek getirilebilir. Ancak dil mantığı buna izin vermez. Yapım eklerinin türetme görevi dışında kelimeye kattığı anlam incelikleri de vardır. Bu yüzden bir ek, aynı türden bütün kelimelere getirilmez.
Türetme görevini üstlenen yapım ekleri, aynı derecede işlek değildir. Meselâ, fiil köklerine gelerek fiil isimleri (mastar) yapan -mak, -mek eki istisnasız bütün fiillere gelirken fiilden isim yapan -van eki yay-van gibi bir iki örnekte görülür. İşlek olmayan ve daha çok bazı kelimelerde kalıplaşmış olarak bulunan bu tipteki ekler, yeni kelimeler türetmeye pek elverişli değildir.
İsme getirilen yapım eki, fiile getirilmez. Yazılışları, söylenişleri aynı olan yapım eklerini karıştırmamak gerekir. Türetilen kelime isme ait bir çekim eki alıyorsa kelimeye getirilen son yapım eki, isim yapma ekidir. Kelime, fiile ait bir çekim eki alıyorsa kelimedeki son yapım eki, fiil yapmıştır. Bu ayrımı cümlede kullanış biçiminden de anlamak mümkündür: sür-ü-den kelimesinde -ü eki fiilden isim yapmıştır. Kelime isme dönüşmeseydi ayrılma (-den) hâli eki getirilemezdi. sür-ü-dü-k örneğinde ise -ü eki fiilden fiil yapmıştır.
Bir eke ait birden fazla biçimin bulunması (bazı istisnalar dışında) Türkçedeki eklerin genellikle ünlü ve ünsüz uyumlarına uymasından kaynaklanmaktadır: -dır, -dir, -dur, -dür; -tır, -tir, -tur, -tür.
Çekim eklerinde (bir-i-si, hep-i-si gibi bazı istisnalar dışında) aynı gruptan iki veya daha fazla ek üst üste gelemez. Ancak yapım ekleri için böyle bir sınırlama yoktur: yaz-dır-t-tır-ı-l-an.
Türkçenin Yapım Ekleri;
1. İsimden isim yapma ekleri,
2. İsimden fiil yapma ekleri,
3. Fiilden fiil yapma ekleri,
4. Fiilden isim yapma ekleri olmak üzere dört gruba ayrılır.
İSİMDEN İSİM YAPMA EKLERİ
İsim tabanlarından yeni anlamlı başka isimler türetmede kullanılan eklerdir. İşlek olarak kullanılanlardan bazıları aşağıda örnekleriyle birlikte sıralanmıştır:
1. -lık, -lik, -luk, -lük
a. Yer isimleri yapar: orman-lık, saman-lık, taş-lık, zeytin-lik, kum-luk, odun-luk, çöp-lük, gül-lük, kömür-lük vb.
Dut-luk, Et-lik, İncir-lik, Yumurta-lık. (Burada özel isim olarak kullanılmıştır.)
b. Sıfatlar yapar: ay-lık (ücret), baklava-lık (un), bayram-lık (elbise), dolma-lık (biber), gömlek-lik (kumaş), hediye-lik (eşya), mevsim-lik (iş) vb.
c. Alet, araç, gereç isimleri yapar: baş-lık, kulak-lık, sabah-lık, diz-lik, gece-lik, gelin-lik, sebze-lik, buz-luk, tuz-luk, yağmur-luk, ön-lük vb. (çaydan-lık, iğneden-lik, yağdan-lık örneklerinde ise –lık ile aynı işlevdeki Farsça –dan ekinden sonra gelmiştir.)
d. Meslek ve meslek aşaması gösteren adlar yapar: avukat-lık, işçi-lik, demirci-lik, kılavuz-luk, gözlükçü-lük; asistan-lık, binbaşı-lık, doçent-lik, general-lik vb.
e. Rütbe ve makam isimleri yapar: bakan-lık, başkan-lık, kaymakam-lık, komutan-lık, vali-lik, müdür-lük, rektör-lük vb.
f. Soyut isimler ve durum isimleri yapar: aç-lık, arkadaş-lık, ayrı-lık, çocuk-luk, delikanlı-lık, erkek-lik, genç-lik, güven-lik, güzel-lik, ihtiyar-lık, iyi-lik, kadın-lık, kardeş-lik, koca-lık, temiz-lik, vicdansız-lık, yolcu-luk vb.
