Neşati bile redifli gazel
gitdin ammâ ki kodun hasret ile cânı bile
NECATİ GAZEL DÖNE DÖNE
ESKİ YAZI HALİ
http://www.yagmurdergisi.com.tr/archives/konu/divan-edebiyatinin-muhtevasi-uzerindeki-tartismalar
BU MAKALE OKUNMALIDIR.
DİVAN EDEBİYATI MİLLİ MİDİR, GAYRI-MİLLİ Mİ?
SUNUM ÖDEVLERİ (ETE) EĞİTİM FAK. TÜRKÇE
HATTAT ŞAİR MEHMED RASİM EFENDİ VE BİR KASİDESİ
SEMPOZYUM METNİ
MAZMUNUNUN MAZMUNU İSKENDER PALA BU ADRESTE:
http://mozdemire.files.wordpress.com/2006/10/mazmun-iskender-pala.doc
MİR HAMZA PANELİ KONUŞMA METNİ
MİR HAMZA NİGARİ PANEL KONUŞMASI
Eski Türk Edebiyatı Şekil Bilgisi
Eski Türk Edebiyatına Giriş ŞEKİL VE ÖLÇÜ
HAYALİ BEY HAKKINDA GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ HAYALİ CİHAN DEĞER
HAYALİ BEY DİVANI LİNKİ: http://www.belgeler.com/blg/2cv0/hayali-bey-divani
hayali gazeli
ggggg ESKİ YAZI İLE buraya tıklayın
VİZE NOTLARIsaaaaaadsasadad
baki divanı E KİTAP HALİNDE SABAHADDİN KÜÇÜK
http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/dosya/1-128335/h/bakidivanisabahattinkucuk.pdf
BAKİ HAKKINDA
Düşdü çemende berg-i dıraht itibârdan
Eşcâr-ı bâğ hırka-i tecrîde girdiler
Bâd-ı hazân çemende el aldı çenârdan
Her yanadan ayağına altun akup gelir
Eşcâr-ı bâğ himmet umar cûy – bârdan
Sahn-ı çemende durma salınsın sebâyile
Âzâdedir nihâi bugün berg ü bârdan
Bâkî çemende haylî perîşân imiş varak
Benzer ki bir şikâyeti var rûzgârdan
Vezni: Mef’ûlü Fâilâtü Mefâîlü Fâilün
SUNU ÖDEVLERİ
eskitürk eğitim ödevleri GÜNDÜZ TÜRKÇE BÖLÜMÜ
eskitürk ödevler gece bölümü TÜRKÇE BÖLÜMÜ
fuzuli’de aşk ve aşık kavramı_hakverdioğlu_metin_TT
LEYLA İLE MECNUN MESNEVİSİ
Leyla ve Mecnun, bir aşk öyküsüdür. İki sevgilinin birbirlerine olan sevgileri Mecnun’un ilahi aşka ulaşmasıyla farklı bir boyut kazanır.
Okuyucunun Yüzeydeki metinle bağlantısının kopmaması için Yüzeydeki metinin çalışmanın bütününe dağılmış ayrıntılı bir özeti bulunmakla birlikte alıntılanan beyitlerin Türkçe nesir diliyle sadeleştirilmeleri ile de bu ilgi korunmaya çalışılmıştır. Yine de okuyucunun Yüzeydeki metine hakim olması ve onu bir bütün olarak değerlendirebilmesi için burada Yüzeydeki metinin pek ayrıntılı olmayan bir özetinin verilmesi yararlı olacaktır:
Mecnun’un babası bir kabile reisidir. Ama arkasında yerine bırakacağı bir varisi yoktur. Allah(c.c.) bir gün onun dualarını kabul eder ve bir oğlu dünyaya gelir. Çocuğa Kays adını takarlar. On yaşına ulaşınca sünnet edip okula yollarlar.
Kays okulda kendisi gibi bir öğrenci olan Leyla’yı görür. Bir bakışta birbirlerine âşık olurlar. Kays’ın Leyla’ya karşı olan yakından ilgisi okulda dedikoduya yol açar. Leyla’nın annesi dedikoduları duyunca kızını azarlar ve bir daha okula göndermez. Kays okula gelip Leyla’yı göremeyince büyük bir üzüntü yaşar ve günlerce ağlar. Adı Kays iken Mecnun olur.
Mecnun’un arkadaşları güzel bir bahar gününde kır gezintisi yapmak isterler. Gönlü üzüntüyle dolu Mecnun’u eğlendirmek, neşelendirmek için yola koyulurlar. Konak yerine geldiklerinde Leyla onlardan önce arkadaşlarıyla oraya gelmiş ve orada çadırını kurmuş bulunmaktadır. İki sevgili göz göze geldiklerinde bayılıp yere düşerler. Kız arkadaşları Leyla’yı ayıltıp hemen evine götürürler. Arkadaşları tarafından ayıltılan Mecnun eve dönmek istemez.
Mecnun çölde tek başına kalır. Arkadaşları olan biteni gidip Mecnun’un babasına anlatırlar. İhtiyar, oğlu için çöllere düşer. Mecnun’u bulduğu zaman, Leyla bizim evde seni bekliyor, diye kandırıp eve getirir. Evde annesi Mecnun’a öğütler verir. Öğütler kâr etmeyince babası, Leyla’yı babasından istemek için yola koyulur.
Leyla’nın babası Mecnun’un deliliğini gerekçe göstererek kızını vermez. Şayet deliliği iyileşirse bu kararından döneceğini, o zaman kızını Mecnun’la evlendirebileceğini belirtir. İhtiyar evine eli boş dönünce oğlunun iyileşmesi için her söyleneni yerine getirir. İhtiyara en son çare olarak oğlunu Kabe’ye götürmesi öğütlenir. İhtiyar oğlunu bir tahtırevana yerleştirerek bir umutla Kabe’nin yolunu tutar.
Mecnun Kabe’de aşk hastalığından kurtulma yerine bunun daha da artırılması yönünde Allah’a(c.c.) duada bulunur. Bu duruma tanık olan ihtiyar çaresiz bir biçimde ortada kalır. Mecnun babasından ayrılarak çölün yolunu tutar.
Mecnun yolda rastgeldiği bir dağa gönül derdini açar. Bir gün avcının elinden bir ceylan yavrusunu bir başka gün de bir güvercini avcıya bedellerini ödeyerek kurtarır.
Leyla babasının evinde çaresizdir. Gönül derdini sırasıyla muma, pervaneye, aya, melteme, buluta açar; ama bunlardan gönül derdine bir deva bulamaz.
Leyla bir gün yolda İbni Selam adlı zengin bir adamla karşılaşır. İbni Selam bir görüşte Leyla’ya âşık olur. Adam yollayıp Leyla’yı babasından istetir. Leyla İbni Selam’la nişanlanır.
Araplar arasında Nevfel adlı bir yiğit vardır. Bu kişi kahramanlığı ve cesareti ile şöhret bulmuş bir komutandır. Bir mecliste Mecnun’un şiirlerini duyar, onun acıklı aşk öyküsünü de dinleyince Mecnun’a acır ve yardım etmeye karar verir. Mecnun’u çölde arayıp bulur, ona makamında bir yer verir.
Nevfel, Leyla’nın babasına bir ültimatom yollayarak, Mecnun ile Leyla’nın evlendirilmesi konusundaki emrini bildirir. Leyla’nın babasının mensup olduğu kabile, bu isteğe savaşla karşılık verir.
Mecnun, savaşta kendisi için çarpışan Nevfel’in tarafını tutması gerekirken Leyla’nın babasının mensup olduğu kabilenin askerlerinin galip gelmesini ister. Bu yüzden hiçbir savaşta yenilmemiş olan Nevfel bu savaşta bir türlü galip gelemez. Bu durum Nevfel’e bildirilir. Nevfel Mecnun’a yardım etmekten vazgeçer, onurunu kurtarmak için düşmanına bir kez daha saldırır. Bu sefer muzaffer olur. Ama yeminini yerine getirerek Leyla ile Mecnun’u evlendirmez.
Mecnun sevgilisini görmek için dilenci kılığındaki bir ihtiyarla anlaşarak kendisini zincire vurup sevgilisinin bulunduğu yere gider. Bir başka kez de gözlerini bağlayıp “Ben körüm, dünyayı göremiyorum.” diyerek bu bahaneyle sevgilisinin bulunduğu yere gidip gizlice onu seyreder.
İbni Selam Leyla ile evlenir. Ama Leyla gerdek gecesi uydurduğu bir öykü ile İbni Selam’ı kandırıp korkutur. Onunla ilişkiye girmez.
Mecnun’un Zeyd adlı vefalı bir arkadaşı vardır. Zeyd de Mecnun gibi bir güzele, Zeyneb adlı birisine âşıktır. Zeyd Mecnun’a İbni Selam’la Leyla’nın evlendiği haberini getirir. Mecnun sevgilisine sitem dolu bir mektup yazar. Zeyd, İbni Selam’a muskacı olduğunu, Leyla’nın derdine deva bulacağını söyleyerek ondan Leyla ile başbaşa kalma iznini alır. Zeyd, Mecnun’un mektubunu Leyla’ya verir. Leyla da yazdığı yanıt mektubunda İbni Selam’la halvet etmediklerini ve gönlünün hâlâ Mecnun’da olduğunu söyleyerek sevgilisini rahatlatmaya çalışır.
Birgün Mecnun’un babasına şöyle bir acı haberi iletirler: Leyla’nın babası, kızını dillere doladığı için Mecnun’u kabile reisine şikayete gitmiş ve Mecnun’un öldürülmesini istemiştir. İhtiyar, bu acı haberi işitince Mecnun’u bulmak için çöllere düşer.
Mecnun babasının eve dönme isteğini reddeder. Babası Mecnun’daki bazı olağanüstü halleri görünce ona nasihat etmekten vazgeçerek onu kendi haline bırakır.
Evine yalnız başına dönen ihtiyar, kısa zamanda bu dünyaya gözlerini kapar. Mecnun vefasız bir avcıdan babasının ölüm haberini duyar, mezarına giderek gözyaşlarını döker.
