ŞİİRLERİM

Yeşilce’m
Bu akşam Amasya’ya yağmur yağdı Yeşilce’m
Kaldırımlar ıslak, medeniyet görmüş yerlerde
Bulutlar kaplamış dört yanı;
Ne ay ne yıldızlar seçilmez.
Bu akşam Amasya’ya yağmur yağdı Yeşilce’m

Bozuldu yaz mevsiminin kurak tılsımı
Ilık nefes gibi şimdi camlarda yağmur.
Çocuklar umut dolu harflerle camlarda
Boşuna yazdıkları her harf, umudun temsilcisi.
Büyüklerse karanlık gözlerle camlarda
Kederden çektikleri her nefes
Efkarın temsilcisi.

Bu akşam Amasya’ya yağmur yağdı Yeşilce’m
Yorgun lambalarının aydınlattığı sokakta
Köpekler bile yok artık.
Bense elimde hiç olmayan resmin,
Bir şiirin deltasında
Dalıyorum engin denizlere
Denizler boğuluyor gözyaşlarımın içinde
Dağlar eriyor feryadıyla gönlümün
Gözlerim ferini şoktan söndürmüş.
Yalnız dilim kaldı kepenklerini kapatmayan
Ve bir de elim.
Günlerdir dilim yaz der,
Ben, kaydederim.

Bu akşam Amasya’ya yağmur yağdı Yeşilce’m
Seni kaybedişimin ardından yağan ilk yağmur.
Biraz acemi, biraz korkak!
Bana değmekten çekinir gibi her bir tanesi.
Bu yüzden artık içime işlemiyor,
Artık üşütmüyor ruhumu, taşırmıyor gönlümün nehrini.
Oysa yerle bir olsa da âfâkım
İmkansız gibi gelse de sana kavuşmak,
Hala umut çiçeğim var umuda muhtaç.
Gel gör ki yağmurlar bile kaçıyor benden.
Ne yana baksam, geceler ve kahreden yalnızlığım.
Gözyaşlarım bile kaçarcasına düşüyor
Gözlerimse çaresiz, hep yanı başımda
Benim sana bağlanışım gibi,
Bir tohumun toprağa kök salışı gibi.

Bu akşam Amasya’ya yağmur yağdı Yeşilce’m
Değişen bir şey yok aslında
Hayat yine bildiğin gibi;
Yine ocaklar yanıyor, yine ocaklar sönüyor.
Korsan şarkılar yine hoş geliyor kulağa
Ve otobüsler yine geç geliyor durağa.
Erkek adama ağlamak yine ayıp sayılıyor;
Gel gör ki benim canım
Bağıra bağıra, salya sümük ağlamak çekiyor!

Bu akşam Amasya’ya yağmur yağdı Yeşilce’m
Bakma,
Bakma böyle konuştuğuma kendimde değilim.
Beni sarhoş eden hep bu şarkılar,
Ah bu şarkıların gözü kör olsun!

Ama artık söz, onların hepsini rafa kaldırdım.
Hepsini yırttım,
Bana hiç vermediğin resminle.
Seni unuttum inan, inan…
Ve bu şiiri sana,
Seni unuttuğum zaman yazdım.

İlhan Cesur

Hazır ol vaktinde Nemçe kralı
Yer götürmez asker ile geliyor
Patriklerin inmiş tahttan diyorlar
Bir halife kalmış o da geliyor

Yetmiş bin var siyah postal giyecek
Seksen bin var Allah Allah diyecek
Doksan bin var tatlı cana kıyacak
Yüz bini de Tatar Han’dan geliyor

Gelen Ahmet Paşa’m kendidir kendi
Altmış bin dal-kılıç küsuru cündi
Kaçma kafir kaçma ölümün şimdi
Hacı Bektaş Veli kalkmış geliyor

Şevketli efendim Sultanım vezir
Altmış bin kılıçla yanında hazır
Deryalar üstünde boz atlı Hızır
Benli Boz’a binmiş o da geliyor

Karac’oğlan der ki burda durulmaz
Güleç yüze, tatlı söze doyulmaz
Gökteki yıldızdan çoktur sayılmaz
Yedi iklim dört köşeden geliyor

Karacaoğlan

TUZSUZ’A ÖZLEM

 

Bir yıl daha geçti bak

Papatyalar göçtü bak

Gidemedim köyüme

Yine bahar kaçtı bak

Ömrüm gelip geçti bak

 

Çiğdemleri dermedim

Kuzuları görmedim

Postum yere sermedim

Yine bahar kaçtı bak

Ömrüm gelip geçti bak

 

Leylekleri döndü mü

Yağmurları dindi mi

Sobaları söndü mü

Yine bahar kaçtı bak

Ömrüm gelip geçti bak

 

Turan Ağa kaştadır

Şimdi hayli yaştadır

Motorları iştedir

Yine bahar kaçtı bak

Ömrüm gelip geçti bak

 

Gölde birikir sular

Gider tarlayı sular

Sabri Dayı at yular

Yine bahar kaçtı bak

Ömrüm gelip geçti bak

 

Necat’dayım öldü mü

Köy Tepesi soldu mu

Şimdi böyle oldu mu

Yine bahar kaçtı bak

Ömrüm gelip geçti bak

 

Hamın nene fırını

Gılik yerdi torunu

Düşünmezdik yarını

Yine bahar kaçtı bak

Ömrüm gelip geçti bak

 

Bekçitepe yeşildir

Güneş ışıl ışıldır

Her insanı asildir

Yine bahar kaçtı bak

Ömrüm gelip geçti bak

 

Türk’ü Kürd’ü Yörüğü

Hep bir evin direği

Yufka olur yüreği

Yine bahar kaçtı bak

Ömrüm gelip geçti bak

 

Tuzsuz adın olsa ne

Meyvelerin şahane

Çiçeklendin mi yine

Yine bahar kaçtı bak

Ömrüm gelip geçti bak

Papatyalar göçtü bak

Özlem biz biçti bak

 

 

Metin köyün kaçmadı

Henüz vakit geçmedi

Ecel seni seçmedi

Yine bahar gelir hak

Ömür fırsat verir kalk

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

TÜRK MARŞI

Doğudan batıya bir şanlı akın

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

Bilmeden suçlama atanı sakın

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

 

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

Türk oğlu Türk’üz biz durmasın akın

 

Altay’dan Tuna’ya akan bir seliz

Rahmetler taşıyan kutlu bir yeliz

Mazluma açılan müşfik bir eliz

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

 

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

Türk oğlu Türk’üz biz durmasın akın

 

İslam’ın nurunda kalpleri yunmuş

Sazının telinde sevdası onmuş

Atının üstünde dağ gibi donmuş

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

 

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

Türk oğlu Türk’üz biz durmasın akın

 

Hüdâ’nın elinde hakkın kılıcı

Zalimin evine korku salıcı

Mazlumu her yerde kardeş bilici

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

 

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

Türk oğlu Türk’üz biz durmasın akın

 

Analarla dolu ana yurdumuz

Evliya diyarı bizim ordumuz

Yolumuz çiziyor bak bozkurdumuz

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

 

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

Türk oğlu Türk’üz biz durmasın akın

 

Gökkubbe çadırım güneş bayrağım

Her yüce şehide uçmag burağım

Türk İslam ülkümdür Turan durağım

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

 

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

Türk oğlu Türk’üz biz durmasın akın

 

Dünyaya nizamı biz vermedik mi

İslam’ı yaymaya söz vermedik mi

Ağlayan yetime diz vermedik mi

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

 

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

Türk oğlu Türk’üz biz durmasın akın

 

Metinî Türklüğü anlayan anlar

Gelecek bilirim o eski günler

Bir şanlı şafakta son bulur kinler

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

 

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

Türk oğlu Türk’üz biz durmasın akın

 

 

 

 

AKADEMİSYEN MANİFESTOSU

(Biz münevverler olarak söz veririz ki,)
Biz,
Görmeyenlere göz,
Duymayanlara söz,
Gülümseyen bir yüz,
Üşüyen kalplere yaz,
Çıkılmayan dağlara iz,
Duran çarklara hız,
Çıplak kalana bez,
Ağlayan garibe diz,
İlim yolunda hız,
Düşman için giz,
Millet için biz,
Olacağız.
Biz,
Hainler için sur.
Türklük için gurur,
Atalar için onur,
Öğrencimizle mağrur,
Musa’nun çıktığı Tur,
İsa’nın yoğurduğu hamur,
Süleyman’ın yolundaki mur,
Peygamberimin alnındaki nur,
Olacağız.
Biliyoruz ki,
Biz olmazsak,
Atomu bölemezdi insan,
Damarda sıhhatle akmazdı kan,
Duygular kalplerde bulmazdı can,
Fikirler uçuşmazdı her an,
Belki de okunmazdı Kur’an,
Viran olurdu bu dünya, viran,

Bulamazdın güzelliği inan,

Bilinmezdi ne can ne de canan,
Olamazdı Yavuz’a râm cihan,
Gezemezdi Kanuni’de o kan,
Veremezdi Atatürk’e vatan,
Türk’e nasip olamazdı bu şan.
Diyoruz ki,
Bizim,
Kopar belki ama eğilmez başımız,
Cübbemizde düğme kabul etmez kumaşımız,
Ademle birdir ilim yaşımız,
Cennete çevirmektir memleketi düşümüz,
Hak ve adalet dağıtmaktır işimiz,
İlim yolunda çatılmaz hiç kaşımız,
Türk oğlu Türk’e dönüştürür aşı’mız,

Hainlere yaman olur kışımız,
Dostlarına sevgi dolu içimiz ve dışımız,
Kim yerse helalinden aşımız,
Kapımız açıktır yoktur asla şaşımız,

Biz olmasak diyoruz,
Nasıl yetişecek bahçemizde gül,
Nasıl öpülecek saygı ile el,
Nasıl şakıyacak bilgi ile dil,
Nasıl enerjiye dönüşecek yel,
Nasıl nameleri döktürecek tel,
Nasıl barış dolu olur her il,
Nasıl insan olur şu kupkuru kil,
Nasıl kardeş olur sağ ile sol,
Nasıl nizam-ı âleme bulunur yol,
Nerde bulunacak ibadetli kul,
Nerde bulunacak harcanacak pul,
Nerde bulunacak huzurumuz bol,
Nasıl Türk’e denir gel de baş ol.
Biz olmalıyız,
Çünkü,
Biz,
Görmeyenlere göz,
Duymayanlara söz,
Gülümseyen bir yüz,
Üşüyen kalplere yaz,
Çıkılmayan dağlara iz,
Duran çarklara hız,
Çıplak kalana bez,
Ağlayan garibime diz,
İlim yolunda hız,
Düşman için giz,
Millet için biz,
olacağız.
Biz münevver olacağız.
Metin HAKVERDİOĞLU

(Hocam Nejat SEFERCİOĞLU’ndan mülhem)

AZERBAYCAN MİLLETVEKİLİ GANİRE PAŞAYEVA’DAN “TÜRKİYEM!” ŞİİRİ

“ Ganire Paşayeva: “Ben ki aşığım senin, baharına, yazına… / Seni niçin bu kadar sevdiğini soruyorlar, Uzak diyarlardan gelen kızına: / Oysa “Aşkın sebebi sorulmaz”, / Aşk sebepsiz sevdadır” / Diyor, Bizim Yunus! / Sorulmasın bana artık bu soru, Çünkü sen Türkiye’msin! / Vatansın! Vatan! / Bense çılgın bir Türk’üm, / Gökalp’in ruhunu yüreğinde taşıyan Ve Vatanı Turan olan…” „

(Neden Türkiye’yle bu kadar ilgilenirsiniz, nereden bu sevda diye merak içinde soranları, size ne Türkiye’den kendi Vatanınızla ilgilensenize diye yazan bazı insanları okumaya çağırıyoruz. Sorularının cevaplarını bulacaklar)

TÜRKİYEM!

Seni niçin bu kadar sevdiğimi soruyorlar,

Uzak diyarlardan gelen kızına:

– Bu sevginin kaynağı ne?

– Neden?

– Kimsin sen?

– Sen nere, bu topraklar nere?

“Aşkın sebebi sorulmaz”,

Diyorum yüz bin kere…

Çünkü ruhum yüzyıllar önce

Gönül vermiş bir türküye

“Sen benimsin, ben de senin”,

Türkiye!

Ahlat’ta mezar taşları tanırlar beni…

Malazgirt’e Alparslan’la geldim ben,

Vatan kılmak için bu güzel yurdu,

Her fetihte yeniden

Dirildim ve öldüm ben…

Hani ferman buyurmuştu

Karamanoğlu Mehmet Bey:

“Şimdiden geri kimse,

Türk dilinden özge söz söylemeye!”

Bu kutlu fermanı ilk duyan benim!

Divanda dergâhta, çarşı-pazarda

Sevinç ile yayan benim!

Ertuğrul Gazi’nin yol yoldaşıyım

Birlikte fetheyledik, bu yurt yerini…

Osman Gazi’yle diz çöküp huzuruna,

Dinledik Şeyh Edebali’nin öğütlerini…

Orhan Beyle birlikte yürüdüm Diyar-ı Rum’a,

Kılıç yoldaşımdır Hüdavendigar!

Sorsalar, elbette anlatacaktır,

Bursa’da, ulu cami avlusundaki çınar…

Karadan gemiler indirdim, Sultan Fatih’le

Değimli ki, cihan, cihangire dar?

Bayrağı dikti Ulubatlı Hasan, biz yürüdük ardından…

Sorsanız, hisarlarda taşlar anlatır size:

İstanbul’un surlarında kanım var!

Sevinçlerim kadar acılar da yaşadım,

Vatan bildiğim bu topraklarda…

Bazen yüzümüze gülmedi devir,

Tersine de döndü, feleğin çarkı,

Kıyasıya vuruşurken, iki cihangir…

Bir tarafta Emir Timur,

Bir tarafta Yıldırım…

O günden beri öksüz Kerkük,

O günden beri yetim Kırım!

Kaç kez kan ile doldu,

Kardeş kavgasını durdursun diye

Tanrı’ya açılan elim…

Ama sığamadılar bu yeryüzüne

Şah İsmail ve Sultan Selim…

Kardeşin kardeşle vuruştuğu gün;

“Durun!

Türk’e Türk’ten özge yanan bulunmaz!

Kardeş kavgasında kazanan olmaz!”

Diye feryadı arşa dayanan bendim…

Çubuk Ovasına akan kanlar da,

Çaldıran’a düşen canlar da benim…

Üç yüz yılda döndüm, Viyana önlerinden.

Vuruştum boğazda yedi düvele karşı…

“Çanakkale içinde vurdular beni”,

Bir gonca gül iken derdiler beni…

Şimdi Gelibolu’da,

“Bir ölür, bin doğarız!” diye seslenen,

İsimsiz şehidin baş taşı benim…

Oğulsuz anaların, dul gelinlerin

Gözyaşı benim…

Sarıkamış’ta bedeni donan,

Yemen’de susuzluktan ciğeri yanan

Ve bir cepheden bir cepheye savrulan

Ölmez Türk benim!

İstiklal savaşına koştuk, sonradan,

Atatürk’ün yanındaydım her zaman!

Küllerinden yenden doğan bir milletin

Evladıyım ben…

Vatanın ufkunu sarınca melal

Akif’in dizesiyle, dirildim yeni baştan

Haykırdım bütün dünyaya:

“Hakkıdır Hakka tapan milletimin İstiklal!”

Türkiye’m!

Ben senden hiç gitmedim ki!