g. Sayı isimlerinden sonra o sayının toplu olarak bulunduğunu bildiren isimler yapar: altı-lık, beş-lik, bin-lik, on-luk, dört-lük, yüz-lük vb.
h. Renk isimlerine getirilince, o rengin yaygın olarak bulunduğunu bildiren isimler yapar: beyaz-lık, kara-lık, kırmızı-lık, mavi-lik, mor-luk vb.
i. Ana-lık, baba-lık, evlat-lık, oğul-luk gibi kelimelerde üveylik anlamı katar.
j. Bağlılık ve özellik anlamı katan adlar yapar: akılcı-lık, sağcı-lık, devrimci-lik, gerici-lik, milliyetçi-lik, solcu-luk, toplumcu-luk, Atatürkçü-lük vb.
k. Aç-lık tok-luk, az-lık çok-luk, bağ-lık bahçe-lik, var-lık yok-luk, bir-lik beraber-lik, dir-lik düzen-lik, gül-lük gülistan-lık örneklerindeki gibi ikilemeler yapar.
l. Getirildiği isme, çokluk veya topluluk anlamı katar: ağaç-lık, çalı-lık, çam-lık, çayır-lık, kavak-lık, orman-lık, vişne-lik, söğüt-lük vb.
2. -lı, -li, -lu, -lü
a. Sıfat yapar: anlayış-lı (arkadaş), sayı-lı (gün), bilgi-li (öğretmen), gölge-li (yer), renk-li (kâğıt), bulut-lu (hava), gül-lü (bahçe) vb. gibi.
b. Bir yere aitlik, bağlılık anlamı katar: Asya-lı, bura-lı, Konya-lı, Kayseri-li, lise-li, mahalle-li, doğu-lu, Selçuk-lu, köy-lü, üniversite-li vb.
c. Yaygın olarak kullanılmayan kök ve gövdelerle kalıplaşmış olarak, sıfat görevli kelimelerde bulunur: acık-lı, alım-lı, danışık-lı, paha-lı, tutar-lı giz-li, elveriş-li, sevgi-li, yer-li, top-lu, us-lu, söz-lü vb.
d. İkileme kurar: al-lı yeşil-li, an-lı şan-lı, bel-li baş-lı, sağ-lı sol-lu, der-li top-lu, gece-li gündüz-lü, iç-li dış-lı, iri-li ufak-lı vb.
İkilemeler kuran -lı, -li, -lu, -lü ekinin eski biçimi de böyledir. Fakat diğer örneklerdeki ekin eski şekli -lıg, -lig, -lug, -lüg olup başka bir ektir: tat-lıg > tat-lı, küç-lüg > güç-lü örneklerindeki gibi.
3. -sız -siz, -suz, -süz
Olumsuz anlam taşıyan adlar, sıfatlar, zarflar yapar: ahlâk-sızlık, ar-sız, hır-sız, ök-süz (annesiz), tel-siz; bağım-sız (ülke), görgü-süz (adam); kimse-siz (yaşıyor), tutar-sız (davranıyor) vb.
Bu ekle, ikilemeler de yapılır: borç-suz harç-sız, ipsiz sap-sız, iş-siz güç-süz, kayıt-sız şart-sız, ses-siz ses-siz, tat-sız tuz-suz, yer-siz yurt-suz vb.
4. -cı, -ci, -cu, -cü; -çı, -çi, -çu, -çü
Meslek, alışkanlık, taraftarlık isimleri yapar:
araba-cı, bilgisayar-cı, cam-cı, iz-ci, koru-cu, göz-cü, balık-çı, kitap-çı, diş-çi, iş-çi, simit-çi, tost-çu, gözlük-çü; şaka-cı, yalan-cı, geri-ci, kin-ci, kader-ci, sol-cu, uyku-cu, barış-çı, fırsat-çı, halk-çı, inat-çı, yaltak-çı, milliyet-çi, Türk-çü vb.