Birgün Mecnun çölde gezerken kendisi ile Leyla’nın resimlerinin çizili olduğu bir levha görür. Hemen Leyla’nın resmini siler, kendi resmini bırakır. Bu duruma tanık olan birisi bunu yadırgar. Mecnun seven ile sevilen arasında bir ikiliğin bulunamayacağını, sevgilinin ruh, kendisinin ise ona vücut olduğunu söyleyerek kendisini savunur.
Mecnun çölde yabani hayvanlarla arkadaşlığın ötesinde bir ilişki kurar. Adeta onları yöneten bir hükümdardır.
Mecnun karanlık bir gecede sırasıyla Merkür’e, Merih’e ve Allah’a(c.c.) yalvararak onlardan gönül derdine bir çare bulmalarını ister. O gecenin sabahında en yakın arkadaşı Zeyd onu ziyarete gelir ve ona İbni Selam’ın ölüm haberini getirir. Mecnun rakibi olan İbni Selam’ın ölüm haberini işitince ağlamaya başlar. Zeyd, bu duruma şaşırır; onun sevinmesi gerekirken üzülmesine bir anlam veremez. Mecnun Zeyd’e her ikisinin de Leyla’ya âşık olduklarını ama İbni Selam’ın canını verip sevgiliye kavuşmasını kıskandığını belirterek ağlamasına bir gerekçe gösterir.
Leyla eşi İbni Selam’ın ölümünden sonra baba evine döner. Orada İbni Selam’ı bahane ederek asıl aşkı, yani Mecnun için gözyaşı döker.
Leyla’nın kabilesinde bir gece göç çanı çalar. Herkes alelacele yola koyulur. Leyla da üzerinde mahmeli olan bir deveye biner. Gönül derdini deveye anlatmaya başladığı sırada deve kervandan ayrılır, çölün yolunu tutar. Gün ağarıp Leyla uyanınca kervandan ayrı düştüğünü anlar. Çölde yol iz bilen birisini aramaya başlar. Farkında olmadan Mecnun’la karşılaşır. Yabancının Mecnun olduğunu öğrenince çok sevinir. Kavuşmanın sevinciyle kendisini Mecnun’a sunar. Ama Mecnun bu aşk teklifini reddeder. Çünkü tuttuğu aşk yolunda olgunlaşmış, mecazi aşktan ilahi aşka ulaşmıştır. Leyla sevgilisinin bu yeni halini önce yadırgadıysa da sonra anlayışla karşılar. Kendisini aramaya çıkmış kervan bekçisi ile kabilesine döner.
Leyla evine döndüğünde onulmaz aşk yarası yüzünden hastalanır, yatağa düşer. Ölüm kapısını çalmak üzere iken gönül derdini annesine açar. Ona bu sevdada Mecnun’un hiçbir suçunun olmadığını söyler. Sevgilisini temize çıkardıktan sonra dünyaya gözlerini kapar.
Leyla’nın ölüm haberini Zeyd’den öğrenen Mecnun onunla Leyla’nın mezarına gider. Mezarı kucaklar ve Leyla diyerek ruhunu orada teslim eder. Mecnun’u Leyla’nın mezarına defnederler. Zeyd mezarlığı türbe haline getirerek o kutsal mekanın bekçiliğini üstlenir.
Zeyd bir gece mezarın toprağına dayanmış vaziyette uyuduğunda rüyasında Leyla ile Mecnun’u cennette görür.
Âşık Paşa (1272-1333)
Âşık Paşa 14. yüzyıl Anadolu sahasında yetişmiş ünlü tasavvuf şairlerindendir. O da Gülşehri gibi 14. yüzyılın kültür merkezlerinden olan Kırşehir’dendir. Aşık Paşa hakkında kaynaklarda çeşitli bilgiler bulunmakla birlikte, bu bilgilerin doğruluğu incelenmeye muhtaç olup, çoğu biri ötekinden aktarma bilgilerdir. Aşık Paşa’nın asıl adı kaynaklarda Ali olarak geçer; adını ise mutasavvıf yani “Hak aşığı” olduğu için aldığı söylenir, paşa da askerlikle ilgili bir rütbe olmayıp “ağabey, ileri gelen kişi” tamlarına gelen “beşe, peşe” kelimelerinden bozmadır. Böylece paşanın, büyüklüğü, ululuğu gösteren bir kelime olup, saygı-sevgi nişanesi olarak eski Türkçe’de kullanıldığı anlaşılıyor.
Aşık Paşa’nın ailesi Horasan’dan Anadolu’ya gelmiştir, soylu bir aileden olan Aşık Paşa’nın dedesi Baba İlyas, Horasan’dan Anadolu’ya gelmiş, babası Muhlis Paşa ise Anadolu’da doğmuştur. Kaynaklardan öğrenildiğine göre Aşık Paşa, Kırşehir’de doğmuş, Osman ve Orhan Gazi zamanında yaşamıştır. Hacı Bektaş-ı Veli‘nin çağdaşıdır. Aşık Paşa’nın iyi bir öğrenim gördüğü, Arapça, Farsça ve İslami bilgileri bildiği, tasavvuf türünü edindiği sufiyane şiirler yazdığı, siyasete katıldığı gene kaynakların verdiği bilgiler arasındadır.
Aşık Paşa’nın Türk dili ve edebiyatı açısında en önemli ve eseri Garib-name‘dir. 12.000 Beyit dolayında olan Garib-name dini-tasavvufi konulu bir Mersiye olup halka tasavvufu öğretmek amacıyla yazılmıştır. Bir bakıma Aşık Paşa, Mevlana Celaleddin Rumi‘nın mesnevi‘sinde yaptığını Türkçe olarak Garibname’de yapmıştı. Nitekim, Mesnevi’nin hem biçim özellikleri, hem de içeriği bakımından Garib-name’ye etkisi olmuştur. 1330 yılında yazılmış olan -name, aynı zamanda Türk edebiyatının ilk büyük te’lif mesnevisidir. Eser, yüzyılın diğer mesnevilerinin kalıbıyla; fa’ilatün / fa’ilatün / fa’ilün kalıbıyla yazılmıştır. Mesnevi, bab denen on bölüme ayrılmış ve her babda da o babın sayısına uygun konular anlatılmıştır. Bu bakımdan eserin geometrik bir düzene sahip oluşu dikkat çeker.
Garib-name, konusu bakımından dini-tasavvufi ve ahlaki bir eserdir. Tasavvufu tanıtıcı ve öğretici bilgiler vermesinin yanısıra, “insan-ı kamil” olmayı öğütleyen ahlaki, didaktik bir hüviyete sahiptir. Ayrıca, mesnevi 14. yüzyıl Anadolu Türkçesinin özelliklerini taşıması bakımından dil çalışmaları için önemlidir. Daha da önemlisi, Aşık Paşa 14. yüzyıl Anadolu’sunun siyasi ve ideolojik birliğinin sağlanmasında ve halkı eğitmekte anadilinin gücüne ve yararına inanmış bir aydındır. Bu nedenle Garib-name’de Türkçeye önem verilmesi gerektiğini belirtmiş ve eserini bilinçli olarak Türkçe yazmıştır. Kısacası Garib-name, bilgilendirici, öğretici yanıyla önemli olduğu kadar, yazıldığı dönemin dil özelliklerini taşıması ve Anadolu’da gelişen edebi dilin Türkçe olması konusunda, Aşık Paşa’nın duyarlılığını göstermesi bakımından da dikkate değer bir kaynaktır.
Şiirlerinde “Aşık, Aşık Paşa, Muhlisoğlu Aşık” mahlaslarını kullanmış olan Aşık Paşa’nın bir divanı oluşturacak sayıda olmamakla birlikte manzumeleri de bulunmaktadır. Aşık Paşa’nın bazı manzumelerinde mahlas bulunmamaktadır. Çoğu aruzla, kimileri de heceyle yazılmış olan bu manzumeler Yunus Emre’nin şiirlerine benzemekle birlikte, Aşık Paşa’nınkiler lirizm yönünden daha fakirdir. Garib-name ve sözünü ettiğimiz manzumelerinden başka Aşık Paşa’nın Vasf-ı Hal-i Herkesi, Fakr-name adlı kısa mesnevileriyle, manzum-mensur karışık bir Kimya Risalesi ve bir de 59 beyittik küçük hikayesi bulunmaktadır.
Devrin bilgin ve şairleri başka dillerle şiirler yazar, kitaplar yazarken Aşık Paşa’nın Çağlar ötesi bir görüşle Türk ve Tacik cümle yoldaşlarını gaflet uykusundan uyarmak için Garipname’sini öz Türkçe ile yazışı ve:
Gerçi kim söylendi bunda Türk dilli
İlle masum oldu mani menzili
Çün bulasın cümle yol menzillerin
Yirme gel pes Türk ve Tacik dillerin
Kamu dilde var idi zabt-u usul
Bunlara düşmüş idi cümle ukul
Türk diline kimesne bakmaz idi
Türklere her giz gönül akmaz idi
Türk dahi bilmez idi ol dilleri
İnce yolu ol ulu menzilleri
Bu kitap anunçin geldi dile
Kim bu ehli dahi mani bile
Türk dilinde yeni manalar bulalar
Türk-Tacik cümle yoldaş olalar
Yol içinde birbirini yirmiye
Dile bakıp maniyi hor görmiye
diye haykırışı bugün bile derin derin düşündürecek bir olaydır. Bu ruhu yabancı baskılar altında Türkün asil benliğini korumak amacıyla kurulan Babailer kuralının feyizli ve aydınlık bağrından aldığı kuşkusuzdur.
OSMANLI DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI ÖZET
Eski Türk edebiyatı özeti yukarıda
arkadaşlar e postam: hakverdioglu@hotmail.com
MİLLİLİK GAYRİ MİLLİLİK PROF. DR. CİHAN OKUYUCU
http://www.yagmurdergisi.com.tr/archives/konu/divan-edebiyatinin-muhtevasi-uzerindeki-tartismalar
1506 BAHARINDA MİHRİ
Gelin yüz yıllar öncesinin güzel bir ilkbaharına şöyle uzanalım. Belki hayata daha gülen gözlerle bakıp gelecek baharın mutlu hayallerini şimdiden kurmaya başlarız.
Yıl 1506. Bundan tam beş yüz yıl öncesi. Amasya’da bir şaire; o belki de bu şehrin en güzel ilkbaharlarından birini doya doya yaşıyor. Adı: Mihri Hatun.