Ezelden ebede seninleyim ben.

Uğrunda öldüğün Vatan, terk edilir mi?

Ölesiye sevdiğin Vatandan gidilir mi?

Senin nasıl sevdim, bir bilebilsen…

Güneşe vurgun ayçiçekleri,

Denize âşık martılar gibi…

Ben seni,

Kıyıya sevdalı dalgalar

Yağmura hasret sahralar gibi sevdim.

Bağlanıp kaldı ruhum bir tek sözüne,

Sahibinden ayrılmayan bir gölge gibi

Yıllar yılı yüz sürdüm ayak izine!

Ben seni nasıl bekledim, bir bilebilsen…

Üstadın dediği gibi:

“Hastanın sabahı, mezarın ölüyü,

Şeytan’ın günahı beklediği kadar”…

Ve ben, bendeki seni bekledim her an!

Kimsesiz evin, hiç gelmeyecek sahibini beklediği gibi…

Ben seni ölümüne sevdim, Türkiye!

Dudakta kalan son nağme,

Gözde donan son damla

Ve bir “Ah!” kadar!

Nasıl özledim seni, bir bilebilsen

Bebeğin anne sütünü,

Annenin evlat kokusunu

Üşüyen ellerin sıcacık bir ocağı

Özlediği kadar…

İçimde kanatlanan ve büyüdükçe büyüyen

Bir özlemim var…

Ben ki aşığım senin, baharına, yazına…

Seni niçin bu kadar sevdiğini soruyorlar,

Uzak diyarlardan gelen kızına:

Oysa “Aşkın sebebi sorulmaz”,

Aşk sebepsiz sevdadır”

Diyor, Bizim Yunus!

Sorulmasın bana artık bu soru,

Çünkü sen Türkiye’msin!

Vatansın! Vatan!

Bense çılgın bir Türk’üm,

Gökalp’in ruhunu yüreğinde taşıyan

Ve Vatanı Turan olan…

Canım Türkiye’m! Sen bensin,

Ayağına taş değse, benim ciğerim yanar.

Sen gönlümde umutsun, kalbimde ince sızı,

“Sevemez kimse seni benim sevdiğim kadar!”

İmza: Kardeşin Azerbaycan’ın, sana sevdalı kızı…

(Ganire Paşayeva)

 

Ne Sünniyiz ne Şii

 

Her bühtandan ayrıyız, hiç demedik gayrıyız;
Doğru yoldan yürürüz, bir muhlis ins ü cânız
Kim ki bize gül atar, hâr olur bize batar;
Kalbinde tek aşk yatar, bir hâlis âşıkânız.
Gelmedik davâ için, gülmedik dünyâ için;
Sevmedik kübrâ için, bir âciz garîbânız.
Allah’adır arzımız, kullara yok sözümüz;
Hakk’a döndük yüzümüz, bir garip zâhidânız.
Şirvan ilden göçsek de, Amasya’yı seçsek de;
Bu dünyâdan geçsek de, bir fânî dervişânız
Hamza Nigârî sözün, inci mercandır özün;
Hakk’a dönmüşdür yüzün, bir ârif şâirânız.
Metinî sen vâris ol Nigârî tek hâlis ol

Gel ilmine hâris ol bir tuhaf câhilânız

 

Allah’ı Muhammed’i âlî seven dostânız
Ne Sünnî’yiz ne Şiî, bir hâlis Müslümânız.

 

 

 

YA RASULALLAH

 

Gül bahçemiz ol da gül koklat bize

Güldür yüzümüzü yâ Rasulallah

Gülmedi bahtımız vâh hâlimize

Dindir sızımızı yâ Rasulallah

 

Ruyâmızda olsun gel bir kerecik

Ümmetin yaşını sil bir kerecik

Çok kırsak da seni gül bir kerecik

Döndür yüzümüzü yâ Rasulallah

 

Gül bahçenin bekçisiydik bir zaman

Halifeydik adalettik şaşmayan

Türk’ten dilenirdi kâfir el-amân

Göster izimizi yâ Rasulallah

 

Şimdi esen yeller sanki veremli

Güller solmuş bahçıvanlar elemli

Ümmetine küffar olmuş keremli

Açtır gözümüzü yâ Rasulallah

 

Kuşlar uçar Medine’ne konarlar

Âşıkların için için yanarlar

Yaralarım oluk oluk kanarlar

Buldur özümüzü yâ Rasulallah

 

Ne olur bir devir gelse yeniden

Ümmetin Türk ile gülse yeniden

Bir şafak vaktinde hemen âniden

Harlat közümüzü yâ Rasulallah

 

Metinî güllerin hasıdır Nebi

Ümmetin gülüdür Hakkın habîbi

Şefaat gününün gerçek sahibi

Çok et azımızı yâ Rasulallah

 

 

Buldur özümüzü yâ Rasulallah

Döndür yüzümüzü yâ Rasulallah

Harlat közümüzü yâ Rasulallah

Açtır gözümüzü yâ Rasulallah

Dindir sızımızı yâ Rasulallah

Güldür yüzümüzü yâ Rasulallah

 

 

 

ŞİRVANLI

Şirvanlı derlerdi benim aslıma
Şirvan’ı unuttuk Kür’ü unuttuk
Bak şanlı Müselman denmiş neslime
Selamı unuttuk piri unuttuk

Allah’a sığındık Şirvan’dan çıktık
Ermeni zulmünden usandık bıktık
Şanlı bir hicretle bentleri yıktık
Zalimi unuttuk zoru unuttuk

İsmail Şirvani sönmeyen çıra
Mir Hamza Nigari gark oldu nura
Bilmedik kadrini üflendi sura
Âlimi unuttuk nuru unuttuk

Gözlerde kalmamış bir damlacık yaş
Gönüller kapkatı san misal-i taş
Ne oldu düşmanla yemezdik biz aş
Moskof’u unuttuk Çar’ı unuttuk

Anadolum bizi bağrına bastı
Zalimin ipini kökünden kesti
Nisyanın rüzgarı sonra bir esti
Anayı unuttuk yarı unuttuk

Hazar Hazar diye atardı kalpler
Kazak’tan Bakü’ye akardı alpler
Nuri Paşa geldi kaçıştı kelpler
Vefayı unuttuk kârı unuttuk

Metinî Türk oğlu Türk olmak güzel
Şirvanlı, Azerî ırk olmak güzel
Yalnız taş olunmaz kırk olmak güzel
Yokluğu unuttuk varı unuttuk

 

 

 

NİGÂRÎ

 

Yıllar yılı aşk oduyla yan gayrı

Dünya bağı aşk bitirir san gayrı

Kıyamete son adımdır son gayrı

Gel gör bizi hal neyledi Nigârî

Çöz bu sırrı bir daha gel çöz heri

 

Sen Nigâr’ı ruyalarda ararsın

Nigâr deyip aşk çölüne yürürsün

Şimdi gelsen aşk nasılmış görürsün

Gel gör bizi hal neyledi Nigârî

Çöz bu sırrı bir daha gel çöz heri

 

Erkekler mi kadınlar mı karıştı

Kız erkeği sokaklarda sarıştı

Müslümanlar buna nasıl alıştı

Gel gör bizi hal neyledi Nigârî

Çöz bu sırrı bir daha gel çöz heri

 

Ağlasam hâlime gözde yaşım yok

Dağlara vuracak dertli başım yok

Helalden yenecek tatlı aşım yok

Gel gör bizi hal neyledi Nigârî

Çöz bu sırrı bir daha gel çöz heri

 

Torunların seni bilmez oldular

Bilenlerin saçın başın yoldular

Hüseyinler şimdi Mervan oldular

Gel gör bizi hal neyledi Nigârî

Çöz bu sırrı bir daha gel çöz heri

 

Aşk deyince hep kadına yandılar

Allah aşkı bir hevestir sandılar

Şeytanlara böyle nasıl kandılar

Gel gör bizi hal neyledi Nigârî

Çöz bu sırrı bir daha gel çöz heri

 

Nigâr Nigâr diye gezdin dağları

Nur eyledin sahraları bağları

Şu dünyada değiştirdin çağları

Gel gör bizi hal neyledi Nigârî

Çöz bu sırrı bir daha gel çöz heri

 

Şimdi esen yeller bile veremli

Mecnun  Şirin Şirin şimdi Keremli

Aşk geziyor diyarları elemli

Gel gör bizi hal neyledi Nigârî

Çöz bu sırrı bir daha gel çöz heri

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

TUZSUZ’A ÖZLEM

 

Bir yıl daha geçti bak

Papatyalar göçtü bak

Gidemedim köyüme

Yine bahar kaçtı bak

Ömrüm gelip geçti bak

 

Çiğdemleri dermedim

Kuzuları görmedim

Postum yere sermedim

Yine bahar kaçtı bak

Ömrüm gelip geçti bak

 

Leylekleri döndü mü

Yağmurları dindi mi

Sobaları söndü mü

Yine bahar kaçtı bak

Ömrüm gelip geçti bak

 

Turan Ağa kaştadır

Şimdi hayli yaştadır

Motorları iştedir

Yine bahar kaçtı bak

Ömrüm gelip geçti bak

 

Gölde birikir sular

Gider tarlayı sular

Sabri Dayı at yular

Yine bahar kaçtı bak

Ömrüm gelip geçti bak

 

Necat’dayım öldü mü

Köy Tepesi soldu mu

Şimdi böyle oldu mu

Yine bahar kaçtı bak

Ömrüm gelip geçti bak

 

Hanım nene fırını

Gılik yerdi torunu

Düşünmezdik yarını

Yine bahar kaçtı bak

Ömrüm gelip geçti bak

 

Bekçitepe yeşildir

Güneş ışıl ışıldır

Her insanı asildir

Yine bahar kaçtı bak

Ömrüm gelip geçti bak

 

Türk’ü Kürd’ü Yörüğü

Hep bir evin direği

Yufka olur yüreği

Yine bahar kaçtı bak

Ömrüm gelip geçti bak

 

Tuzsuz adın olsa ne

Meyvelerin şahane

Çiçeklendin mi yine

Yine bahar kaçtı bak

Ömrüm gelip geçti bak

 

Papatyalar göçtü bak

Özlem biz biçti bak

 

 

Metin köyün kaçmadı

Henüz vakit geçmedi

Ecel seni seçmedi

Yine bahar gelir hak

Ömür fırsat verir kalk

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Müstef‘ilün Müstef‘ilün Müstef‘ilün Müstef‘ilün

 

Artık  gönül buzlar erir elbet senin devrin denir

Bilsen nasıl sürgün verir güller açar bülbüllenir

 

 

TÜRK MARŞI

Doğudan batıya bir şanlı akın

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

Bilmeden suçlama atanı sakın

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

 

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

Türk oğlu Türk’üz biz durmasın akın

 

Altay’dan Tuna’ya akan bir seliz

Rahmetler taşıyan kutlu bir yeliz

Mazluma açılan müşfik bir eliz

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

 

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

Türk oğlu Türk’üz biz durmasın akın

 

İslam’ın nurunda kalpleri yunmuş

Sazının telinde sevdası onmuş

Atının üstünde dağ gibi donmuş

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

 

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

Türk oğlu Türk’üz biz durmasın akın

 

Hüdâ’nın elinde hakkın kılıcı

Zalimin evine korku salıcı

Mazlumu her yerde kardeş bilici

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

 

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

Türk oğlu Türk’üz biz durmasın akın

 

Analarla dolu ana yurdumuz

Evliya diyarı bizim ordumuz

Yolumuz çiziyor bak bozkurdumuz

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

 

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

Türk oğlu Türk’üz biz durmasın akın

 

Gökkubbe çadırım güneş bayrağım

Her yüce şehide uçmag burağım

Türk İslam ülkümdür Turan durağım

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

 

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

Türk oğlu Türk’üz biz durmasın akın

 

Dünyaya nizamı biz vermedik mi

İslam’ı yaymaya söz vermedik mi

Ağlayan yetime diz vermedik mi

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

 

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

Türk oğlu Türk’üz biz durmasın akın

 

Metinî Türklüğü anlayan anlar

Gelecek bilirim o eski günler

Bir şanlı şafakta son bulur kinler

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

 

Türk oğlu Türk’üz biz tarihe bakın

Türk oğlu Türk’üz biz durmasın akın

 

 

 

 

 

 

 

 

ÖLÜM

 

Erken her ölüm tatlı bu dünyâ

Rabbim uyanıp bitmese rûyâ

Bülbül ölecek gülleri hamrâ

Erken her ölüm âh deli deryâ

 

 

 

 

BAHAR AĞITI

Bir kelebek uçtu kalbine kondu

Bir lalenin kalbi aşk ile yandı

Bülbül güle hayran kavuştum sandı

Ebrul beşi oldu umutlar dondu

 

Annem baharlarım gelmedi gitti

Sevgiler bağımda hüzünler bitti

 

Bir çiçek açtı kalbine aktı

Kumrunun niyazı serviye haktı

Ferhat deli âşık Şirin’e baktı

Ebrul beşi oldu umudu yaktı

 

Annem Şirinlerim gülmedi gitti

Sevgiler bağında hüzünler bitti

 

Nergisin gözünden gitmedi hüzün

Baharın tahtına güz dikti gözün

Aslı’yla Kerem’in düştüğü közün

Ebrul beşi oldu savurdu tozun

 

Annem hainler ölmedi gitti

Sevgiler bağında hüzünler bitti

 

Metini baharlar bile hüzünlü

Demek ki hazırlık şimdi lüzumlu

Bu dünya bahçemiz çalsa da gönlü

Ebrul beşi yaktı o zalim zanlı

 

Annem gönlümüz şad olmadı gitti

Sevgiler bağında baykuşlar öttü.