5. -cık, -cik, -cuk, -cük; -çık, -çik, -çuk, -çük
a. Küçültme, azlık, acıma, sevgi, şefkat bildiren adlar yapar: ada-cık, az(ı)-cık, adam-cık, ağaç-çık, anneciğim (anne-cik-im), Ayhan-cığım, boru-cuk, dere-cik, kadın-cık, kedi-cik, kimse-cik, küçü(k)-cük, teyzeciğim (teyze-cik-im), yavru-cuk, yumuşa-cık (yumuşak-çık), zavallı-cık..
b. Hastalık isimleri yapar: arpa-cık, yılan-cık, kızamık-çık, pamuk-çuk.
c. Bitki isimleri yapar: kızıl-cık, dil-cik, gelin-cik…
d. Organ isimleri yapar: elma-cık (kemiği), karın-cık, badem-cik, kese-cik, köprü-cük (kemiği), kapak-çık…
e. Hayvan isimleri yapar: sığır-cık, tatar-cık…
f. Alet isimleri yapar: dağar-cık, iğne-cik, maymun-cuk, dip-çik…
g. Yer isimleri yapar: Ayva-cık, Çınar-cık, Germen-cik, Harman-cık, Ova-cık, Yaka-cık, Göl-cük…
6. -ca, -ce, -ça, -çe
a. Özellikle sıfatlara ve zarflara çekim eki gibi gelerek asıl işlevi olan eşitlik, benzerlik, görelik, nispet gibi anlamları kazandırır: adam-ca, akıl-ca, ala-ca, bu-n-ca, çılgın-ca, filan-ca, kısa-ca, sarı-ca, soy-ca, yakın-ca, aile-ce, ben-ce, bilgi-ce, bölüm-ce, deli-ce, ekşi-ce, güzel-ce, iyi-ce, kendi-n-ce, siz-ce, çocuk-ça, yaş-ça, açık-ça, ak-ça, adet-çe, geniş-çe, gök-çe…
b. Ayrı-ca, başlı-ca, doğru-ca, düşman-ca, kolay-ca, böyle-ce, erken-ce, gizli-ce, ön-ce, sert-çe, çabuk-ça, hoş-ça, yavaş-ça örneklerindeki gibi adlardan, sıfatlardan bazen de zamirlerden sonra gelerek zarf yapar.
c. Dil ve lehçe isimleri yapar: Alman-ca, İngiliz-ce, Arap-ça, Fars-ça, Rus-ça, Türk-çe; Çuvaş-ça, Yakut-ça…
d. Yer isimleri yapar: Çamlı-ca, Çatal-ca, Çukur-ca, Kozlu-ca, Kumlu-ca, Sapan-ca, Yarım-ca, Derin-ce, Düz-ce, Sütlü-ce, Yeni-ce…
e. Doğrudan doğruya isimler ve sıfatlar yapar: o-n-ca, ılı-ca, kokar-ca; ala-ca (karga), aptal-ca (söz), Kara-ca (Ali) gibi.
7. -daş, -deş, -taş, -teş
Eşlik, ortaklık, bağlılık, aitlik bildiren isimler yapar: adaş (<ad- daş), anlam-daş, arka-daş, çağ-daş, gönül-daş, kardeş (<karın-daş), sır-daş, soy-daş, ülkü-daş, yol-daş, öz-deş, yön-deş, denk-taş, emek-taş, yurt-taş, kök-teş, ses-teş.
8. -ncı, -nci, -ncu, -ncü
Sıralama ve derece bildiren isimler yapar: altı-ncı, bir-i-nci, elli-nci, iki-nci, son-u-ncu, üç-ü-ncü, yüz-ü-ncü gibi.
9. -ar, -er; -şar, -şer
Asıl sayı adlarından üleştirme sayıları yapar. Ünsüzle biten sayılara -ar, -er; ünlüyle biten sayılara -şar, -şer biçimi getirilir: kırk-ar, on-ar, beş-er, bir-er, üç-er; altı-şar, iki-şer, yedi-şer gibi.
10. -sal, -sel
Yapı olarak yanlış olmasına rağmen –sal, -sel eki bugün yaygın olarak kullanılmaktadır. Bilim eseri yerine bilimsel eser, kamu alanı yerine kamusal alan gibi yanlış kullanmalar tercih edilmektedir.
Günümüzde nispet ifade eden î ekinin yerine -l ( doğa-l, özne-l, yasa-l), -al, -el (ulus-al, söz-el) ve –sal, -sel (sayı-sal, bölge-sel) ekleri de kullanılmaktadır. Türkçedeki batı kökenli kelimelerde de nisbet î’si yerine –k eki de (sosyoloji-k, biyoloji-k) kullanılmaktadır.
-sal, -sel eki açı-sal, anıt-sal, doğru-sal, duygu-sal, hayvan-sal, kalıt-sal, kara-sal, kut-sal, onur-sal, tarım-sal, yapı-sal, birey-sel, bitki-sel, bölge-sel, çizgi-sel, evren-sel, gelenek-sel örneklerinde görüldüğü gibi sıkça kullanılmaktadır. Ancak yapı olarak yanlış olan bu şekli yaygın örneklerinin dışında kullanmamaya özen göstermek gerekir.