Bu şehirde o yüzyılda da dallar yemyeşil, şeftaliler pespembe, erikler yemyeşildi. Yeşilırmak yine yeşil akıyor, Yalı Boyu evlerinde onu seyreden Mihri dilinden gayri-ihtiyari şu beytin döküldüğünü fark ediyordu belki de:
Gülsitân itmiş bu ârâyı ser-a-ser nev-bahar
Hâne-ber-hâne müzeyyen eylemiş rengin çiçek
“Bahar baştan başa bu yerleri gül bahçesi haline getirmiş; yer yer öbek öbek, rengârenk çiçeklerle her evi süslemiş”
Yıl 1506. Bundan tam beş yüz yıl öncesi. Amasya’da bir şaire, dışarıda çıldırmış baharı görüp, ömrünün hep baharını gördüğü şehzadesine bahar kasideleri söylüyor:
Nev-bahar hüsnin ki ter-i tâze olsun tâ-ebed
Nice kim ola çemen iklimine serdâr gül
“Ey çemen iklimine serdar olan gül (şehzadem), ilkbahar güzelliğin sonsuza kadar ter ü taze olsun.”
Bir bahar günü Amasya’yı gezen Mihri, Künicek denilen mevkide hem mânevi hem de maddi bir baharı görmekte, duymakta, koklamakta, hissetmektedir:
Bu makâmuñ ismini gerçi dimişler Künicek
Dillere virür hayât-ı âb-ı revân göricek
Otı sünbül hâki ´anber âbı kevser halkı hub
Cennete benzetdim anı ben heman dem göricek
“Bu yerin ismine gerçi Künicek demişler amma, aslında görür görmez, ab-ı hayat çeşmesi gibi gönle ölümsüzlük veren yer denilmeliydi diye düşündüm.
Oranın otu sümbül, toprağı amber, suyu Kevser, halkı güzeldir. Orayı o an Cennete benzettim.”
Mihri’nin bu kadar beğenip meth ettidiği yer Amasya’nın en tanınmış evliyası olan Kurtboğan Baba’nın türbesinin bulunduğu İstasyon mevkiinden başkası değildir. Burada ilginç ve kimsenin bilmediği bir gerçeği de gün yüzüne çıkarmak yararlı olacaktır: Kurtboğan Baba olarak biline zat-ı muterem Şerafeddin Hamza hazretleridir. Kendisine lakab olarak “Akşemseddin” denilmektedir. Aslında o, Fatihin hocası meşhur Akşemseddin hazretlerinin babası ve şeyhinden başkası değildir.
O yıllarda Amasya Sancağının bir ilçesi hükmünde olan Ladik’te de aynı havayı teneffüs eder şairimiz:
Yapılmış bir serîri ´âli eyvan
Yeşil yapraklar olmuş ona seyvan
İçindedür anuñ ol Şâh-ı Devran
Ne hoş yaylak imiş bu şehr-i Lâdik
“Bir iç açıcı yüce eyvan yapılmış o yerde ki, yeşil yapraklar ona gölgelik olmuştur. Onun içinde o Şah-ı Devran bulunmaktadır. Bu Ladik şehri ne hoş bir yayla imiş.”
Ömrünü bir güle dokunmadan geçiren Mihri bu talihsiz başını taşlara vurur:
Kimseler dil haste olup düşmesün yardan cüda
Kimsenüń şehrinde ‘âlem gözüne dar olmasun”
Kimseler gönül derdi ile hasta olup yardan ayrı düşmesin ve kimsenin şehrinde alem gözüne dar olmasın. diyerek kendi halinden de haber vermektedir.
Diğer hem cinslerinin haklarını da o yüzyılda dahi savunmaktan geri kalmamış; erkeklerin kadınlar hakkındaki ön yargılarına isyan etmiş, devrin saksı çiçeği hükmündeki sessiz ve bahar ömürlü kadınlarının sesi olmuştur:
Çünki nâkıs ´akl olur dirler nisâ
Her sözüñ magrûr tutmakdur revâ
Lîk Mihrî dâ´inüñ zannı budur
Bu sözi der ol ki kâmîl usludur
Bir müennes yegdurur kim ehl ola
Biñ müzekkerden ki ol na-ehl ola
Bir müennes yeg ki zihni pâk ola
Biñ müzekkerden ki bî-idrâk ola.
“Kadınlar eksik akıllı olur derler, o yüzden (ey Mihr) her sözünü – kadınları temsil ettiğin için- mağrur tutman gereklidir. Lâkin bu hususta Mihri kardeşinizin fikri şudur: Bu kadar sözler söyler- bu kadar güzel şiirler söyler -o hâlde her kadın gibi- o kamil ve akıllıdır.
İşinin ehli bir kadın yeğlenmelidir işinin ehli olmayan bin erkeğe. Zihni açık, zeki bir kadın yeğlenmelidir bin anlayışsız erkeğe.”
Nevruz baharın müjdecisi, Türklerin önem verdiği bayram günlerindendir. Şehzade Ahmet yine bir nevruz vesilesi ile övülmekte:
Gerçi eyyâmında nevrûzuñ çemen sultânıdur
Lîk fahr eyler k´ola bezmüñde hizmetkâr gül
“Gerçi gül Nevruz gününde çemenin sultanıdır amma, senin meclisinde hizmetkarlıktan şeref duyar.”
Şehzade Ahmet ömrünün baharındadır ve her türlü övgüye lâyık bir konumdadır. Babasının gözdesi olması da ayrıca şaire ilham vermektedir.
Mihri Amasya’da baharlar yaşamış, fakat yazlar görüp meyvesini veremeden göçmüş talihsiz bir şairedir. O, güzel ve alımlı bir kadın olmasına rağmen büyük ihtimalle kadınlara mahsus hastalıklardan dolayı hiç evlenememiş ve dışarıda baharın gül gül geldiğini gördükçe şöyle haykırmak zorunda kalmıştır:
Degmedüm bir güle bu tali’i yok başumı gör
Tutaram bunca zaman oldı ki gülzar eteğin
“Bunca yıldır gülzar eteğini tuttuğum hâlde (Gül bahçesi yetiştirmeye çalıştığım halde). Değmedim bir güle şu talihsiz başıma bak.”
Talihli olduğu iki husus ise: Canı kadar sevdiği iki şehzadenin – Bayezid ve Ahmed- hep bahar misali güzel günlerini görmüş, acı sonlarına şahit olmamış olması ve hayat felsefesini ilim ve iman üzerine kurarak hem dünya hem de ahiretini kazanmış olmasıdır. Bakınız bu hususlarla ilgili divanında hangi ipuçları var?
Devrin ünlü şair ve musiki-şinaslarından Makami ona diyor ki:
Bag-ı hüsnüñdeki şeftâlülerüñ oldı erik
Dimedüm mi anı vaktinde iken saklama sat
Bir zaman idi ki sen cânı derâgûş idenüñ
Gündüzi ´ıyd olur idi gicesi Kadr u Berât
Şimdi bir hâldesüń kim ilenen düşmenine
Dir ki Mihrî gibi hüsnüńe irişsün âfât
Ger mezârına güzar eyleyesin işidesin
Mihri Mihrî diyü çagırdugını anda nebât
Ey Mihri, güzellik bağında şeftalilerin erik oldu. Sana, “Onları saklama vaktinde sat.” demedim mi? Öyle zamanların vardı ki seni saranın gündüzü bayram olurdu, gecesi Kadir ve Berat.
Şimdi öyle bir haldesin ki herkes düşmanına şöyle hitap ediyor: “Mihri gibi senin güzelliğine de afat erişsin.”” Eğer onun mezarına uğrarsan işitirsin ki orada otlar dahi Mihri Mihri diye ağlaşırlar.
İşte hayat felsefesi:
Şöyle teşhis eyledüm Mihrî cihanuñ lezzetin
İlm ile savm u salat imiş kalanı hiç imiş **
Ey Mihri, cihanın lezzetini şöyle teşhis ettim: ilim ile ibadetler… gerisi hiç imiş.
Amasya’da bir kelebek ömrü kadar güzel ve kısa bir bahar yaşayan Mihri her Amasya baharında sevgi saygı ve hayretle anılsa yeridir. [1]
[1] Hakverdioğlu, Metin, Mihri Hatun Divanı Edisyon-Kritik, Yüksek Lisans tezi. Ankara, 1997
Mazmunun en iyi tanımı Ali Nihat Tarlan tarafından yapılmıştır : “Bir şeyi , o şeyin vasıflarını veya o şeyi çağrıştıracak (tedai ettirecek) kelime ve kavramları zikrederek bir ibarenin içinde gizlemektir”
Mazmun beyit veya dörtlük içinde sakalmış gizli söz, kavram veya varlık ismi demektir. Şiiri okuyan bu mazmuna vakıf olduğu anda şiir onun için daha bir çekici olacaktır.
Osmanlı Müellifleri : Bursalı Mehmet Tahir de bu konularda adı geçen önemli bir isimdir.
Temel mazmun kitabımız Ahmet Talat Onay’ın “Divan Şiirinde Mazmun” kitabıdır.Bu konda kafa yoran kişiler sırayla Ali Nihat Tarlan , Mehmet Çavuşoğlu, Mine Mengi, İskender Pala’dır.
ÖNEMLİ MAKALELER:
İskender Pala’nın “ Mazmunun Mazmunu” adlı Dergahtaki yazısı bu konuda hayli doyurucudur. 1993 Dergah
Mehmet Çavuşoğlu: “Mazmun” Türk Dili C.48 sayı: 388,89, 1984
Mazmun kesinlikle bir istiare değildir, hüsn-i ta’lil hiç değildir. Şiirdeki manadır diyenler yanılmaktadır. İham veya tevriye veya telmih de olamaz mazmun, mazmun kendi başına orijinal bir sanattır.
Kamus Tercümesinde “tazmin bu kelimeden türetilmiştir ve bir nesneyi bir zarf içre koymaktır.” Zımmul kitap: kitabın içi
Mehmed Salahi (Kamus-ı Osmani) nükteli ,cinaslı, sanatlı söz demektir.