 

 

 

 

 

 

 

Ben bir garip üç maymunum

 

Tüm dünyayı bir riyadır kapladı

Cehaleti Müslümanlar topladı

Yüreğine yağlı kurşun sapladı

Ben bir garip üç maymunun oğluyum

Ben görmedim ben duymadım bilmiyom

 

Deryalarda Aylan bebek ölürken

Kırçıl Halep susuzluktan solarken

Mezarlara kefensizler dolarken

Ben bir garip üç maymunun oğluyum

Ben görmedim ben duymadım bilmiyom

 

Acep nedir bu dünyanın garazı

İnsanlığa verdi para marazı

Hangi kardeş mirasına tam razı

Ben bir garip üç maymunun oğluyum

Ben görmedim ben duymadım bilmiyom

 

Türban altı tayt giyenler çoğaldı

Pantolonlar daraldıkça daraldı

Kalplerimiz nasıl böyle karardı

Ben bir garip üç maymunun oğluyum

Ben görmedim ben duymadım bilmiyom

 

Kulaklarım tıkalıdır ahlar ne

Görmüyorum şu çekilen ohlar ne

Anlamadım Müslümanlar yuhlar ne

Ben bir garip üç maymunun oğluyum

Ben görmedim ben duymadım bilmiyom

 

Kefereden meded umar gezersin

Ona kızar yine ona benzersin

Fitne için gözlerini süzersin

Ben bir garip üç maymunun oğluyum

Ben görmedim ben duymadım bilmiyom

 

Söylesem ne çıkar sussam ne çıkar

Çiğnesem ne çıkar kussam ne çıkar

Bu dünyadan benim hissem ne çıkar

Ben bir garip üç maymunun oğluyum

Ben görmedim ben duymadım bilmiyom

 

 

Metini canını sıkma boş yere

Çift akacak nurlu kirli bu dere

Hesaplar kalacak artık mahşere

Ben bir garip üç maymunun oğluyum

Ben görmedim ben duymadım bilmiyom

 

BİR ADIN KALMALI

bir adın kalmalı geriye
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
aynaların ardında sır
yalnızlığın peşinde kuvvet
evet nihayet
bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet

sen say ki
ben hiç ağlamadım
hiç ateşe tutmadım yüreğimi
geceleri, koynuma almadım ihaneti
ve say ki
bütün şiirler gözlerini
bütün şarkılar saçlarını söylemedi
hele nihavent
hele buselik hiç geçmedi fikrimden
ve hiç gitmedi
bir topak kan gibi adın
içimin nehirlerinden
evet yangın
evet salaş yalvarmanın korkusunda talan
evet kaybetmenin o zehirli buğusu
evet nisyan
evet kahrolmuş sayfaların arasında adın
sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı
bu sevda biraz nadan
biraz da hıçkırık tadı
pencere önü menekşelerinde her akşam

dağlar sonra oynadı yerinden
ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca
sen say ki
yerin dibine geçti
geçmeyesi sevdam
ve ben seni sevdiğim zaman
bu şehre yağmurlar yağdı
yani ben seni sevdiğim zaman
ayrılık kurşun kadar ağır
gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın
yine de bir adın kalmalı geriye
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
aynaların ardında sır
yalnızlığın peşinde kuvvet
evet nihayet
bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet
beni affet
Kaybetmek için erken, sevmek için çok geç

Şair: Ahmet Hamdi Tanpınar

 

ŞİİR ÖLMÜŞ

 

Dur kardeşim kalbini al eline

Bak bakalım benziyor mu diline

Ötmüyorsa bülbül gibi gülüne

Şiir ölmüş şair ölümüş biline

 

Baharları seherleri görmemiş

Çiçekleri laleleri dermemiş

Beyit beyit aşk bağına girmemiş

Şiir ölmüş şair ölmüş desene

 

Gözyaşını sevgiliye dökerler

Aşk çölüne umutları ekerler

Ah ederek bulutları yakarlar

Şiir ölmüş şair ölmüş bize ne

 

İnce ince ruhumuzu işlerdik

Türkü türkü yârimizi düşlerdik

İlahiyle şeytanımız taşlardık

Şiir ölmüş şair ölmüş kime ne

 

Bir Fuzulî gelemezmiş cihâne

Bir Bakî ki ol bir dürr-i yegâne

Aldırmadık Nedîm düşdü nisyâne

Şiir ölmüş şair ölmüş bahâne

 

Kalmamış ki kalbi yakan bir şair

Kamamış ki Hakk’a bakan bir şair

Kalmamış ki ruha akan bir şair

Şiir ölmüş şair ölmüş bana ne

 

Gel metinî fazla matem eyleme

Âlem fenâ amma kötü söyleme

Gidenlerin arkasından ağlama

Şiir ölmüş şair ölmüş biline

 

İyi dedin sağlık olsun diline!

 

 

 

Elveda

Alsa da ruhumu bir kara sevda

Bahara elveda yaza elveda

Dalarsa yüreğim o eski yâda

Bahara elveda yaza elveda

 

Solarsa gocalar küsüp bahara

Hayata elveda güze elveda

Dese de yüreğim bu nasıl dünya

Bahane elveda size elveda

 

Maviler biterse olur kapkara

Ateşe elveda köze elveda

Konsa da mutluluk bir gün dalıma

Bülbüle elveda saza elveda

 

Ansa da ismimi bin asır sonra

Ne çare elveda bize elveda

Kansa da şu ömrüm bütün yazlara

Bî-çâre elveda söze elveda

 

Alsa da ruhumu bir kara sevda

Sakiyâ elveda Nâbî elvedâ

Dalarsa yüreğim o eski yâda

Attilâ elveda Bâkî elvedâ

 

 

 

GAZEL

Bir gözleri âhû gibi dünyâ bilemezsin

Bir baktı mı kalpten onu artık silemezsin

 

Yoktur onun âfet gülüşünden kaçan ammâ

Aldanma bir an bir dahi hiç kez gülemezsin

 

Zülfün kokusun almayagör sen o felekten

Bir an asılırsın ama bin yıl ölemezsin

 

Eyvâh Metin eyvâh Metin eyvâh Metin eyvâh

Dersin de giden cenneti bir dem bulamazsın

 

Mefûlü Mefâîlü Mefâîlü Feûlün

 

 

 

Bâ ism-i ?

 

Hakver bileyim ismine uysun deli gönlüm

Hak yolda giden bir ulu ol Hak kulu gönlüm

Beş yüz kere Allah adı hep yâd edesin kim

Ancak odur el-cennet-i bâkî yolu gönlüm

 

Hakverdioğlu

500 =  Metîn

 

 

Aç gelsin o nurdan bize hakverdininoğlu

Hakverdi  oğlunun

 

 

1385=1965 +4= 1969

GAZEL

Sâkiyâ ben de senin gül kadehinden içeyim
Geçdi ömrüm dolu dizgin ben de ondan geçeyim

Zülfünün uçları olsun gönül avında kemend
Söyle sâkî bu kemendden kuş olup mu uçayım

Servi boylum dedi âlem boyu kâmet olana
Hey be sâkî ona servim demeden mi göçeyim

Âh Metînî içecek mey mi ki dünya şarabı
Ver de sâkî mey-i bâkî mey-i sâfî içeyim

 

 

Rübai

 

Sensiz gecenin kapkaradır gözleri hâlâ

Sensiz yüreğim kan dolu çağlar deli deryâ

Sensiz geçemez âlem-i devrân gül-i ra’nâ

Sensiz olamaz sensiz olunmaz beni anla

 

Mefûlü Mefâîlü Mefâîlü Feûlün

 

 

 

UMUT

Metin HAKVERDİOĞLU

Yağmurla gelirdi hayale hayat.

Yağmurlar kesilir, ne çare, heyhat!

Yorgundu, argındı  dedi: “Bi gayret.”

Yüzünde kırışık, elde inayet.

Dolacak ambarım bu yıl nihayet.

Hakk’ın deryasına var mı nihayet?

Hem bu dünya için hem de ahiret.

Yağmurla gelirdi  hayale hayat…

 

 

 

N’itdi m  N’eyledim

 

Dün yanından şöyle geçtim bir dönüp de bakmadın

Bir kıvılvım beklemiştim kandilimi yakmadın

Sen dedin de ben mi kendim korlarına atmadım

Yâ Rab ol düşman bakışlı yara n’itdüm n’eyledüm
Sevdiğimden gayrı ol dildâra n’itdüm n’eyledüm
El sözüylen bil ki hiç incinmedim hiç kanmadım

Gâh seversin gâh geçersin cevrine usanmadım

Senden özge hiç bir oda bil ki böyle yanmadım
Gül yüzine bakmadum şimşâdun adın anmadum
Sevdiğimden gayrı ol dildâra n’itdüm n’eyledüm

Bir Metin var kullarından senle gözlerin açar

Bir de Mecnun çöllerinde âsi olmuş çâr-na-çâr

Sonra Ferhat Dağlarından yâre bir muhbir uçar

Âdem olmaz âdeme yakışmaz âdemden kaçar
Sevdiğimden gayrı ol dildâra n’itdüm n’eyledüm

 

HAVF VE RECA

Dünya gözüyle gördüm ya bir kere
Kalbimde taht kurdun en olmaz yere
Yoramam ne hayra ne de şerlere
Bilirim kalacak bu giz mahşere

Mahşere kalsa da gördüğüm rüya
Kalbimde akseder billur bir suya
Baharlar beklerim hayalim bu ya
Bilirim dalacak sensiz uykuya

Uykuya dalsa da kaşları çatık
Kalbimde atıyor umutlar tık tık
Diyelim mahşerde gözümüz açtık
Bilirim dolacak tüm cennet ışık

Işıklar salmışsın sonsuz mahşere
Kalbimde taht kurdun en olmaz yere
Yoramam ne hayra ne de şerlere
Dünya gözüyle gördüm ya bir kere

Gazel
(Mihrî bugünün dilinde yazsaydı…)

Ben umardım ki seni yar ve vefadar olasın
Ne bilirdim ki canım böyle cefakar olasın

Bil ki sen cevr kitabından beni eksik komadın
Dostluğun hakkı ise ancak ola var olasın

Reh-i aşkında neler çektiğimi ey dost benim
Bilesin bir gün ola ‘aşka giriftar olasın

Sözüme uymadın ey asılası kalp dilerim
Zülfün uçlarına hep asıl da berdar olasın

Sen ki can gülşeninin bir taze gül goncasısın
Ne revadır ki her eğri dikene yar olasın

Beni âzâde iken aşka giriftar eyledin
Göreyim sen de benim gibi giriftar olasın

Beddua etmedim amma o Hudadan dilerim
Bir senin gibi cefakara heveskar olasın

Şimdi bir halde ki gönlüm acıyan düşmanına
Der ki Lâ Edri gibi sen de siyahkâr olasın

BOZKURTLAR DİRİLİYOR
Yeter ettiğin zulüm
Yeter saldığın ölüm
İşte diyorum sözüm
Köhne dünya bil artık
Bozkurtlar diriliyor!

Ya adalet ver bize
Ya son ver şu boş söze
İşte diyorum yüze
Gözyaşını sil artık
Bozkurtlar diriliyor!

Ey turanın bülbülü
Ey cihanın şen gülü
Gözletme sağı solu
Bir kez olsun gül artık
Bozkurtlar diriliyor!

Âleme nizam verdik
Ruhlara selam derdik
Hem kağandık hem erdik
İslam bana yol artık
Bozkurtlar diriliyor!

Gittiğin günden beri
Zulüm sardı her yeri
Yalvarırım dön geri
Türk yenilmez ol artık
Bozkurtlar diriliyor!

Mavi gök bassa bile
Kara yel esse bile
Haram yol kesse bile
Çok bekletme de artık
Bozkurtlar diriliyor!
Bozkurtlar diriliyor!
Bozkurtlar diriliyor!

Sana her dem olabilsem bile vâsıl cânân
Niye bilmem gelemez gönlüme itmân bir ân

Zaman

Beni benden alacaktın niye güldün yüzüme
Hani sonsuz olacaktın yine geldin sözüme
Zaman olmaz sana bağlanmaya imkan ü mekan
Hani gençlik hani şenlik niye döndün güzüme

TÜRKLÜK ŞARKISI

Bir kardeşlik destanı
olur bizim şarkımız
Dünyaya nizamını
verir bizim ırkımız
Mazlumun yanındayız
budur bizim farkımız

Bir kardeşlik fermanı
olur bizim şarkımız
Kürşat’la sarayları
yıkar bizim kırkımız

Dünya bir çadır misal
o bizim durağımız
Güneş ki bayrağımız
Türklüğe çerağımız
Adalet bir küheylan
o bizim burağımız

Bir kardeşlik meydanı
olur bizim şarkımız
Kürşat’la sarayları
yıkar bizim kırkımız

Metinî âleme yön
verir bizim ırkımız
Türk İslam nurlarıyla
döner bizim çarkımız
Zalime sur oluruz
budur bizim farkımız

Bir kardeşlik destanı
olur bizim şarkımız
Kürşat’la sarayları
yıkar bizim kırkımız

Anladım Bilmedin Gönül Yaramı Cânân
Bilmedin Anladım Yaramı Gönül Her An
Gönül Yaramı Bilmedin Anladım Hicrân
Yaramı; Gönül, Anladım Bilmedin Suzân
Cânân Her An Suzân Hicrân Bilmedin

Dünya Telaşı

Bir kuş gibi ömrüm elimden uçtu
Dünya telaşında geçti günlerim
Bu nasıl bir işti bu nasıl kuştu
Bir güle konmuştum uçtu günlerim

Bir telaş bir telaş bir telaş geçti
Görmedim çiçekler ne zaman açtı
Aklım anlamadı feleğim şaştı
Son kadeh sunmuştum içti günlerim

Yıldızlar gökte mi kiraz dalda mı
Baharlar bitti de kefen yolda mı
Mutluluk söyleyin para pulda mı
Sonsuzdur sanmıştım kaçtı günlerim

Ağlasam inlesem artık nafile
Telaşlar içinde geçti kafile
Dönmez ki bir ömür ah u vâh ile
Köz olup yanmıştım saçtı günlerim

Metinî yok mudur bu derde ilaç
Ağardı bembeyaz, pamuk mu bu şaç
Uçup uçup gitti seninçün çok geç
Bir dala konmuştum uçtu günlerim

Sonsuzdur sanmıştım geçti günlerim

Metin Hakverdioğlu

Fâ’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilün
Bir bahar yollara düşmüş gidiyor… âh ki ne âh
Bir ömür yıllara küsmüş gidiyor… vâh ki ne vâh
Bir seven dillere düşmüş diyor… eyvah eyvâh
Âh ü eyvâh… ki eyvâh… ki eyvâh… eyvâh!
Bir bahar çöllere düşmüş gidiyor… dön bak.
Metin Hakverdioğlu

Hüma Kuşu

Bir asır bekleriz ey hüma kuşum
Baharlar yazlara döndü gelmedin
Bin asır sürecek belki de kışım
Yazlarım buzlara döndü gelmedin

Gökler yıldızları sağdı yerlere
Geceler kapkara çöktü her yere
Bir ışık Allah’ım çıktık mahşere
Kaynayan sularım dondu gelmedin

Ne olur nevruzda çiçeklerle gel
Sevgi sal üstüme yüreklerle gel
Ülkü ülkü yücel dileklerle gel
Ülkümün ülkesi yandı gelmedin

Bir asır bekleriz ey hüma kuşum
Gelmedin gelmedin farıdı yaşım
Bin asır sürecek belki de kışım
Yazlarım buzlara döndü gelmedin

Metin Hakverdioğlu

NİGARİ DEYİŞLER
Her bühtandan ayrıyız, hiç demedik gayrıyız;
Doğru yoldan yürürüz, bir muhlis ins ü cânız
Kim ki bize taş atar, gül olur bize batar;
Kalbinde tek aşk yatar, bir hâlis âşıkânız.
Gelmedik dava için, gülmedik dünyâ için;
Sevmedik kübrâ için, bir âciz garibânız.
Allah’adır arzımız, kullara yok sözümüz;
Hakk’a döndük yüzümüz, bir garip zâhidânız.
Karabağ’dan göçsek de, Amasya’yı seçsek de;
Bu dünyadan geçsek de, bir fani dervişânız
Hamza Nigârî sözü, inci mercandır özü;
Hakk’a dönmüşdür yüzü, bir ârif şâirânız.
Allah’ı Muhammed’i âlî seven dostânız
Ne Sünnî’yiz ne Şiî, bir hâlis Müslümanız.
Metin HAKVERDİOĞLU

OLDU MU?

Mecnun olup aşk çölünde kaldım da
Merak ettim Leyla’m beni andı mı?

Ateşlere Kerem gibi daldım da
Merak ettim Aslı’m bana yandı mı?

Şu dağları Ferhat olup deldim de
Merak ettim Şirin suya kandı mı?

Kamber- vari kırık sazım çaldım da
Merak ettim Arzu’m eve döndü mü

Metini’yem zemheride öldüm de
Merak ettim gonca gülüm dondu mu?