Bunlardan başka, getirildiği isme değişik anlamlar katan ve sınırlı sayıda örnekte rastlanan isimden isim yapma ekleri de vardır. İsimden türemiş isimler hakkında fikir vermesi düşüncesiyle bunların çoğu aşağıda örnekleriyle birlikte verilmiştir:
-aç, -eç (boz-aç, kır-aç, top-aç), -ak, -ek (baş-ak, sol-ak, top-ak, ben-ek),-an, -en (oğulan>oğlan kız-an, er-en), -cıl, -cil, -cul,-cül; -çıl, -çil, -çul, -çül (tavşan-cıl, ben-cil, ev-cil, ölüm-cül, balık-çıl, kır-çıl, et-çil,ot-çul), -cileyin (ben-cileyin, sen-cileyin), -ç (ana-ç, ata-ç, baba-ç), -gıl, -gil, -gül, -kıl, -kil) (Ali-gil, dayım-gil, kır-kıl, iç-kil, dört-gül), -ka, -ge (baş-ka, öz-ge), -kan, -ken (baş-kan, er-ken), -kek (er-kek), -man, -men (ak-man, ata-man, kara-man, konuk-man, yal-man, dik-men, evci-men, gök-men, köle-men, küçük-men> küçü-men, köse-men, öz-men), -la (kış-la-g>kış-la, yay-la-g>yay-la), -lak, -lek (av-lak, kış-lak, kuş-lak, ot-lak, su-lak, ev-lek), -leyin (akşam-leyin, gece-leyin, sabah-leyin), -msı, -msi, -msu,-msü (acı-msı, ağac-ı-msı, kırmızı-msı, sarı-msı, tatlı-msı, tepe-msi, ekşi-msi, yeşil-i-msi, mor-u-msu), -mtırak (ekşi-mtırak, acı-mtırak, sarı-mtırak, mavi-mtırak, yeşili-mtırak), -rak, -rek (acı-rak, kısa-rak, tatlı-rak, iri-rek), -sak, -sek (bağır-sak, kur-sak, dir-sek, tüm-sek), -sı, -si, -su, -sü (kadın-sı, erkek-si, çocuk-su), -şın, -şin (ak-şın, kara-şın, sarı-şın gök-şin), -t (eş-i-t, yaş-ı-t), -z (altı-z, beş-i-z, dörd-ü-z, iki-z, üç-ü-z)
İSİMDEN FİİL YAPMA EKLERİ
İsim kök ve gövdelerinden fiiller yapmak için kullanılan bu eklerin ayrı ayrı işlevleri yoktur. Hepsinin ortak işlevi, isimleri fiilleştirmek olduğu için türetilen fiilin anlamını ekler değil kök veya gövde konumunda olan isimler belirler. Bunlardan çok kullanılanları örnekleriyle aşağıda gösterilmiştir:
1. -la-, -le-
İsim soylu kelimelerden fiil gövdesi kurar: ak-la-, av-la-, bağ-la-, baş-la-, nokta-la-, suç-la-, ucuz-la-, yaz-la, yok-la-, yol-la-, ateş-le-, belge-le-, dem-le-, demir-le-, diş-le-, giz-le-, kilit-le-, mim-le, ter-le-, ütü-le-; çat-la-, çın-la-, gür-le-, hav-la-, üf-le- vb. gibi.
Bu ekle yapılan fiillerden bazıları bugün bu şekliyle kullanılmazlar. -n-, -ş-, -t- fiilden fiil yapma ekleriyle genişletilmiş olarak yeni bir ek görüntüsüyle ortaya çıkarlar: can-lan-, dik-len-, yaş-lan-, bol-laş-, dinç-leş-, iyi-leş-, makine-leş-, Türkçe-leş-, kir-let- vb. gibi.
Bazı dilciler bu özellik sebebiyle eki, -lan-, -len-; -laş-, -leş-; -lat-, -let- biçiminde de gösterirler.
2. -al-, -el-
İsim kökleri ve gövdelerinden genellikle dönüşlü çatıda fiiller kurar: az-al-, boş-al-, bun-al-, dar-al-, kör-el-, yön-el- gibi
3. -l-
İşlevi, -al- / -el- ekiyle aynıdır: doğru-l-, duru-l-, ince-l-, kısa-l-, sivri-l- vb.