Nükte nedir: dikkatle anlaşılabilen ince ,dakik manadır ( Yeni Türk Lügati- Ali Sedat Bey) demek ki gizlilik esastır mazmunda.
Ahmet Vefik Paşa( Lehce-yi Osmani) : zımmen söylenmiş misal, cinaslı söz.
Remzi Lügati: Bir mana-yı hafiyi mutazammın olan kelama denir.
Şemseddin Sami(Kamus-ı Türki) mana ,meal, mefhum. Nükteli ve cinaslı söz.
Mustafa Nihat Özön: Edebiyat ve Tenkit Sözlüğü: Mazmun genel olarak anlam demektir.
Namık Kemal’e göre manadır
Abdül Baki Gölpınarlı’ya göre de , manadır.
Muallim Naci: Istılahatı Edebiye: mana, meal, anafikir
Kamus – ı Türki —Şemseddin Sami
Kamus-ül Alam— Mütercim Asım -Farsça Türkçe
Yeni Tarama Sözlüğü—TDK
Derleme Sözlüğü
Divan Şiiri Şairler Sözlüğü — M. İsen
Lügat-i Naci- Muallim Naci
İskender Pala —Divan Edebiyatı Sözlüğü
Concordance : Hadis kaynagımız, içinde 8büyük hadis kitabının bilgileri var.
Mecelletün-Nisab: ayetlerle ilgili kaynağımız. Fihrist
Mehmet Salahi: Kamus-ı Osmani
Ahmet Vefik Paşa: Lehce-yi Osmani
Remzi Lügati
Mustafa Nihat Özön : Edebiyat ve Tenkit Sözlüğü
Muallım Naci: Istılahat-ı Edebiyye.
MAZMUN İLE İLGİLİ KAYNAKÇA
Mine Mengi: Divan Şiiri Yazıları- akçağ
Çavuşoğlu, Mehmet (1984) “Mazmûn” , Türk Dili ,(388-89), 189,205.
İpekten, Haluk(1883), “Divan Şiirinde Mazmûnlar” , Atatürk Üniversitesi S.B. Enstitüsü Dergisi, (1), 9-13.
Mengi, Mine(1992), “Mazmûn Üzerine Düşünceler”, Dergãh ,III: 34,10-11
Mengi , Mine (2000) , “Divan Şiir Dilindeki Mana,Mazmun ,Nükte Kelimler” Divan Şiiri Yazıları, Ankara ,30-44.
Mengi ,Mine (2000) , “Mazmun Üzerine Düşünceler” , Divan Şiiri Yazıları, Ankara, 45-61.
Onay , Ahmet Talat(1992) , Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar,hz. Cemal Kurnaz, Ankara.
Pala, İskender(1993), “Mazmunun MAZmunu”, Dergah, (35).
Tarlan, Ali Nihat(1981) , Edebiyat Meseleleri , İstanbul.
Tarlan, Ali Nihat( 1985) Fuzuli Divanı Şerhi , I-III, İstanbul.
Uçar, Şahin (1996) , “Varlığın Ma’nã ve Mazmûnu Hakkında Mülãkat” , Yeni Şafak.
Mazmûn
“Bir cümlenin , bir mısraın , bir deyimin içerdiği ve onlardan herkesin anladığı hakikī ve mecazī mãnã.”
Altı çizili kısım mazmunun asıl ilkesi olan gizliliğe ters düşüyor .Bu yüzden bu tanım hatalıdır.
“Asıl mãnãnın yanında bir isme, bir atasözüne , bir olaya telmih.”
Bu tanımda da telmih ve lügaz ile bir mazmun birlikteliği veya aynılığı hissediliyor. Lügaz da ünlü birisim saklıdır, oysa mazmunda herhangi bir varlık, mumu, güneş, çiçek, yara … anlamı gizlenmiş olabilir. Telmih ise ayrı bir edebi sanattır. Dolayısıyla bu tanımda eksik ve yanıştır.
“Bir şeyi , o şeyin vasıflarını veya o şeyi çağrıştıracak kelime ve kavramları zikrederek bir ibarenin içinde gizlemek.”
En doğru tanım budur ve bu Ali Nihat Tarlan’ın tanımıdır .Anahtar sözleri veriyor , cevabı gizliyor.
Peki Mazmundan Ne Anlamış Şairler ?
Hattunun afet_i can oldugını bildürdün demektir ki vukuf
Lutf kıldun ki meni vakıf_ı mazmun itdün (Fuzuli) gizlidir ve herkes anlayamaz
Açıldı gonca tumarı vü ma’lum oldı mazmunı gizli sırrı tomara sarılmış
Budur kim fevt kılmam mevsim_i gül_gunı (Fuzuli) sihri helal var Mazmun iki mısrada
da anlamlı
Eşit derd_i dilüm efsane_i Mecnuna meyl itme
Kim ol efsaneden hem anlanan mutlak bu mazmundur (Fuzuli) gizli dert mazmun=
mana
Ezel katibleri ‘uşşak bahtın kare yazmışlar
Bu mazmun ile hat ol safha_i ruhsare yazmışlar (Fuzuli) iham-ı tenãsüb var -hikmet
(Katipler) mana
Görse bir şahid_i mazmun ile beytim Mani
Nakz iderdi utanup Çinde beytü’s_sanemi (Yenişehirli Belığ) şahid = güzel nakz=
Kırmak mazmun burada mana- gizli mana=nakş
Teveccüh itmez idüm şi’re Nabiya bu kadar
Beyan_ı sırr_ı hikem olmayaydı mazmunı hikmetin sırrı= mazmun= gizli
Kameti bir mısra’_ı ber_ceste_i na_yabdur na-yab = bulunmaz boyu mısra
Şive_i çeşmanı Ferri anda hoş mazmundur göz gizli dildir. Mazmun = anlam
Şi’rüm imza itdi gördi lafz_u ma’namı havas mazmunu has demek özel ve gizli
Sabit oldı olduğu her beytinün mazmunı has demektir.
Açılmasın gül_i mazmun sarır hame muhal mazmun (mana gelmeli ki kalem oynasın
Sabih bülbüle hep nale itdürgen gül olur
Ol güşeler ki çeşm_i füsun_sazı gösterür en güzel beytte anlam gizlidir.
Mazmun_ı ‘işve ma’nı_i şeh_beyt_i nazdur (Tıflı)
Bikr_i hayali şahıd_i ma’naya ‘akd idüp şiirde akla gelmedik hayal ve bilinmeyen
Oldı Sabih gevher_i mazmun cihazumuz mazmun gerekir cevher gibi gizli
Came_i nazm içre her bir taze mazmunum Sabih Sabih’in mazmunları o kadar taze ki
Farkı yok im’an olınsa şuh_ı endek_saleden şiir elbisesi giyince hep çocuk gibi durur
Mısra’ı ber_ceste_i bala_yı mevzunun şeha boy gölge ikilemi iki mısra olmuş
Eylemiş mazmun_ı sayen şah_beyt_i intihab (Sakıb dede)
Harf harf eser-i ‘ışka yüzin sürmez idi mıstar= satır çizgisi
Aşina olmasa mazmunına mıstar didigün (Sakıb Dede) aşina gizli zıtlığı
Eylemem mazmunına Cibrili mahrem Na’ilı Sevgilinin sırrını Cebrail bile duymadı
Gamzeler kim fitneden ifşa-yı raz eyler bana mi’raçta peyg. İki kaş arası sırrını hatırla
Burada mazmun –mi’ractır
Gazel_i Nabi üstada getürdün Sabit
Zımn_ı ma’nada bu mazmunları temsil gibi zımn-ı mana: gizli mana= mazmun
Birinün namı kalem biri varakbiri devat
Biri ma’na biri mazmun biri hüsn_i ta’bir (Nabı)
Mazmun çalmak eshel idi neyleyüm Sabih
Turmaz kitab_ı ruyını canan açar kapar fal bakmak- kitap açmak- gizlice
Gör ne sayyad_ı kemend_endaz_ı i’cazum Sabih
Sayd olur ahu_yı mazmun deşt_i ma’nadan bana mana çölünde mazmun ahusu avlama gizliyi aramak
Sakı-i kilk-i terüm şã’irleri itdi Sabīh
Bezm-i ma’nãda mey-i mazmûn-ı rengīnümle mest
Feyz-i ezelī tã-be-ebed dilde Sabīhã
Ãsar-ı tecellī-i mezãmīne sebebdür
Sabīh īhãm u mazmûn u nikãt-ı nazmı terk it kim
Degüldür tab’-ı ‘ãlem dikkat-i eş’ãrdan mahzûz
Sabīhã tãr u pûd-ı nükte vü mazmûndan nazmum
Tokınmış kãrgãh-ı dilde maňnen bir kumãş olmış
ÖRNEKLER
Bu cism-i nizãr üzre döküp jãle-i eşki
Çün rişte-i cãn gevher-i ma’nãda nihãnız (Neşãtī) mum mazmunu
Dün Fuzûlī ãrızun görgeç revãn tapşurdı(verdi) cãn arızın(güneş ) doğdu ,mum söndü
Lãf idüp dirdi ki cãnum var amãnet-dar imiş mum sönme mazmunu
Ey Fuzûlī kıldı cãnum riştesin pür-pīç-ü tãb
Bir perīveş dil-berüň sevdã-yı zülf-i pür-hamı mum mazmunu
Rişte-i cãnum yiter it pür-girīh
Salma ser-i zülf-i semen-sãya tãb tab :kıvrım (mumun ipinin kıvrımı)
Riştedür cismüm ki devr-i çarh virmiş tãb aňa parlak: sirab
Merdüm-i çeşmüm düzer her dem dür-i sīrãb aňa (Fuzûlī) mum mazmunu
Şeb-i hicrãn yanar cãnum töker kan çeşm-i giryãnum
Uyarur halkı efgãnum kara bahtum uyanmaz mı (Fuzûli) mum mazmunu
Bir igne itdi meni za’f riştem ol kandur mum mazmunu
Ki muttasıl tökilür çeşm-i hûn feşãnumdan (Fuzûlī)
Edã-yı şükr-i hadengüňdür ol sadã ki çıhar mum mazmunu
Zamãn zamãn tökilen katre katre kanumdan (Fuzûlī)
Yandurup eczã-yı terkībüm külüm virsem yile
Yoh yoluňdan dönmegüm varum senüňdür cüz’ü kül
Rãz-ı derûnı taşraya salmak revã degül raz-ı derun: gizlisır
Budur günãhı kim asılur muttasıl ceres (Fuzûlī) ceres: çan Hallac-ı Mansur
Pelãs-pãre-i rindī be-dûş u kãse be-kef
Zekãt-ı mey virilür bir diyãre dek giderüz (Nã’ilī) derviş mazmunu olabilir
Vãdīleri rīg u şīşe-i gam
Kumlar sagışınca hüzn ü mãtem (Şeyh Gãlib)
Şīşe-i çeşmüm yoluň kumıyla ey sengīn göňül
Pür idüpbir gün bu nev’ile geçürem sã’atüm (Hayãlī) kum saati mazmunu
Rig-i harem-i Ka’be-i kûyuňla habībüm
Tolaydı gözüm şīşeleri kanı o sã’at (Selīkī) kum saati
Gözümüz şīşeleri izi tozından pür olup kum saati
Acep ol günlere ãhī ire mi sã’atümüz
Şafak-gûn kan içinde dãgını seyr eyler ãşıklar
Güneşde zerre görmezler felekde ayı bilmezler (Hayãlī) ah mazmunu ah : ilah
Menüm tek hīç kim zãr u perīşãn olmasun yã Rab
Esīr-i derd-i ‘ışk u dãg-ı hicrãn olmasun yã Rab (Fuzûlī) dağ= ah= ilah
Nisãr-ı şefkatüňdür kim olur izhãr-ı hamdüň çün inci mazmunu nisar= hediye
Fuzûlī tīre-tab’ından kelãm-ı cãn-fezã peydã tire-tab: karanlık baskısı
İzüň tozını tartarsam n’ola gözümle yollarda inci mazmunu, terazi-göz- iki gözlü
Efendüm cevherin kadrin bilene göz terãzûdur (Ahī) inci tozu göze iyidir.