TUYUĞ
Ruhunun sonsuz cinânından bahar gülmüş sana
Belki cennet bahçesinden bir haber salmış sana
Der ki artık şu cihândan bık da gel benden yana
Ey Metînî geç bu candan emr-i Hak gelmiş sana

BU KAR
bu kar bu kar bu kar bu kar
bir gün olur benden bıkar
bu kar bu kar bu kar bu kar
yolum anılara çıkar
bu kar bu kar bu kar bu kar
bir gün yüzümüze yağar
bu kar bu kar bu kar bu kar
nur olur kabrime sızar
Bu kar bu kar bu kar bu kar
firkat olur kalbim yakar
Bu kar bu kar bu kar bu kar
Bir gün olur benden bıkar.

Akademisyen Manifestosu
Biz münevverler olarak,
Söz veririz ki,
Biz,
Görmeyenlere göz,
Duymayanlara söz,
Gülümseyen bir yüz,
Üşüyen kalplere yaz,
Çıkılmayan dağlara iz,
Duran çarklara hız,
Çıplak kalana bez,
Ağlayan gencime diz,
İlim yolunda hız,
Düşman için giz,
Millet için biz,
Olacağız.
Biz,
Hainler için sur.
Türklük için gurur,
Atalar için onur,
Öğrencimizle mağrur,
Musa’nun çıktığı Tur,
İsa’nın yoğurduğu hamur,
Süleyman’ın yolundaki mur,
Peygamberimin alnında nur,
Olacağız.
Biliyoruz ki,
Biz olmazsak,
Atomu bölemezdi insan,
Damarda sıhhatle akmazdı kan,
Duygular kalplerde bulmazdı can,
Fikirler uçuşmazdı her an,
Belki de okunmazdı Kur’an,
Viran olurdu bu dünya, viran,
Bilinmezdi ne can ne de canan,
Bulamazdı güzelliği inan,
Olamazdı Yavuz’a râm cihan,
Gezemezdi Kanuni’de o kan,
Veremezdi Atatürk’e vatan,
Türk’e nasip olamazdı bu şan.
Diyoruz ki,
Bizim,
Kopar belki ama eğilmez başımız,
Cübbemizde düğme kabul etmez kumaşımız,
Ademle birdir ilim yaşımız,
Cennete çevirmektir memleketi düşümüz,
Hak ve adalet dağıtmaktır işimiz,
İlim yolunda çatılmaz kaşımız,
Türk oğlu Türk’e dönüştürür aşı’mız,
Kim yerse helalinden aşımız,
Kapımız açıktır yok asla şaşımız,
Hainlere yaman olur kışımız,
Dostlarına sevgi dolu içimiz ve dışımız,
Biz olmasak diyoruz,
Nasıl yetişecek bahçemizde gül,
Nasıl öpülecek saygı ile el,
Nasıl şakıyacak bilgi ile dil,
Nasıl enerjiye dönüşecek yel,
Nasıl nameleri döktürecek tel,
Nasıl barış dolu olur her il,
Nasıl insan olur şu kupkuru kil,
Nasıl kardeş olur sağ ile sol,
Nasıl nizam-ı âleme bulunur yol,
Nerde bulunacak ibadetli kul,
Nerde bulunacak harcanacak pul,
Nerde bulunacak huzurumuz bol,
Nasıl Türk’e denir gel de baş ol.
Biz olmalıyız
Çünkü,
Biz,
Görmeyenlere göz,
Duymayanlara söz,
Gülümseyen bir yüz,
Üşüyen kalplere yaz,
Çıkılmayan dağlara iz,
Duran çarklara hız,
Çıplak kalana bez,
Ağlayan gencime diz,
İlim yolunda hız,
Düşman için giz,
Millet için biz,
olacağız.
Biz münevver olacağız.
(Hocam Nejat SEFERCİOĞLU’ndan Mülhem) Metin HAKVERDİOĞLU

Gazel

(Mihrî bugünün dilinde yazsaydı…)

 

Ben umardım ki seni yar ve vefadar olasın

Ne bilirdim ki canım böyle cefakar olasın

 

Bil ki sen cevr kitabından beni eksik komadın

Dostluğun hakkı ise ancak ola var olasın

 

Reh-i aşkında neler çektiğimi ey dost benim

Bilesin bir gün ola ‘aşka giriftar olasın

 

Sözüme uymadın ey asılası kalp dilerim

Zülfün uçlarına hep asıl da berdar olasın

 

Sen ki can gülşeninin bir taze gül goncasısın

Ne revadır ki her eğri dikene yar olasın

 

Beni âzâde iken aşka giriftar eyledin

Göreyim sen de benim gibi giriftar olasın

 

Beddua etmedim amma o Hudadan dilerim

Bir senin gibi cefakara heveskar olasın

 

Şimdi bir halde ki gönlüm acıyan düşmanına

Der ki Lâ Edri gibi sen de siyahkâr olasın

 

 

 

 

 

 

Oldu mu?

Mecnun olup aşk çölünde kaldım da
Merak ettim Leyla’m beni andı mı?

Ateşlere Kerem gibi daldım da
Merak ettim Aslı’m bana yandı mı?

Şu dağları Ferhat olup deldim de
Merak ettim Şirin suya kandı mı?

Züleyha-tek öz aşkımın əzəli.
Yusuf beni gerçek aşık sandı mı?

Kamber- vari kırık sazım çaldım da
Merak ettim Arzu’m eve döndü mü

Metini’yim zemheride öldüm de
Gonca gülüm benim ile dondu mu?

 

GAZEL

Tâze goncam gül ki bir gün mutluluk elden gider

Bir bakarsın bülbül ölmüş ses soluk elden gider

 

Aynı dünyâ aynı hülyâ aynı mâî kubbeden

Kâm alınmaz hep inan ki pek  çabuk elden gider

 

Her ne gün kî sensiz olmak belki mümkündür derim

Sen nigârın kâmetin gördükte ok elden gider

 

Bir ateş gözden çalınmış türlü fitnen var senin

Ol gözün efsunlamış kî varla yok elden gider

 

Bilmedim ben, sen neyimsen, hem senin ben neyinem

Buldu Lâ Edrî  murâdın her mülûk elden gider

 

Heyhat

 

Saadet güneşi doğacak bir gün

Seni gözlediğim mavi denizden

Lakin,

Şu an,

Ağlıyor kalbim deniz artık ölgün

Ufukta batan güneş şimdi yorgun

 

Saadet güneşi doğacak bir gün

Seni gözlediğim mavi denizden

Bil ki ,

Şu an,

Ağlıyor gonca bahçe sensiz solgun

Ufukta batan güneş sensiz yorgun

 

Saadet güneşi doğacak bir gün

Seni gözlediğim mavi denizden

Sanki,

Şu an,

Ağlıyor bülbüller yine dalgın

Ufukta batan güneş yine yorgun

 

Heyhat,

Elbet,

Saadet güneşi doğacak bir gün

Seni gözlediğim mavi denizden

Ancak

Şu an,

Doğmuyor güneşler sanki dargın

Kalbim uzak denizlere sürgün.

NİSYAN

Âh isyanım nisyanıma
Oysa ilaçtır yarama.

Uçurumlardan düşerim,
Tozlu nisyan çukuruna.

 

İnan, mutluysam biraz da,

Onun sayesinde aslında.
Çalışmalıysan onun yüzünden.
Korkuyorsam çıldırmaktan,
Sığınıyorum onun  tozlu kollarına.

 

Biliyorum iyi değil.
Ama başka çarem yok,
Bırak düşeyim yollarına.

Yoksa çıldırmamak elde değil.

 

İsyanım mı nisyanımdan ,
Nisyanım mı isyanımdan.
Bilmiyorum.
Bilerek kendimi atıyorum,
Senin derin uçurumlarına.

 

Görüyorum herkes aynı.
Onlar da  bu işte mazur.
Yoksa nasıl dayanır bir ana yüreği,
Yavrusunun yokluğuna…

 

Nisyanım yorganım.
Nisyanım, ah yorgunum.
Hayatım tekrarlar elinde tekerrür.
Nisyanım. İşte bundan isyanım.

Nisyanım. Ben bir insanım.
Sığınağım, korunağım, durağım.
Beynimin yeli, aklımın seli.
İyileri alma ne olur!

 

 

 

VAKTİDİR

 

Dostum, ayrılık vakti gelmişse

Aşktan.

O şarkıyı çalamazsın yine baştan.

Âh,

O bir Eftelya,

sen bir Paskal, çoktan…

Bak!

Oyun bitmiş,

Perde inmiş, yaş geçmiş!

 

 

Artık ayrılık vakti gelmişse

Aşktan.

O şarkıyı çalamazsın yeni baştan.

Âh,

O bir Finten

Sen bir Davalaciro

Kanlar akmış,

Gemiler batmış, Kuasimodo!

 

Gülüm, ayrılık vakti gelmişse

Aşktan.

Son şarkıyı çalamazsın yeni baştan.

Âh,

O bir Leylâ, sen bir Mecnûn,

Ayrılık!

Bak,

Hasret çekmiş, çöller yakmış, yok artık!

 

Artık ayrılık vakti gelmişse

Aşktan

O şarkıyı çalamazsın yeni baştan

Ahmet Cemil,

O Lâmiâ, yok, yok artık!

Mavi gözler, şiir sözler,

Boş, boş artık!

 

Metin HAKVERDİOĞLU

 

 

 

 

 

 

 

 

 

MA!

 

Tarifsiz bir ânı yaşamış kalbim,

Dinle! Senle de olmuyor sensiz de.

 

Acizlik nasıl şey elbet bilirim;

Anla! Senle de olmuyor sensiz de.

 

Sizi seviyorsam bundan size ne!

Gülme! Senle de olmuyor sensiz de.

 

Gökyüzüm maviye doyar mı diye,

Sorma! Senle de olmuyor sensiz de.

 

 

Sarışın Tahmis

 

Yaprağın son demi,  son bahârıdır.

Toprağın son gülü,  son bir hârıdır.

Sonlara dayanmak, kalpsiz kârıdır.

Dayan kalbim dayan, yangındır söner,

Mavilerle gitmişse, onlarla döner.

 

Bir fener bu dünya, yanar ve söner.

Gözünün yaşına, bakmadan gider.

Gençlik de böyledir, demezsin “yeter”.

Dayan kalbim dayan, yangındır söner,

Goncalarla gitmişse onlarla döner.

 

TAHMİS

 

Bir değil bin âh ile sînemde mihmândır elem

Ey güzeller serveri âh şimdi mümkün mü gülem

Bir ümitsiz yalvarıştan gerçek olsa mucizem

Amma lâkin âh ile sînemde mihmandır elem

Ey güzeller serveri âh şimdi mümkün mü gülem

 

Söyle sensiz bu cihanda gonca güller açmasın

Gökyüzüm artık gözünden mavilikler içmesin

Söyle gönlümden saâdet son diyâra uçmasın

Bir değil bin âh ile sînemde mihmândır elem

Ey güzeller serveri âh şimdi mümkün mü gülem

 

FÂİLÂTÜN  FÂİLÂTÜN  FÂİLÂTÜN  FÂİLÜN

Mihman: misafir

Sever: baş

 

 

Her neye baksa gözün bil sırr‐ı Sübhân andadır

 

Her neye baksa gözün bil sırr‐ı Sübhân andadır,

Her ne işitse kulağın mağz‐ı Kur’ân andadır.

Her şeye mahlûk gözüyle baksan ol mahlûk olur,

Hak gözüyle bak ki bî‐şek nûr‐i Yezdân andadır.

Kesret‐i emvâca bakma cümle bir deryâ dürür,

Her ne mevci kim görürsün bahr‐ı ummân andadır.

Vahdeti kesrette bulmak, kesreti vahdette hem,

Bir ilimdir ol ki kamu ilm‐ü irfân andadır.

İbret ile şeş cihetten görünen eşyâya bak,

Cümle bir âyînedir kim vech‐i Rahmân andadır.

Söyleyen ol, söylenen ol, gören ol, görünen ol,

Her ne var âlâ ve esfel bil ki cânân andadır.

Mazhar‐ı tammı veli Âdem yüzüdür şüphesiz,

Künh‐ü zâtı hem sıfâtı cümle yeksân andadır.

Haşr u neşr ile Sırât u dûzah u mâlik azab,

Hem dahi Rıdvân u cennet hûr u gılmân andadır.

Görünen sanma Niyâzî’ nin heman sen mülkünü,

Gönlü bir virânedir genc‐i pinhân andadır.

Niyaz-i Mısri

 

Öyle Bakma

 

Ne olur hüznü alıp koynuna,

öyle bakma

Ne olur inciler takıp gerdana,

öyle bakma

Ne olur saçını atıp arkana,

öyle bakma

Ne olur kaşını çatıp da cama,

öyle bakma

Ne olur boynunu  büküp kalpleri

öyle yakma

 

Dudağında acıdan bir tebessüm

olmasın

Gözlerinde gülücükler şu soğukta

solmasın

İçindeki fırtınayı bırak eller

bilmesin

Ne olur kaşını çatıp da cama,

öyle bakma

Ne olur boynunu büküp kalpleri

öyle yakma

 

 

Yağmur Duası – Sezai Karakoç (1951)

Ben geldim geleli açmadı gökler;

Ya ben bulutları anlamıyorum,

Ya bulutlar benden bir şey bekler.

Hayat bir ölümdür, aşk bir uçurum…

Ben geldim geleli açmadı gökler

Bir yağmur bilirim, bir de kaldırım:

Biri damla damla alnıma düşer;

Diğerinde durup göğe bakarım.

Ne şehir, ne deniz kokan gemiler:

Bir yağmur bilirim, bir de kaldırım.

Nedense aldanmış bir gece annem,

Afsunlu bir gömlek giydirmiş bana.

İşte vuramadı gökler bana gem,

Dinmedi içimde kopan fırtına.

Nedense aldanmış ilk gece annem.

Biri çıkmış gibi boş bir mezardan,

Ortalıkta ölüm sessizliği var.

Bana ne geldiyse geldi yukardan,

Bana ne yaptıysa yaptı bulutlar,

Biri çıkmış gibi boş bir mezardan.

İyi ki bilmiyor kalabalıklar

Yağmura bakmayı cam arkasından,

İnsandan insana şükür ki fark var;

– Birine cennetse, birine zindan –

İyi ki bilmiyor kalabalıklar.

Yağmur duasına çıksaydık dostlar,

Bulutlar yarılır, hava açardı.

Şimdi ne ihtimal, ne imkân var.

Göğe hükmetmekten kolay ne vardı,

Yağmur duasına çıksaydık dostlar!

Ben geldim geleli açmadı gökler;

Ya ben bulutları anlamıyorum,

Ya bulutlar benden bir şey bekler.

Hayat bir ölümdür, aşk bir uçurum;

Ben geldim geleli açmadı gökler.