4. -a-, -e-:
İsim soylu kelimelerden fiil gövdeleri kurar: ad-a-, benz-e- (<beniz-e-), boş-a-, kan-a-, oy(u)n-a-, tür-e-, tün-e- (tün: gece), yaş-a- vb.
İsimden fiil yapan ve sınırlı kullanım alanı olan diğer ekler (bazı örnekleriyle) şöyle sıralanabilir: -ar-, -er- (ağ-ar-, baş-ar-, mor-ar-, on-ar-, ev-er-, göğ-er-); -da-, -de- (çatır-da-, fısıl-da-, horul-da-, ışıl-da-, kütür-de- ); -k- (aç-ı-k->ac-ı-k-, bir-i-k-, geç-i-k->gec-i-k-, göz-ü-k-); -kır-, -kir-, -kur-, -kür- (fış-kır-, hıç-kır-, kış-kır-t-, püs-kür-, tü-kür-); -msa-,-mse- (az-ı-msa-, ben-i-mse-, kötü-mse, küçükümse> küçü-mse-); -r- (deli-r-);-sa-, -se- (buğa-sa-, aygır-sa-, su-sa-, umur-sa, mühim-se-, garip-se-, önem-se-).
FİİLDEN FİİL YAPMA EKLERİ
Fiil kök ve gövdelerinden, yeni fiiller türetmek için kullanılan, sayıca az fakat işlek eklerdir.
1. -l-
Dönüşlülük, edilgenlik ve bilinmezlik ifade eden fiiller yapar: boğ-u-l-, büz-ü-l-, üz-ü-l-, yor-u-l-; an-ı-l-, bas-ı-l-, duy-u-l-, gönder-i-l-, kaz-ı-l-, kıy-ı-l-, öv-ü-l-, sar-ı-l-, sök-ü-l-, ver-i-l-, yaz-ı-l-, yüz-ü-l- gibi.
Sonu ünlüyle ve l ünsüzüyle biten fiiller -l- ekini almazlar.
2. -ma-, -me-
Getirildiği bütün fiil kök ve gövdelerine olumsuzluk anlamı katar: duy-ma-, kaç-ma-, sor-ma-, uyu-ma-, yat-ma-, bil-me-, çek-me-, gör-me- vb. gibi.
3. -n-
Dönüşlülük ifade eden fiiller yapar: bak-ı-n-, çek-i-n-, giy-i-n, yet-i-n-…
Dönüşlülük ifade eden -n- ile edilgenlik, bilinmezlik yapan –n- birbirine karıştırılmamalıdır. Bunlar şekil bakımından aynı fakat işlev bakımından farklıdır:
Dönüşlülük Edilgenlik, bilinmezlik
ara-n- (Çok arandı.) ara-n- (Her yer arandı.)
sil-i-n- (Silinmiş, kurulanmış.) sil-i-n- (Tahta silindi.)
yıka-n- (Ali yıkandı.) yıka-n- (Araba yıkandı.)
4. -r-
Fiillere, yaptırma ve oldurma anlamı katan, geçişsiz fiilleri geçişli yapan eklerden biridir. Sonu ünlüyle biten fiillere gelmez. Daha çok, sonu ç, ğ, p, ş, t, y ünsüzleriyle biten tek heceli fiillere gelir: aş-ı-r-, bit-i-r-, doğ-u-r-, duy-u-r-, geç-i-r-, piş-i-r- vb.
5. -ş- :
Fiil tabanlarından işteş ve dönüşlü çatıda * fiiller yapar: at-ı-ş-, bak-ı-ş-, dön-ü-ş-, döv-ü-ş-, gör-ü-ş-, gül-ü-ş-, kalk-ı-ş-, kok-u-ş-, sev-i-ş-, sık-ı-ş- gibi.
6. -t-
Ettirgen çatı kuran çok işlek bir ektir: acı-t-, az-ı-t-, benze-t-, boya-t-, düzel-t-, kapa-t-, kuru-t-, oku-t-, öde-t, sür-t-, uza-t-, ürk-ü-t-,yüksel-t- gibi.