Geh var didi dehãnuňa agyãr gãh yok yüzük oyunu mazmunu mühür kimde
Ol hãtem oldı dīv-i Süleymãn oyuncagı (Necãtī) ise Süleyman odur. Div= şeytan
Süleyma’nın yüzüğünü şeytan bir kez çalar.
Saçlaruňdan isteyem dirdüm bu göňlüm hãtemin yüzük oyunu mazmunu
Güldüğüňden korkaram agzuňda pinhãn olmasun (Ahmed Paşa) mimik taklidi bu oyunda
Bãzīçe-i nãzda harekãt-ı nigãhdan yüzük oyunu mazmunu
Bildüm ki hãtem-i dil-i meyyãl sendedür (Cem’ī)sevgilinin aşkı öyleki orada herşey kaybolur
Hem-ãgûşī-i fincãn-ı arakdan kaçmaz ammã kim yüzük oyunu mazmunu: fincan, kaçmak,
Nigīn-i la’lin ol bãzīçeyi ahşam içün saklar (Nedīm) nigin=yüzük, bazice, ahşam
Aradum hãtem-i dil bende yok ammã bilmem hatem: yüzük oyunu
Dest-i zülfüňde mi la’lüňde mi sende midür (Tayyibī)
Dil gird-i leb-i la’l-i şeker-hãda bulındı hatem: yüzük oyunu
Hãtem arar ol sohbet-i havãda bulındı (Kãmī)
Güm-geştedür hayãl-i leb-i la’li dīdede hatem: yüzük oyunu
Mesnevi şerhleri:
Sarı Abdullah Şerhi
Ankaravī Şerhi
Gölpınarlı Şerhi
Bursalı İsmail Hakkı Şerhi
Farsça kelimedir. Farsça’dan dilimize geçmiştir.
Türk Ansiklopedisi EskiTürk Edebiyatı Maddesi: okunacak.
Kamus – ı Türki —Şemseddin Sami
Kamus-ül Alam— Mütercim Asım -Farsça Türkçe
Yeni Tarama Sözlüğü—TDK
Derleme Sözlüğü
Divan Şiiri Şairler Sözlüğü — M. İsen
Lügat-i Naci- Muallim Naci
İskender Pala —Divan Edebiyatı Sözlüğü
Concordance : Hadis kaynagımız, içinde 8büyük hadis kitabının bilgileri var.
Mecelletün-Nisab: ayetlerle ilgili kaynağımız. Fihrist
Mehmet Salahi: Kamus-ı Osmani
Ahmet Vefik Paşa: Lehce-yi Osmani
Remzi Lügati
Mustafa Nihat Özön : Edebiyat ve Tenkit Sözlüğü
Mesnevi kökü : senav gibidir . Çünkü i’lalli bir kelime olduğu için sondaki ye vav olarak ortaya çıkar.
14. yüzyıl mesnevi yüzyılıdır.
Dini içerikli mesnevilerin başında Mevlana Mesnevisi gelir. Onun önemli şerhleri şunlardır.
Gölpınarlı Şerhi, Ankaravi Şerhi , Abidin Paşa Şerhi, Bursalı İsmail Hakkı Şerhi bunlar birbiri ile mukayese edilebilir.
Mukayesede kaynağı nedir? Nasıl anlaşılmış? Nasıl tercüme edilmiş?soruları önemlidir.
Mukayeseli Edebiyat : Hasibe Mazıoğlu
Ahmet Sevgi: Molla Cami -Kırk Hadis
Türk Edebiyatında Mesnevi : Fahir İz
Mesnevi-Ahmet Ateş (çalışmaları meşhur)
Mesnevi: Süheyl Ünver
Fahir İZ: Eski Türk Edebiyatında Nazım 2
ALİ CANİP YÖNTEM –Mevlana’nın Mesnevisi üzerine s. 86
KUTADGU BİLİG: EN ÖNEMLİ VE İLK TÜRK MESNEVİSİ , SİYASETNAMESİ.
Üç nüshası vardır: Fergane—– Mısır—-Viyana Nüshaları … Viyana Nüshası Uygur harfleri iledir. Bu da 4 yüz yıl sonra dahi Uygur Alfabesinin terk edilmediğini ve kültürün canlılığına bir işarettir. ( BU ESERİ FİŞLE)
KUTADGU BİLİGDE DEVLET TEŞKİLATI: REŞAT GENÇ
AMİL ÇELEBİOĞLU: E.T.E. ÜZERİNE MAKALELER.: 13-15. yüzyıllarda Mesnevilerde Mevlana Tesiri.
NASİHAT NAME ÇİZGİSİ ÖNEMLİDİR… NABİ- HAYRİYE; LÜTFİ… LÜTFİYYE…
Türkiyat Mecmuası: son sayı: Nasihat nameler- Mahmut Kaplan133.s
Garipname adlı eserin transkripli halini bulursan al . Ama çok paran olmalı.
İLK TÜRKÇE MESNEVİ:
KUTADGU BİLİG- YUSUF HAS HACİP SİYASET NAME
GARİP NAME
Garip-name ünlü bir mesnevidir. Aşık Paşa’nın eseridir. 10 babdır. Mürettepdir. Mevlana mesnevisi gibi karışık ve iç içe değildir. Her bab 10 destana ayrılmıştır. Mükemmel bir eserdir. Her bab bir konuyu içine alır.
Garipname’deki ilk bab Osmanlıdaki birlik fikrinin de kaynaklığını teşkil eder. Çakmak hikayesi olarak anlatılır. Çakmak eskiden kav- çakmak taşı ve taşdan yararlanılarak elde edilirdi. Bu üçünden bir tanesi eksik olunca ateş yanmaz. Birlik fikri buradan hasıl olur .
Aşık Paşa ilk Türkçüdür. Eserinde Türkçe’ye ters düşen terkipler mevcut değildir. Bu yüzyıl terkipsiz ve güzel bir Türkçe kullanmada yarışan , Arapça ve Farsça kelime kullanmaktan kaçınan ünlü mesnevicilerin asrıdır. (14. yy ) Bu iş zordur ama devrin alimleri buna talip olmuşlardır. Bunun temel sebebi de Beylikler Dönemindeki Türkçe yazma ve yazdırma isteğidir. Beyler kendi halkı ile daha yakın olmak için bunu teşvik etmişlerdir.
Keşke bu iz takip edilseydi.
Garip namede Mesnevi tesiri söz konusudur. Hatta bazı hikayeler aynen alınmıştır. “üzüm” hikayesi buna örnektir. Eskiler bir hikayeyi başkası kullandı diye kullanmazlık etmezlerdi. Hatta bunu saygı vesilesi sayarlardı.
Bu “üzüm” hikayesinde Arap, Türk ve Fars aynı maddeyi almak ister ama farklı ifade eder. Yani insanlar aynı şeyi ister ama farklı ifade ederler.
Metod şu: Konu veriliyor, kıssa anlatılıyor, hisse çıkarılıyor.
Mukayeseli edebiyat için ilginç bir konu Garipnamede Mesnevi etkisi.
Çift Kaharamanlı Aşk Hikayeleri
Süheyl-i Nevbahar, Mesut bin Ahmed’in pek göze çarpmamış ama çok değerli bir eserdir. Dehri Diçin kütüphanesindeki yazma en eski nüshasından oğlu Cem Dilçin tarafından Doktora tezi olarak çalışıldı.
Hangi kitabın tercümesi olduğu belli değildir. Ama Garip name gibi o devrin terkipsiz öz Türkçe taraftarı bir eserdir. Arapça ve Farsça terkiplerden arınmıştır.
Bu yolda Türkçeci olarak Gülşehri, Aşık Paşa , Mesut bin Ahmet sıralanabilir.
Bu eserin giriş kısmı okunmalıdır. 14. yy mesneviciliği ele alınmış. Sebeb-i telif ve Hatime kısmı ilginç açıklamalara yer veriyor. Özellikle dil ile ilgili olarak şu noktalara değiniyor Ahmet bin Mesut: 5450…. beytler
- 1. Türk dili mesnevi yazmak için geniş imkanlı değil dar imkanlara sahiptir.
- 2. Türkçe ile bir fikri ifade etmek zordur.
- 3. vezin sıkıntısı Arapça ve Farsça kullanmadığın zaman had safhadadır.
- 4. Kavramları ifadede kelime bulmak zordur.