 

 

 

 

İMARETTEN GEÇERKEN

Dr. Metin HAKVERDİOĞLU

 

Dün İmâretten geçerken anladım ki rûhumuz

Şu Amasya şehrinin sonsuz bahârında susuz

 

Kalbimin zümrüt tepesinden kopardın bir nidâ

Huzr ile doldu bu gönlüm kaldırımda kaldı da

 

Mâverâya uzanan bir ses ezandan çağladı

Bunca yıldır aç olan kalbim bu sesle ağladı

 

O azâmet karşısında hep kesildi nefesim

Sanki sonbahârıma estirdin ılık bir nesim

 

Ey azîz mâbet yüce mâbet güzel mâbet nesin

Aldı benden benliğimi âh o uhrevî sesin

 

Bahçe kapından girerken anladım tevâzuyu

Sanki mağrur nefsime baş eğdirir alçak boyu

 

Kaç gönüle tattırırsın bu doyulmaz arzuyu

Şu şadırvandan içerken Kevsere benzer suyu

 

Âh yağarken üstüme ol an ezanlar nûr nûr

İşte rûhum buldu târifsiz derinden bir huzur

 

Bir tarafından bakarım diz çöken cilt cilt ilim

Bir tarafından bakarım aç bırakılmaz yetim

 

Ferhad ü Şîrîn misâli âşığın iki çınar

Kaç ömürdür terk edemez el duâda hep yanar

 

Bu şehir senden akan nurlarla yıkansa ne var

Geçmişin şimdiye birden aşkla uzansa ne var

 

Bir de baksam gitmişim ceddimin o pâk devrine

Bir kulak ver bak neler der Mihri Hâtun dinle ne

 

“Şöyle teşhîs eyledim Mihrî cihânın lezzetin

İlm ile savm u salat imiş kalanı hiç imiş”

 

Yandı tüm kandillerim gönlümde bir an aşk ile

Mihri bu söz koydu son noktayı kalmaz müşkile

 

Seni yaptıran yapan bildim girer şol Cennete

Âh emînim ceddimiz ermiş huzurla himmete

 

“Kimdir ol Sultân Ahmed ibn-i Sultân Bâyezîd

Gicesi kadr olsun onun dâimâ gündüzü ıyd”

 

Bâyezîd ses verdi birden titredim pek âniden

Türbesinden canlanıp gelmiş gibi ol yeniden

 

“Kande varam sâye-i serv-i bülendim var iken

Kime kul olam senin gibi efendim var iken”

 

Mir Nigârî bir taraftan başladı sözlerine

Ol Muhammed âşığı yüz sürdü hep izlerine

 

“Hamdülillah ey azîzim kim senin kurbânınam

Feyz-i kurbet bulmuşam kim küşte-i peykânınam”

 

Çift vavı Hamdullahın hû hû çeker karşımdan

Doldu rûhum çıktı aklım âh o an başımdan

 

Sen şehâdet parmağından inletirken gökleri

Çifte hâfızlar içerden çınlatır kubbeleri

 

Kubbenin altında şimdi tekbirinle pek derin

Hisler aldım mağrur oldum âh huzur buldum demin

 

Ben müezzin mahfilinden dinler iken tekbiri

Bir imam yaktı yanık sesler içinde gökleri

 

Taş ve topraktan olamazsın sen ey mâbet medet

Âh seninle pek güzelmiş pek güzelmiş ibadet

 

Bak Yeşilırmak akarken sonsuza gün gün Metîn

Bu azîz mâbet görülsün hep övünsün milletin

 

Dün imâretten geçerken anladım ki rûhumuz

Şu Amasya şehrinin engin baharında susuz

 

Gideceksin biliyorum

 

Gideceksin biliyorum.

Adım gibi hem de,

Üç vaktin birinde,yarım bırakıp bu öyküyü,

Dertlerimi azdırıp,

Şiirleri küstürüp,

Şarkıları susturup gideceksin.

 

Çakallar’a bahar gelmeyecek belki bir daha,

Yeşilırmak yeşil akmayacak belki,

Halkalı Sokakta, Torumtay’da.

Yüz kapısında Yüzevler’in.

Ayak izlerimi süpürmeyecek çöpçüler.

Ve gece bekçileri,

Düdük çalmayacak ardım sıra.

Adın kalmayacak taş duvarlarda,

Başıma uçacak bu kentin bütün binaları.

 

Kapayıp kapıları çıkıp da gideceksin!

Dağları üzerime yıkıp da gideceksin!

 

Gideceksin biliyorum,

Adım gibi hem de.

Üç vaktin birinde, yarım bırakıp bu öyküyü

 

Maviden öteye renk,

Sevgiden kutsal kavram,

Ölümden öteye adres yok.

Sen yoksan, hiçbir şey yok.

Ne rüzgarda saçların kısrak yelesi,

Ne çise düşmüş toprakta kokun,

N ede bütün pembeler de dudakların var.

Yok bile yok, bütün lugatlarda.

Kaldırımları yok bu kentin.

Sokakları yok parke taşlı.

Kerpiçten evleri yok artık yıkık dökük,

İnsanları bile yok anla işte!

Bil cümlesi defnedilmiş Tekirdede’ye

Bir çırpıda,

Balık istifi,

Koyun koyuna mahrem sayılmadan.

Su gibi…sabun gibi…gökte bir yıldız gibi…

 

Düşten bir nehir gibi akıp da gideceksin

Bu şehri baştan başa yakıp da gideceksin.

Gideceksin biliyorum,

Adım gibi hem de;

Üç vaktin birinde,yarım bırakıp bu öyküyü

 

Işıkları söndürüp,

Kepenkleri kapatıp,

Paslı bir kilit vurup, iflas etmiş yüreğime.

Kâh bir kedi yavrusu gibi, kasap kapısına

Kâh günah çocuğu gibi cami avlusuna.

Arkana bile bakmadan, koşarcasına

Bu sevdaya baş komadan,

Gözlerimde yaş komadan,

Taş üstüne taş komadan gideceksin.

Seninle gidecek sana ait ne varsa

Bir ben kalacağım bu kentin orta yerinde

Bir başıma,

Paramparça,

Darmadağın,

Ve kan tükürdüğüm kaldırımlar.

Kalp yetmezliği,

Karaciğer yetmezliği,

Ve kendime yetmezliğim.

Yetmezlikler içinde

Bir deli daha eklenecek sokaklarına

 

Tırnak uçlarına kadar kara sevdalı

Ve kızılca kıyamete atılmış, yorgun yüreğiyle

Hakkını helâl edip,

Aşkımı yalan edip,

Gönlümü talan edip,

Acıları gönlüme ekip de gideceksin

Savurup saçlarını çekip de gideceksin.

 

Gideceksin biliyorum,

Adım gibi hem de;

Üç vaktin birinde, yarım bırakıp bu öyküyü

 

Ya bir Eylül akşamı yapraklar dökülürken,

Ya bağ bozumunda Ekim ayında,

Ya da Kasım da göçmen kuşlara yoldaş olup,

Kırağı düşerken kasım patlara,

Beni öksüz,

Beni darmadağın,

Beni anadan üryan bırakıp,

Memleketin orta yerinde

Biliyorum gideceksin;

Şiir, mektup ne varsa çöpe doldurup,

Parçalayıp bütün fotoğrafları,

Gırtlağına basıp bütün anıların,

Ve anasını ağlatıp umutlarımın yediden yetmişe.

Sır yüklü, sabır yüklü, kahır yüklü

Bana bile söylemeden sevdiğini

 

Yüreğime köz bırakıp,

Beni bana küs bırakıp,

Kapkara bir yas bırakıp,

 

Unut beni elveda deyip de gideceksin,

Diri diri mezara koyup da gideceksin.

 

Mehmet HOPAL

Kıta

 

Mefâîlün Mefâîlün Mefâîlün Mefâîlün

 

 

Geçersem gonca güller tek şu âlem-i emânetten

Kokan benden değil senden solan benden değil senden

 

Gülersem bin saadetten uçarsam bir kerâmetten

İnan benden değil senden yalan benden değil senden

 

Eğer  bir gün şu dünyâ mâvi düşler kurdurursa yâr

İnan  benden değil senden cinan benden değil senden

 

Adım Mecnûn yönüm çöllerse hep inlersem âh zâr zâr

Figan benden değil senden inan benden değil senden

 

Kerem yanmışsa Aslı’mdan  Mem’im ölmüş Zin aşkından

Giden  benden değil senden ölen benden değil senden

 

Metin gönlün harâb olmuş bu aşklardan kebâb olmuş

Serâb olmuş türâb olmuş yanan benden değil senden.

 

 

 

 

Gazel

 

Fâilâtün Fâilâtün Fâilâtün Fâilün

 

Sana ey gonca gülüm yar mı nigarım mı diyem?

Yoksa kalbimde yanan şûle-i nârım mı diyem?

 

Bilmezem gözlere âfet sana cennet mi denir?

Şaşmışam âh gül-i ra’nâ per-i  hûrim mi diyem?

 

Belki bir gün sana gelmek yine mümkün olacak,

Peki gelsin dediğin gün sana yârim mi diyem?

 

Bir saadet demi olsun yaşasın senle gönül,

Mâi hülyâ deli deryâ sana vârım mı diyem?

 

Gel Metînî bu gönül hânesi  vîrân olusar,

Ona şimden girü külhan sana hârım mı diyem?

 

Lâ Edrî

YILLAR

Sonsuza açılan kanatlarımı,

Attın ateşlere âh yakan yıllar.

Alnıma çizdiğim inatlarımla,

Döndün sitareye âh akan yıllar.

 

Ey güzel günlerin mavi baharı,

Terk et gel ne olur şu sonbaharı!

 

Mutluluk bir vadi yürüdüm geldim.

Aynı mehtaba, aynı güneşe güldüm.

Vakit ki sevgimi binlere böldüm.

Ağlattı gönlümü âh kalan yıllar.

 

Görmesin gözlerim eskilerimi,

Olmasın anlayan ezgilerimi,

Ne çare kırmışım gözgülerimi,

İttin olmazlara âh yalan yıllar.

 

Isısızlık bir vadi yürüdüm geldim.

Rahatı olmayan yıllarda öldüm.

Ayrılık ne demek anladım, bildim.

Dinletti matemi âh ölen yıllar.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

AMASYA
Ben sende var oldum sevdalar şehri
Ben sana tutsağım sana sürüldüm
Sende yudumladım zevk ile zehri
Sende cevap buldum, sende soruldum
Ey  şehir ben sana sende vuruldum.

Uyandım gafletten, dirildim sende
Öfkemde, sabıra sarıldım sende
Sevdaya gark olup karıldım sende
Ben ki buzul idim, sende kor oldum
Ey  şehir ben sana sende vuruldum.

Baharı yaşadı yaz ile  güzüm
Aklım yüreğime bulmadı çözüm
Sevgiden öteyi görmedi gözüm
Duydum, anlamadım bakar kör oldum
Ey  şehir ben sana sende vuruldum.

Cenneti görürüm sende her yerden
Doğru yolu buldum, kurtuldum şerden
Yıkandım, arındım küfürden kirden
Tepeden tırnağa sende duruldum
Ey  şehir ben sana sende vuruldum.

Dağı taşı sevda ile sızlanır
Yeşilırmak yatağında nazlanır
Misketinde misk ü amber gizlenir
Ben sende gerçeğim sende sır oldum
Ey  şehir ben sana sende vuruldum.

Bahar gelir, üste cennet taşınır
Altı tarih, medeniyet kuşanır
Bir sevdadır anlatılmaz yaşanır
Aşka kapı, ben nefrete sur oldum
Ey  şehir ben sana sende vuruldum.

Lokman’dan Şirin’e seslendim, duydu.
Gözleri pınardı gözyaşı suydu
Seven sevilene hep gönül koydu
Gönül vermeyene küstüm darıldım
Ey  şehir ben sana sende vuruldum.

Mum olup eridi dağlar kibrinden
Sulara yol verdi külünk sabrından
Sev deyip doğruldu Ferhat kabrinden
Arayı arayı aşkı yoruldum
Ey  şehir ben sana sende vuruldum.
MEHMET HOPAL

NİSYAN

İsyanım nisyanıma
Bazen ilaçtır yarama.
Bazen uçurumlardan düşerim,
Tozlu nisyan çukurlarına.

Mutluysam biraz da onun sayesinde.
Çalışmalıysan onun yüzünden.
Korkuyorsam çıldırmaktan,
Sığınıyorun onun  tozlu kollarına.

Biliyorum iyi değil.
Ama başka çarem yok,
Düşerim yollarına.
Yoksa çıldırmamak elde değil.

İsyanım mı nisyanımdan ,
Nisyanım mı isyanımdan.
Bilmiyorum.
Bilerek kendimi atıyorum,
Onun derin uçurumlarına.

Görüyorum herkes aynı.
Onlar da  bu işte mazur.
Yoksa nasıl dayanır bir ana yüreği,
Yavrusunun yokluğuna…

Nisyanım yorganım.
Nisyanım, ah yorgunum.
Hayatım tekrarlar elinde tekerrür.
Nisyanım. İşte bundan isyanım.

Nisyanım. Ben bir insanım.
Sığınağım, korunağım, durağım.
Beynimin yeli, aklımın seli.
İyileri alma ne olur.

