ŞAH-I NAKŞIBEND DİVANI

ŞAH-I NAKŞIBEND HAZRETLERİNİN DİVANI

ŞAH-I NAKŞIBEND HAZRETLERİNE AİT OLDUĞUNU DÜŞÜNDÜĞÜMÜZ ESER!

Divan-ı Şâh-ı Nakşıbend adlı eseri TBMM’nin Açık Kaynak (73-3900- 73-7865) adlı yayınından tespit etmiş durumdayız. Bu eserin herhangi bir yerde Latinize edilerek yayımlanmamış olaması büyük bir eksikliktir.

Divanın Edisyon Kritiği tarafımızdan yapılmış ve yayıma hazır hale getirilmiştir.

ilk Beyit:

Dilâ her derde dermândur şerî’at

Marız-i kalbe Lokmândur şerî’at

 

Son Beyit

Kavîdür hüccetün Nakşî yine hatm-i kelâm eyle

Bozar yokdur anun hükmin aceb çaldun bu çevgânı

 

ASLINDA HİÇ BİR KAYNAKTA  ŞAH BAHAÜDDİN NAKŞİBEND’İN ŞİİR YAZDIĞINA DAİR BİR EMARE YOKTUR ANCAK BU DİVAN, KONUYU BİRAZ DAHA ARAŞTIRMAMIZ GEREKTİĞİNİ ORTAYA KOYMAKTADIR.

DİVAN İLE İLGİLİ İKİ İHTİMAL VARDIR:

YA ŞAH-I NAKŞIBEND’İN BÖYLE BİR DİVANI VARDIR VE YENİ TESPİT EDİLMİŞTİR.

YA DA BAŞKA BİR ŞAİR (NAKŞÎ BİR ŞAİR) ONUN ADI İLE BİR DİVAN TERTİP ETMİŞTİR.

 

KİTABIMIZ YAYIMLANDIĞINDA BU KONUDAKİ TÜM GERÇEKLER ORTAYA ÇIKMIŞ OLACAKTIR.

 

 

Şah-ı Nakşibend (ks) Hazretleri kimdir?

Şah-ı Nakşibend (k.s) Hazretleri, miladî IX. Asır’dan itibaren, önemli bir ilim ve irfan merkezi haline gelen Mâveraünnehir Havzasında, Buhârâ şehrine dokuz (9) km. uzaklıktaki Kasr-ı Hindüvan (Kasr-ı Ârifan)’da dünyaya teşrif ettiler (h. 718; m. 1318). Asıl adı, Muhammed b. Muhammed Buhârî’dir.

 

Şah-ı Nakşibend (k.s) Hazretleri’nin doğduğu ve içinde büyüdüğü, sosyal ve siyasi şartlar; dinin aslına dönmeyi ve müslümanların tekrar eski düzenlerini kurmalarını gerektiren acziyet ve güçlüklerle dolu bir ortam oluşturmuştu.

 

Buhara, 1221’de Cengiz Han tarafından, ardından 1273’te ve son olarak da 1316’da, üç defa talan edilmiş, yakılmış ve hemen bütün ilmî eserler tahrib edilmiştir. Şehir bir daha o eski canlı günlerine hemen hemen hiçbir zaman kavuşamadı. Fakat müslüman halk, bir daha böyle musibetlerle karşılaşmamak için dinlerine sarılmayı da ihmal etmediler.

 

Nakşibend (k.s) Hazretleri, daha ilk çocukluk yıllarındayken, Hacegan Tarikati şeylerinden Muhammed Baba Semmâsî (k.s) (ölm. 740/1339) Hazretleri, müridleriyle beraber o köye gelmiş ve Muhammed Bahauddin’i manevî evlatlığına kabul etmiştir. Baba Semmâsî (kedilmektedir.

 

Hakikaten de Muhammed Bahauddin, Emir Külal (k.s) Hz.ne intisab etmiş, tarikat adabının öğrenilmesi, sohbet ve zikir telkinlerini ondan almıştır. Burada bir meseleyi açıklığa kavuşturmakta fayda var. Şah-ı Naksibend (k.s) Hz. zahiri terbiyesini Emir Külal (k.s) Hz. den almışsa da batınî-manevî terbiyeyi Abdulhalik Gücdevanî (k.s) Hz.den almıştır.

Abdulhalik Gücdevânî (ks) (ölm. 617/121) Hz. Hacegan Tarikati pirlerinden olup Şah-ı Naksibend Hz.ni rûhânî yolla irşad etmiştir. Bu rûhâniyet yoluyla terbiye usulüne, Veysel Karânî (k.s) Hz.ne izafeten ‘Üveysîlik yolu’ denilmektedir.

 

Nakşibend (k.s) Hz.nin intisab ettiği Hacegan Tarikatinde; mürid tek başına olduğunda hafî (gizli), toplu haldeyken cehrî (açıktan) zikir yapılıyordu. Fakat kendisi, Gücdevânî (k.s) Hz.nin manevî telkiniyle ‘hafî zikri’ tercih etmiştir.