- 5. Türkçe , Arapça ve Farsça ile temelde farklıdır.
- 6. Bu eser pek iyi olmadı ama Türkçe için bu sıkıntıya değer.
- 7. Alim birisi görse , bu adam hiç terkip ve tertip bilmez mi der ama ne yapayım. Bu sebepten kakır(kızar) ve onu rekik ( tutuk – kekememsi) bulur.*** bu beyt yorumlanmalıdır. Ömer Seyfettinden yıllar önce terkipsiz dil önerisi.
- 8. İlk bin beytini yeğenim yazdı ben yaklaşık 6000 beyt olarak tamamladım.
- 9. Asıl adını Kenzü’l Bedâ’i koydum ama halk ona Süheylü Nevbahar diyebilir.
HURŞİD NAME – ŞEYHOĞLU MUSTAFA
Bir aşk hikayesi olmasından çok dil yönünden GARİPNAME ye benzemesi ile önem kazanır. Aşık Paşa ile paralel bir dilde sadelik ve terkipsizlik anlayışı mevcuttur.
Hoca Mesut- Aşık Paşa- Gülşehri- Şeyhoğlu Mustafa === Türkçeciler
İstanbul Yazma Divanlar Katologu önemlidir. Elinde bulunmalı.
Erzurum Ünv. Agah Sırrı Levent Kütüphanesi orada pek çok eser mevcut.
Milli Kütüphanede filmler var. (Divanların) Gerektiğinde ara…
“Kelamın Yüceliği” adlı bir yazı yaz. Suret ve musikiden daha üstün olduğunu ele al. Kelam- resim- müzik.
Nurullah Ataç’tan oku…
Divanlardan “söz- suhan” redifli şiirler ara…
Gül ü Mül mesnevisini oku…
Şerh-i Cezire-yi Mesnevi—- Şeyh Galip- Turgut Karabey-Erzurum
Gülzar-ı Esrar- Abdurrahman Naci
ÇİFT KAHRAMANLI MESNEVİLER
VAMIK U AZRA- LAMİ – Gönül Ayan
HÜSN Ü AŞK – ŞEYH GALİP -Hüseyin Ayan
YUSUF U ZÜLEYHA – ŞEYYAD HAMZA- 17.YY
HÜSREV Ü ŞİRİN – KUTUP 14.YY
CEMŞİD Ü HURŞİD- AHMEDİ 15.YY
HURŞİD- NAME – ŞEYHOĞLU S.MUSTAFA Hüseyin Ayan 14.YY
SÜHEYL Ü NEVBAHAR- HOCA MESUTCem Dilçin 14.YY
LEYLA VÜ MECNUN – EDİRNELİ ŞAHİDİ 15.YY
ETHEM Ü HÜMA- …
VARKA VÜ GÜLŞAH-
VİS Ü RAMİN –
ŞAH U GEDA –
MİHR Ü MAH –
MİHR Ü VEFA-
MİHR Ü MÜŞTERİ –
HÜMA VÜ HÜMAYUN –
GÜL Ü HÜSREV-
FERRUH U GÜLRUH-
GÜL Ü BÜLBÜL-
CENK DESTANLARI
İSKENDER NAME –AHMEDİ
GAZAVAT NAME-SELİM GİRAY
DÜSTUR NAME- ENVERİ
KUTUPNAME- UZUN FİRDEVSİ
DİNİ TASAVVUFİ MESNEVİLER
MESNEVİ- MEVLANA-Amil Çelebioğlu
GARİPNAME- AŞIK PAŞA –Kemal Yavuz
MEVLİD- SÜLEYMAN ÇELEBİ
HİLYE- HAKANİ
MUHAMMEDİYE-YAZICIOĞLU MEHMET-Amil Çelebioğlu
DİDAKTİK MESNEVİLER
HAYRİYE- NABİ
LÜTFİYE- SÜMBÜL ZADE VEHBİ
KIYAFET NAME – HAMDİ
HEVES NAME- TACİZADE CAFER ÇELEBİ
TUHFE- SÜMBÜLZADE VEHBİ
ŞERENGİZLER
ŞEHRENGİZ-İ EDİRNE – BURSA KONYA…
Bu dersin ilk ve en önemli el altı kitabı sözlüklerdir. Birinci elden bilgiye bu sözlüklerle ulaşılır.
En önemli sözlüğümüz, H.Kazım Kadri’nin “Büyük Türk Lügatı”dır Kelimelerin pek çok mecazi ve değişik anlamı bu lügatte bulunur.
Dilin zenginliği mecaz, deyim ve ata sözlerinden gelir. Türkçe’de bu daha bir önemlidir. Şerh için günümüzde o kelimenin manası yanında dün ne anlamalara geldiği de önemlidir.
Edebiyatçı kelimelerle uğraşır ,malzemesi odur. O halde şerhte kelime en önemli unsurdur.
Büyük Türk Lügatine nasıl bakarız: kelimenin Arapça’daki üç temel harfi bulunur. Bu harflerden ilki alfabetik olarak aranır. Müştakı olan aranan kelime bulunur…
Yani: mekteb kelimesi için “kef” “te” “be” den kef’e bakılır bunun içinden müştakı olan mekteb bulunur.
Bu sözlük dört cilttir. (alınmalı) ilk iki cilt eski yazı son iki cilt yeni yazıdır.
Kamus Tercümesi: Mütercim Asım , Arapça Türkçe bir sözlük . Sözlük konsunda mükemmel bir yere sahiptir. İçinde çok geniş hususlar yer alır. Kimi zaman bir hikaye, kimi zaman bir kıssa…ayrıca sade dillidir.
Kelimelerin terkibi iştikaki sülasidir. Üçlü köke dayanır. Yalnız bunda kökün son harfi “bab” oluşturur ilk önce o aranır; sonra ilk harfi fasıl oluşturur, ona bakılır. Yani ; müslüman kelimesinin üçlü kökü -“s l m” dir ,o halde “mim” babının “sin” faslına bakmalıyız.
Diğer sözlükler:
Kamus – ı Türki —Şemseddin Sami*
Kamus-ül Alam— Mütercim Asım -Farsça Türkçe
Yeni Tarama Sözlüğü—TDK *
Derleme Sözlüğü
Divan Şiiri Şairler Sözlüğü — M. İsen*
Lügat-i Naci- Muallim Naci
İskender Pala —Divan Edebiyatı Sözlüğü*
Concordance : Hadis kaynagımız, içinde 8büyük hadis kitabının bilgileri var.
Mecelletün-Nisab: ayetlerle ilgili kaynağımız. Fihrist
Metodumuz sefayı al , kederi bırak olmalı; çünki hayatta aksi halde bir gelişme olamaz. Ya hep ya hiç demek en kötü yoldur ,her şeyin bir güzel yönü vardır , o halde onu alıp diğer yönünü bırakalım.
Mevlana bir denizdir, hemen içilmez onu arıt , biraz uğraş, biraz çabala; Yunus bir ırmak , hemen iç içebildiğin kadar.
Amil Çelebioğlu yumuşak mizaçlıydı , Orhan Şaik Gökyay sert mizaçlıydı. İkisi de gereklidir. Arı gibi her çiçekten bir şeyler almayı bilmeliyiz. Bilgi birbirini çağrıştırır, nerede ne zaman , ne bulacağımızı bilemeyiz. Bir yazma eser içinde başka bir eser de bulunabilir. Mecmu’a-yı Eş’arlara dikkat etmeli. Amasya kütüphanesi bu anlamda büyük bir hazinedir.
***Ahmet Sevgi: Molla Cami -Kırk Hadis
Ahmet Vefik Paşa: Lehce-yi Osmani
Concordance : Hadis kaynağımız, içinde 8büyük hadis kitabının bilgileri var.
Derleme Sözlüğü
Divan Şiiri Şairler Söz
FAHİR İZ –TÜRK EDEBİYATINDA NESİR-NAZIM
İskender Pala —Divan Edebiyatı Sözlüğü
İskender Pala’nın “ Mazmunun Mazmunu”. 1993 Dergah
Kamus – ı Türki —Şemseddin Sami
Kamus-ül Alam— Mütercim Asım -Farsça Türkçe
Lügat-i Naci- Muallim Naci
Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü — M. İsen
Mecelletün-Nisab: ayetlerle ilgili kaynağımız. Fihrist
Mehmet Çavuşoğlu: “Mazmun” Türk Dili C.48 sayı: 388,89, 1984
Mehmet Salahi: Kamus-ı Osmani
Mukayeseli Edebiyat : Hasibe Mazıoğlu
Mustafa Nihat Özön : Edebiyat ve Tenkit Sözl
Remzi Lügati
Nejat Sefercioğlu :Nev’i Divanı Tahlili
TÜRK DİLİ DİVAN ŞİİRİ ÖZEL SAYISI ALINACAK.
TÜRK EDEBİYATI ANSİKLOPEDİSİ
Türk Edebiyatında Mesnevi : Fahir İz
Yeni Tarama Sözlüğü—TDK
Gölpınarlı Şerhi, Ankaravi Şerhi ,
Abidin Paşa Şerhi,
Bursalı İsmail Hakkı Şerhi
DİVANLARLA İLGİLİ KAYNAKÇA :
**Ali Nihat Tarlan : Şeyhi Divanı Edisyon kritik
Ahmet Paşa Divanı “ “ Akçağ — MEB
Necati Beg Divanı “ “ Akçağ — MEB
Zati Divanı “ “ (1000 gazel)
**Fuzuli Divanı Şerhi Ank.
Hayali Beg Divanı Edisyon Kritik İÜ. Yay
Şeyh Galip Hayatı- Şiirleri
**Mehmet Çavuşoğlu: İslam Ansiklopedisi “Baki”Maddesi TDV
Yahya Beg Divanı’ndan Seçmeler KTB
**Hayali Beg Divanı’ndan Seçmeler “
Necati Beg Divanı Tahlili MEB
Necati Beg Divanı’ndan Seçmeler Tercüman
Hayreti Divanı Edisyon Kritik
Divanlar Arasında ********************
Abdülbaki Gölpınarlı: Fuzuli İst.
Baki İst.
Naili-i Kadim İst.
Nedim Divanı İst.