İMARETTEN GEÇERKENDr. Metin HAKVERDİOĞLU
Dün İmâretten geçerken anladım ki rûhumuzŞu Amasya şehrinin sonsuz bahârında susuz
Kalbimin zümrüt tepesinden kopardın bir nidâHuzr ile doldu bu gönlüm kaldırımda kaldı da
Mâverâya uzanan bir ses ezandan çağladıBunca yıldır aç olan kalbim bu sesle ağladı
O azâmet karşısında hep kesildi nefesimSanki sonbahârıma estirdin ılık bir nesim
Ey azîz mâbet yüce mâbet güzel mâbet nesinAldı benden benliğimi âh o uhrevî sesin
Bahçe kapından girerken anladım tevâzuyuSanki mağrur nefsime baş eğdirir alçak boyu
Kaç gönüle tattırırsın bu doyulmaz arzuyuŞu şadırvandan içerken Kevsere benzer suyu
Âh yağarken üstüme ol an ezanlar nûr nûrİşte rûhum buldu târifsiz derinden bir huzur
Bir tarafından bakarım diz çöken cilt cilt ilimBir tarafından bakarım aç bırakılmaz yetim
Ferhad ü Şîrîn misâli âşığın iki çınarKaç ömürdür terk edemez el duâda hep yanar
Bu şehir senden akan nurlarla yıkansa ne varGeçmişin şimdiye birden aşkla uzansa ne var
Bir de baksam gitmişim ceddimin o pâk devrineBir kulak ver bak neler der Mihri Hâtun dinle ne
“Şöyle teşhîs eyledim Mihrî cihânın lezzetinİlm ile savm u salat imiş kalanı hiç imiş”
Yandı tüm kandillerim gönlümde bir an aşk ileMihri bu söz koydu son noktayı kalmaz müşkile
Seni yaptıran yapan bildim girer şol CenneteÂh emînim ceddimiz ermiş huzurla himmete
“Kimdir ol Sultân Ahmed ibn-i Sultân BâyezîdGicesi kadr olsun onun dâimâ gündüzü ıyd”
Bâyezîd ses verdi birden titredim pek ânidenTürbesinden canlanıp gelmiş gibi ol yeniden
“Kande varam sâye-i serv-i bülendim var ikenKime kul olam senin gibi efendim var iken”
Mir Nigârî bir taraftan başladı sözlerineOl Muhammed âşığı yüz sürdü hep izlerine
“Hamdülillah ey azîzim kim senin kurbânınamFeyz-i kurbet bulmuşam kim küşte-i peykânınam”
Çift vavı Hamdullahın hû hû çeker karşımdanDoldu rûhum çıktı aklım âh o an başımdan
Sen şehâdet parmağından inletirken gökleriÇifte hâfızlar içerden çınlatır kubbeleri
Kubbenin altında şimdi tekbirinle pek derinHisler aldım mağrur oldum âh huzur buldum demin
Ben müezzin mahfilinden dinler iken tekbiriBir imam yaktı yanık sesler içinde gökleri
Taş ve topraktan olamazsın sen ey mâbet medetÂh seninle pek güzelmiş pek güzelmiş ibadet
Bak Yeşilırmak akarken sonsuza gün gün MetînBu azîz mâbet görülsün hep övünsün milletin
Dün imâretten geçerken anladım ki rûhumuzŞu Amasya şehrinin engin baharında susuz
Gideceksin biliyorum
Gideceksin biliyorum. Adım gibi hem de, Üç vaktin birinde,yarım bırakıp bu öyküyü, Dertlerimi azdırıp, Şiirleri küstürüp, Şarkıları susturup gideceksin.
Çakallar’a bahar gelmeyecek belki bir daha, Yeşilırmak yeşil akmayacak belki, Halkalı Sokakta, Torumtay’da. Yüz kapısında Yüzevler’in. Ayak izlerimi süpürmeyecek çöpçüler. Ve gece bekçileri, Düdük çalmayacak ardım sıra. Adın kalmayacak taş duvarlarda, Başıma uçacak bu kentin bütün binaları.
Kapayıp kapıları çıkıp da gideceksin! Dağları üzerime yıkıp da gideceksin!
Gideceksin biliyorum, Adım gibi hem de. Üç vaktin birinde, yarım bırakıp bu öyküyü
Maviden öteye renk, Sevgiden kutsal kavram, Ölümden öteye adres yok. Sen yoksan, hiçbir şey yok. Ne rüzgarda saçların kısrak yelesi, Ne çise düşmüş toprakta kokun, N ede bütün pembeler de dudakların var. Yok bile yok, bütün lugatlarda. Kaldırımları yok bu kentin. Sokakları yok parke taşlı. Kerpiçten evleri yok artık yıkık dökük, İnsanları bile yok anla işte! Bil cümlesi defnedilmiş Tekirdede’ye Bir çırpıda, Balık istifi, Koyun koyuna mahrem sayılmadan. Su gibi…sabun gibi…gökte bir yıldız gibi…
Düşten bir nehir gibi akıp da gideceksin Bu şehri baştan başa yakıp da gideceksin. Gideceksin biliyorum, Adım gibi hem de; Üç vaktin birinde,yarım bırakıp bu öyküyü
Işıkları söndürüp, Kepenkleri kapatıp, Paslı bir kilit vurup, iflas etmiş yüreğime. Kâh bir kedi yavrusu gibi, kasap kapısına Kâh günah çocuğu gibi cami avlusuna. Arkana bile bakmadan, koşarcasına Bu sevdaya baş komadan, Gözlerimde yaş komadan, Taş üstüne taş komadan gideceksin. Seninle gidecek sana ait ne varsa Bir ben kalacağım bu kentin orta yerinde Bir başıma, Paramparça, Darmadağın, Ve kan tükürdüğüm kaldırımlar. Kalp yetmezliği, Karaciğer yetmezliği, Ve kendime yetmezliğim. Yetmezlikler içinde Bir deli daha eklenecek sokaklarına
Tırnak uçlarına kadar kara sevdalı Ve kızılca kıyamete atılmış, yorgun yüreğiyle Hakkını helâl edip, Aşkımı yalan edip, Gönlümü talan edip, Acıları gönlüme ekip de gideceksin Savurup saçlarını çekip de gideceksin.
Gideceksin biliyorum, Adım gibi hem de; Üç vaktin birinde, yarım bırakıp bu öyküyü
Ya bir Eylül akşamı yapraklar dökülürken, Ya bağ bozumunda Ekim ayında, Ya da Kasım da göçmen kuşlara yoldaş olup, Kırağı düşerken kasım patlara, Beni öksüz, Beni darmadağın, Beni anadan üryan bırakıp, Memleketin orta yerinde Biliyorum gideceksin; Şiir, mektup ne varsa çöpe doldurup, Parçalayıp bütün fotoğrafları, Gırtlağına basıp bütün anıların, Ve anasını ağlatıp umutlarımın yediden yetmişe. Sır yüklü, sabır yüklü, kahır yüklü Bana bile söylemeden sevdiğini
Yüreğime köz bırakıp, Beni bana küs bırakıp, Kapkara bir yas bırakıp,
Unut beni elveda deyip de gideceksin, Diri diri mezara koyup da gideceksin.
Mehmet HOPAL

R.Tagore “Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi.”

Düşünüyorum da,
Sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek.
Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi,
Naif yönlerimizin keşfedilmesi,
Cesaretsizliğimizin anlaşılması,
Korkularımızın paylaşılması,
Sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti.
Kabuklarımızın altında
Kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız.
Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında.
Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden.
İstiridyeler, deniz minareleri, midyeler.
Kirpiler ve kaplumbağalar gibi.
Sahi koruyor mu bizi bu çatlamamış sert kabuk?
Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi?
Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize.?
Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi?
Duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu?
Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak.
Ne çıkar ateşböceği sansalar beni.?
Belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin
O uçucu, masum, sevimli çocuksuluğuna
El kaldırmaya kıyamaz?
Güçlü kapıların arkasına kilitlemesem kendimi,
Korkaklığımi, sevgi isteğimi
En insani yönlerimi kayıtsızca sunabilsem
Bu sert kabuğun ağırlığından kurtulup
Bir kuş gibi uçacağım özgürce.
Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım
Karşımdakine.
O da çözülecek belki.
Samimi ve güvenliksiz, silahsız biriyle göz göze gelince.
Oysa bir görebilsek bunu.
Kalmadı böyle insanlar demesek.
Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak.
Kırılmaktan korkmasak.
İncinsek, yaralansak.
Ne olur bir darbe daha alsak.
Yeniden açsak kendimizi, atabilsek o kabuğu.
Denesek.
Risk alsak.
Yanılsak.
Fark etmez.
Tekrar, tekrar bıkmadan denesek.
Ve kucaklaşsak yeniden.
Tıpkı eskisi gibi.
Ne olduğunu anlayamadığımız o onbeş yıldan öncesi gibi.
O zaman fark edeceğiz.
Ne kadar özlediğimizi birbirimizi.
Neler biriktirdiğimizi,
Kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi.
Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa.
Vakit az, paylaşmak, sarılmak için.
Yaşadığımız coğrafya zor, sartları ağır.
Yüreği daha fazla küstürmemek lazım.
Sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan.
Ve koşullar bir türlü düzelmeyen.
Sevgiye çok ihtiyacımız var.
Ufukta kara bir kış görünüyor.
Ancak birbirimize sokulursak atlatırız o günleri.
Kırın o sert, o ağır kabuklarınızı.
Kurtulun bu yükten.
Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize.
Yalnızlığa mahkum ediyor bizleri.
Hem hepimiz bir yıldızız.
Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi.

 

 

 

 

NİSYAN

 

İsyanım nisyanıma

Bazen ilaçtır yarama.

Bazen uçurumlardan düşerim,

Tozlu nisyan çukurlarına.

 

Mutluysam biraz da onun sayesinde.

Çalışmalıysan onun yüzünden.

Korkuyorsam çıldırmaktan,

Sığınıyorun onun  tozlu kollarına.

 

Biliyorum iyi değil.

Ama başka çarem yok,

Düşerim yollarına.

Yoksa çıldırmamak elde değil.

 

İsyanım mı nisyanımdan,

Nisyanım mı isyanımdan.

Bilmiyorum.

Bilerek kendimi atıyorum,

Onun derin uçurumlarına.

 

Görüyorum herkes aynı.

Onlar da  bu işte mazur.

Yoksa nasıl dayanır bir ana yüreği,

Yavrusunun yokluğuna…

 

Nisyanım yorganım.

Nisyanım, ah yorgunum.

Hayatım tekrarlar elinde tekerrür.

Nisyanım. İşte bundan isyanım.

 

Nisyanım. Ben bir insanım.

Sığınağım, korunağım, durağım.

Beynimin yeli, aklımın seli.

İyileri alma ne olur.

 

 

 

 

 

 

Mevsim

Yıldızları sayamazsın

Hayallere doyamazsın

İstesen de  duyamazsın

Sessiz geçer aşk mevsimi.

 

Yürüyorum

 

Uykular haram bana

Yürüyorum karanlıklara

Beni biraz anlasana

Yürüyorum karanlıklara

Bak ne söylüyorum sana

Yürüyorum karanlıklara

 

Sarıya Doğru

 

Yaprağın son demi  son bahârıdır

Toprağın son gülü  son bir hârıdır.

Sonlara dayanmak kalpsiz kârıdır.

Dayan kalbim dayan yangındır söner,

Leyleklerle gitmişse onlarla döner.

 

Fenerdir bu dünya  yanar ve söner.

Gözünün yaşına bakmadan gider

Gençlik de böyledir demezsin yeter.

Dayan kalbim dayan yangındır söner

Leyleklerle gitmişse  onlarla döner.

 

UTANSIN

 

Tohum saç , bitmezse toprak utansın!

Hedefe varmayan mızrak utansın !

Hey gidi küheylan , koşmana  bak sen!

Çatlarsa ,doğuran  kısrak utansın !

Eski çınar şimdi Noel ağacı;

Dallarda iğreti yaprak utansın!

Ustada kalırsa bu öksüz yapı,

Onu sürdürmeyen çırak utansın !

Ölümden ilerde  varış  dediğin ,

Geride ne varsa bırak utansın !

Ey bin bir tane solmayan tek renk,

Bayraklaşmıyorsan bayrak utansın !    N Fazıl Kısakürek

 

 

 

 

 

OTUZ YAŞ ÇIĞLIKLARI

 

Günlerin nasıl aktığını,

Sen nereden bileceksin.

Kalbimi nasıl yaktığını,

Sen nereden bileceksin.

Tatlı yenilen  aşıma,

Zehri nasıl kattığını,

Sen nereden bileceksin.

Otuz yaşta kır saçıma,

Hüznü nasıl taktığını ,

Sen  nereden bileceksin.

 

Ağlar iken göz yaşıma,

Niçindir, neden aktığını,

Canım nasıl soracaksın?

Korku dolu rüyalarımı,

Nasıl hayra yoracaksın.

Günlerin nasıl aktığını,

Sen nereden bileceksin.

Ağlar iken göz yaşımı,

Gülüm  nasıl sileceksin?

Unutma ki ey sevgilim;

Bu menzile geleceksin.

Elbet sen de solacaksın. (8 ve 9lu)

 

 

UMUT

 

Yağmurla gelirdi hayale hayat.

Yağmurlar kesilir, ne çare, heyhat !

Yorgundu, argındı  dedi :“Bi gayret.”

Yüzünde kırışık, elde inayet.

Dolacak ambarım bu yıl nihayet.

Hakk’ın deryasına var mı nihayet?

Hem bu dünya için hem de ahiret.

Yağmurla gelirdi  hayale hayat… (6+5li)

 

 

 

 

Fikri arı oldum ,gönlü gül oldum
Gülden anlayanı bulamadım ki…
Kalbi petek oldum ,dili bal oldum
Baldan anlayanı bulamadım ki…

Yol aradım yol bilmezler içinde
Figan ettim dil bilmezler içinde
Ömrüm geçti hal bilmezler içinde
Halden anlayanı bulamadım ki…

Maksut’um der ele döktüm derdimi
Bulut oldum sele döktüm derdimi
Ozan oldum tele döktüm derdimi
Telden anlayanı bulamadım ki…..

 

 

 

 

Alıp gideriz

Bir gün olur-.—

Olmaz olur-.—

Gün biterken-.—

Güller ölür-.—

Bir bakarsın-.—

Akşam olur

Can kuşumdur-.—

Gelmez olur.

Başımı alıp giderim…

 

Bu, bu gündür.

Bir ömürdür.

Ağlasan da,

Son günündür.

Başını alır gidersin

 

Sevgi sendin

İlk gidendin

Belki bir gün

Döneceksin

Ayrılıktan,

Yanacaksın.

Mutlu oldum,

Sanacaksın.

Başını alıp dönersin

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BENDEDİR

 

Uzağa gitmeyen yollar bendedir.

Ateşi bitmeyen çöller bendedir.

Açmayı bilmeyen güller bendedir.

Alnıma yazılmış:” Bu bir bendedir.”

Yaramı saracak merhem sendedir.

 

Sarmayı bilmeyen kollar sendedir.

Hoşuma gitmeyen haller sendedir.

Çilesi  bitmeyen   yıllar sendedir.

Alnıma yazılmış:” Bu bir bendedir.”

Yaramı saracak merhem sendedir.

 

Kovanı yakılmış ballar bendedir.

Kökünden kesilmiş dallar bendedir.

Kavgalı sağ ile sollar bendedir.

Alnıma yazılmış : Bu bir bendedir.”

Yaramı saracak merhem sendedir.

 

 

 

“Tarlada çiçek ot sayılmaz mı;

Saksıda  karpuz yok sayılmaz mı?”

 

 

BEN OLAYDIM

 

Senin yolunda  gülen yüzde bir, ben olaydım.

Senin için ağlayan bir göz de ben olaydım.

Çöl yollarında yalın ayak, başı açık,

Ağlaya ağlaya, inleye inleye gelen olaydım.

Senin ayağının tozu olmak şerefine eren

Bir talihli dervişin de ben olaydım.

Senin yolunda  bir ölen de ben olaydım.

Ben benlikten çıkıp keşke sen olaydım.

Rehberim, peygamberim diyen olaydım.

Senin için ağlayan bir göz de ben olaydım.

Ne olurdu sanki ey talihim bin yıl önce,

Medine yolarında bir sürünen olaydım.

Onun yolunda  bir ölen de ben olaydım.

Onun düşmanlarına batan bir diken olaydım.

Onun yolunda yırtık bir keten olaydım.

Senin yolunda  bir ölen de ben olaydım.

 

 

KIYAS VE DEĞERLENDİRME

Beni dinle ey kadı
Bozuldu işin tadı
Zulümse eğer adı

Kenan yapsa da aynı
Yunan yapsa da aynı

Söylenecek söz varsa
Söyle sende yüz varsa
Hak’ka tecavüz varsa

Nokta yapsa da aynı
Yekta yapsa da aynı

İpe sermeyin unu
Herkes biliyor bunu
Hazineden soygunu

Turgut yapsa da aynı
Nemrut yapsa da aynı

Zirvedeki uç beyi
Çeker gözden sürmeyi
Rüşvet alıp vermeyi

Fazıl yapsa da aynı
Rezil yapsa da aynı

Halka tepeden bakan
Göğsüne benlik takan
Yalana yatıp kalkan

Moiz olsa da aynı
Vaiz olsa da aynı

Doğruluktan kaçan zat
Menfaatı seçen zat
Haram yiyip-içen zat

Murdar olsa da aynı
Serdar olsa da aynı

Bu gemi böyle gitmez
Giderse zulüm bitmez
Kim örnektir fark etmez

Hasmım olsa da aynı
Nefsim olsa da aynı …

ABDURRAHİM KARAKOÇ

 

AKİF’TEN

 

 

ASIM’DAN

Ağlasın milletin evlâdı da bangır bangır

Durma hürrîyeti aldık diye sen türkü çağır!

Zulmü alkışlayamam zâlimi aslâ sevemem

Gelenin keyfi için  geçmişe kalkıp sövemem

Biri ecdâdıma saldırdı mı ,hattâ boğarım…

Boğamazsın ki!

Hiç olmazsa yanımdan kovarım.

Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;

Hele, hak nâmına haksızlığa aslâ tapamam.

Doğduğumdan beridir âşığım istiklâle

Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle.

Yumuşak başlı isem, kim demiş uysal koyunum?

Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim.

Adam aldırma da geç git , diyemem, aldırırım

Çiğnerim , ciğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.