7. -dır-, -dir-, -dur-, -dür-; -tır-, -tir-, -tur-, -tür-
Çok işlek eklerden biridir. Ettirgen çatılı fiiller yapar. Ünlüyle biten tek heceli fiillerle ünsüzle biten bütün fiillere getirilebilir:kay-dır-, yaz-dır-, yıl-dır-, bil-dir-, de-dir-, giy-dir-, sez-dir-, sin-dir-, ver-dir-, ye-dir-, don-dur-, gül-dür-, yüz-dür-; aç-tır-, as-tır-, bık-tır-, tart-tır-, çek-tir-, koş-tur-, öp-tür-, tüt-tür- vb.
Yukarıdakilere göre az işlek olan, fiilden fiil yapma eklerinin diğerleri ise örnekleriyle birlikte şunlardır: -a-, -e- (bul-a-, dol-a-, tık-a-); -ala-, -ele- (dur-ala-, kak-ala-, kov-ala-, şaş-ala-, ov-ala- eş-ele-, gez-ele-, it-ele-, silk-ele-, tep-ele-);-ar-/-er- (kop-ar-, çık-ar-); -ı-, -ü- (kaz-ı-, sür-ü-); -k- (dol-u-k-, kan-ı-k-; bur-k-, kal-k-, sil-k-); -p- (kır-p-, ser-p-)…
FİİLDEN İSİM YAPMA EKLERİ
Fiil kök ve gövdelerinden, isimler yapmakta kullanılan eklerdir. Bu eklerin sayıca çok ve işlek olması, Türkçenin fiilden isim yapmaya elverişli bir dil olduğunun da göstergesidir.
1. -gan, -gen; -kan, -ken
Alışkanlık, özellik, aşırılık anlamı katar: atıl-gan, alış-kan, kay-gan, sıkıl-gan, sürün-gen; çalış-kan, somurt-kan, yalıt-kan, değiş-ken, üret-ken gibi.
2. -gı, -gi, -gu, -gü; -kı, -ki, -ku, -kü
Kullanım alanı çok geniş olan eklerden biridir. Fiilin gösterdiği hareketle ilgili türlü nesneleri, kavramları karşılar. Alet isimleri de yapar: al-gı, çal-gı, sar-gı, say-gı, bil-gi, der-gi, ez-gi, ser-gi, ver-gi, kur-gu, sor-gu, vur-gu, gör-gü, ör-gü, sür-gü; at-kı, bas-kı, biç-ki, bit-ki, seç-ki, iliş-ki, kes-ki, tut-ku, düş-kü, küs-kü vb.
3. -gın, -gin, -gun, -gün; -kın, -kin, -kun, -kün
Aşırılık anlamı taşıyan ve genellikle sıfat gibi kullanılan isimler türetir: az-gın, dal-gın, bez-gin, bil-gin, boz-gun, ol-gun, yor-gun, üz-gün; yat-kın, bit-kin, et-kin, geç-kin, piş-kin, seç-kin, tut-kun, küs-kün gibi.
4. -ı, -i, -u, -ü
Olan, yapan veya yapılanı karşılayan isimler türeten işlek bir ektir: an-ı, başar-ı, bat-ı, çarp-ı, kaz-ı, say-ı, sık-ı, yaz-ı, beğen-i, bildir-i, diz-i, gez-i, doğ-u, dol-u, kork-u, pus-u, sor-u, sun-u, öl-ü, ört-ü gibi.
5. -ıcı, -ici, -ucu, -ücü
Meslek ya da özellik bildiren isimler yapar: ak-ıcı, al-ıcı, bak-ıcı, kurtar-ıcı, yaz-ıcı, çek-ici, gez-ici, tüket-ici, üret-ici, ver-ici, boğ-ucu, oku-y-ucu, soğut-ucu, tut-ucu, güldür-ücü, sür-ücü gibi.
6. -ış, -iş, -uş, -üş *
Sayılı birkaç fiil dışında bütün fiil köklerine ve gövdelerine gelebilen işlek eklerden biridir. Kalıcı isimler de yapar: al-ış, anla-y-ış, bak-ış, davran-ış, sat-ış, yağ-ış, yaratıl-ış, gir-iş, söyle-y-iş, ver-iş, doğ-uş, duy-uş, sun-uş, gör-üş.
7. -k
Fiil kök ve gövdelerinden genellikle sıfat görevinde kullanılan kelimeler türeten işlek eklerden biridir: aç-ı-k, birleş-i-k, boz-u-k, del-i-k, dile-k, don-u-k, ez-i-k, göç-ü-k, iste-k, kes-i-k, kır-ı-k, sök-ü-k, tara-k, uyuş-u-k, yan-ı-k, yerleş-i-k. vb.