Şeyh Galib Divanı’ndan Seçmeler MEB
Şeyh Galip Hayatı – Şiirleri Varlık
Abdülkadir Karahan: Nabi TKB -İslam Ans.
Nef’i Divanı’ndan Seçmeler İst. Ünv. İslam Ans.
Fuzuli Muhiti- Hayatı – Şahsiyeti TKB
Tunca Kortantamer: Ahmedi Divanı
İsmail Ünver : Neşati TKB
**Nejat Sefercioğlu : **Nev’i Divanı Tahlili
Hüseyin Yorulmaz: Divan Edebiyatında Nabi Ekolü Akçağ
Mine Mengi: Nabi
Haluk İpekten: Fuzuli Hayatı Sanatı Eserleri Akçağ
Baki , Hayatı, Sanatı, Eserleri Akçağ
Naili Divanı Edisyon Kritik İst. Ve Akçağ Naili TKB
Şeyh Galip, Hayatı , Sanatı , Eserleri Akçağ
Hasibe Mazıoğlu: Nedim TKB
Fuzuli Divanından Seçmeler TKB
Nedim’in Divan Şiirine Getirdiği Yenilikler Akçağ
**Cemal Kurnaz: Şeyhi Divanı Edisyon Krıtik Akçağ
Osmanlı Şairleri- Muallim Naci MEB
**Hayali Beg Divanı Tahlili Akçağ
**Harun Tolasa: **Ahmet Paşanın Şiir Dünyası Ank.
Ali Alparslan : Ahmed Paşa TKB
Şeyh Galib TKB
Hüseyin Ayan: Nesimi Divanı Akçağ
Nahid Aybet: Fuzulide Maddi Kültür TKB
**Kenan Akyüz: *Fuzuli Divanı Akçağ
Agah Sırrı Levent: Türk Edebiyatında Şehrengizler
( Yahya Beg-Neşati Zati)
Divan Edebiyatı
Sabahaddin Küçük: Baki Divanı Tenkitli Basım TDK
Baki Divanından Seçmeler TKB
Faruk K. Timurtaş: Baki Divanından Seçmeler Ank.
Muhsin Kalkımış: Şeyh Galib Divanı Akçağ
Tahir Olgun : Bakiye Dair İst.
Rekin Ertem: Yahya Divanı Akçağ
*Metin Akar: **Su Kasidesi Şerhi Diyanet
**Sudī- Vehbī-Sururī-Konevī: **Hafız Divanı Şerhi yazma
GENEL KAYNAKÇA:
Mine Mengi: Eski Türk edebiyatı Tarihi Akçağ
Nihat Sami Banarlı: RTET MEB
Muallim Naci: Osmanlı Şairleri TDK
Halil Erdoğan Cengiz: Divan Şiiri Antolojisi Bilgi
“ “ “ : Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi
Dergah: Büyük Türk Klasikleri
Fuat Köprülü: Divan Edebiyatı Antolojisi
Türk Edebiyatı Tarihi
Mustafa İsen: Acıyı Bal Eylemek Akçağ
Atilla Özkırımlı: Türk Edebiyatı Ansiklopedisi
İskender Pala: Divan Şiiri Antolojisi
Fahir İz: Türk Edebiyatında Nazım Akçağ
Saadettin Nusret: Türk Şairleri
İslam Ans.
Türk Ans.
RAMAZANİYELER, Methiyeler, Hicviyeler diğer önemli türlerdir.
Türler ve şekiller hakkında bibliyografya :
Gazel: Ahmet Ateş
Divan Şiirinde Gazel: Cem Dilçin
Kaside: F Krenkow
Kaside: Mehmet Çavuşoğlu
Divan Şiirinde Musammatlar .:Halil Erdoğan Cengiz
Mesnevi : İsmail Ünver
Müstezat : Mehmet Deligönül
Şarkı : Yılmaz Öztuna
Tuyug : Fuat Köprülü
Divan Edebiyatı : Ömer Faruk Akün ( İslam Ans.)
Örneklerle Türk Şiir Bilgisi : Cem Dilçin
Türk Edebiyatında Nazım : Hikmet İlaydın
Ansiklopedik Divan Sözlüğü : İskender Pala
Türk Edebiyatında Mazmunlar : A. Talat Onay
Istılahat-ı Edebiye : Mualim Naci
Divan Edebiyatı : Agah Sırrı Levent
Fahir İz : Eski Türk Edebiyatında Nazım
8.11.2001
YAZI FİKRİ: Hafız’ın birinci beytinin divan edebiyatına etkileri: Bilig8/kış99 daki yazı örnektir.
YAZI FİKRİ: Bilginin manzumeleştirilmesinin yararı nedir? Manzum bir tezkire tanıt.
BİR YAZI YAZARKEN YÜZYIL ÖZELLİKLERİNİ İYİ BİR HOCAYI ÖRNEK ALARAK ÇIKART.
HAFIZ NAME: İranlı bir yazarın . Terimler sayfalarca açıklanmış. Farsça. Seçme gazeller var.
THE GAZAL OF HAFIZ: İtalya’da basılmış. İngilizce. İndeks kısmı çok iyi. Her kelimenin indeksi yapılmış. Meselã vefã kelimesi nerelerde nasıl geçiyor.
Hafız Divanında Ayet , Hadis ve Kelam-ı Kibarlar Türkiye’de basılmış bir kitap ara.
KEŞFÜZZÜNUN: KATİP ÇELEBİ: Bu kitabı bulursan kaçırma. 2cilt, iki de zeyli var.
Lisan-ı Gayb = Hafız Divanı diğer adı Bu kitapla fal bakıldığı için Falname de denir.
UNUTULMAZ MISRALAR:HİLMİ SOYKUT
AHMET PAŞANIN ŞİİR DÜNYASI: Harun Tolasa ara ,al.
Hafız Divanında Dizeler İndeksi : Yakup Şafak ara ,bul, al.
ESKİ TÜRK EDEBİYATI ÜZERİNE MAKALELER: AMİL ÇELEBİOĞLU ”Edebiyatımızada Mesnevi Tesiri” oku..
Necati’nin Şiirine Mihri’nin nazireleri… önce N.S. Banarlının nazire maddesini oku, araştır , yaz.
23.112001
rLš*²« ˆUJì ëÔ«d¦ uš²œ Âœ¬ rﻋ rš½ ÊbìUì« pL*½u½ —«Ë vÔdHì —b ‰Ë«
Ol ḳadar nefreti var göñlümüñ insandan kim
‘Aksim âdemdür deyü mir’âta nigâh eyleyemem
Şimdi bu beyti şerh etmek için ne yapmalı:
1- Bu beyt kimin olabilir? Nabi’nin olabilir. Niçin? Çünki hikemi bir tarzda yazılmış.
2- “eyleyemem” redifi ile divan taraması yapıp kolayca bulabiliriz şairini .Veya Unutulmaz mısralar adlı “UNUTULMAZ MISRALAR:HİLMİ SOYKUT” bu eserden bakarız.
3-Divana baktık ve şu beyt karşımıza çıktı:
Ḫalḳdan göñlümüñ ol mertebedür vaḥşeti kim
‘Aksim âdem diyü mir’ate nigâh eyleyemem
Şimdi bu farkın belirtilmesi gerekir. Aslını tahkik etmek her zaman bize bir kapı açar. İfade ilk yazıldığından daha yumuşak bir ahl almış.
4-Veznine bak. “feilâtün feilâtün feilâtün feilün”
5- Asli harfleri ile yaz- Transkripsiyonunu yap- ilk metni ara- vezni bul- kelimelere bak- sözlük kullan – ikinci anlamları kaçırma- Sözlükten, “Bildiğin kelimeye on defa, bilmediğine bir defa bak.”
6- Nefret: tiksinme , kerih görmek, ürkmek..
Vahşet: gam, gussa, halvet, yabanilik, vahşilik, ıssızlık, korku, dehşet, korkunç.
7- Bu günkü dile çevir.
a- Hiçbir ilave ve çıkarma yapmaksızın nesir cümlesi halina getirmek.
b-Yabancı kelimelerin anlamları verilerek ve terkipler çözülerek bu dile düzgün cümle halinde çevirmek.
a- Gönlümün insanlardan ol kadar nefreti var kim;Aksim âdem diyü mir’âta nigâh eyleyemem
b- İnsanlardan o kadar nefret ediyorum ki, aksim adam olduğu için aynaya bakamam.
Burada şair bunu bu gün söyleseydi nasıl ifade ederdi sorusuna cevap aranmalıdır.
Şu ana kadar şairin ne dediğini ortaya koyduk. Bundan sonra şerhe geçilecek. Şerhte kişinin kültürü ve beytten ne anlayabildiği önemlidir.
Beyt bir evdir, eve kapıdan girilir. O halde anahtar kelimeyi bul.
İlk anahtar kelime “insan”dır. Şairin beyitte girdiği hayal alemi keşfedilmeli. Onun ruh haline ulaşılmalıdır.
İnsanlardan niçin nefret ediyor?
Niçin insanlığından utanıyor?
Eşref-i mahlukat, Belhum- adal kavramları kavramları Kur’an’dan okkunmalıdır.
Kur’an ve Hadise bak. Müfehrese bak. Fihriste bak. Mücem’e bak.
Mevlana bu hususta ne demiş?
Yunus ne demiş?
İnsanlarla ilgili yazılar. Zulümler vahşetler…
Şeyh Galip’ten “Zübte-yi ‘âlemsin…” beyti alınmalı.
Dersin ilk emri: “ yazı çalışması yap ve yayınlat”
rš½ ÊbìUì« pL*½u½ —«Ë vÔdHì —b ‰Ë«
rLš*²« ˆUJì ëÔ«d¦ ušœ Âœ¬ rJ
Ol ḳadar nefreti var göñlümüñ insandan kim
Aksüm âdem deyü mir’âta nigâh eyleyemem
“feilâtün feilâtün feilâtün feilün”
Göñlümün insanlardan ol ḳadar nefreti var kim;’aksim âdem diyü mir’âta nigâh eyleyemem.
Nefret: tiksinme , kerih görmek, ürkmek..
Vahşet: gam, gussa, halvet, yabanilik, vahşilik, ıssızlık, korku, dehşet, korkunç.