Zalimin hasmıyım ammâ severim mazlumu

 

KOCAKARI İLE ÖMER

( mefâilün- feilâtün- mefiâlün- feilün)

 

Kenar-ı Dic/lede  bir kurt/ aşırsa bir/  koyunu

Gelir de ad/l-i İlahi/ sorar Ömer/den_ onu

 

Bir ihtiyar/ karı bi- kes/ kalır Ömer /mes’ul

Yetimi  gir/ye -i husran/ alır Ömer/ mes’ul

 

Bir aşiya/n-ı sefalet/ bakılmayıp/ göçse

Ömer kalır/ yine altın/da  hiç değil/ kimse

 

Zemine gad/r ile  bir dam/la kan  dökün/ce biri

Damla bir/ koca girdap /olur  boğar/  Ömer’i

 

Ömer duyul/mada  her kal/bin inkisa/rından

Ömer koğul/mada her ma/temin  civa/rından

 

Ömer hali/fe iken baş/ka kim çıkar/ mes’ul

Ömer ne yap/sın İlâhi / beşer zalum /ü cehul

 

HARNAME

( feilatün- mefailün- feilün)

 

Bir eşek var/ idi zaif/ ü nizar

Yük elinden/ katı şikes/te vü zar

 

Gah odunda vü gah suda idi

Dün ü gün kahr ile kısuda idi

 

Ol kadar çeker idi yükler ağır

Ki teninde tü komamıştı yağır

 

Dudağı sarkmış u düşmüş enek

Yorulur arkasına konsa sinek

 

Toranır idi arpa arpa teni

Gözi görücek bir avuç samanı

 

 

 

 

Viran Bağ

( feilatün -feilatün- feilün)

 

Yine bir sof/rada  şen şak/raktık

Gün denizler/de sönerken /baktık

Ve çobanlar /gibi dallar/ yaktık

 

Uyuduk kırda gezindik dağda

O yazın  ah o engin çağda

Geçti en son günü Viranbağ’da

 

 

KARA  SEVDA

 

Bir kerre sevdaya tutulmayagör

Ateşlere yandığının resmidir

Aşık dediğin Mecnun misali kör

Ne bilsin alemde ne mevsimidir.

 

Dünya bir yana o hayal bir yana

Bir meşaledir Pervaneyim ona

Altında bir ömür geze dolana

Ağladığım yer penceresi midir?

 

Bir köşeye  mahzun çekilen için

Yemekten içmekten kesilen için

Sensiz uykuyu haram bilen için,

Ayrılık ölümün diğer ismidir.

Cahit Sıtkı Tarancı

 

OTUZ BEŞ YAŞ ŞİİRİ

 

Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.

Dante  gibi ortasındayız ömrün.

Delikanlı çağımızdaki cevher,

Yalvarmak yakarmak nafile bu gün.

Gözünün yaşına bakmadan gider.

 

Şakaklarıma kar  mı yağdı ne var?

Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?

Ya gözler altındaki mor halkalar?

Neden böyle düşman görünürsünüz ,

Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

 

Zamanla nasıl değişiyor insan!

Hangi resmime baksam ben değilim.

Nerde o günler , o şevk , o heyecan?

Bu güler yüzlü adam ben değilim;

Yalandır kaygısız olduğum yalan.

 

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız:

Hatırası bile yabancı gelir.

Hayata beraber başladığımız,

Dostlarla da yollar  ayrıldı bir bir;

Gittikçe artıyor yalnızlığımız.

 

Gök yüzünün başka rengi de varmış!

Geç fark ettim  taşın sert olduğunu.

Su insan boğar , ateş yakarmış!

Her doğan günün bir dert olduğunu ,

İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

 

Ayva sarı ,nar kırmızı , son bahar!

Her yıl biraz daha benimsediğim.

Ne dönüp duruyor havada kuşlar?

Nerden çıktı bu cenaze ? ölen kim?

Bu kaçıncı bahçe gördüm tarümar?

 

Neylersin ölüm herkesin başında.

Uyudun uyanamadın olacak.

Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?

Bir namazlık saltanatın olacak,

Taht misali o musalla taşında.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Amasya MANİLERİ

 

Ayna attım çayıra

Şavkı düştü bayıra

İkimiz de sevdalı

Allah bizi kayıra

 

Ey güzeller güzeller

İsterse gelsin seller

Amasya’ma bağlıyım

Ne derse desin eller

 

Bahçedir evin önü

Bekliyorum düğünü

Unutamam bir türlü

Seni gördüğüm günü

 

Aşkı içtim tasından

Tattım da meyvasından

Yarim rengini almış

Amasya elmasından

 

Elmasından

Altından elmasından

Yarim yanağın güzel

Amasya elmasından

 

Pınarın başı sarı

Dibinde tası sarı

Allah alnıma yazmış

Gözü gök saçı sarı

 

Mektup yazdım bilesin

Okuyup da gelesin

Bu mektubun üstünde

Durmayıp da gülesin

 

Dertliyim dermanım yok

Köylüyüm harmanım yok

İsterem yare gidem

Elimde fermanım yok

 

Eşme buldum tası yok

Yüzük buldum  taş yok

Şurada bir kuş öter

Bencileyin eşi yok

 

Selam olsun dağlara

Su yürüsün bağlara

Nasibin böyle imiş

Düşmüşüm sevdalara

 

Ay dedim aydın beni

Ne hale  koydun beni

Yelkensiz gemi gibi

Ortaya koydun beni

 

Karanlık açmak ister

Kelebek kaçmak ister

Benim cahil gönlüm de

Yare kavuşmak ister

 

Keklik taştan el eder

Eşine gel gel eder

İki gönül bir olsa

Taşı deler yol eder

 

Elbisem benek benek

Kapıya vurdum deynek

Emim kızı dururken,

El kızı neyim gerek

 

Çoraplar milden olur

Sevdalar dilden olur

Bu Amasya sevdası

Nazlı yarimden olur

Kırmızı gülden olur

Elmayla gülden olur

Irmakta selden olur

 

 

Arabası dört çeker

Amasya’da ser çeker

Yalınız yatan kızlar

Gece gündüz ah çeker

 

Amasya yollarında

Bilezik kollarında

Allah canımı alsın

O yarin kollarında

 

Amasya’nın  içinde

Tıp tıp atıyor yürek

Sevgilim yeter bize

Para pul neye gerek

 

Amasyalı Zileli

Pınarları filkeli

Kızlar olmuş bir şeker

Alıp alıp yemeli

 

Altın yüzük yaptırdım

Samsun ustalarına

Doktor ilaç vermiyor

Sevda hastalarına

 

Amasyalı ezelden

Gönlü geçmez güzelden

Gönlümün gözü çıksın

Bakmasaydım ezelden

 

Metince Maniler:

 

Sağ mısın

Kaymak mısın yağ mısın

Yüreğimde dağ mısın

Bu gün aklıma düştün

Sağrı mısın sağ mısın

 

 

Yar demez

İnsan bulur var demez

Yaz gününde kar demez

Gönülsüzce sevenler

Karı der de yar demez

 

 

 

 

 

Milletvekili Marşı

Sormayın kim olduğumu
Ben bilmem, liderim bilir
Varlığımı yokluğumu
Ben bilmem, liderim bilir.

Gözlerim hep ona bakar
Kaldır der, ellerim kalkar
Gül, menekşe nasıl kokar
Ben bilmem, liderim bilir…

Ne içip, ne yiyeceğim
Sırtıma ne giyeceğim
Nerede ne diyeceğim
Ben bilmem, liderim bilir…

İçimdeki riyaları
Süreceğim boyaları
Göreceğim rüyaları
Ben bilmem, liderim bilir…

Sıkı tutarım aramı
Ye derse, yerim haramı
Süt beyaz, kömür kara mı
Ben bilmem, liderim bilir…

Enim nasıl, boyum nasıl
Fikrim nasıl, huyum nasıl
Kullanacak oyum nasıl
Ben bilmem, liderim bilir…

Hasta mıyım, sıhhatta mı
Sadakatım ifratta mı
Otuz gün ay mı, hafta mı
Ben bilmem, liderim bilir…

Hicap nedir, örtü nedir
Kurt-kuş, böcek-börtü nedir
İyi nedir, kötü nedir
Ben bilmem, liderim bilir…

Hürmetim tamdır zatına
Minder olurum altına
Uyarım talimatına
Ben bilmem, liderim bilir…

Teslim ettim irademi
Böyle yürür benim gemi
Varsa beynimi, midemi
Ben bilmem, liderim bilir…

A. Karakoç

OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ ‘DEN

 

İMPARATORLUĞA MERSİYE

 

Bin yıl oldu toprağına basalı

Hayli oldu kılıçları asalı

Bülbüllerin onun için tasalı,

Sazlar kırık ayar tutmaz telleri

Biz neyledik o koskoca elleri?..

Yol görünür, hakan emir verirdi,

Dalga dalga ordularım yürürdü,

Hamlemizden dağlar taşlar erirdi

Dolu dizgin aştık nice belleri,

Biz neyledik o koskoca elleri?..

Yıldız doğar, tarihimiz belirir,

Sabah olur, ulufeler verilir,

Bir seferde dört krallık  serilir,

Al al ettik kara kara tülleri,

Biz neyledik o koskoca elleri?..

Ferman çıkar, dal kılıçlar takınır,

Meydanlarda Rabb’a dua okunur,

Gölgemizden bütün cihan sakınır,

Andırırdık coşkun akan selleri ,

Biz neyledik o koskoca elleri?..

Kosovalar , Plevneler bizsizdir,

Yosun tutmuş camilerim ıssızdır,

Boynu bükük minareler öksüzdür,

Açmaz olmuş kızanların gülleri,

Biz neyledik o koskoca elleri?..

Hali görür, geleceği sezerdik,

Bir zamanlar ta vistülde gezerdik,

Haritayı biz  kendimiz çizerdik,

Fetheyledik deryaları, çölleri,

Biz neyledik o koskoca elleri?..

Rodopların ak başları yaslıdır,

Serdengeçti gönül artık usludur,

Rüzgarları bile matem seslidir,

Zafer zafer der , eserdi yelleri,

Biz neyledik o koskoca elleri?..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SERANAT          Mustafa Özçelik

Bu müzik seninle başladı bu çalkantılı akım

Kayaları yumuşatan bu ağrı                      (mutluluk,birliktelik ,aşk)

Dikkati unutturan imge                             (Aşığa Bağdat sorulmaz.)

Bu geçmiş zaman sayfalarında özlenen saat

Her gün biraz daha  kendimizden uzaklaştığımız

Zamansız ve mekansız kaldığımızda

gecede seninle                (İmge bir süstür, her süs herkese

yakışmaz)

Artık kendimi seninle tanır

ve tanınır oldum                     ( Seninle var oldum)

Bir yokluğu mu kucakladım diye düşünmedim hiç      (Ayrılığı hiç düşünmedim)

Sorular sorup

Formüller aradım

Sınırsız bir akıma dönüştü zaman

Bir eski zaman yarasını daha kanattım yeniden ( özlem)

Yazgı dedim teslim oldum

muazzam esmerliğine

Bir miladi tarih olsun istemedim      (samimiyet , sevgi, sırdaşlık)

Sarıldım ve sırrımı sundum sana

İnsanlar gecikmiş bir gecenin kıyılarında

Tuhaf ve emanet rüyalar görürken

Kurnaz olmayı aklından geçiren

Adamları sevmedim

Bir terazi almadım elime                           (Yabancılaşmış toplum)

Hep vermek istedim

Takvimlere ve saçlarıma aldırmayıp

Her gün boğulacağım dalgalarına alışarak (hayat)

Denizde martıları sevmenin

Sarhoşluğunu yaşadım

Bu yeniden doğmak                         (Seninle olmak senin varlığına alışmaktı)

ve yağmurlara alışmaktı                            (Alışmak, birliktelik)

Birlikte yürüdük

Yeniden anlam kazanan kelimelerle

Gece trenlerini sevdik

Akşamın karanlık saatlerini

Tenha sularını bir ırmağın

badem çiçeklerini

Bir sıcaklığa tutunup

Öylece hayatı ve ölümü yokladı

Gecenin serin sularını paylaştık gizlice (şehir)

Çarşıları karanfil kokuyordu şehrin

Ve eşkıyaları yoktu

Bilmiyorum kaç ömür sığdı bir gecenin

düşlerine

Salt duyguya dönüştük

Rehin kaldı aklımız                                   (Akıl ötesiydik)

Esmerliğin katıldı toprağa                         (ölüm)

bekçi düdüklerini sevdik

Gittin tozlu bakışların kaldı                      (ayrılık)

Şehrin kaderi değişti

Yoruldum sabahları sevmedim artık

Uyanmak korkunçtu

anladım gecenin kehanetini              (gece)

Yalnız kaldım kıyında

Kaybolmuş bir denizin yasını tuttum (sevgili)

Düşlerimde solgun çiçekler görüp ağladım

Umutla sarıldım telefonlara

Soğuk yüzlerinde cesaret aradım

Hep yüzümü çarptım aynalara

yorumsuzdu sözleri

Kalp ağrıları                                                       (realite)

İçimde sessizce dans eden akrebin hüneri

Bir hayatın makyajını

Yüzünün güzellik reçetelerini                    ( Ayrılık ve herşeyin kötü gitmesi)

Bir mecnun kimliğine bürünüp

Seni anmak artık zor

İçimde en harlı ateşler

senden kalan bir iz gibi

Bir uyarıya dönüşüyor hatıran

bir mahrem çığlığa

Geriye kalan nedir şimdi

Ey bir türlü denizini bulamamış nehir

Korkunç şüphelerle titreyen  aklımız

Bilmeli artık

Bu çalkantılı gökyüzünün altında

Melekle insan

Telefonla sekreter arasında fark var

Aynalar susuz tayfaları unutup

bize bakıyorlar

Delice aksediyor ruhumuza

doğrular ve yanlışlar

Artık öfkemi ve yenilmişliğimi

Serin sulara batırıp

Yeni  yorumlarla

Bir melek ordusuyla bakmalıyım yüzüne

Çünki yeni güzelliklerin tablosunda

yine sen varsın

Olgunlaşan bir meyvenin

bilgelik derslerini öğrendim

Varoluş sırrım  seninle tamamlanıyor

anlamasan da

Zaman geçiyor

Geciken bir akşamın kıyısında

Martıların deniz görmemesi hakikate aykırı

Bahar diyorsan

İçinde dalgın  gözlerini açıp

Hayata katılmanın tutkusu

seni de tanımlamalı

Çünki her şey biraz daha aşikar

Ve hızla yayılıyor

Çiçeklerden usanıyor

ve çocukları sevmiyorsun

Yılan ve akrep günleri içine giriyor

Yalnız ve hatırasız kalıyoruz

Öfkesi kabaran bir adam geçiyor yanımızdan

Saç modelinin

Ne anlama geldiğini soruyor

Hızla solan ve soyulan duygular çevremizde

İçimiz daralıyor

Kağıtlara sarılıyoruz

Tabletlere  ve köleliğe

Kirlenen ve eskiyen şeylere

Yeni alışkanlıklarla tanışıyor

Unutuyoruz yorumsuz bir  habere dönüşüyor

hayatımız

İşte rüzgarımız

Bir defa daha son defa esiyor ülkenden

Ben ne kadar sabırlı ve sarışın

olmayı öğrensem de

Telefonlara aldırmıyor

Ve anlaşılmıyor sesim

Yağmura ve bulutlara daha yakın

Bir depremi gizliyor içinde

Bir işaret bekliyor senden

İçimdeki mağrada sonsuz yankılar

Hayatımızın gelecek sayfaları önünde

Dalgalara doğru sonsuz bir koşu

Yalvaran kelimelerle

bir daha ıslatıp toprağını

Serin ve el değmemiş duygularımla

Güneşimi çocuklara veriyorum

İnsan olsak diyorum

Ateşi yeniden tutuşturulan

Kralların şapkasına gülüp geçsek yakınlarından

Bir dervişin gözlerindeki

huzuru bulsak

Serin rüzgarlarla uyansa bedenimiz

Geçen zaman geometrisinde

tuşlardan usanmış

Kağıtlardan sorulardan saatlerden

Bu kaçıp gelmelerden  sıyrılarak

Yıldızına uzansam

Çoban ateşinin içine gizlenerek

Şehirlerimizin gurur kalelerine

Askerlerimizi göndersek

Başımız dönse sevinçten

Beklenen günler gelir mi geri

Yeniden yeniden sevsek güvercinleri

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

NERDESİN

 

Geceleyin bir ses böler uykumu

İçim ürpermeyle dolar: – Nerdesin?