8. -m
Kalıcı isimler yapan işlek eklerdendir: al-ı-m, bak-ı-m, bas-ı-m, bil-i-m, çek-i-m, çiz-i-m, doğ-u-m, eğit-i-m, ek-i-m, geç-i-m, giy-i-m, iç-i-m, öl-ü-m, sar-ı-m, sat-ı-m, seç-i-m, sun-u-m, tak-ı-m, tanı-m, tad-ı-m, tüket-i-m, uçur-u-m, üret-i-m, ver-i-m, yud-u-m vb.
9. -ma, -me
Bütün fiil kök ve gövdelerine getirilebilir. Asıl görevi, iş isimleri yapmaktır: oku-ma, sula-ma, soruştur-ma, bekle-me, git-me, gez-me, görüş-me.
As-ma, ayaklan-ma, bas-ma, danış-ma, doku-ma, dol-ma, dondur-ma, kavur-ma, tamla-ma, tonla-ma, yak-ma, yaz-ma, yokla-ma, besle-me, böl-me, bütünle-me, dik-me, iç-me, sür-me örneklerindeki gibi kalıcı isimler de yapar.
10. -mak, -mek
Türkçedeki bütün fiil kökleri ve gövdelerine gelir. Asıl görevi, fiil isimleri yapmaktır: aç-mak, ağla-mak, kaz-mak, ofla-mak, utan-mak, yalvar-mak, bil-mek, derle-mek, gül-mek vb.
Ayrıca çak-mak, kay-mak, tok-mak, ek-mek, il-mek, ye-mek örneklerinde olduğu gibi az sayıda kalıcı isimler de yapar.
11. -tı, -ti, -tu, -tü
Genellikle yansıma tabanlarından ve dönüşlü çatı kuran eklerden sonra gelerek isimler türetir: cayır-tı, cızır-tı, çatır-tı, gıcır-tı, homur-tu, gümbür-tü, kütür-tü; alın-tı, bunal-tı, çarpın-tı, çıkın-tı, kabar-tı, karar-tı, kaşın-tı, kızar-tı, sığın-tı, sıkın-tı, uzan-tı, belir-ti, öden-ti, tiksin-ti, ürper-ti, doğrul-tu, görün-tü, vb. Fiile gelen örneklerde bu eki -ntı, -nti, -ntu, -ntü olarak da düşünebiliriz.
Yukarıda sıralanan fiilden isim yapma ekleri, diğerlerine göre örnekleri çok olan işlek eklerdir. Bunların dışında sınırlı sayıda örnekte rastlanan ve diğerlerine göre daha az işlek olan fiilden isim yapma ekleri de vardır.
Bunlar, aşağıda alfabetik düzende sıralanmıştır:
-a, -e : doğ-a, sap-a, oy-a, yar-a, diz-e, geç-e, gel-e, sür-e…
-ağan, -eğen : dur-ağan, ol-ağan, yat-ağan, gez-eğen..
-ak, -ek : barın-ak, bat-ak, bıç-ak, dur-ak, kaç-ak, kay-ak, kon-ak, sap-ak, tut-ak, yat-ak,
dön-ek, sür-ek, ürk-ek…
-alak, -elek : as-alak, yat-alak, çök-elek.
-amak, -emek : bas-amak, kaç-amak, tut-amak…
-anak, -enek: ol-anak, tut-anak, gel-enek, gör-enek, kes-enek, seç-enek.
-ca, -ce: sakın-ca, dinlen-ce, düşün-ce, eğlen-ce, güven-ce, söylen-ce…
-ç: gülün-ç, iğren-ç, inan-ç, kılın-ç, kıskan-ç, korkun-ç, sevin-ç, usan-ç. Eskiden sadece –n-’li
çatılara gelen bu ek günümüzde ünlüyle biten fiillere de getirilmektedir: bağla-ç, imle-ç,
tümle-ç.