 

Emir Külal (k.s) Hz.nden hilafet alan, Şah-ı Naksibend (k.s) Hz. daha sonra yedi (7) sene Mevlana Arif (k.s), oniki (12) sene de Halil Ata (k.s) Hz. ile sohbet ve arkadaşlık yapmıştır. Bu iki şeyh Yesevî tarikatine mensuptur. İki defa Hicaz’a gitmişler, ikinci seferinde bir müddet Merv’de oturduktan sonra Buhara’ya dönmüş ve ömrünün sonuna kadar burada ikamet etmiştir (ölm. 791/3 Mart 1389)

 

Nakşibendî Tarikati

Nakşibendî Tarikati, Bahâeddin Nakşibend (k.s) Hz.nin halifelerinden Alâeddin Attâr, Zâhîd Bedahşî ve Muhammed Parisâ tarafından, özellikle Yeseviyye Tarikati’nin yoğunlukta bulunduğu bölgelerde, çok büyük bir kitleye ulaştı. İmam-ı Rabbânî (k.s) (ölm. 1625) döneminde Hindîstan ve havalisine; Mevlana Halid Bağdâdî (ks) (ölm. 1826) zamanında da bütün Orta Doğu’ya yayıldı. Osmanlı Padişahları Nakşibendiliği himaye ettiler. Son Osmanlı Padişahı, Vahdettin Han’ın da Nakşî-Halidî.s) Hz.nin, müridî olan Emir Külal (k.s) Hz.ne hitaben ‘Bu erin terbiyesi sana aittir’ dediği rivayet  edilmektedir.

 

Emir Külal (k.s) Hz.nden hilafet alan, Şah-ı Naksibend (k.s) Hz. daha sonra yedi (7) sene Mevlana Arif (k.s), oniki (12) sene de Halil Ata (k.s) Hz. ile sohbet ve arkadaşlık yapmıştır. Bu iki şeyh Yesevî tarikatine mensuptur. İki defa Hicaz’a gitmişler, ikinci seferinde bir müddet Merv’de oturduktan sonra Buhara’ya dönmüş ve ömrünün sonuna kadar burada ikamet etmiştir (ölm. 791/3 Mart 1389)

 

Tasavvuf ve Tarikatler üzerine araştırmalarıyla tanınan ilim adamlarından -rahmetli- Selçuk Eraydın şöyle demektedir ‘Nakşî tarîkati, îtikadî sarsıntılara yol açacak fikir ve düşüncelere yer vermeyen mu’tedil bir tarîkattir. İslâm kültürüne, halk maârifine ve Anadolu birliğinin te’minine yaptığı hizmet büyük olmuştur.’ (age.,s.306)

 

Bu Tarikat-ı Aliyye’de yapılan her türlü davranış, söz ve latife Allah için olmalıdır. Yapılan amellerden ne dünyevî ne de uhrevî bir menfaat beklenmelidir. Bu âli maksada ise ancak, Rasûlüllah (s.a.v)’ın şeriatine uymak ve bid’atlardan kaçınmakla ulaşılabilir.

 

Bütün yasaklardan, mekruhlardan kendini korumak suretiyle, kalbî huzurun süreklilik kazanmasına çalışılmalıdır. Geçmişte işlemiş olduğu, günah, haram, hata ve kusurları için Tövbe-i Nasuh etmeli; bu gafleti gidermek için; kalbî râbıta ve zikirle meşgul olmalı kalbî ve aklî terakkîyi kazanmak için gayret gösterilmelidir. Zira, huzurun (ihsan) hasıl olması için bu saydıklarımızı uygulamak şarttır. Özet olarak, Âlî Nakşibendî Tarikati’nin hakikati, Allah-u Zülcelal’le sürekli olarak beraber olmaktır, huzurdur.

 

Nakşibendi Tarikati’nin Rükünleri

Bu yüce Tarikat’in rüknü (şartı); kalbi masiva’dan, yani Allah’dan başka her şeyden temizlemektir.

Sâdât-ı Kiram, müridler için dört rükûn tesbit etmişlerdir:

1. Vird (Günlük Ders): Bir günde, en az 5 bin (5000) defa ‘Allah’ Lafza-i Celalini kalben söylemek,

2. Mürşid Rabıtası: Akşam namazından sonra yapılır, (Ramazanda öğle namazından sonra yapılır.)

3. İmsaktan, güneş doğuncaya kadar ki vakti, zikirle değerlendirmek,

4. Teheccüt Namazı; İmsak’tan önce kalkıp, teheccüt namazı kılmak.

 

Nakşibendî Tarikati’nin İki Esası:

1. Peygamber (s.a.v)’e ittiba; İbadetlerde, adet ve davranışlarda O’na mutabaattır. Ne söylemiş, nasıl yapmış ise aynen yapmaktır. Bu uygulama, Ashab-ı Kiram’ın tabi olduğu tarikin aynısı ve aslıdır. Çünkü Ashab-ı Kiram, Rasûlü Ekrem (s.a.v) Efendimizin hal ve davranışlarına tam manasıyla mutabaat ediyordu. Öyle ki, O’nun oturduğu yerde oturuyor, ayakkabısını çıkardığı yerde çıkarıyor, özetle her türlü hal ve davranışlarını aynen uygulamaya büyük bir dikkat ve özen gösteriyorlardı.

Örnek olarak; Hz. Ömer (r.a) Kabe’yi tavaf ederken, Hacer’ül Esved’e şöyle sesleniyordu:

‘Ey Hacer’ül Esved! Biliyorum ki sen bir taşsın. Senin ne menfaatin, ne de bir zararın dokunur. Eğer ben, Hazret-i Peygamber (s.a.v)’in seni öptüğünü görmeseydim, ben de seni öpmezdim.’

 

2. Mürşid-i Kâmil’e muhabbet: Mürşid-i Kamile muhabbet müridin kemalatına vesiledir. Allah Dostları, Allah’a yakınlık elde ettiklerinden ve Rasûlüllah’ın ahlakıyla ahlaklandıkları için onlara duyulan muhabbet Allah içindir. Allah için bir zatı sevmek de kişiyi Allah tarafından sevilmeye götürür.

Bu yazı Ebced, KARİKATÜR, Makalelerim, Moleküler Edebiyat, Şiirlerim kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.