‘Aks: Çarpma , urma , ziya veya bir suretin bir yere vurup dönmesi veya orada görünmesi ,yankılanma , ters ,żıd , ḫilâf , muġayir ,tersine.
İnsanlardan o kadar nefret ediyorum ki, aksim adam olduğu için aynaya bakamam.
Bu beytin Nâbȋ Divânında geçen şekli şöyledir:
Ḫalḳdan göñlümüñ ol mertebedür vaḥşeti kim
‘Aksim âdem diyü mir’ate nigâh eyleyemem*
İlk insan Hz. Adem yaratılırken melekler Allah (CC)’a “Yer yüzünde kan dökücü, bozgunculuk çıkarıcı birini mi yaratacaksın?” demişlerdi. Burada meleklerin daha yaratılmamış bir varlığın , kan dökücü ve bozgunculuk çıkarıcı olacağını biliyor gibi konuşmaları ilginçtir. Bu hususa şöyle bir açıklama getirilebilir : Dünyada insandan önce cinler yaşıyordu ve durmadan bozgunculuk çıkarıp kan döküyorlardı. Allah(CC) , bu tayifeyi dünyadan sürme işini cinlerin en ulusu İblis’e verir. İblis bu işte gösterdiği başarıdan övünerek gurura kapılır. Ve insan yaratıldığında ona secde etmek istemez. Melekler de bu olaylardan kıyasla Allah (CC)’a bu soruyu sorarlar. İnsan yaratıldıktan sonra da İblis, Allah (CC) tarafından verilen bir müddet zarfında insanları doğru yoldan çıkarmaya çalışmak, yani imtihanın “yanlış cevap” kısmı olmakla görevlendirilir.
Dünyada insanlar hak ve batıl olmak üzere iki yolda yürümektedir. İşte “hak yol” bozguncu ve kan dökücü olmama; “batıl yol” ise olmadık ve umulmadık kötülükleri yapamakta kendinde yetki görüp her türlü bogunculuğu yapma yoludur.
Burada bir önemli noktayı gözden kaçırmamak gerekir: Hikemȋ tarzın en büyük şairlerinden biri olan Nâbȋ , her kötü görünenin de kötü olmadığını yani, şer görünenin hayır, hayır görünenin şer olabileceğini bilir . Nitekim , Habȋb –i Neccar ,Yâsin Suresinde anlatılan kıssasında kendisine acıyarak bakan , hatta kendisinin başını vücudundan ayıranlara acımakta ve “ keşke kavmim Allah(CC)’ın bana ihsanından haberdar olsalardı.”mealinde sözler sarfetmektedir.
Biz , kötülükleri zahiren kötü olarak görürüz, tıpkı Hızır (AS)’ın Hz.Musa ile yolculuğunda yaptığı şeylerde olduğu gibi.
Oysa dünya, Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın :
Dime şu niçin şöyle
Yirincedir ol öyle
Bak sonuna sabreyle
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Buyurduğu gibidir. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir.
Şeyh Galib’in :
Hoşça bak zatına kim zübde-yi ‘âlemsin sen
Merdüm-i dȋde-yi ekvân olan âdemsin sen
dediği insan oğlu, bu imtihan dünyasında “hak” veya “batıl” yolun yolcusu olamakta hürdür ; ama birinde “ eşref-i mahlukat- zübde-i âlem” diğerinde “ belhüm adal- esfele’s-safilȋn” olmaktadır .
Hz.Mevlânâ’nın da “Eğer insan suretle insan olsaydı Ahmet’le Ebucehil müsâvi olurdu; Ruh, seni en yüksek göklere çıkarırken sen en aşağılıklara , su ve çamura doğru gittin; Ebu Müseylim’in lakabı yalancı olarak kaldı , Muhammed’e de akıllılar sahibi dendi;- Fena insanla aynı duruma düşmek… Kötüye kötülükle mukabele edersen aranda ne kalır.”gibi birer inci tanesi olan sözleri konuyu özetlemektedir aslında.
Yûnus’un iyi ile kötü ayrımı gayet net ve tüm insanlığa şâmildir:
Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil
Yol oldur ki doğru vara
Göz oldur ki Hakk’ı göre
Er oldur alçakta dura
Yüceden bakan göz değil.
Yukarıda söylediğimiz gibi şair her ne kadar insandan nefret etmekte ise de bunun hikmetini de gözden uzak tutamaz. İyinin anlaşılması için, kötü; artının olması için, eksi şarttır.
İyi ve kötü üzerine bu genel açıklama daima göz önünde bulundurulmak şartıyla şairin beytte bahsettiği nefretin kaynağını araştırmaya çalışalım. Acaba şairi insandan ve insanlığından bu kadar utandıran olaylar neler olabilir?
Urfalı Nabȋ’nin hayatına göz attığımızada onu insanlığından utandıracak üç durumdan söz etmemiz mümkün olur:
1- Nabi, bir ara Musahib Mustafa Paşa’nın kethudalığından azlini istemiş ve bu isteği kabul edilmiş. Bu yüksek makamından ayrılan Nabi’yi çok şaşırtan olaylar peşi peşi sıra gelmiş. Bir zamanlar önünde el pençe divan duranlar artık onu görese de selam vermemek için yollarını değişitirir olmuşlar. Eskiden dalkavukluk edenler şimdilerde dönüp yüzüne bakmamaktadırlar:
Bu durmunu “Kaside-yi Azliyye der Senâhânȋ -yi Musahib Mustafa Paşa” adlı şiirinde nefis, iğneleyice ve insanların sadece mevki sahiplerine , kendilerinden bir şey beklediklerine olan gösterişili ve riyâkârlıkla beslenmiş hürmet ve hayranlıkların nasıl küstahlığa dönüştüğünü canlı ve tesirli bir uslupla dile getirir.
Kanı kendü kulunam deyü perestişler iden **
Eylemez yolda düçar olsa bile redd-i selâm
Kani ol terk-i edeb deyü kuûd eylemeyen
Eylemez şimdi mecâlisde bulundukça kıyâm
Kanı gördükçe kemân-veş ham eden kametini
Zahm açar tȋr-sıfat şimdi sudur etse kelâm*
Şair o günlerde yaşadığı bu ve benzerȋ durumlardan dolayı insanlığından nefret getirip, aynaya dahi bakmaktan çekinmiştir, aksinin insan olduğunu görme ihtimali var diye. Aynı gazel***deki şu beyt de yakınları ile ilgili bir durumun habercisidir:
Düşer ibrâm –ı aḥibbâ ile yâ ġaflet ile
Yoḫsa ben ḳaṣd ile tedbȋr-i günâh eyleyemem
2- Bu hususta ikinci ve önemli bir ihtimal de , şairin Halep’te geçirdiği uzun yıllardan sonra İstanbul’a dönüşünde , kendisini akın akın ziyaret edenleri çekemeyen ve ağır sayılabilecek şu beyti yazan Osman-zade Tâib’in bu anlamsız, kırıcı hareketi olmuştur denebilir :
Hemşehrȋlerin tâ o kadar kesreti var kim **
Nâbȋnin evi şimdi Katır Hanına benzer
Bu zerafetten yoksun beyt Osman-zade Tâib’in çekemezliğini göstermesi yanında insalığında en süfli duygularından birini ortaya koyması ve muhatabını çok derinden ,hatta insalığından utandırcak kadar , yaralaması gayet mümkündür.
3- Nabi, bu beyti ile genel olarak Habil – Kabil mücâdelesinden , Nemrut –İbrahim, Firavun-Musâ , Ebu Cehil – Hz Muhammed … kadar tüm insanlığın doğru – eğri, hak-batıl, hoşgörü- tahammülsüzlük tarihinden ve bu tarih sayfalarındaki vahşet dolu sahneleri telmihle insalığından nefret ediyor olabilir.
“Mana şairin karnındadır.” diyen Arap atasözüne uyarak bu üç ihtimal şairi “nefret” ile “insanlık” kelimesini bir arada kullanacak kadar üzmüş diyebileceğimiz gibi , Somali,Bosna, Çeçenistan, Doğu Türkistan zulümlerine kadar da sözün çemberini genişletip bu güne de tıpa tıp uyan bir şablon beytle karşı karşıya olduğumuzu iddia edebiliriz. Mâlesef zulüm , dünyada payidar olamasa da özellikle Müslümanları hiç rahat bırakmamış ve insan olan herkesi insanlığından utandıran tablolar daima yaşanır olagelmiştir.
İnsanlık Hz.Ademden bugüne kadar iyi ile kötüyü atomundaki eksi ve artı gibi daima yanında taşımış, ondan bazen insalığından nefret edecek kadar bizâr olmuş bazen de bununda bir hikmeti vardır deyip sabretmiştir.
Metin Hakverdioğlu
Konya-2001
Kaynakça:
Gökdemir, Ayvaz, Yunus Emre-Güldeste, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara,1990.
Çelebioğlu,Amil, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara ,1988.
Karahan, Abdülkadir, Nabi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara , 1987.
İzbudak, Veled- haz. Abdülbaki Gölpınarlı, Mesnevi –Mevlâna , MEB Yayınları,İstanbul, 1990.
Bilkan, Ali Fuat, Nabȋ Dȋvânı , MEB. Yayınları, İstanbul, 1997.
Kur’an-ı Kerim Me’âli- Diyanet İşleri Başkanlığı.
Kortantamer, Tunca, Eski Türk Edebiyatı –Makaleler, Akçağ,Ankara,1993.
Şemseddin Sami, Kamûs-ı Türkȋ,Çağrı Yayınları,İstanbul,1999.
Büyük Türk Klasikleri, Ötüken –Söğüt,İstanbul,1985
* Bilkan, Ali Fuat, Nâbi Divanı , MEB Yayınları, İstanbul,1997.
* Hani senin kulunum diyerek -adeta- sana tapınır gibi olan , şimdi, yolda sana rastlasa selâmını bile almaz. Hani karşında edebe aykırı düşer diye düşünüp oturmayan ,şimdi, bulunduğu bir meclide ,toplantılarda , sen gelince ayağa dahi kalkmaz.
Hani seni gördükçe ,boyunu keman gibi eğen şimdi söz söylese, ok misali yara açar.
** Karahan, Abdülkadir, Nabi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara , 1987
*** Nabi Divanı, Gazel 512 , s.847