-aç, -eç: kaldır-aç, sark-aç, say-aç, büyüt-eç, gül-eç, sür-eç…
-dı, -di, -du, -dü; -tı, -ti, -tu, -tü: imambayıl-dı, hünkarbeğen-di, şıpsev-di, gecekon-du,
ayakbas-tı, külbas-tı, piş-ti, eltieltiyeküs-tü…
-ga, -ge: dal-ga, yon-ga, bil-ge, böl-ge, diz-ge, göster-ge, sömür-ge, süpür-ge, öner-ge…
-gaç, -geç; -kaç, -keç: solun-gaç, utan-gaç, il-geç, süz-geç, üşen-geç, yüz-geç, kıs-kaç…
-gıç, -giç, -guç, -güç: başlan-gıç, dal-gıç, bil-giç, sor-guç…
-maca, -mece : at-ma-ca, bul-ma-ca, koş-ma-ca, bil-me-ce, çek-me-ce, düz-me-ce, kes-me-
ce, seç-me-ce…
-maç, -meç: al-maç, bula-maç, çığırt-maç, kar-maç, kurut-maç, sık-maç, yak-maç,yanılt-
maç, yırt-maç, böl-meç, de-meç…
-man, -men: az-man, danış-man, okut-man, öğret-men, say-man, seç-men, yaz-man,
yönet-men…
-mık, -mik, -muk, -mük: kıy-mık, il-mik, kus-muk, soy-muk…
-n: ak-ı-n, bas-ı-n, diz-i-n, gel-i-n, say-ı-n, tüt-ü-n, yay-ı-n, yığ-ı-n…
-t : an-ı-t, bin-i-t, dik-i-t, geç-i-t, kes-i-t, öğ-ü-t, um-u-t, kon-u-t, taşı-t, yak-ı-t, yap-ı-t, yaz-ı-t…
Buram, tutam, çatal, dolanbaç>dolambaç, saklanbaç>saklambaç, göçeri, uçarı, ışıl, kaypak,
sürünceme, tutsak, yağmur, yayvan kelimelerinde koyu yazılan ekler ise (neredeyse) bu
örneklerle sınırlıdır.
1. Ek, Kök, gövde nedir?
2. -mak/-mek her yere, van eki bazen (yayvan)
3. İsme getirilen yapım eki, fiile getirilmez.
4. Yazılışları aynı ama karıştırma
Sürmek – sürümek
Sürüden – sürüdüm TÜRK DİLİ DERSİNE
HOŞ GELDİNİZ
İSİMDEN İSİM YAPMA EKLERİ
LIK
saman-lık
bayramlık
buzluk
demircilik
rektörlük
temizlik
yüzlük
babalık, evlatlık
açlık, tokluk
LI
Bilgili, renkli
Konyalı, köylü
Yerli, sözlü
Sağlı-sollu
SIZ
Ahlaksız
CI
Bilgisayarcı, camcı
CIK
Kedicik,
Kızamıkçık, pamukçuk
Gelincik, kızılcık
Köprücük, bademcik
CA
Adamca, güzelce – nispet katar
Düşmanca, yavaşça – zarf yaptı.
Romence, İngilizce
Çukurca, Çamlıca
DAŞ
Özdeş, soydaş
NCI
İkinci, yirminci
AR
İkişer, yirmişer
SAL
Bitkisel,
İSİMDEN FİİL YAPMA EKLERİ
LA
Terle, ütüle
AL
Boşal
Azal
L
Doğrul, incel
A
Boşa, kana
AR
Kızar, başar
YAZIM YANLIŞLARI
Ø İnsanoğlu ana dilini konuşmayı çevresinde duyduğu seslere anlam vererek öğrenir.
Ø Yazım yanlışlarına dikkat etmek sadece Türkçe öğretmenlerinin işi değildir.
ana dili
dil bilgisi
dizüstü bilgisayar
birkaç
bir çok
her şey – bir şey şey‘ sözcüğünün her zaman ayrı yazılması gerekir.
ya da
şarj
katliam – katliyam
iri yarı – iriyarı
hiçbir
Sözcüğün yanlış kullanımı Doğrusu (!)
neden olmak
(Bu başarıya ulaşmama o neden oldu) Neden olmak olumsuzluk içerir.
(Bu başarıya ulaşmamı o sağladı.)
(Bu duruma düşmeme o neden oldu.)
tekrardan tekrar veya yeniden
MERAK ETME ATA’M, DİLİN VE TARİHİN ÖNEMİNİ ANLADIK. ONLARA MUTLAKA SAHİP ÇIKACAĞIZ.
RESİMLER
Efendim, artık dükkanlarımıza koyacak Türkçe isim bulamıyoruz
Gel vatandaş gel… Alış-veriş megaymış. O ne demekse?…
Sormakta bir sakınca görmüyorum. Outlet ne demek?… Kendi memleketimizde yabancı olduk!…
Afedersiniz. Acaba burası Türkiye mi???
KAYNAK:
TDK Sitesi
http://www.edubilim.com/forum/turk_dili_ders_notlari-t15037