Arıyorum yıllar var ki ben onu.

Aşıkıyım beni çağıran sesin

 

Gün olur sürüyüp beni derbeder,

Bu ses rüzgarlara karışır gider.

Gün olur peşimden yürür beraber.

Ansızın haykırır bana : – Nerdesin?

 

Bütün sevgileri atıp içimden .

Varlığımı yalnız ona verdim ben.

El verir ki bir gün bana derinden

Ta derinden bir gün bana “Gel” desin.

 

 

 

 

 

 

Baki Gazel

 

Nâm u nişâne  kalmadı  fasl-ı bahârdan

Düşdi çemende berg-i dıraht i’tibârdan

 

Eşcâr-ı bağ hırka-i tecrîde girdiler

Bâd-ı hazân  çemende el aldı çenârdan

 

Her yaneden ayağına  altun akup gelür

Eşcâr-ı bâğ  himmet umar cûy-bârdan

 

Sahn-ı çemende turma salınsun sabâyile

Âzâdedür nihâl  bugün berg -i bârdan

 

Bâkî çemende haylî perîşân imiş varak

Benzer ki bir şikâyeti var rüzgârdan ,

***             ****

Âvâzeyi  bu â‘leme Dâvût gibi sal

Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş

****

 

 

 

 

 

 

 

Hitabe

 

Gökler yıldızları yere sağarken,

Dualar kalplerden göğe akarken,

Şafaklar atarken , güneş doğarken,

Öfken olmalı can , sevdan olmalı.

Kara gecelerle    kavgan olmalı.

 

Güneş  aşk verirken güllerimize,

Acılar batarken ellerimize,

Ağıtlar değerken dillerimize,

Öfken olmalı can , sevdan olmalı.

Kara gecelerle    kavgan olmalı.

 

Kanayan topraktan bir taze kanla,

Yeşeren yapraktan bir özge canla,

Bir umut, bir hışım, bir heyecanla.

Öfken olmalı can , sevdan olmalı.

Kara gecelerle    kavgan olmalı.

 

Dağlarda  susmayan ezgiler için.

Alnımda beliren çizgiler için.

Kartal kanadında sezgiler için.

Öfken olmalı can , sevdan olmalı.

Kara gecelerle    kavgan olmalı.

 

Yine dağ başını duman kaplarken,

İhanet saf olup zulmü toplarken,

Gece hançerini bize saplarken,

Öfken olmalı can , sevdan olmalı.

Kara gecelerle    kavgan olmalı.

 

Analar korkusuz uyusun diye,

Bebeler ağıtsız büyüsün diye ,

Çocuklar yarına yürüsün diye,

Öfken olmalı can , sevdan olmalı.

Kara gecelerle    kavgan olmalı.

Buğra Kurt

 

Amasya Nizam-ı Alem  Ocakları

 

“Bir şulesi var ki şem’-i  canın

Fanusuna sığmaz âsumanın”

 

 

Şeyh Galip’ten

Terc-i bend

 

Ey dil ey dil neye bu rütbede  pür gamsın  sen

Gerçi virane isen genc-i mutalsamsın sen

Secde ferma-yı melek zat-ı mükerremsin sen

Bildiğin gibi değil cümleden akvemsin sen,

Ruhsun nefha-yı Cibril ile tev’emsin sen

Sırr-ı Hak’sın  mesel-i İsi-i Meryem‘sin sen

 

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen

 

Merteben ayn-ı müsemmadadır esma sanma

Merciin Halik-i eşyadadır eşya sanma

Gördüğün emr-i muhakkakları rüya sanma

Başkasın kendin suretle heyula sanma

Keşf it sabit olan maniyi dava sanma

 

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dîde-i ekvâm olan âdemsin sen

 

 

 

 

 

 

İNSAN HAKLARI

 

Özgür doğdum, özgür yaşamak istiyorum.

İnsanı özgürlükten yoksun bırakmak ,

Ruhunun yarısını  çalmaktır biliyorum.

Özgür doğdum özgür yaşamak istiyorum,

Kardeşliği  kalbimde taşımak istiyorum

 

İnsan değil mi  dünyada varlığın  şereflisi?

İyilik, güzellik , sevgi ve sanatın  gediklisi.

Varlığın en güzeli , kainatın sevimlisi.

Özgür doğdum özgür yaşamak istiyorum,

Kardeşliği  kalbimde taşımak istiyorum

 

Her şey insanla bu kadar güzeldir madem,

Niçin yakıp yıkar bu dünyayı bu adem,

Bosna’da, Kosova’da niçin kaygı niçin elem?

Özgür doğdum özgür yaşamak istiyorum,

Kardeşliği  kalbimde taşımak istiyorum

 

Yüreklerin birliği yıkacaktır her kini.

Sevgi, kardeşlik  milyon edecektir bir bini.

Biliriz ,insanı güzelliğe  eriştirmeli  dini?

Özgür doğdum özgür yaşamak istiyorum,

Kardeşliği  kalbimde taşımak istiyorum

 

Tut elimi kardeşim , kardeş olalım artık.

On Aralık da  olsun sarmaş olalım artık.

İnsan hakları hepimizin, bir baş olalım artık

Özgür doğdum özgür yaşamak istiyorum,

Kardeşliği kalbimde taşımak istiyorum.

Metin Hakverdioğlu

 

 

Elbet Biter Bu Hayat

 

“Dönülmez akşamlarda”;  dersen “eyvah” kâr etmez…

Azıksız gidenlere , beyhude  “vah”, kar etmez…

 

Batan ömür güneşi yalnız mahşerde doğar,

Şafaktan medet umma , gelen sabah kar etmez…

 

Azgın nefsin elinde çark olup çevrilirken ;

İman harap olursa ne yapsan “ah” kar etmez…

 

Bir zindan karanlığı kitlenir yüreğine ,

Dünyaya esir olma , mala tamah kar etmez…

 

Hakk’a teslimiyettir, gönüllerin ilacı,

Maddeye meftun kalbe  , nur-u dergah kar etmez…

 

Ne servet , ne iktidar, ne rütbe ne de makam,

O’nun mağfiretinden gayri penah kar etmez…

 

Deruni karanlığa Kur’an’nın nuru gerek,

Kalpler mühürlenmişse ,  küfrü ıslah kar etmez…

 

Kul, kabre hazırlansın, kabir hazırlanmasın .

Som altından olsa da  son karargah kar etmez…

 

“Her kelime bir kabuk” , mana içinde saklı.

Anlayan anlar bunu , ismi agah kar etmez…

 

Kıblesiz denizlerde  boşuna kürek çekme ,

Bize Beytullah gerek, başka cenah kar etmez…

 

Alınan her nefesi ,Veren’e  yar olalım,

Aşk-ı İlahi yoksa , bil ki salah  kar etmez…

 

Saçımdaki her beyaz bir sevdanın ahıdır,

Güle sevdalı güneş ; aşkı , günahkar etmez…

 

Sensin bütün dertlere derman olan Allah’ım,

Kelime-i Tevhidsiz hiç bir felah kar etmez.

Mehmet Güneş

 

 

En Fazla Yüz Yıl Yaşarsın Dostum

 

En fazla yüz yıl yaşarsın dostum

Göz açıp kaparken geçer yılların

Gördüğün herkesi dost edin ki

Görüp göreceğin peşindir dostum

En fazla yüz yıl yaşarsın dostum

 

Yalnız bir iğne deliği açmış sana  göz

Işığın ordandır , sevgin ordandır

Hangi güzel göz ki yere akmadı

Hangi güzel yüz ki toprak olmadı

Yalnız bir karış toprak olmuş sana göz.

 

 

 

 

 

 

 

 

ŞİİRLER

 

ŞİİR

Arif  Nihat Asya

 

Kutsal konuları inananlara bırak

Onlar senin maskaran  değil;

Memleketin imanı

Senin yaygaran değil.

Kitabımı yırtmışsın ,

Kitabım senin paçavran değil.

Dinlemesini bilen anlar sözümden ,

Çıldıran değil saldıran değil.

Döndürüp durma elinde devrimleri

Devrimler senin makaran değil.

Şehitlerden söz etme,

Onlar senin kadavran değil.

Temiz eller kurmuştur bu memleketi,

Senin zembereğini kuran değil.

 

 

 

 

 

 

Kalbimi Yuva Yapacağım Yetim Çocuklarıma

 

Hangi şair dokunur şu sıcak göz yaşıma.

Hangi kalem yazar ki çektiğim azapları.

Sorsalar cevabım yok niçin ağladığıma,

Sebepsiz deyip geçin, çektiğim ahlarıma.

Yolum uzun bırakın, bırakın gideceğim!

Binlerce yıllık tarihi, sanatı sereceğim.

Tertemiz beyinlere ben ölsem de,

Sevgiyi ölümsüzlüğü vereceğim.

Kalbimi yuva yapacağım yetim çocuklarıma.

Metin Hakverdioğlu.

 

 

 

 

Aşık Kerem’den

Bir han köşesinde  kalmışım hasta

Gözlerim kapıda kulağım seste

Kendim gurbet elde gönlüm sılada

Gelme ecel gelme üç gün ara ver

Al benim sevdamı götür yara ver

 

Erzurum dağları duman dildedir

Başım yastıktadır gözüm yoldadır

Aslı hayın yardır adam aldadır

Gelme ecel gelme üç gün ara ver

Al benim sevdamı götür yara ver

 

 

Erzurum dağları kardır geçilmez

Her adama gizli sırdır  açılmaz

Ayrılık şerbeti zehir içilmez

Gelme ecel gelme üç gün ara ver

Al benim sevdamı götür yara ver

 

 

Felek sen mi kaldın bana gülecek

Akıttın göz yaşım kimler silecek

Dediler Kerem’e Aslı’n gelecek

Gelme ecel gelme üç gün ara ver

Al benim sevdamı götür yara ver

 

 

 

 

 

 

 

KÖROĞLU’DAN

KİZİROĞLU MUSTAFA

 

Bir atı var Ala Paça  , peh peh peh

Mecel vermez Kırat  kaça , hey hey hey

Az kaldı  ortamdan biçe

Ağam kim , paşam kim, nigar kim , hanım kim?

Kiziroğlu Mustafa Bey

Bir Bey’in oğlu

Zor Bey’in oğlu

Hay edende haya teper, peh peh peh

Huy edende huya teper, hey hey hey

Köroğlu’nu suya seper

Ağam kim , paşam kim , nigar kim, hanım kim?

Kiziroğlu Mustafa Bey

Bir Bey’in oğlu

Zor Bey’in oğlu

Bir fendinen geldi geçti , peh peh peh

Hışmı dağı deldi geçti, hey hey hey

Ağam kim, paşam kim, nigar kim, hanım kim

Kiziroğlu Mustafa  Bey

Bir Bey’in oğlu

Zor Bey’in oğlu

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İlk Bahar Akşamlarında

 

Bir yağmur fısıldar kulaklarıma.

İçimde ürperme kalbimde hüzün.

Serin bir meltemdir genzimi yakan.

İçimi üşütürüm kaldırımlarında,

İlk bahar akşamlarında.

 

Yorgunsam atarım kendimi kollarına,

İlk bahar aşığım çiçekli yollarına.

Sevgi, çiçektir; ümitler böcek,

Bakarım, dalarım, ararım hani gerçek?

Sevgiler âlemi Cennet böyle olsa gerek

İçimi üşütürüm kaldırımlarında,

İlkbahar akşamlarında.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ONUNCU YIL MARŞI

 

Çıktık açık alınla

On yılda her savaştan

On yılda on beş milyon genç

Yarattık her yaştan.

 

Başta bütün dünyanın

Saydığı baş kumandan

Demir ağlarla ördük

Ana yurdu dört baştan.

 

Türk’üz  Cumhuriyetin

Göğsümüz tunç siperi

Türk’e durmak yaraşmaz

Türk önde Türk ileri!

 

Bir hızla kötülüğü

Geriliği boğarız

Karanlığın üstüne

Güneş gibi doğarız.

 

Türk’üz bütün başlardan

Üstün olan başlarız

Tarihten önce vardık

Tarihten sonra varız.

 

Türk’üz  Cumhuriyetin

Göğsümüz tunç siperi

Türk’e durmak yaraşmaz

Türk önde Türk ileri!

 

Faruk Nafiz Çamlıbel

Behçet Kemal Çağlar

 

 

 

 

BU VATAN, BU MİLLET ,BU BAYRAK BİZİM

 

Kars’tan, Malazgirt’ten, başlar temeli,

Bu vatan, bu millet, bu bayrak bizim.

Yan bakan olursa kırılır eli

Bu vatan, bu millet, bu bayrak bizim.

 

Sevgi ile tutuşursak el ele,

Huzurla yaşarız çekmeyiz çile.

Her türlü varlığı, nimeti  ile,

Bu vatan , bu millet, bu bayrak bizim.

 

Anadolu Türk’ün tapulu yurdu.

Üzerinde şanlı devletler kurdu.

Bayrağın uğruna çok şehit verdi.

Bu vatan , bu millet, bu bayrak bizim.

 

Herkes bunu bilir eğilmez başım.

Dedem , babam, anam, bacım kardaşım,

Kimseye verilmez toprağım taşım.

Bu vatan , bu millet, bu bayrak bizim.

 

Şöyle geçmişe bak , yönümüz birdir.

Bu günümüz birdir, dünümüz birdir.

Çok şükür İslâm dinimiz birdir.

Bu vatan , bu millet, bu bayrak bizim.

 

Tarih sayfasına şan vermedik mi?

Bizler üç kıtaya yön vermedik mi?

Uğruna binlerce can vermedik mi?

Bu vatan , bu millet, bu bayrak bizim.

 

Gelecekte parlak günlere dikkat!

Birlikte dirlik var bunlara dikkat!

Çekemeyen var onlara dikkat!

Bu vatan , bu millet, bu bayrak bizim.

 

Bizi başkasıyla bir tutmasınlar.

Yeleli aslanı unutmasınlar.

Hepimiz kardeşiz uyutmasınlar.

Bu vatan , bu millet, bu bayrak bizim.

 

Türkler dirilmiştir , biliyor dünya;

Bir ucu Avrupa , bir ucu Asya.

Bizden size selam olsun Avrasya.

Bu vatan , bu millet, bu bayrak bizim.

 

Şeref der sevgiyle besleniyorum.

Vatan aşkı ile  hisleniyorum.

Bütün kainata sesleniyorum.

Bu vatan , bu millet, bu bayrak bizim.

ŞEREF TAŞLIOVA

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazı Ebced, KARİKATÜR, Makalelerim, Moleküler Edebiyat, Şiirlerim kategorisine gönderilmiş ve ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.